Türk Tiyatrosu büyük bir ustasını kaybetti. Kel Hasan’dan, Kavuklu Hamdi’ye, Dümbüllü’den Münir Özkul’a, Erol Günaydın’dan, Nejat Uygur’a süregelen ortaoyunu geleneğinin son ve en başarılı temsilcisi Ferhan Şensoy gökyüzüne düştü. Ardında onlarca oyun, şiir, deneme ve öykü kitapları bırakan bu değerli sanatçımız sinemada da çok başarılı işlere imza attı. Ama asıl başarısı Geleneksel Türk Tiyatrosunu kendine özgü modern bir anlayışla bağdaştırıp tiyatromuzda yepyeni bir kulvar açmasıydı. Bu yolda ustası kabul ettiği Haldun Taner’in ve büyük Alman şairi, oyun yazarı ve tiyatro teorisyeni Bertolt Brecht’in izinden yürüyerek başarılması güç bir şekilde özgün bir tiyatro dili ve sahnesi yarattı. Bu çabada Fransız Kültüründen de beslendi. Ama asıl dayanak noktası Geleneksel Türk Tiyatrosu oldu. Elli yılını verdiği profesyonel tiyatro hayatında en başından beri ne yaptığını biliyordu. Asla tiyatroda moda akımlara meyletmeden bildiği yolda yürüdü. Neydi bu yol? Enikonu politik tiyatro yaptı Ferhan Şensoy. Politik Güldürü diyelim. 12 eylül darbesinin ve ardı sıra gelen Özallı yılların başardığı en önemli işlerden biri de sanatta politikaya ya da politik tiyatroya 90’lı yıllardan sonra çoğu tiyatrocunun uzak mesafeyle bakmaya başlamasını sağlamak oldu. Birçok akademisyen de bu uğurda bilimsel! sözcülük yaptı: Sanatta politika olmamalıydı!.. Çünkü Politik Tiyatro demek slogana indirilmiş kaba tiyatro demekti. “Siz nasıl olur da seyirciye bir şey öğretmeye kalkarsınız?” diye soruyorlardı. Ayrıca bu düşünceye göre bütün sanatlar zaten politikti. Fazladan politik tiyatroya ne gerek vardı? Benzer savlarla sancısız, belasız, sade suya tirit gösterilerin moda olduğu yıllar işte o zamanlar başlamıştı, bugün de devam ediyor. “Sanatta politika, buyurun size tu kaka!” Brecht, Durrenmatt, Frisch, Piscator, Ibsen, Meyerhold iyidi hoştu da şu bizim Türkiyeli oyun yazarları bu işi bir türlü beceremiyorlardı! Sanki becerseler oyunlarını sahneleyeceklerdi. Politik Tiyatronun altın çağını yaşadığı 60’lı, 70’lı yıllar için, ne güzeldi diyen, Haldun Taner’i, Asaf Çiyiltepe’yi, Vasıf Öngören’i, Aziz Nesin’i, Turgut Özakman’ı övenler bu yazarların kaç oyununu sahnelediler, sahneliyorlar? Oysa Platon, “Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye razı olmaktır" diyordu haklı olarak. Troçki de ekliyordu: “Siz politikayla ilgilenmiyor olabilirsiniz ama politika sizinle ilgileniyor.” Yaptıkları sanatta politikayı kapı dışarı eden sanatçılarımız, bugün sosyal medyada aktif militanlar gibi ilgileniyor. Kendilerince muhalifler. Ne kadar oksimoron bir konumlanma! Belki de sırf bu yüzden sadece politikacılar değil, okumuş okumamış bütün cahiller Şensoy’un oyunlarının alay konusuydu.
Elbette isteyen yaptığı sanatta politik duruş gösterir, istemeyen göstermez. Ama sorun politikanın sanattan izole edilmeye çalışılmasıydı. Oysa sanat; bilimi, felsefeyi, insanı, hayvanı, doğayı, duygu ve düşünceyi, ezcümle her şeyi konu edindiği gibi politikayı da konu eder veya kullanır. Acı olan politikanın sanatı kullanmasına seyirci kalmaktır. Tiyatro bu konuda en önde gelen sanat olsa gerektir. Bu yüzden ki, bin yıllardır ayaktadır ve belki de bu yüzden dünyanın en yaşlı sanatıdır.
Halk, Ferhan Şensoy’u sadece usta bir komedyen olduğu için değil, arka planda oldukça sağlam bir protest duruşu olduğu için seviyordu. Yaptığı tiyatro mimus (düşmeli kalkmalı kaba güldürü) değildi. Ardında derin bir ince mizah ve karşı duruş yatardı. Her ne kadar nev-i şahsına münhasır absürd mantığı onu benzersiz bir komedinin mimarı yapmışsa da, kıvrak zekâsı ile politik dünya görüşü, sanatının iskeletini oluşturuyordu. Politik tiyatroyu gizli, uzak imalı, utangaç biçimde değil, göğsünü gere gere yaptı. Bu yüzden ilk sahnesi Şan Tiyatrosunu yaktılar. Yılmadı, Küçük Sahne’yi diriltip tekrar Türk Tiyatrosuna kazandırdı. O dönem kurduğu Nöbetçi Tiyatro ile tiyatromuza sayısız başarılı oyuncu ve tiyatro insanı kazandırdı. Oradan kovulunca, Ses 1885 Tiyatrosu’nu küllerinden doğurup 30 yıl boyunca tiyatromuzun gurur abidesi olarak ayakta tuttu.