Araplara Bakış
Köşe konumuz İsrail-Filistin savaşı ve ‘Araplara bakış’…
İsrail-Filistin savaşının hem dünya hem ülke gündeminde önemli yer tutması bizi bu başlığı irdelemeye götürdü.
Bu konuda da farklı bakış açıları ülke gündeminde.
Araplara bakış açısının keskin taraftarlarından biri Radikal İslamcı ve Bazı Dinci Gruplar. Koşulsuz bir şekilde Arap seviciliği yapan bu gruplar dini inanışı yaşamın merkezine koyduklarını iddia ederken milliyetçiliği reddetmeleriyle dikkatleri çekiyorlar. Ülkemizdeki taraftarları Latin alfabesine dahi karşı cephede mevzilenmiş durumda; mensupları arasında işi milli dilimizi Arapçaya evirmeye kadar götürenler bile var. Kültürel bakış açıları da Arap kültüründen yana ve onunla sınırlı; hatta mutfak, giyim, sosyal yaşamın Arap kültürü haznesinin dışında olması onlar için kafirlik sebebi.
Keskin gruplardan bir diğeri ise bu iki grubun karşı cephesi, Arap Düşmanı grup. Onlar da şartsız, şüphesiz Arap düşmanlığı yapıyor. Bu talihsiz grup da tüm gerici ve yoz unsurları Araplara yüklerken temiz/pis kıyasında pis olan ile Arap olanı eş tutuyor.
Aslında bu iki zıt bakış açılı grup aynı merkezden yönlendirmektedir, emperyalist merkezden. Emperyalizm jeopolitik çıkarları gereği Türklerle Arapları birbirine düşman yapmak isterken kullanacağı işbirlikçileri sahneye Arap dostu ve Arap düşmanı olarak sürüyor. İplerle emperyalizme bağlı bu iki kukla da kendilerince yeri/göğü inletiyor…
Sözü edilen bu grupların hiçbirinin bakış açısı bilimsel/kültürel/tarihi ve jeopolitik değildir. Bir başka deyişle bu üç grup Arapları ne anlayabilmiş ne de tahlil edebilmiştir. Bu sebeple de bu gruplar İsrail-Filistin savaşında çözüm de üretemezler ortaya rasyonel ve milli bir eylem ve duruş da koyamazlar.
Peki, Araplara nasıl bakacağız, onları nasıl tahlil edeceğiz?
Kültürel değerlendirmeyle başlayalım.
Uygarlık tarihinin iki köklü milleti Türkler ve Araplar Sümer, Akad, Asur, Hitit, Pers, Emevi, Abbasi, İran, Selçuklu, Osmanlı, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinden beri iç içe ve yakın coğrafyalarda, aynı çatı altında kardeşçe yaşamayı başarmış; kız alıp kız vermiş; yemek, giyim, müzik, sosyal alışkanlıklarda birbirini karşılıklı etkilemiş; ortak düşmana karşı beraber kılıç sallamış, kurşun atmış, gelenek/görenekte birbirine çok yaklaşmış, inançta ise ortak hareket etmiştir. Dolayısıyla kültürel ortaklığa sahip bu iki kadim milletin düşman olması, birbirini reddetmesi için hiçbir kültürel sebep bulunmamaktadır.
Jeopolitik açıdan bakacak olursak da çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz ki; kendi dil, kültür ve savaş kabiliyeti olan, zengin yer altı/yer üstü kaynaklarına sahip bu iki millet emperyalizmin her zaman hedefinde olmuştur. Arap coğrafyasının sahip olduğu enerji kaynakları, Türk milletinin sahip olduğu cennet vahşi emperyalizm için iştah açıcı unsur olmuştur. Günümüzde de durum aynıdır. İsrail Filistin’deki doğalgaz rezervlerine sahip olma yolunda emperyalizmden aldığı güçle Filistin’de katliam yapmakta, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkışları da emperyalizmde bu yolda rahatsızlık yaratmaktadır. Bu nedenle emperyalizm yerli işbirlikçilerini sahneye sürüp; bir taraftan Arap düşmanlığı diğer taraftan Arap seviciliği yaptırarak konuyu gerçek amacının dışına çıkarmakta, kendi stratejisini bu yolla uygulamaya çalışmaktadır. Türkler ve Araplar, ortak geçmişe sahiptir. Osmanlı imparatorluğu içinde yüzlerce yıl birlikte barış içinde yaşamışlardır. Her iki millet de dünya savaşlarından ortak dersler almıştır. Dünya savaşları da göstermiştir ki; Türklerin ve Arapların bağımsız ve güçlü devlet olmaları her iki milletin de jeopolitik yararınadır. Araplar emperyalizme dayalı bir kurtuluşun mümkün olmayacağını bu savaşlarda tecrübe etmişler; mazlum milletler sınıfında olan Türkler ve Araplar, emperyalizme karşı ortak mevzide buluşmuşlardır; bu sebeple Türkler ile Arap komşuları arasında iktisadi, siyasi, kültürel ortak menfaatler söz konusudur.
