Kadim Ülker

Kadim Ülker

Köşe Yazısı

Alışılmışın Ötesinde Büyükelçilik

Gazetemizin Özgürlük Meydanı da dâhil olmak üzere çeşitli sayfalarında yazılar ve haberler yazdım. Bu yazılarıma genelde olumlu reaksiyonlar aldım. Bir yazıma ise sevdiğim, saydığım ve büyüğüm olarak kabul ettiğim insanlardan olumsuz eleştiriler aldım. Eleştirilere maruz kalan yazım, “Tunalıgil’in Koltuğunda Ozan Ceyhun” idi. Türkiye Cumhuriyeti Viyana Büyükelçisi Sayın Ozan Ceyhun, o yazımın konusuydu. Büyükelçi Ceyhun’un bir yıl kadar hem Avusturyalılar hem de Türkler arasındaki çalışmalarını gözlemlemiş ve o gözlemlerime dayanarak yazımı kaleme almıştım. Sayın Ceyhun’u daha yakından tanıdıklarını söyleyen büyüklerim, “Nasıl böyle bir yazıyı kaleme alırım?” diye sorguluyorlardı. Kendilerine verdiğim cevaptan sonra bir daha konuyla ilgili herhangi bir tepki gelmedi. Konu kapanmış mıydı yoksa konuyu uzatmanın bir anlamının olmadığı mı düşünüldü, bilecek durumda değilim. Ancak ikincisinin olduğunu düşünerek konuyla ilgili düşüncemi Aydınlık Avrupa okurlarına aktarma gereksinimi duydum.

Aydınlık gazetesinin Özgürlük Meydanı’nda yazımın yayımlandığı dönemde Sayın Ceyhun’un aleyhinde hem Türkiye’de hem de Avusturya’da gazetelerde yazılar yayımlanıyor ve yoğun baskı altında tutulmak isteniyordu. Türkiye tarafını bir kenara bırakıp, Avusturya’daki aşırı sağcı partinin saldırılarından dolayı T.C. Viyana Büyükelçisi’nin yanında durulması gerektiğini düşünmekteydim. Kısa sürede bu saldırılar bertaraf edilmişti. Hâlâ da aynı düşüncedeyim.

Ozan Ceyhun’a gelene kadar Viyana’da birçok büyükelçi görev yaptı. Bu büyükelçilerin bir kısmının isimleri bile Türk toplumu tarafından bilinmemekteydi. Onlar hakkında gözlemlerimi anlatmayı bir tarafa bırakmak istiyorum. Sadece birisi ile olan anımızı paylaşmak isterim. Türkiye, Ankara’da Dikmen Durakları’nda bir terör saldırısına maruz kalmış, onlarca insanımızı kaybetmiştik, yaralılarımız vardı. Bir grup arkadaşımla birlikte büyükelçilik binasına gitmiş, oraya karanfiller bırakmıştık. 10, 15 kadar kadın-erkek, genç-yaşlı insanlar elimizdeki karanfilleri büyükelçilik binasının çeşitli yerlerine bırakırken, o zamanlar görev yapan büyükelçi kapıdan çıkmıştı. Bizlere selam bile vermeden oradan uzaklaşmıştı da bizler arkasından bakakalmıştık. Elbette bu örnek çok farklı bir durumdur. Çalışkan ve bizlerin görmediği önemli işler yapan büyükelçilerimiz de oldu.

