Tülin Uygur

Tülin Uygur

Köşe Yazısı

İsveç’te kadınların huzuru için eğit donat programı

İki gün önce Stockholm’ün güneyindeki bir çevre belediyesinde bir kadın ilişkisi olduğu adam tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Polis ve ambulans olay yerine yani apartman dairesine geldiklerinde kadın henüz yaşıyordu. Ancak müdahaleye zaman kalmadan aldığı darbeler nedeniyle hayatını kaybetti.

Dört gün önce de İsveç’in güneyinde küçük bir beldede 18 yaşında bir kadın bir erkek tarafından öldürülmüş ve cesedi aramalar sonucu bulunmuştu. Burada polisler soruşturma süreci tamamlanmadan açıklama yapmadıkları için şüpheliler ve kurbanları arasındaki ilişki henüz açıklanmadı ama her iki olayda da birbirleriyle ilişkileri olduğu ima edildi.

Bu cinayetler İsveç’teki ne ilk ne de son cinayetler.

Yazının Devamı

Güldünya, Hatice, Rabia…

1996 yılının yazı Harran ve çevresinde yaptığımız geziyi tamamlamıştık. Nizipli Abidin dayı arabadaki klima son hızla çalışırken, benim 43 derecelik yaz sıcağında o serin arabadan çıkıp toz toprak arasında koşturmama akıl sır erdiremiyor kafa sallıyordu. Belli ki yumurtanın güneşte pişirildiği sıcaklıkta, Harran’da kümbet evler arasında koşturmam çok garip gelmişti. Gerçekten nefes aldıkça ağzımdan ve burnumdan içeri giren sıcaklığı ciğerlerime inene kadar hissediyordum. Her yer gibi Belkıs harabeleri de kazılmıştı, fıstık ağaçları, köyler yeni baraj için sulara gömülmeye başlamıştı. Çok yorulduk çok toz yuttuk. Israrlar üzerine dinlenmek için eşimin uzaktan akrabası olan “köy ağası” Mecit amcanın köy evine gittik. Köyün içinden akan lağım sularının çevresinde tavuklar horozlar koşturup dururken küçük çocuklar da oyun oynuyordu. Evlerin çatısındaki antenler her evde televizyon olduğunun kanıtıydı. Mecit amca köyün zengin olduğunu, her evde buzdolabı ve çamaşır makinesi olduğunu gururla anlattı. Bazı evlerin kapısının önünde de araba vardı. Benden başka kimse ortalıkta akan lağımdan ya da tek bir çiçek saksısı dahi olmamasından şikayetçi değildi.

Eve geldik. 4 erkek ve ben. Misafir odasına girdik, kapının kenarından birkaç kadın silueti gördüm. Biraz sonra ayranlar geldi. Biraz serinleriz diye düşünürken tepside sadece 4 bardak olduğunu gördüm. Ayranları getiren kadın benim önümden geçti ve erkek misafirlere ayranlarını verdi. Odadan çıkarken Mecit amca seslendi “Tülin hanımın ayranını buraya getirin o şehirli”. Kadın olarak kadınlar tarafından dışlandığıma mı yanayım yoksa Mecit amcanın “o şehirli” mazeretine mi bilemedim ama günüm zehir oldu!

Toplumsal cinsiyet işte bu! Kadınlar ve erkekler arasında toplumsal ve kültürel olarak inşa edilmiş farklılıklar. Yüzyıllardan günümüze ulaşan kadın ve erkeğin nasıl olması gerektiğine dair öğretiler, töre ve namus adına kadının ikinci sınıf vatandaş görülmesi. Babasının, ağabeyinin, erkek akrabalarının, kocasının, kocasının ailesinin isteklerini yerine getirip, onların gölgesinde yaşamak zorunda kalması. Kadının kendini ikinci sınıf yapan bu öğretileri doğurduğu yavrularına da aynen öğretip yıkılası bir düzenin sürmesine yardımcı olması. Kadının kendi yaşamı, kendi doğurganlığı, kendi eğitimi, kendi eş seçimi konusunda kararlarını verememesi. Kadınlarla eşit şartlara ve eşit imkanlara sahip olmaması.

Yazının Devamı

Dünyaya kadınların gözünden bakmak

Daha seçim kampanyaları sırasında Türkiye’yi hedef alan sözlerini hayretle dinlediğimiz Bay Biden, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını eleştirmiş, can sıkıntısını “derin hayal kırıklığını” dile getirmiş. Yetmemiş,“kadınları korumayı ve şiddet uygulayanı sorumlu tutmayı amaçlayan uluslararası sözleşmelerden çekilmek yerine ülkeler kadına yönelik şiddet konusunda taahhütlerini güçlendirmeli ve yenilemeliler” demiş. O da yetmemiş “bu kadınlara yönelik şiddeti durdurmak için çabalayan uluslararası harekete darbe vuran geri bir adımdır” demiş.

Keşke Bay Biden danışmanlarının aklıyla bu sözleri söylemeden önce “bizdeki durum nedir” diye sorsaymış.

Hatırlatalım.

Yazının Devamı

Kadına yönelik şiddete son!

Dün gece Yener Güneş ile Ulusal Kanal’da köşe yazısı yazmak üzere konuştuktan hemen sonra yüreğim sıkışarak izlediğim bir belgeselden sonra ilk yazımın konusu belli oldu. Kadına yönelik şiddet. Ülke, meslek, sınıf, din, eğitim tanımayan, kadınlara dünyayı zindan eden şiddet!

Bu defa şiddetin adresi İsveç, Stockholm’ün ünlü banliyösü, “Süryani Cumhuriyeti” olarak anılan bir bölge Södertälje. Şiddet uygulayan Bobel Barqasho, Süryani kökenli Türk vatandaşı ve Süryani cemaatinin papazının oğlu. Şiddet uygulanan ise bir zamanlar Bobel’in karısı olan ve bugün kendi adından vazgeçip Sofia adını taşımak zorunda kalan genç bir kadın.

2013 yılının karlı bir Şubat akşamı kocası Bobel tarafından 7. kattaki evinin balkonundan aşağı atılan Sofia için gelen ambulans personeli gördüğü manzara karşısında irkilmişti. Kolları, bacakları, ayakları, leğen kemiği kırılmış olan Sofia

Yazının Devamı
  • 1
  • 2