Kadim Ülker

Kadim Ülker

Köşe Yazısı

Ekonomistler artık kendilerine başka iş bulmalı

Arkadaşım ile 1986 yılında tanışmıştım. İstanbul Üniversitesi mezunuydu. Önce İÜ diplomasını Viyana’nın köklü üniversitelerinden Viyana Teknik Üniversitesi’nde eşitledi. Bu diploma eşitlemesi öğrenimi sırasında OPEC’de işe başladı. Önce yüksek mühendislik öğrenimini tamamladı. Ardından da doktora öğrenimini bitirdi.  OPEC’de çalışmaya devam etti. Günün birinde bana “Viyana ve seni terk etmeme ne dersin?” diye sormuştu.  Ben de onun gibi bir arkadaşımı, dostumu kaybetmeyi istemem dedim. Oradaki işin Viyana'daki işten çok farklı değilse gitmemesini söyledim. Ancak cevabı benzer bir iş olmadığını, çok daha iyi bir iş olduğunu ve Paris’te çalışmak istediğini belirtti. Gitti, bizi terk etti.

Paris'e yerleşti, orada yeni arkadaşlar bulduğunu öğrendim. Paris’te Gürler Akdora onlardan biriydi. Bir daha da uzun zaman görüşmemiz olmadı. Ortak arkadaşımız Viyanalı ekonomist Hans, Paris'e gideceğini söyledi. Bizi terk eden Fatih’i de görmek istediğini belirtti, geri döndüğünde sadece telefon ile çok kısa görüşebildiğini söyledi, şahsen görüşmeye Fatih’in vaktinin olmadığını anlattı. Hans “Dünyanın sayılı ve çok önemli ekonomistlerinden Fatih ile görüşmek mümkün değildi” dedi. Çince ve Rusça dahil dünyanın bütün önemli dillerine onlarca kitabı çevrilmiş olduğunu ayrıca anlattı. Bir de oldukça detaylı büyük çaplı İngilizce bir kitabını gösterdi.  

Ortak arkadaşımız Hans’ın bu anlatımından sonra internette onun hakkında bilgi aradım. Fatih Birol 2015'te, 29 üye ülkenin oy birliği ile Uluslararası Enerji Ajansı İcra Direktörü pozisyonuna seçilen, OECD’nin baş ekonomisti ve dünyanın en etkili 100 insanından biri olarak belirlenen Fatih Birol hakkında tahmin bile edemeyeceğim bilgiler vardı. Bu bilgileri teker teker anlatmak istemiyorum. Henüz OECD ‘de çalışırken kendisine o zamanlarda ana muhalefet partisi olan CHP’den teklif gitmiş. Demişler ki “Gel istediğin yerde sizi birinci sıradan milletvekili adayı yapalım, hükümet olacağız, hükümetimizde sizi enerji bakanı olarak görmek istiyoruz.” Gazetelerde buna benzer oldukça fazla haber yer alıyordu.

Yazının Devamı

TBMM Başkanı'nın Viyana gezisi ve Clemens Holzmeister sergisi

Her iki başkan önemli bir serginin açılışına imza attılar.  TMBB Başkanı Şentop ve Avusturya Parlamento Başkanı Sobotka  T.C. Viyana Büyükelçiliği’nde  Clemens Holzmeister fotoğraf sergisini açtılar. Bilindiği gibi Clemens Holzmeister Alman Nazilerinden kaçıp Türkiye’ye sığınmıştı.

Holzmeister Türkiye’de yaşadığı süre boyunca İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğretim görevlisi ve mimar olarak çalışmalar yürütmüştür.  Bu sürede içerisinde TBMM binası olmak üzere Ankara’da çok çeşitli kamu binalarının mimarı olmuştur. TBMM binasının mimarı olmasından dolayıdır, iki başkan büyükelçilik binasında serginin açılışına birlikte imza attılar. Açılış konuşmasında Şentop “95 yıl önce Türkiye'ye gelen Holzmeister Türk milletinin iradesinin merkezi olan TBMM binasının mimarı oldu” dedi. Sözlerinin devamında Şentop Clemens Holzmeister için “Türkiye Cumhuriyeti olarak, 60 yıl sonra aynı tarihte, kasım ayında, ahde vefa gereği olarak onun fotoğraf ve çizimlerinin yer aldığı bir sergiyle onu bu kez memleketinde yad ediyor olmak hepimiz için kıvanç kaynağı olarak görülmelidir” değerlendirmesinde bulundu. Sözlerinin devamında Ankara için yeni bir başkentin kurulmasında ve dünya başkentlerinden birine dönüşmesinde katkılar sağladığını belirten TBMM Başkanı Şentop “Türkiye’ye geldiğinde hiçbir şeyin olmadığını düşündüğü Ankara’da, Cumhuriyetimizin Banisi Mustafa Kemal Atatürk’ün teveccühü ile başlayan ve yaşadığı müddetçede hep devam eden güven duygusu, mutluluk ve huzurla perçinlenerek ülkemizle arasında büyük bir sevgi bağına dönüşmüştür” dediği görüldü.