Yazının Devamı

Toprak yatak, taş yastık, gökyüzü yorgan olmamaktadır parklarda

Avusturya'nın başkenti Viyana'nın tarihi, müziği, eski binalarının mimarisi ile dünyanın en güzel kentlerinden biri olduğu bilinir. Bu özelliklerinden dolayı da kent her yıl milyonlarca turistin akınına uğrar. Viyana turist akınından mutludur. Böylesi nedenlerden dolayı Avusturya’da mutlu olmayan Hallstein gibi küçük kasabalar da vardır. Hallstein’de ikamet edenlerin, turist yoğunluğundan evlerine ulaşmakta zorlandıkları gazetelerin haberlerine sıkça yansımıştır. Hem Avusturya’nın hem de klasik müziğin ve konser salonlarının başkenti Viyana'nın müzik, sanat, kültür, mimari, gastronomi, tarih gibi özelliklerinden başka bir güzelliği daha vardır. Bu güzelliğin farkına Viyana’ya gelen turistler değil de, düzensiz göçmenler vardılar. Bu güzellik Viyana’nın yeşil alanlarıdır. Kent bir kaç defa dünyanın en yaşanılır kenti seçilmişti. Bu yaşanırlığa en fazla etkisi olan öğelerin başında Viyana’nın yeşil alanları gelir. Kentin batısından kuzeyine doğru Viyana ormanları uzanır. O ormandan şehre temiz hava ve güzellik pompalanır adeta. Viyana ormanlarının bittiği noktada Tuna nehri kente girer. Kenti ikiye bölerek kuzeyden doğuya doğru geçtiği alanlar yeşile bezenmiştir. Ayrıca eski ve yeni Tuna nehir yatakları arasında milyonlarca insanı ağırlayabilecek genişlikte kilometrelerce uzanan ada oluşturulmuştur. Tuna adası diye bilinen bu ada, bütün mevsimlerde kentin tatil beldesidir. Şehrin batısı ve güneyi de yine yeşil alanlarla çevrelenmiştir. Kentin merkezine girildiğinde Prater, Türk Siperleri Parkı, Lainz Hayvanat Bahçesi, Habsburg Monarşisi’nin yazlık ve kışlık sarayları olan Schönbrunn ve Belvedere parkları, insana milyonluk bir şehirde olduğunu unutturur. Viyana’nın 23 mahallesinin her birinde mahalleliye asırlık ağaçların altında nefes aldıracak ve dinlenilecek parklar bulunur. İkamet ettiğim mahalle olan Favoriten’de ufak tefek parkların dışında dört büyük park vardır. Bu parklar birbirlerine yakındırlar ve kentin güneyinde bulunan mahallenin en uç noktalarında bulunurlar. Wienerberg Parkı bu geniş parklardan birisidir. Adının Wienerberg Tuğla İşletmesi'nden aldığını düşündüğüm bu parkın yerinde 18. yüzyıla kadar Wienerberg Tuğla Fabrikası’nda tuğlalar üretilmiştir. Fabrikanın kapanması sonrasına boş kalan arazi 1980’li yılların başında ağaçlandırılarak park haline dönüştürülmüştür. 14 kilometrelik yürüyüş yollarını barındıran park kuş cennetidir. Nesli tükenmekte olan kuşlara yuva olan burada, irili ufaklı üç göl bulunmaktadır. Mahalleli günlük koşu ve yürüyüş sporunu yapar ve günlük sıkıntılarını burada atmaya çalışır. Bu parktan yürüyerek Entenpark, diğer adıyla Volkspark’a geçmek mümkündür. Parkın iki isminin olması ilginçtir. Ente ve Volk kelimelerini “Ördek” ve “Halk” olarak çevirdiğimizde “Ördekparkı” veya “Halkparkı” dememiz gerekecektir. Bu parkta da bir göl bulunur, gölün çevresi çimlerle ve ağaçlarla donanmıştır. Göl kenarındaki selvi dallarının suya sarkması parka her mevsimde ayrı bir güzellik katar. Bu parktan sonra mahallenin en görkemli ve tanınmış parkı, hiç şüphesiz Kurpark Oberlaa’dır. Kurpark’ın tarihi de çok eski değildir. Viyana’da bir uluslararası bahçecilik çalışması projesi kapsamında 1969 ile 1974 arasında park haline getirilmiştir. 608 bin metrekare alanda bulunan parkta çocuk oyun alanları, başta Japon Bahçesi olmak üzere çok çeşitli bahçe örnekleri bulunmaktadır. Park içinde biri büyük diğeri küçük olmak üzere iki göl vardır. Bazı filmlerin çekimlerine ev sahipliği yapan parkın kenarında ise termal yüzme havuzları Viyanalının uğrak yeridir. Parkın doğusunda ise geniş tarlalar bulunmaktadır. Bu tarlalarda her yıl buğday, yulaf, arpa, ayçiçeği, turp gibi çeşitli ürünler ekilir ve her yıl tonlarca ürün elde edilir. Tarlaların nasıl bir alana yayıldığını belirtmek için çevresinin tam 10 kilometre olduğunu belirtmekte fayda var. Kurpark ve yanındaki tarlaları, diğer bir yeşil alan olan Löwy Grube Parkı ile Laaer Wald’i (Laaer ormanı) bir cadde ve aradaki bahçeli güzel evler bölmektedir. Yaklaşık 164 bin metrekare olan Löwy Grube’ye, bir bölümü içinde barındırdığı kuşlardan dolayı doğal koruma alanı olan ve içinde iki güzel gölü barındıran Laaer Wald ve tarihi lunapark Böhmischen Prater sınırdır. Park ismini tuğla işletmesi sahibi ve Neonaziler tarafından 1932 yılında öldürülen Jacop Löwy’den almıştır. Park, çocuk oyun alanı, futbol sahası, gezi ve koşu yoluyla, köpekler için ayrılmış alana sahiptir. Bir kenarında ise büyük tarla vardır. Bu tarlalarda da her yıl tonlarca tahıl elde edilir. Laaerwald’den Löwy Grube’ye oradan ekin tarlalarının kenarlarından Kurpark yönünde yol alırken tarlaların kenarlarında bulunan bodur ağaçlarının altında terkedilmiş battaniyeler, sırt çantaları, mont ve ceketler görmüştüm. Bu gördüklerim biran beni ürpertmişti. Biraz daha baktığımda ağaçların altındaki toprağın üstü oldukça düzenli görülmekteydi. Bu eşyaların kimlere ait oldukları beni bir kaç gün meşgul etti. Daha sonra birikmiş gazeteleri gözden geçirirken, bir haber dikkatimi çekti. Aynı tarihli farklı gazete haberlerinde mahallemizin Kurpark’ına sınır olan tarlaların bulunduğu bölgede 24 düzensiz göçmenin yakalandığı anlatılmaktadır. Haberin ayrıntısında ise bir hafta içinde Afgan ve Suriye kökenli 110 kadar göçmenin yakalandığı, göçmenlerin insan kaçakçıları tarafında Avusturya’ya getirildikleri ve oto yol boyunca araçlarından indirdiklerinin altı çiziliyordu. Anlaşılan otoyollarda indirilen Suriyeli ve Afganistanlı insanlar saklanabilecekleri ve uyuyabilecekleri yerler aramışlar. O yerlerden birisi de mahallemizin görkemli parklarından birinin kenarında bulunan ağaçların altı olmuş. Daha sonra polislerin vatanlarını terk eden Afganlı ve Suriyelilerin yerlerini tespit etmeleri ve onları oradan uzaklaştırmaları sırasında eşyalarını toplayamamış olduklarını ve eşyaların ağaçlar altında kaldığını öğrenmiş oldum. Bu eşyalar bana vatansız kalan insanların parklarda döşeği toprak, taşı yastık, gökyüzünü yorgan yapmalarına bile izin verilmediğini hatırlatmış oldu. 