Tam da bu noktada Türk ve Dünya tarihinin eşiz lideri Mustafa Kemal Paşa Türkler ve Araplar arasında konfederasyon oluşturulmasını arzulamış ve planlamıştır. Yüzbaşı olarak ilk görev yeri Suriye’ye giden Mustafa Kemal 1900’lerin başında Arapları bilimsel, kültürel, jeopolitik açıdan o kadar rasyonel değerlendirmiştir ki Talat Paşa’ya yazdığı bir mektupta Suriye ve Irak’a bağımsızlık verilmesi gerektiğini açıkça söylemiştir. Mustafa Kemal, önerisinin kendisini idama götüreceği uyarısını Talat Paşa’dan almış olsa da fikrinden vazgeçmemiş, görev bölgesi Suriye’de İngiliz, Fransız ve müttefik Almanların Araplara müdahale etmelerine, onları sömürge olarak değerlendirmelerine açıktan açığa tepki gösterirken, payitahta bu yolda raporlar göndermiştir. Araplara medeniyet öğreteceği iddiasında bulunan Fransızlara karşı ise Mustafa Kemal’in tepkisi çok sert olmuştur. Jeopolitika dehası Mustafa Kemal Arapları köklü, şerefli ve nazik bir millet olarak tanımlamıştır. Bu stratejik bakış açısına göre yol haritası çizen Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı döneminde Suriye, Irak ve Türkiye arasında bir konfederasyondan söz etmiş, çalışmalarına bu minvalde bir halka eklemiştir. Tek koşul vardır, Suriye ve Irak’ın da Türkler gibi bağımsız devlet olmaları. Ne yazık ki, Mustafa Kemal’in ömrü bu konfederasyonu görmeye yetmemiştir; çünkü gerek Suriye gerek ancak Irak II. Dünya Savaşı’nı müteakip bağımsızlıklarını kazanabilmişlerdir.
Konfederasyon stratejisinin temel ilkeleri ise Mustafa Kemal tarafından ‘Bağımsızlık, Halkların Arzusu, Milli Hakimiyet Rejimi’ başlıklarından belirlenmiştir. Mustafa Kemal’e göre, Türkler ve Araplar tam bağımsız devlet olmaları halinde emperyalizme karşı ortak mücadele edebilir, bağımsızlıklarını bu yolla koruyabilir. Her iki milletin mensuplarının da temel arzusu bundan ötesi değildir. Mustafa Kemal kalın hatlarla altını çizmiştir.; milli hakimiyet rejimi olmadan komşu ülkeler birbirleriyle özgür bir şekilde sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasi bağlar kuramaz.
Evet sevgili okurlar, bugün Türkiye, Suriye, Irak bağımsız birer ülkedir. Emperyalizm ise yine aynı emperyal stratejilerle coğrafyamıza hükmetmeye çalışmaktadır. İsrail-Filistin savaşı emperyalizmin bir fotoğrafıdır. Konfederasyon farklı bir şekilde yine gündemdedir. Bu yolda birtakım çalışmalar da vardır. İran, Lübnan, Azerbaycan, KKTC ve Türkiye’nin içinde bulunduğu BAB (Batı Asya Birliği) kamucu, halkçı, barışçı ve aydınlanmacı paydada çalışmalara başlamıştır. Mustafa Kemal’in Türk-Arap konfederasyon stratejisi BAB’a ve benzerlerine evrilmiştir.
Arap dost ve kardeşlerimize bu pencereden bakmak esas değil midir?