Avusturya‘nın yetiştirdiği önemli mimarlardan Holzmeister’in bu sergi vesilesiyle anılmasının çok değerli olduğunu dile getiren Avusturya Parlamentosu Başkanı Wolfgang Sobotka, Holzmeister’in Nazi zulmünden dolayı Avusturya‘yı terk etmek zorunda kalan önemli bir isim olduğunu ve o bilim insanlarının Türkiye’de kendilerine hayat  bulmalarının son derece önemli olduğunu belirterek, “Türkiye’ye, zor durumda olan insanlara kucak açması ve insancıl tutumundan dolayı teşekkür ediyorum” diye konuştu.

Yazının Devamı

Yine skandal yine eski başbakan

Tam bir yıl önceydi.  Eski başbakanlardan Sebastian Kurz hakkında rüşvet iddiaları gündeme gelmiş ve bu iddialar onu başbakanlık koltuğundan etmişti. Olay 2021 yılının ekim ayında yaşandı. Bir yıl sonra yine ekim ayında yeni bir skandal gündeme geldi. İddialar bu sefer üyesi olduğu Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ve başbakanı olduğu hükümetin içinden.  Maliye bakanlığı üst düzey memurlarından Thomas Schmidt, eski başbakanlardan Sebastian Kurz, Avusturya Parlamento Başkanı  Wolfgang Sobotka ve bazı firmalar hakkında rüşvet verme, alma ve görevi kötüye kullanma konusunda 15 gün boyunca ifade verdi ve verdiği ifadenin içeriği Avusturya gündemini sarstı.

Schmidt açıklamalarında  Sebastian Kurz'un bulvar gazetesi olab Österreich (Avusturya) gazetesine partisi ÖVP lehinde kamuoyu yoklamalarını düzeltmesini ve bunun karşılığında da gazeteye ilan verilmesi için kendisinin Kurz tarafından görevlendirildiğini anlattı. Schmidt ifadesinde paranın ise Maliye Bakanlığı kasasından karşılanmasının da emrini aldığını söyledi.

Ayrıca Parlamento başkanı Wolfgang Sobotka hakkında da eski parti başkanlarından Alois Mock Vakfı gibi ÖVP’ye yakın dernek ve vakıfların defterlerinin kontrol edilmemesi için zamanının maliye bakanına girişimlerde bulunduğu da iddialar arasında yer aldı. Böylece ÖVP’li parlamento başkanı ve zamanının ÖVP’li maliye bakanının da kendi çevrelerine vergi kolaylığı ve muafiyeti sağladıklarına dair suçlamalarda bulundu.

Yazının Devamı

Cumhurbaşkanlığı seçimi

Geçenlerde Viyana’da onlarca önemli kurumun desteklediği bir etkinlik; 20 yıldan daha önce düzenlemiş olduğumuz bir etkinliği hatırlattı bana. Bu hatırlama yıllar önce arkadaşlarımla ne kadar da öncü görevler yapmış olduğumu da gösterdi.

Farklı siyasi çevrelerden arkadaşlarla bir araya gelmiş, bir dernek kurmuştuk. Avusturya'da yaşayan eşit haklar mücadelesi etkinlikleri organize ettik.  ABC diyerek Türklere her konuda konferanslar vermeye ve bilgilendirmeye çalıştık. Eşit haklar mücadelesi içinde seçme hakkını da koymuştuk. Yüz binlerce insan ne geldikleri ülke Türkiye'de ne de Avusturya’da seçme hakkını kullanıyorlardı. Viyana'da Avusturya vatandaşı olmayanların da seçme hakları olsun diyerek kolları sıvamıştık. Bir seçim öncesi seçme hakkı olmayanlarında ülkede yaşadıklarını ve konuyu gündeme getirmek için ulaşabildiğimiz lokallere seçim sandığı koymuş, sembolik de olsa insanlarımızı oy kullanmaya çağırmıştık. Daha sonra bir kaç bin Türk’ün katıldığı seçim sandıklarını Viyana'nın en merkezi meydanında açmış, çıkan sonucu kamuoyuna açıklamıştık.