   

 

Yazının Devamı

Avusturya'da Dollfuss tartışması

Bakan ve başbakanlar değiştirilince sorunların biteceği veya azalacağı sanılıyordu. Ancak öyle olmadı. Kimi rüşvetten, kimi görevini kötüye kullanmaktan, kimi ise siyasi tavrından dolayı tartışılmakta. Aralık ayının ilk haftasında Sebastian Kurz'un istifasıyla hükümette de önemli değişiklikler olmuştu.

Başbakan Karl Nehammer, içişleri bakanlığı koltuğundan kalkıp başbakanlık koltuğuna oturunca ondan boşalan koltuğa birinin getirilmesi gerekiyordu. İşte o kişi Avusturya'nın küçük kasabalarından Texingtal'in belediye başkanı Gerhard Karner oldu. Aşağı Avusturya eyaleti kasabası olan Texingtal, Avusturya faşizminin lideri olarak bilinen Engelbert Dollfuss'un doğum yeridir. Çiçeği burnunda içişleri bakanı Gerhard Karner'in belediye başkanlığı yaptığı ve Dollfuss'un doğum yeri olan bu kasabada Dollfuss adına bir müze bulunmaktadır.

İşte bu Dollfuss müzesi ile yeni içişleri bakanı, ülkede gündeme oturdu. Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ve onun siyaseti destekçilerinin, Dollfuss ile aralarına bir mesafe koymadıkları bilinirdi. Önde gelen ÖVP'li politikacılar Dolfuss'dan övgüyle bahsederken, eski müzenin bakımını yaptılar. Ayrıca Avusturya faşizminin sembol ismi Dollfuss'un fotoğrafını parlamentoda grup odasında yıllarca asılı tuttular. Avusturya parlamento binasında birkaç yıl önce tamir ve bakım çalışmaları başlatıldı da nihayet Dollfuss'un fotoğrafı, grup odasından uzaklaştırılmış oldu.

Yazının Devamı

Çalışmak için erkekten izin almak

Sanayileşmeyle beraber Avrupa’da çeşitli sorunlar kendisini hissettirmeye başlar. Avrupa’nın merkezindeki Avusturya bu sorunların dışında kalamaz. Avrupa’da o sorunların çözülebilmesi için kadınlar harekete geçer. Sadece kadınları da ilgilendirmeyen bu sorunların başında iş koruması, çalışma şartlarının esas olduğu sosyal sorunlar, adil ödeme, kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik geliyor. Kadınlar esas olarak çalışma hayatının iyileştirilmesi konusunda mücadele ederler.

Almanya sınırları dahilinde 1907 yılı itibarıyla yetişkin kadınların yüzde 28'i çeşitli işletmelerde çalışmaktadır. O yıllarda üç milyon kadın ev hanımı iken, 400 bin kadın, ticari ve sanayi işletmelerinde ter akıtmaktadır. Bu 400 bin kadının 44 bini evlerinden çalışırken, 34 bini çamaşırcı ve 60 bin kadarı ise terzi ve dikişçi olarak emek sarf etmektedir. İkinci dünya savaşı yıllarında kadın çalışanların sayısı ise ciddi oranda artmıştır.

