Seçimler sonrasında ilk hedef yurtdışı ziyaretleri olmalı
Bir çok ülke Türkiye'deki seçim sonuçlarını bekliyordu. RTE ile devam edilip edilmeyeceğine göre Mısır'dan Suriye'ye, Libya'dan Körfez ülkelerine ve Avrupa ülkelerine kadar herkes "bir sonucu görelim, Türkiye'nin ne tarafa gideceği belli olsun, ona göre Türkiye politikalarımızı belirleyelim" anlayışındaydı.
Seçim sandığı milletin önüne geldi. Adil bir yarış oldu. Türkiye yetersiz bir iktidar ile devam etmek ile daha da kötü bir kaos planını seçmek arasında seçim yaptı ve yetersiz ile devam kararı verdi. Hayırlı olsun. Yazının siyaset dozunu düşük tutup, esasa gelelim.
Dışişleri ekiplerinin performansı, tüm ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de refahı ve güvenliği belirleyici bir etkisi vardır. Dışişleri işini iyi yaparsa, avantajlı ticaret anlaşmaları yaparsa, doğru alanlarda doğru yatırımların ve işbirliklerinin önünü açar ise hızlı yol alırız, ülkemize hızla istihdam alanları yaratır kalkınma sağlarız, güvenlik sağlarız. Hızlı refah yaratmanın bir sihirli değneği olsa herhalde bu değneğin ismi "yabancı ülkeler ile yapılan ikili anlaşmalar" olurdu. Bu yazıda, Türkiye için kısa vadede önemli gördüğüm jeopolitik fırsatlara değineceğim.
Deprem sebebiyle Antalya Diplomasi Forumu'nu iptal ettik, iyi olmadı. Büyük diplomatik kazanımlar elde edilebilirdi. ADF konusunu tekrar ele almak gerekli. Belki sonbaharda düzenlenebilir.
Büyükelçilerimizden gelen taleplere göre, siyasi belirsizliğin ortadan kalktığı bir ortamda hangi ülkeler ile hızlı yol alabilecek isek bu ülkeler ile Dışişleri bakanı ve Cumhurbaşkanı seviyesinde görüşmeleri öncelikleyebiliriz.
İlk akla gelen ülke Suriye elbette. Seçim sonuçlarına göre Esad ile normalleşme adımlarının atılması bekleniyor idi. Gerekiyorsa Vatan Partisi'nin yapıcı arabuluculuğunda komşumuz ve kardeş ülkemiz olan Suriye'nin başkanı Esad ile ilişkileri hızla normalleştirmeli ve hatta normalin ötesinde, bir dönem olduğu gibi mükemmel hale getirmeliyiz. Geçtiğimiz senelerde Suriye'nin altının üstüne getirilmesi planına Türkiye alet edilmiştir. Türkiye, Suriye politikalarında son derece hatalı idi, bu hatalı politikaların sonucunu başta Suriyeli kardeşlerimiz olmak üzere hepimiz pahalı ödedik. Bu işi düzeltmek, enkazı kaldırmak konusunda Türkiye hem adım atmalıdır, inisiyatif almalıdır hem de elini cebine atıp kısmen sorumlu olduğu Suriye'deki enkazı kaldırma işlerine başlamalıdır. Türk askeri Suriye'de daha fazla kan akmasını önlemiştir, bölücü planların önüne geçmiştir, artık görevini tamamlamıştır. Suriye hükümeti ile eşgüdüm halinde kısmen veya tamamen çekilmelidir. Suriye bir yere kaçmıyor, baktık işler doğru yönde ilerlemiyor, gerekirse yine operasyon yapılabilir. Hükümetin alacağı karar bir kenara, halkımız da Lazkiye plajları başta olmak üzere Suriye'ye, Halep'e turistik ziyaretlere başlayabilir. Suriye’nin altyapısı onarılana kadar, Suriye'de üretilen bir kısım petrolün rafinaj hizmetinin Türkiye’de sağlanması ( Dahilde işleme rejimi benzeri bir anlaşma ile) iki ülkenin de menfaatine olabilir. Sn. Esad'ın da Vatan Partisi ile bu süreçlerin öncesinde görüşmesinin faydası olacaktır.
Mısır ile ilişkiler de buzdolabında bekleyen diğer bir konu. Siyasi istikrar sağlandığına göre ilişkileri toparlamalıyız. Mısır lideri El-Sisi'ye karşı diplomatik nezaketlerin çok ötesinde hatalı bir dil kullanıldı. Mısır, Türkiye'yi Doğu Akdeniz'de tehdit eden cephenin kucağına itildi. Bizimde etkimiz ile Mısır tepeden tırnağa silahlandı ve hatta Fransa'dan bolca savaş gemisi aldı. Bizim Anadolu gemimiz ile aynı sınıfta olan savaş gemisinden iki adet satın aldı Mısır Fransa'dan ve daha bir çok denizaltı vs. alımı yaptı. Mısır'ın ekonomisi kötü durumdadır. Mısır ile ticari ve turistik ilişkileri düzeltmeliyiz. Libya politikasında mutabık hale gelmeliyiz. Mısır hidrokarbonunun, mavi akim benzeri bir boru hattı ile Türkiye’ye getirilmesi makul bir proje olabilir.