Çok fazla yankı bulmadı ama bir iki gazete haber yapmıştı. Bu çalışmanın merkezinde sevgili arkadaşım şimdilerde Ankara’da emekliliğinin tadını  çıkaran Ramis Doğan da vardı. Bu tür çalışmaların merkezinde olanlardan biri olan sevgili Ramis ile bu konuların daha detaylı sohbetini yaptıktan sonra, benzer etkinliklerimizi tarihe not düşmek için başka bir yazılarda dile getirebilirim. 

Yazının Devamı

Ağır iş renkli ipler

Ben kendisinden bu cevabı beklememiştim. Aslında haklıydı, hiç bir farkımız olmazdı, onun veya babamın yaptığı işi veya benzerini yapardım. Ancak sorum gayet basitti ve karşılığında da basit bir cevap alacağımı sanmıştım. O ise bana ders niteliğinde bir cevap vermişti. Bu cevap aslında konuya bir girişti, devamı vardı.

Avusturya’ya önce babam gelmiş,  daha sonra da amcamı getirmişti. Amcam Ali, Viyana’ya 70’li yılların ortalarında geldiği günden itibaren, girmiş olduğu inşaat firmasında doksanlı yılların sonuna kadar, 20 yıldan fazla aynı işletmede aralıksız çalışmıştı. Bence bu  bir rekordur. Günümüz iş piyasasında Viyana’da , özellikle inşaat firmalarında sadece aylarla ifade edilen bir süre çalışılmaktadır. Üç ay bir firmada, beş ay öbürsünde, seneye başka bir firmada iş bulunur ve çalışılır.

Amcam Viyana’ya gelmeden önce köyümüzde çiftçilik ve çobanlık yapardı. Her köylümüz gibi amcam kışları ise Çukurova’da portakal bahçelerinde, kanallarda ve inşaatlarda çalışırdı. Çukurova’da çalışıp kazandığı parayı, ağabeyinin kazancıyla birleştirir, evleri için hayati ihtiyaç olan gazı, tuzu ve bezi telafi ederlerdi. Önce ağabeyi gurbete çıkmıştı. Daha sonra da ağabeyi onu götürmüştü Viyana’ya. Gittiği günden itibaren emekli olana kadar hep aynı firmada çalıştı.

Yazının Devamı

En iyi yeni dostlar Avusturya ve Türkiye

Avusturya’nın en çok okunan haber dergilerinden News, 15 Temmuz’da yayınlanan sayısında Türkiye ve Avusturya ilişkilerine altı tam sayfa ayırdı. Haberin manşeti ise dikkat çekici: “Çok iyi yeni dostlar.” Derginin ilk analiz yazısında Günter Fritz’in imzası bulunurken sayıda Türkiye’nin Avusturya’daki en yüksek temsilcisi Viyana Büyükelçisi Ozan Ceyhun ile yapılan bir söyleşiye de yer verildi.  

News dergisinin de tespit ettiği gibi, Avusturya ile Türkiye arasında son 15 yıl içerisinde sürekli sorunlar yaşandı. Her iki ülke de birbirlerine karşı sert eleştirilerde bulundu. Bu eleştirilerin boyutunun kimi zaman diplomatik sınırları aştığı görüldü.  Özellikle Avusturya’nın  eski başbakanlarından Sebastian Kurz’un dönemi, Avusturya’da yaşayan Türkler için oldukça  sorunlu geçti. Kurz’un  hem dışişleri bakanlığı hem de başbakanlığı dönemlerinde farklı konularda anlaşmazlıklar baş gösterirken ilişkiler kopma noktasına geldi. Anlaşmazlığın zirve yaptığı konulardan ilki hiç şüphesiz Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyelik başvurusuydu. 2005’te Avusturya Halk Partisi (ÖVP)’nin büyük ortak olduğu koalisyon hükümetinin Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin açılmasını bloke etti. Daha sonra ikna edilmesine rağmen Avusturya, Türkiye’nin AB’ye katılımına en çok karşı çıkan ülke konumunu devam ettirdi. 2016’da dönemin dışişleri bakanı Sebastian Kurz’un “İnsan hakları ihlalleri” gerekçesiyle “Türkiye’nin Avrupa’da yeri yok, sürekli Avrupa’dan uzaklaşıyor” açıklaması gerginliği daha da artırdı. 