SAVAŞTAN SONRA ÇEŞİTLİ REFORMLAR YAPILDI

Yazının Devamı

Oy avcısı bir siyasinin hazin sonu

Eski parti başkanı, onda siyasi cevheri görmüştü. Partisine katılmasını istedi. Gitti, kendine örnek aldığı eski parti başkanının partisine üye oldu. Kısa sürede önemli mevkilere geldi. Kendisini partiye katan partinin eski genel başkanı, genel başkanı olduğu Avusturya Özgürlükçü Partisi’nden istifa etmiş ve yeni bir parti kurmuştu. Bu ayrılmada parti genel başkanı gibi düşünmedi ve partide kaldı. Genel başkanın partiden ayrılması, ona genel başkanlık yolunu açtı. Ondan daha iyi başkan olacak kimse yoktu ve partinin başına getirildi. Girdiği her seçimden istisnasız başarıyla çıktı. Hatta eski parti başkanının partiyi bölüp ayrılması ve aşırı sağcı cephede iki kardeş partinin seçime katılması, onun seçim başarısına engel olamadı. Partisini iki defa koalisyon hükümetine taşıdı. O koalisyon hükümetlerde içişleri, dışişleri ve çalışma bakanlıkları gibi Avusturya için en önemli bakanlıkları elinde tuttu. Bu başarılı siyasetçi o koalisyon hükümetlerde başbakan yardımcılığı yaptı. Kitleleri ateşli konuşmalarıyla ciddi şekilde etkiliyor ve harekete geçiriyordu. Çıraklıktan gelme diş teknisyeniydi. Esas mesleğinden dolayı mı yoksa parti içinde aldığı politik eğitimden midir, halka yakın duruyor ve onların dilinden konuşuyordu. Kendinden önceki parti başkanı da öyleydi. Ancak o hukuk doktoruydu ve zehir gibi zekiydi.

TÜRKLERİ GÖRMEZDEN GELDİ

Yıllar önce Viyana’da mahallemizde bir seçim mitingine geleceğini öğrenmiştim. Görmek ve takip etmek istemiştim ve onun yolunu bekledim. Orada onun insanlarla nasıl içten tokalaştığını ve sohbet ettiğini gördüm. Karşılaştığı herkese selam verip tokalaşarak ve konuşarak bana kadar gelmişti. Bana gelince, beni görmezden gelmiş ve sonraki kişi ile selamlaşmıştı.

Yazının Devamı

Sokak özgürlük derken hastane çalışanları çaresiz

Avusturya Korona önlemleri çerçevesinde 22 Kasım Pazartesi gününden itibaren dördüncü kez kapanıyor. Kapanma kararının hükümet tarafından açıklandığı gün aşı zorunluluğunun da getirildiği duyuruldu. Avusturya sağlık bakanı, “Aşıdan başka çarenin kalmadığını” ifade etti. Toplumun önemli bir kesimi üçüncü aşı için yoğun kuyruklar oluştururken, aşı olmayanlara 1 Şubat 2022 tarihinden itibaren aşı zorunluluğu getirildi. Zorunluluğa rağmen aşı olmayanlara 3.600 Avro’ya kadar ceza kesileceği de kamuoyuna yansıyan hükümet kararı oldu. Parayı ödeyemeyenler ise hapis yatacaklardır. Bütün bu kararlar açıklandıktan sonra sokaklar doldu taştı.

22 Kasım’da kapanmadan önce son alışveriş günü olan 20 Kasım günü milyonlarca Avusturyalı alışveriş merkezlerine hücum ettiler. Alışveriş merkezlerine hücum edenler şüphesiz sadece Avusturyalılar olmadı, Avusturya’nın alışveriş merkezleri ülkeye komşu olan Macaristan, Çekya ve Slovakya gibi ülkelerden gelenlerle de doldu taştı. Zira katolik dünyasının önemli günü olan Noel yaklaşmakta ve Noel alışverişine daha sonra tekrar kapanmalardan dolayı vakit de olmayabilirdi.

Avusturyalıların bir kesimi alışveriş ile meşgulken, diğer kesimi ise Avusturya federal hükümetinin almış olduğu Korona önlemlerine karşı sokağa çıktı. Ya protesto eylemine katılmak ya da alışveriş yapmak gerektiğini düşünmüş olacak ki, dışarı çıktığımda komşum Zoran bana “Protesto yürüyüşüne mi gidiyorsun” diye soruyordu. “Hayır” cevabına da “Neden özgürlük için mücadele etmiyorsun?” diye soru soruyordu. Zoran eski Yugoslav kökenli. Diğer Yugoslav kökenliler gibi şiddetli bir şekilde Korona olayının abartılı bulduğunu ve zaten olayın da bir komplo olduğunu düşünenlerden. Avusturya’da yaşayan eski Yugoslav kökenliler arasında Zoran gibi düşünenler çoğunlukta.