Fas'ta neler oluyor? Kral ortada pek görünmüyor neden? Ülke ile ilgili gelen tüm haberler Fas'ın fazlaca ABD ve İsrail kontrolüne girdiğini gösteriyor, üstelik tepeden tırnağa silahlanıyorlar. Fas ve Cezayir halkı aynı halk. Arap ve berberi halklar. Birinde monarşi var diğerinde yok. Sadece yönetim rejimleri farklı olduğu için ülkelerin namluları birbirlerine çevrilmiş durumda. Fas ve Cezayir sorunu tüm bölgeyi etkilemektedir, izole bir sorun değildir ve Türkiye'nin bu bölgedeki barışa arabuluculuk yapması tarihi bir zorunluluktur.
Brezilya'ya Türkiye'nin çok iyi çalıştığı lider Lula tekrar iktidara gelmiştir ve Brezilya ekonomisi hızla toparlanma sürecine girmiştir. Hazır uyumlu iktidarlar varken BRICS üyesi olan ve dünyanın en büyük ekonomileri arasına kısa sürede gireceği kesin olan Brezilya ile hızla ticari, turistik, sosyal, politik projeler devreye alınmalıdır.
Irak ile Basra körfezini Türkiye'ye demiryolu ile bağlama projesi hızlandırılmalıdır. Hazır demiryolu döşeniyorken yanına gaz hattı ve fiber optik veri hatları da çekilebilir.
Çin ile Türkiye arasında ağır aksak, bir çok aktarmalar ile işleyen bir demiryolu hattı vardır. Teorik olarak yük trenleri işlemektedir ancak pratikte hacimler denizyolu ile kıyaslanamayacak seviyede düşüktür. Ticari bir anlam taşımayan seviyede düşüktür. Türkiye ile Çin arasında her yarım saatte bir yüzlerce konteyner taşıyan blok trenler karşılıklı olarak kaldırılmalıdır. TPAO, Aselsan, Tusaş, TOGG bunlar parlayan kurumlarımızdır. TCDD'de artık üzerindeki ölü toprağını atmalı ve parlayan bir devlet kurumu haline getirilmelidir. Çin ve Türkiye arasında turistik ziyaretler artmalıdır. Bu alandaki potansiyelin yüzde birine dahi ulaşamadık.
Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşta, Türkiye'nin Ukrayna'ya saldırı amaçlı kullanılabilen SİHA'lar satması hatalıdır. Bu konu Meclis'te oylanmalı ve gerekiyorsa Rusya ve Ukrayna arasında kalıcı barış sağlanana kadar taraflara silah ihracatına onay verilmemelidir. Rusya'nın Türkiye'ye yılda 5-7 milyon turist yolladığını, Türkiye'nin en büyük ticaret ortaklarından olduğunu ve aramızda nükleer santral ve boru hatları gibi stratejik işbirlikleri olduğunu hatırlatmaya gerek var mıdır? Vaziyet buyken Ukrayna'ya SİHA satmak akıllıca bir politika mıdır?
İran'da muhtemelen dondurulmuş projelerin canlandırılması için seçim sonuçlarını bekleyen ülkelerdendi. İran ve Türk Ekonomisi birbirini büyük ölçüde tamamlar karakteristiktedir. Azerbaycan üzerinden Türkiye-İran ilişkilerini bozmak gibi tuzaklara düşmeden, İran'ın birlik ve bütünlüğüne verdiğimiz desteği vurgulamalıyız ve her alandaki ilişkilerimiz geliştirmeliyiz.İran'a karşı uygulanan ticari ambargolar her gün Türkiye'nin refahından çalmaktadır.
Hindistan, Türkiye için kaçan fırsattır. Millet olarak Hindistan ile ne tarihi ortak noktalarımızın farkındayız ne de kaçırdığımız fırsatların büyüklüğünün. Hindistan BRICS üyesidir ve Türkiye'nin potansiyel olarak en büyük ticaret ortakları arasındadır. Hindistan, Pakistan, Türkiye ve Rusya liderleri bir masa etrafında oturmalı ve Keşmir probleminin ilişkilerin gelişmesinin önündeki engel olmaktan çıkartmalıdır. Bu ülkelerin masaya koyabileceği kaynak miktarının büyüklüğü, sorunun çözümünün getireceği refah artışı ve ilave fırsatların bu sorunun çözülmesini kolaylaştırması beklenmelidir.