Başkent Viyana’nın Favoriten mahallesinde yaşanan olayların Avusturya tarafından “Türk Kürt çatışması” şeklinde lanse edilmesi ve Türkiye’nin sorumlu tutulması, buna karşılık Türkiye’nin de Avusturya’yı “ırkçılıkla” suçlaması başka bir kriz konusu oldu.  Dergiye göre Türkiye bu sorunları “Kurz’un Türkiye aleyhindeki tutumunun, ülke içinde kendi siyasi çıkarları için kullanıldığı” şeklinde değerlendirdi.

Yazının Devamı

Ülkesini terk etmek zorunda kalan bakan

Çocukluğunun bir kısmını Ürdün'ün başkenti Amman’da geçirdi. 1983 ile 1987 yılları arasında Viyana Üniversitesi’nde hukuk ve Arapça öğrenimi gördü. Gençlik yıllarında Uluslararası Af Örgütü’nde etkin olarak görev aldı, çevre ve insan hakları konusunda çalışmalar yapan örgütleri destekledi.

Yazının Devamı

İlle de yoksulluk

İnsanlar alacakları ürünlerde daha seçici ve daha az almaya başladılar.  Zaten ekmekler bazı marketlerde küçüldükçe küçüldü. Meyve sebze küçük paketler içinde satılmakta. İki yüz gram domates için 3 buçuk avro ödemek istemeyenler, domates paketini, yüksek fiyatından dolayı paketin bir köşesinde sanki bir şey bulacaklarmış gibi evirip çevirdikten sonra tekrar yerine koymalar alışverişte gözlemlerimden biridir.

Benzin ve mazot fiyatlarının litresi çoktan iki avroyu geçmiş bulunmaktadır. Mazot ve benzin fiyatının çok yüksek olmasına rağmen caddelerdeki araba sayısı azalmamıştır. Ancak fiyat artışlarında mazot ve benzin fiyatlarının yüksek olması sebep olarak belirtilmektedir. Daha önceki yazılarımdan birinde konuyu etraflıca yazmış, konut kiralarını da anlatmıştım.  Bütün bu fiyat artışlarının sonucu dar gelirli çevre yardım kurumlarının yaptığı yardımlara muhtaç oldu. Normal alışveriş merkezlerinden  başka her mahallede sosyal alışveriş merkezleri açıldı. Özellikle temel gıda ürünleri bulunduran sosyal marketlerde alışveriş yapmak için özel kimlik gerekmektedir.  Tarihi geçmiş ya da geçmekte olan ürünler diğer büyük marketler sosyal marketlere vermektedir. Sosyal marketler de o ürünleri sabahın erken saatlerinde alışveriş kimliği olan dar gelirlilere çok düşük bir fiyatla satmaktadır. İhtiyaç sahipleri geç saatte geldikleri takdirde o gün eve eli boş dönebiliyorlar.

Eve eli boş dönme geçtiğimiz günlerde bir bulvar gazetesinin manşetine yansıdı. Heute (Bugün) gazetesinin 22 Haziran tarihli gazete manşetinde “ Ücretsiz dağıtılan gıda torbası için 300 metrelik kuyruk” denmekteydi.  Haberin sonuna kadar fakirleşen insanların durumunu anlatmaktadır. Avusturya’nın yardım derneklerinden Volkshilfe her Salı günü Viyana’nın merkez mahallelerinden birinde bulunan Landstrasse adlı caddede bulunan  bir moda merkezinde ücretsiz yemek dağıtmaktadır. Son yemek dağıtımında 250 paket dağıtmıştır. Bu dağıtım sırasında üç yüz metre kuyruk oluşurken, dağıtılan yemek kuyruğunda bulunan ihtiyaç sahiplerine yetmemiştir. Kuyrukta bulunanların özellikle küçük çocuklu kadın ve yaşlıların olduğu haberde özellikle belirtilmektedir. Kuyrukta ücretsiz dağıtılan gıda ürünü alanlardan birisinin de 35 yaşında bir Türk hanımı olduğu belirtilmektedir. Hani Türkiye’ye tatile gittiklerinde çevrelerindeki  insanlara bulundukları ülkelerdeki yaşam şartlarını anlattıklarında “niye bulunduğunuz ülkeyi kötülüyorsunuz, o kadar kötüyse neden Türkiye'ye gelmiyorsunuz da oralarda kalıyorsunuz, sonra da Türkiye ile ilgili düşünce belirtiyor, Türkiye'nin siyasi hayatına müdahale ediyorsunuz” diye neredeyse Türkiye'deki ekonomik sıkıntıların sorumlusuymuş gibi sorgulanan adeta linç edilen gurbetçilerden bir hanım. “İlave Tv”  mi yoksa “Ek TV”nin yayınladığı bir sokak tartışması aynen bu meyanda devam ediyordu.