Yazının Devamı

Üreten değil tüketen köyler

Alpaslan

Son kez 2019 yılında gelmiştim. Mayıs ve Eylül aylarıydı. Mayıs ayının son günleri kiraz mevsimiydi. Köylü kiraz ile yatıp, kiraz ile kalkıyordu. Kiraz borsası her gün değişiyordu. Benim de topladığım o güzelim kirazlar yok pahasına satılıyordu, topladığım kiraz ile ne kadar az para kazanacağımın acısını yüreğimde hissediyordum. Buna rağmen kendisine yardım ettiğim kiraz bağı sahibi Cavit fiyattan da toplanan kirazdan da memnun görünüyordu. Benim için “Avrupa Birliği’nden kalifiye işçi getirdim, eğitimli işçi çalıştırıyorum” diye çevresine hava atıyordu. Sezon sonunda “Allah bereket versin” diyen köylüler, bir taraftan da rahatsızlıklarını dile getiriyorlardı. “Seneye kiraz yerine ceviz dikeceğim” diyorlardı ve ceviz ile kiraz fiyatlarını karşılaştırıyorlardı.

Bu köy Amasya’nın Alpaslan köyüdür. Aslında birkaç yıldır köy olmuş. Daha önce kasabaydı. Bir belediye başkanları ve dört muhtarları varmış. Kooperatifleri, postaneleri, hastaneleri, Tekel ve orman bakanlığına bağlı binaları varmış. Günümüzde kasaba olmanın şartlarını yerine getiremediğ için köye dönüşmüş. Bugün sadece bir sağlık ocağı var. Hastane, kooperatif ve diğer kurumlara ait olan yerler teker teker satılmış. Kooperatif binası önünde ağaçlardan dökülmüş elma dolu çuvallar kilosu 75 kuruştan alıcısını bekliyor. Köy olur da hayvancılık olmaz mı? Köpek havlamaları duyulmasa da sokak köpekleri yol boyunca upuzun yatmaktadır. Horoz sesi duyulmamaktadır. Koyun olmamakla beraber, köyün orta yerinde sadece bir hanede ahır var. Oradan gelen koku insana köyde bulunduğunu hatırlatıyor. Köyden bazılarının ise birer ikişer ineklerinin olduğu, o ineklerin ise köy dışında tuttuklarını öğrendim.

Yazının Devamı

Messi yoksa Yusuf var

Türk Milli Futbol Takımının Hollanda ve Fransa’ya karşı Avrupa Şampiyonluğu eleme maçlarında başarılı sonuçlar aldığı günlerdi. Türk Milli Takımı’nın o başarılarında özellikle Avusturya ve Almanya gibi yurtdışında doğmuş ve büyümüş, oralarda futbol hayatına başlamış ve sürdürmekte olan oyuncuların çok önemli etkisi olmuştu. O günlerde hem Türkiye hem de Avusturya basınında o futbolcular hakkında övgü dolu haber ve yorumlar dikkat çekmekteydi. Ben de bu futbolcular hakkında “Bizim Çocuklar” diyerek bir makale kaleme almıştım. “Bizim Çocuklar”ın devamını yazarken de ister istemez öne çıkmış genölerimizi yazmak gerekiyor.

Toplumda öne çıkan kişiler yine futbolcuların arasından oldu. Futbolcumuza geçmeden yeni kuşak “Bizim Çocuklar”ın çeşitli engellere, dışlamalara ve ayrımcılıklara rağmen dede ve babalarından çok daha başarılı olmalarıdır. Onlar çok çeşitli alanlarda eğitimlerini başarıyla sürdürüyor veya bitirip çalışma hayatına atılmayı bekliyorlar. Bu başarı hiç şüphesiz onların anne ve babalarının emeklerinin sonucudur.

Ağustos ayının ilk günlerinde İspanyol Takım Barcelona bir dostluk maçı için Avusturya'ya gelecekti. Avusturya’nın son bir kaç yıldır üst üste şampiyonu olan Salzburg takımı ile oynayacaktı Barcelona. Ünlü oyuncu Messi’nin Barcelona takımında kalıp kalmayacağı, sözleşmesinin akıbeti henüz belli değildi. Onun için Messi'nin Salzburg maçı için gelip gelmeyeceği bilinmemekteydi. Henüz takım gelmemişti, ancak Avusturya’nın Die Kurier, Die Presse, Wiener Zeitung ve Der Standard gibi en önemli gazeteleri spor sayfalarında Barcelona’nın yeni oyuncusuna tam sayfa yer ayırmıştı. Messi değildi konu. Konu Yusuf Demir’di. Yusuf Demir’den “Avusturyalı futbolcu” diye övgüyle bahsediliyordu. Gazeteler, Yusuf Demir hakkında tam sayfadan oluşan yorum ve analiz yazılarında sadece biri onun için “Türk kökenli” demekle yetindi. Diğer gazeteler bunu belirtmeyi gerek görmemekteydi. 18 yaşını yeni doldurmuş olan genç futbolcu Demir, Viyana’nın futbol kulüpleri Vienna ve Rapid’de yetişmiş bir futbolcudur.