Yemen'e yıllar sonra nihayet barış gelmiş gibi görünmektedir. Yemen Osmanlı'dan son ayrılan ve hayli gönülsüz ayrılan bölgelerden olmuştur ve Türkiye için tarihi önemi büyüktür. Yemen'in yeni barış döneminde hızla kalkınmasına destek olmalıyız. Ülkenin tüm çevresi petrol ve gaz ile çevrili olduğuna göre doğal olarak Yemen'de de bol miktarda hidrokarbon olmalıdır ve bu konuda TPAO ile Yemen işbirliği yaparak Yemen'in hızlı kalkınması için gerekli kaynakların yaratılmasını kolaylaştırabilir. Ayrıca Katar, Bahreyn, BAE ve Kuveyt gibi ülkelerin hidrokarbon kaynaklarının Irak ve /veya İran üzerinden Türkiye'ye boru hattı ile ulaştırılması Türkiye'nin enerji politikaları ile gayet uyumlu olacaktır.
Dost ülkeler olan Yemen ve Somali'nin açıklarındaki adalar, özellikle Sokotra adaları konusunda Türkiye'nin aktif ticari ve askeri projelerinin hazırlanması faydalı olabilir.
Avrupa Birliği ile ticari ilişkilerde Türkiye, potansiyelini büyük ölçüde kullanabilmektedir. Avrupa ile Gümrük Birliği şartları, İngiltere ile AB arasındaki şartlar ile eşitlenmelidir. Daha azına razı olunmamalıdır. Avrupa’ya karşı kullanılabilecek en büyük koz, milyonlarca göçmenin Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçme arzusudur. Bu göç hareketlerini tetikleyen savaşları ve kapitalist sömürü düzenini Türkiye yaratmadı bu yüzden Türkiye'nin Avrupa'nın kapısında bu konuda bekçilik yapmasının da hiçbir ahlaki dayanağı yoktur. Geri kabul anlaşmamızın da ahlaki temeli yoktur. Herhalde Afganistan bombalanırken, Irak bombalanırken, Suriye'de iç savaş çıkartılırken, İran ambargolar altında fakirliğe mahkum edilirken bu ülkelerden göç edecek milyonların nereye gideceğini de düşünmüşlerdir değil mi?
Önümüzdeki dönemde Avrupa ile yapılabilecek önemli bir işbirliği alanı, İstanbul, Sofya, Belgrad, Budapeşte hızlı tren hattı olabilir.
Yeni dönemde izlenecek aktif dışişleri politikamız hem ilgili ülkeler ile aramızdaki ticari ve sosyal ilişkileri artıracaktır hem de Türkiye'de ilgili ülkeler konusunda uzman kadroların yetiştirilmesi ve istihdamı sureti ile Türkiye'nin ekonomisini büyütecek, işsizliği azaltacaktır. İlave yaratılacak faydayı doğrulayabileceğimiz müddetçe ilgili ülkeler masaları için Ankara'da çeşitli birimlerde ayrılan kadroları artırmaktan çekinmemeliyiz. "Fayda" ifadesini geniş anlamda, ilave ekonomik, sosyal, kültürel, turistik, askeri, istihbarat, bilimsel katkı olarak ele alabiliriz.
Türkiye'nin etrafı adeta jeopolitik problem ve oyun bölgesidir ve bu coğrafyada Türkiye istikrarlı şekilde yoluna devam edeceğini son seçimler ile herkese göstermiştir. Genel olarak emperyalizmin faydasına olan yaklaşım, bizim civar coğrafyamızda istikrarsızlık ve kargaşa yaratmak ve yaratılan istikrarsızlıktan fayda devşirmektir. Türkiye'nin faydasına olan yaklaşım ise kendi civar bölgesindeki istikrarsızlık hamlelerini boşa çıkartmak ve olabildiğince barış ve istikrarı sağlamaktır. Lübnan'dan Etiyopya'ya, Pakistan'dan Venezuella’ya, Kosova'dan Kafkaslara kadar diplomat ekibimizin önünde yapılması gereken dağlar kadar iş vardır. Bölgemizde barış ve istikrarın devam edeceğinin hiçbir garantisi yoktur ve Türkiye hızla en kötü senaryolar için dahi askeri olarak hazırlanmalıdır. Barışı korumak için, caydırıcılık sağlamak için ve gerekirse savaşmak için, karada, havada, denizde, uzayda, denizaltında, siberde, istihbaratta, psikolojik harpte, güçlü orduya ihtiyacımızın olacağı bir döneme giriyoruz.