Yazının Devamı

Âşık Veysel’in ismi Sivas’tan sökülür mü?

Sivas denince akla gelen ilk isim veya olayları bir düşünelim. Aklımıza gelecek ilk isim ve olayların başında hiç şüphesiz ünlü ozanımız Pir Sultan Abdal, Sivas Kongresi, Âşık Veysel ve  Madımak gelir. Başka önemli olay ve isimler de vardır şüphesiz. Sivas’ı ve Sivaslıyı en iyi o isimlerle anar ve hatırlarız. Bana sorulan neredensin sorusuna verdiğim cevap sonrasında aldığım cevap hep “Âşık Veysel’in hemşehrisin” cevabı olmuştur. Veysel Baba da Sivaslıdır ve Sivas topraklarında serpilip gelişmiş ve orada ebedi istirahatındadır. Bu tespitim uzun süredir savunduğum düşünceme ters, farkındayım. Zira Âşık Veysel’i belirli bir coğrafi bölgeyle sınırlamak düşüncem değildir. Veysel, yerellikten ulusallık boyutuna, oradan da özellikle son yıllarda evrenselliğe taşınmış bir değerimizdir. Veysel’i Sivas’a en fazla yakışan ozanımız dediğimizde de bu evrensellik boyutuna ters düşmez. Onun boy verdiği topraklar Sivas il sınırı dahilindedir ve evrenselliğe doğru yol alırken Veysel’in yolu Sivas'tan geçmiştir.

Sivas'ın Âşıklar Şenliği, Sivas'ın aydınları, Sivas'ın İl Eğitim Müdürü Veysel’in evrensellik yoluna taşları düzenlerdir. Doğduğu, büyüdüğü, ekmeğini yediği, havasını teneffüs ettiği ve çiçeklerini koklayarak şiirlerini yazdığı Sivrialan Köyü de ayrıca Sivas il sınırları dahilindedir. Veysel'in hayatında İstanbul, Ankara, Mersin gibi illerin de önemli katkıları olmuştur. Fakat o illerle Veysel’i anlatamayız. Bütün bunlardan dolayı Veysel Sivas’a aittir. Ancak Veysel'in heykeli Sivas’ta istenmemiştir. Adı Sivas'ta bir okula verilmiştir ve o okulun tamiri sonrasında Âşık Veysel ismi o okuldan kaldırılmıştır.