Yazının Devamı

Yağmur felaket getirdi

İki gün yağan yağmurun yol açmış olduğu mal ve can kaybı, Avrupa politikacılarını üretimde yeni çareler aramaya, bu tür yeni doğal afetlere engel olmaya çağrıda bulunmuş oldu.

Bu sene nisan ayında Tuna deltasında gezerken asırlık ağaçlar dikkatimi çekmişti. O asırlık ağaçların gövdesine tarihler yazılı alüminyum levhalar vardı. Neler olduğunu öğrenince de gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Zira o levhalar Tuna Nehri’nde yıllara göre su taşmalarının boyutunu göstermekteydi. Su seviyesinin ne olduğunu anlayınca nehir ile ağaç arasına gidip gelmeye başlamıştım. Su yüksekliğinin hesabını yapmıştım. Aradaki fark 5 metreyi bulmaktaydı.

Bunun nasıl olacağını aklım almamıştı pek. Zira Tuna nehri kenarında kurulu yerleşim yerleri tümüyle su altında kalmış olmalıydı. Eski fotoğrafları bulup baktığımda, yerleşim yerlerinin sular altında kaldığını görmüştüm. Bu durum, temmuz ayının ikinci haftasında Almanya, İsviçre ve Avusturya’da yağan yağmurlar sadece evlerin, yolların, tarla ve ağaçların zarar görmesine değil, Almanya'da 160 insanın ölümüne ve binlercesinin de evsiz barksız kalmasına sebep olmuştu.

Yazının Devamı

''Kanun satın almak''

Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ile Avusturya Özgürlükçü Partisi’nin (FPÖ) koalisyon hükümetinde başbakan yardımcısıydı. Aldıkları oy dikkate alındığında son yılların en güçlü koalisyon hükümetiydi. Bu hükümetteki başbakanlık yardımcılığından bir tatilde “kendisine kurulan tuzak” ile ayrılmak zorunda kalmıştı. Daha sonra partisinin genel başkanlığı koltuğu da elinden gitmiş, kendisini el üstünde tutan, hatta onu kutsayan parti arkadaşlarının hepsi birer birer sırtını dönmiştü. İbiza Adası’nda tatildeydi. Bu tatilde çekilen video görüntüleri ve konuşmaları gündeme bomba gibi düşmüş, rüşvet almak ve görevini kötüye kullanmaktan sonu hazırlanmıştı. İbiza tatili onun sonu olmuştu.

Rüşvetten dolayı aleyhinde açılmış davanın başlamasına günler kala geçtigimiz haftalarda Hırvatistan’da tatil yaptığı yatta yangın çıkmış ve bu yangın ile onun yine rüşvet ilişkileri ortaya saçılmıştı. Tatil kimin tarafından karşılanmıştı? Merak konusuydu.

Eski başbakan yardımcısı ve FPÖ eski genel başkanı Heiz Christian Strache’den bahsediyoruz. Strache, 6 Temmuz günü mahkemede hakim karşısına çıktı. Kendisine yapılan suçlama, rüşvet almak ve özel bir hastanenin yararına yasal değişikliğe sebep olmaktı. Yasal değişikliğin karşılığında rüşvet alma yargılaması Strache’nin tatil dönüşünde başladı.

Yazının Devamı

Ana ve babalara hayır, çocuklarına evet mi?

Yıllar önce rahmetli babam ile iş aramaya çıkardık. İş ararken ilk sorun “Kağıdın var mı?” sorusuna verilecek cevaptı. Zira her gurbetçi işçi gibi babama da Viyana’da bir işletmede çalışabilmesi için işveren tarafından onu çalıştırmak için “Çalıştırma Belgesi” düzenlenmesi gerekmekteydi. “Çalışma İzni” olan işçiler firmalar tarafından öncelikliydiler. Viyana’nın metro, sosyal konut ve diğer inşaatlarında çalışan babam Veli, emekli olana kadar “Çalışma İzni” ne sahip olamadı, hep “Çalıştırma Belgesi” ile işverene bağımlı kaldı.

Firmalar işçilerini çalıştırabilmek için İş Dairesi’ne müracat edip, işçilerini çalıştırma belgesi alıyorlardı. Bu belgeyi çıkarttırmak uzun sürüyor ve zahmetli oluyordu. Onun için Çalışma İzni bulunan yabancı işçiyi hemen işbaşı yapabileceğinden dolayı işletmeler onları tercih ediyorlardı. Babam “Kağıdın var mı?” sorusuna kendisi için klasikleşmiş cevabı yapıştırıyordu: “Kağıt mı çalışır yoksa işçi mi?”. Bu cevabı sempatik bulan firma yetkilileri babama “Dur bakalım sen” diyorlardı. Soruyla empati kuramayanlar ise babama dış kapıyı gösteriyorlardı.