CIBIRLAR PARKI'NDAN SÖKÜLEN HEYKEL

Yazının Devamı

Hekimler elini yıkamazsa

HEKİMLER ELİNİ YIKAMAZSA

Salgın dönemi süresince el yıkamanın önemini bir defa daha gördük. Özellikle salgının başlangıcında tekrar tekrar ellerinizi 20 ila 30 saniye sabunla yıkayın çağrısında bulunmuşlar, ellerin nasıl yıkanması gerektiğini de anlatmışlardı. Peki ya hekimler ellerini yıkamazlarsa neler olur, hiç düşündünüz mü? Düşünmediniz tabi. Zira el yıkama, diş fırçalama yapılması gereken günlük zorunlulukların başında gelmektedir. Sahiden hekimler ellerini yıkamasalar, hastanelerde neler olur dersiniz? Gelin Avrupa'nın 1840’lı yıllarına gidelim. O yıllarda hastanelerin çocuk doğum bölümlerinde doğum yapan kadınların yoğun bir şekilde doğum sırasında ve sonrasında kadın ölümleriyle karşılaşılır.  Bu ölümlere de “Çocuk ateşi” tanısı konulur. Bu ölümlerin sebebi araştırmak için Alman Macar hekim Ignaz Semmelweis kolları sıvar ve bu ölümlerin sebebini araştırmaya koyulur. Semmelweis o zamanlar Viyana’da Allgemeine Krankenhaus (AKH) adlı hastanede çalışmaktadır. Bu hastanede birbirlerinden ayrı iki doğum bölümü bulunmaktadır. Bölümün birinde erkek hekimler ve erkek tıp öğrencileri çalışmaktadır, diğerinde ise kadın ebeler görev yapmaktadır. Semmelweis bu iki bölüm arasında ölüm oranlarında ciddi farklılıklar tespit eder. Erkek hekimlerin ve erkek tıp öğrencilerin çalışmış oldukları bölümdeki ölüm oranı, kadın ebelerin doğum yaptırdığı bölümdeki kadın ölümünün iki katıdır. Semmelweis için bu durum da ciddi araştırma konusudur. Neden ebelerin çalıştığı bölümde kadın ölüm oranı, erkek hekimlerin çalışmış olduğu bölümün yarısı kadardır? Doğum sırasında erkekler tarafından doğum yaptırmalarından veya erkekler tarafından muayene edildiklerinden dolayı kadınların duyabilecekleri utanç çocuk ateşini tetikliyor mu acaba diye düşünür. Doğum sonrası hastanelerde yeni doğum yapmış genç anneleri papazların  ziyaret etmesi de buna olumsuz katkıda mı bulunuyor diye sorulur.  Ancak Semmelweis zamanla bunların herhangi bir etkilerinin olmadığını belirler.

Semmelweis bir gün tıp öğrencilerinin davranışlarını gözlemler. Eğitimsel amaçlı bir otopsiden çıkan hekim adayı tıp öğrencileri doğrudan kadın doğum bölümüne muayenelere gitmektedirler. Ellerinde kadavra parçacıkları hala durmaktadır. Ebeler buna karşılık otopsi yapmamaktadırlar. Semmelweis doğum sırasında ve sonrasında kadın ölümlerinin sebebinin kadavralar olduğunu düşünür.  Ellerini yıkamamış ve dezenfekte etmemiş erkek doktorlar,  muayene sırasında hamile kadınlara mikrop bulaştırmaktadır. Gözleminde otopsi yapan doktorlar, oradan aldıkları mikropları kadın doğum bölümüne taşımaktadırlar. Böylece Semmelweis ölümlerin sebebinin gerçekte onları muayene eden doktorlar olduğunu belirler.

Yazının Devamı

Aşık Veysel'e yakıştırılan bilgelik

21 Mart baharın başlangıcının dışında, Aşık Veysel’in  aramızdan ayrılışının günüdür. Bir de rahmetli annem Navruz’un muhtemelen doğum günüdür. Annem Nevruz’da doğmuş olacak ki, ona Navruz ismi verilmiş. Aramızdan ayrılışının yıl dönümü dolayısıyla Aşık Veysel bu sene bir çok  kurum tarafından çeşitli etkinliklerle anıldı. Aşık Veysel'in yol arkadaşı, sesini  sesine kattığı ve Veysel'e göz olan Küçük Aşık Veysel'in oğlu şair Hasan Erkılıç ile ben de bir televizyon kanalında köylümüzü dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Veysel ile kelam etme hakkımız onun köylüsü olmamızdan ve şahsen tanımış olmamızdandır.  

Geçmiş yıllarda da Viyana’da çeşitli konferanslarda Veysel’i anlatmaya çalışmıştım. Hem bu konferanslarda hem de televizyon programında hep bir soru ile muhatap oldum.  Bu soru ile iddia edilen bir olayın gerçeklik payının sorgulanmasıydı. Söz konusu olan Aşık Veysel’in kendisini terk eden ilk eşinin çorabına para koyup koymamasıydı. Katıldığımız bu televizyon programında da ısrarla konu gündeme getirildi. Vurgu ise her zaman olduğu gibi “Aşık Veysel'in böyle bir şey yapmamış” olmasıydı. Ben konuyu evet veya hayır gibi basit cevap ile geçiştirme taraftarı olmadım.

Konunun kaynağı Aşık Veysel'in hayatı ile ilgili yapılan “Karanlık Dünyam” isimli belgesel filmdir. Metin Erksan'ın yönetmenliğini yaptığı, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun senaryosunu yazdığı bu film çekilir.  Film gösterime bile girmeden sansür ile karşılaşır. Neden olarak da filmde “ Türk tarımı küçük düşürülmektedir” denilir. Filmde “Başaklar cılız, tarım makinalar ile yapılmamaktadır ve insanlar sefildir” denir.  

Yazının Devamı

Alevilik ayrı bir din mi?