İkinci sorun ise kır saçlarıydı. Bir inşaat firmasında iş bulabilmek için saçlarını siyaha boyar, traş olur, giyimine dikkat eder ve öyle giderdi. “Saçını niye boyuyorsun” soruma “Kır saçla yaşlı buluyorlar beni, iş için boyuyorum” diye cevap vermişti. Bu durumu yine bir iş aramada onunla yaşamıştım. İnşaat işçisi arayan bir firmanın kapısını babamla beraber çaldığımızda, karşılaştığımız soru “kim çalışacak” olmuştu. Babamın çalışacağını söyleyince cevapları işçiye ihtiyaçları olmadıkları biçimindeydi demişti. Buna rağmen yetkili bana dönerek “Siz çalışmak isterseniz, buyrun” demişlerdi. Bu cevap ile emekleriyle Avusturya ekonomisine katkıda bulunan, yaşlanmış anne ve baba gurbetçilere hayır, çocuklarına ise evet denildiğini ta o zamanlar öğrenmiştim.

Yazının Devamı

Nazlı Nazlı Akan Tuna

Avusturya sağlık sisteminin sunduğu bir sağlık hizmetidir kür. Sigortalı sağlık nedenlerinden dolayı, ev doktorunun önerisi ile gerekli görüldüğü durumda, rahatsız olan sigortalı bir kaç haftalık süreliğine rehabilitasyona gönderilir. Kürde rahatsızlığa göre çeşitli tedaviler uygulanır.

Böylesi bir rehabilitasyon kuruna üç haftalığına ben de gönderildim. Koronalı dönemde maskeli, insanların birbirlerini uzaktan selamladığı, tedavilere ait hareketlerin mesafeli ve dar gruplarla yapılması rahatsız ediciydi.

Ancak tedavinin dışında insanın bir kaç hafta kendisiyle baş başa kalması güzel bir dinlence olmaktadır. Bulunduğum kur oteli Aşağı Avusturya eyaletinin şirin bir kasabasındaydı. Tuna Nehri’nin kenarında bulunan kasabanın Romalılardan kalma olduğu ufak tefek kalıntılardan anlaşılmaktaydı. Tuna, bölgede geniş tarım arazilerinin içinden acelesiz, nazlı nazlı ve süzülerek Karadeniz'e yol almaktadır. Nehir yatağı Bad Deutsch Altenburg’da oldukça geniş, genişlik iki yüz metreyi bulmakta ve suyu ise çok fazla. Nehir yatağı ileriki kasaba olan Hainburg’ta daha da genişlemekte ve bir göl gibi görünmekte.

Yazının Devamı

Bizim Çocuklar

Gurbetçi ya da bilinen ifadesiyle “Misafir işçi” deyince onlar hem Avrupa’da yaşadıkları ülkede hem de Türkiye’de küçümsenmekteler ve horlanmaktadılar. Bu küçümseme ve hor görülme günümüze toplumun her katmanında kendini hissettirmektedir. Uzun ve zor oldu ama artık çok iyi derecede en az üç dil bilen eğitimli kuşak kendilerini kabul ettirmeye başladılar. Bu kuşak kendilerinden önceki kuşakla kıyaslandığında daha kaliteli bir yaşam sürdürüyor.

Onların arasında hastanelerde hemşireler ve hekimler bulunmaktadır. Covid belasına karşı da Avusturyalı meslektaşlarıyla omuz omuza çalışmaların içinde yer alıyorlar.

Avukatlar anadili Türkçe olan müvekkillerini, anadillerinde anlayıp, dinleyip mahkemede savunmalarını yapıyorlar.

Yazının Devamı

Aç kumar makinaları yuva yıkıyor

Babaevinde elini soğuk sudan sıcak suya sokmayan ortaokul, lise, bazen üniversite mezunu hanımlar evlenerek, gurbete çıkmışlar. Gitsin, başını kurtarsın diyerek gurbete gönderilen, hiç de azımsanmayacak sayıda olan bu genç kadınlar tam bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. Kocadan ayın biradere, ondan da kaynana ve kayınbabaya kadar önüne gelenden dayak yedikleri gibi; çalışan hanımların işyerlerinde aşağılanmaları da cabası.

Türkiye’de lise mezunu olan genç hanım “işyerindeki aşağılamaları hissetmemek için hap alıyorum sürekli” diye anlatıyordu. “Ama hapkolik oldum bu sefer de” dedikten sonra, bazılarının aksine işten çıkarılmasını aşağılanmaktan kurtulma biçiminde yorumluyor ve onun sevincini yaşıyordu.

Ülger hanım bu tür sorunu olanlardan değil, o nispeten şanslı. Evlenip de gelenlerden değil. Halası onu 17 yaşında Viyana’ya okuması için getirmiş. Viyana’da okul yüzü bile görmeden hemen bir iş bulmuşlar kendisine. Başlamış çalışmaya. Çalışmış ama, aldığı ücreti getirip hep halasının avucuna saymış. “Tam tamına 4 yıl böyle çalıştım ve 4 yıl aldığım paraların hepsini halama verdim” diyor. Hiç bir zaman o paranın hesabını sormadığı gibi, hala da “bu benimdir” diye laf etmemiş. Dört yıl boyunca teyzesi almış parasını.

Yazının Devamı

Sosyal mesafeni koru ve işten atılma

Coronalı günlerin başlamasından bu yana tek tek işten atılmaların duyumları geliyordu. Bu haberler ara verilmeden devam etti. Artık işten atmalara dair haberler üçer beşer kişinin aynı anda işini kaybettiği biçimini aldı. Son olarak bu işten çıkarmalar iki basamaklı sayılarla ifade edilmeye başlandı. Onlardan birisi, bir hastanenin çoğu kadın olan çalışanlarının işten atıldığıydı. Son zamanlardaki bu işten el çektirmelerin ortak bir sebebi vardı. O da corona ile mücadele kurallarına uymamak ve işverenlerin çalışanlarına olan güvenin yok olmasıdır.

Öğrendiğim ilk işten atılma olayı, bir grup kadın işçi maskeli olarak toplu fotoğraf çektirmişler ve bu fotoğrafı da sosyal medya hesaplarından yayınlamışlar. Sonucunda işten hemen atılmışlardır. Sebep “sosyal mesafe” bırakılmamısıdır.

Başka bir grup işçi çalıştıkları yerde bir şeyler içmişlerdir. Bundan haberdar olan işveren, beklemeksizin çalışanlarına anında işten el çektirmiştir. Bunda da sebep, “sosyal mesafe” bırakılmamış ve maske takmamalarıdır. Ne uyarı, ne bir soruşturma, anında sonuç alıcı işveren davranışı.

Yazının Devamı

Deli Yılmaz

Beni görünce“arkadaşımın oğlu merhaba.” dedi. Yanına vardım, biraz hal hatırdan sonra anlatmaya başladı. Yılmaz ağabey “her gün geliyorum buraya” diyor. Burada hem spor yaptığını hem de yüzme havuzunun sıcak olduğunu anlatıyor. “Evde hanım beklemiyor ya” diyor. Eşini yıllar önce kaybetmiş. Emekli. Emekli maaşını kontrollü harcaması gerektiğini hatırlattıktan sonra “maaşımla elektirik ve ısınma parasını karşılayamıyorum, biraz da bunun için buralardayım” derken neden her gün yüzme havuzunda olduğunu anlatıyor

“Ben şu Avusturya’da tek Türk’üm, kimse benim gibi değil.” diyor. Nedenini sorduğumda bisiklet sürdüğünü, fitnes centere gittiğini ve yüzdüğünü anlatıyor. Avusturya’ya Yozgat’ın Yerköy kasabasına bağlı bir köyünden 16 yaşında gelmiş. Aslında Avusturya’ya Almanya’dan gelmiş. İki yıl kadar Almanya’da kalmış. Oradan yurtdışı etmişler. Nedeni de kavgaymış. Gülerek “Sen de bilirsin ya, eskiden böyle değildi, suç işleyeni atıyorlardı,” sözleri dökülüyor dudakları arasından. “Hem suç işleyeni yurt dışı ediyorlar, hem de her sene yeniden oturma ve çalışma izni alınıyordu, o da çalıştığımız işletmelerde belimizi büküyordu, şimdi öylemi ya?” diye ekliyor.

Yılmaz ağabey haklı. İşverenler Avusturya’ya gelen ilk kuşak işçiler kendilerinden ayrılıp da başka bir işletmede veya işçi ücretlerinin daha yüksek olduğu Almanya gibi daha batı ülkelerine gitmemeleri için onların pasaportlarını alıp kasalarında saklıyorlardı. Bir işletmenin 1963 yılında Sanayiciler Odası’na yazmış olduğu bir şikayet yazısı beni oldukça şaşırtmıştı. Yazıda işletme sahibi daha fazla ücretle çalışmak için kendilerini bırakıp başka bir sektörde daha fazla ücretle çalışmak isteyen Türk işçisi şikayet ediliyordu. İşveren, Viyana Sanayiciler Odası’na Türk işçisinin çalışma izninin iptal edilmesini, onun böylece Avusturya’da çalışma şansı olmamasını ve Türkiye’ye geri dönmekten başka şansının kalmamasını istemekteydi.

Yazının Devamı