Sivas ve Solingen yangınlarının dumanı henüz dağılmamıştı. Sivas Madımak yangını sonrasında Aleviler Viyana’da kurulmuş olan Viyana Alevi Kültür Birliği’ne akın akın geliyorlardı. Dernek lokali küçük geliyordu. Mevcut yerinden daha büyük mekana taşınmıştı. Yeni yönetim kurulu da seçilmişti. Ben de yeni yönetim kurulu üyeleri arasında yer aldım. Derneğin sekreterlik görevini üstlenmiştim.

Yeni görevimde çalışmalara devam ediyor, çalışmalara henüz bebek olan oğlumla katılıyordum. Oğlumu bebek arabasına attığım gibi dernekte buluyordum kendimi. Oğlum yönetim kurulu ve üye toplantılarında elinde bir havuç ya bir dilim elmayla kucağımda sesini çıkarmadan otururdu. Çeşitli toplantılarda konuşmacı olarak katılıyor, oğlum kucağımda konuşmaların sonuna kadar öylece kalıyordu. Annelerden bazıları etkinlik sonrasında yanıma yaklaşıyor, “Biz çocuklarımızın eline çikolatalar veriyoruz, sense elma havuçla oğlunu kandırıyorsun, aslında seni örnek almamız gerekir” diyorlardı.Doksanlı yılların ilk yarısıydı. Viyana polisi ulaşabildikleri dernek yönetim kurulu üyelerinden birine “Derneğe gelin, derneğiniz yakıldı” haberini vermişti. Haber bizlere ulaştıktan sonra yönetim kurulu üyeleri olarak dernek lokaline damladık. Derneğimiz kundaklanmış, perdemiz yanmış, camımız kırılmış, içerisini ağır bir duman kokusu kaplamıştı. O zaman derneğimizin acil çıkış kapısının olmadığının farkına vardık. Olası bir saldırıda acil çıkış kapısına gereksiniminiz olduğunu tespit ettik. Önce “Çocuklarımız” dedik, sonra “diğer canlar, bir acil çıkış olmalıdır” dedik...

Bu arada aynı günde derneğimizle beraber iki dernek lokalinin daha kundaklandığını ve onların lokallerin de yakıldığını öğrendik. Yakılan dernekler milliyetçilere ait Avusturya Türk Federasyonu’na aitti. Bu kundaklama olayından sonra bir sivil polis derneğimizi defalarca ziyaret etti. O sivil polis ile Türk derneklerinin gecelerinde bir kaç defa karşılaştık ve benimle özellikle sohbet etmek istediğini gözlemledim. Her defasında bölücü örgüt üzerinde duruyor ve Alevi derneği olarak sorunumuzun olup olmadığını soruyordu. Her defasında cevabım “hayır” oluyordu, “hiç bir çevreyle düşmanlığımız yoktur” tekrarlanan ifadeler oluyordu.

Yazının Devamı

Eşitlik prensibi ve bazılarının daha eşitliği

Avusturya ekonomisine yabancı işçiler tam tamına altmış yıldır emekleriyle katkıda bulunmaktadır. Bu katkıyı Avusturyalıların İkinci Dünya Savaşı’ndan çıktıktan sonraki katkılarıyla bile kıyaslamak mümkün. Zira 1945 yılında İkinci Dünya Savaşı bitmiştir ve Avusturyalılar ülkelerinin yeniden yapılanması için 1945 yılından 1960’lı yıllara kadar dişleri ve tırnaklarıyla tam tamına 15 yıl çalışmış ve ülkelerini düzlüğe çıkarmışlardır. Altmışlı yılların başından itibaren ise eski Yugoslavya ve Türkiye’den gelen emekçiler Avusturya’nın ekonomisinin düzenine ve ülkenin yaşam seviyesinin yükselmesine omuz vermişlerdir. Emekleriyle, vergileriyle ve sosyal sigortalar primleriyle Avusturya’nın ekonomik ve sosyal yaşamına katkıda bulunan yabancı kökenli emekçiler bütün zorluklara rağmen ülkeye minnettarlıklarını hiçbir şekilde inkâr etmemişlerdir.

Ancak kendilerinin de finanse ettiği sosyal sigorta sisteminden pek fazla yararlanmamışlardır. Onlar ülke sosyal sistemine yük olmasınlar diye genellikle sezon işinde çalışan, mümkün olduğu ölçüde ülke dışına çıkmaları, yani ülkelerine gitmeleri istendi.  Ülke içinde kalırlarsa işsizlik parasına müracaat edebilir veya hastalık sigortasından yararlanabilirlerdi. Onun için “hadi ülkenize, eşinizin, çocuklarınızın yanına tatile gidin” denildi.  Böylece hem sigorta hizmetlerinden yararlanılmamış oldu, hem de Yabancılar Çalıştırma Yasasına göre Avusturya vatandaşı olmayan emekçiye iş piyasasında serbest hareket etme şansını veren çalışma izni hakkı doğmamış oldu. Serbest dolaşma şansı olmayan emekçi de işverene istedikleri ücret ile çalışmaya bağımlı kılındı. Ayrıca yabancı emekçi, ailelerini yanlarına almayı uzun müddet düşünemedi. 

Geleneksel işçiye davranış böyleydi de peki Asya, Afrika ve Balkanlardan ülkeye gelen mülteciler farklı mıydı?  Aradaki fark tek kelimeyle geleceklere yeni setler çekmek, yüksek yüksek duvarlar örmek oldu.  Böylece onlar Avrupa’ya, dahası Avusturya’ya girmesinlerdi. Gelebilecek mültecinin en eğitimlisini seçerek alabilmek için Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 2000'li yılların ilk çeyreğinde imzalanmış olan antlaşmalar neden yürürlüğe konulmuyor diyerek Türkiye Cumhuriyeti hükümetine sataşmalar vardı.  Bu sataşmalar sırasında doğan diplomatik krizde ise “çifte vatandaşlık, Türkiye seçimlerinde oy verdin” gibi nedenlerden dolayı ceza yıllar yılı alın teri ile ülke ekonomisine katkıda bulunan Türklere kesilmek istendi.  

Yazının Devamı

Salını salını gezen siyasetçiler

Yaşadığımız kentte köşeyi dönünce, alışverişte, bir lokantada veya bir siyasi etkinlikte yanlarında sadece bir arkadaşlarını, eşlerini veya tek başlarına gördüğümüzde onlara hep hayranlık duyduk. Hemen kendi ülkemizin siyasetçileri ile kıyasladık.  Hayran hayran bizimkiler neden böyle değil diye kendimize sorduk. Hele bir bakanı, başbakanı hatta cumhurbaşkanını onlarca araba konvoyuyla değil de bisikletle bir yerlere gittiğini gördüğümüzde, ‘işte devlet adamı böyle içimizden birisi gibi davranmalıdır’ dedik. Onların halk arasında korumasız, sıradan bir birey olarak hareket etmelerine dair haberleri hayranlıkla okuduk ve izledik. Son yıllarda sosyal hesap üzerinden bu hayranlığı  paylaştık.

Bu tür hayranlıkları içeren yazıları ben de kaleme aldım. Trenle yolculuk eden ve bavulunu kendi taşıyan Avusturya  Cumhurbaşkanı’nı, Çalışma Bakanı ve diğerlerini yazdım. Bir zamanlar aynı işyerinde çalıştığım meslektaşlarım eyalet ve federal hükümetlerde bakanlık görevlerini üstlendiler. Onlara ait de yazılarım oldu. Tramvaydan inip de işe giderken, çocuğunu kreşe bırakıp, koşa koşa  indiğim tramvaya binen bakanları yazılarımın kıyısında köşesinde dile getirdim.   

Yazının Devamı

Avrupa Birliği siyasetini reddetmek ve demokrasi

Rusya’nın Ukrayna'ya karşı yapmış olduğu hareket yaşadığımız yerlerde ilginç yankıları da beraberinde getirdi. Bunlar arasında bana göre en ilginci Rus yazarlarının kitaplarının üniversitelerde okutulmayacağını duyurulmasıydı. Hani Rus klasik müzisyenlerinin eserlerinin çalınmayacağına dair haberlerin de bundan kalır yanı yoktu.  En fazla garipsediğimiz olay ise Rus kedilerine ambargo konulmasıydı. Fıkra gibiydi. Sanat ve edebiyatta konulan ambargoyu sporda uygulanan ambargo izledi.  Rus atletlerinin çeşitli yarışmalardan atılmasını da öğrenmiş olduk.   Avusturya’da Rus sporcusu yoktu, sanatçı ve Rus sermayesi vardı.

Klasik müziğin başkenti sayılan Viyana’da Rus müzisyenler klasik müziğin önemli temsilcilerinden oldular. Müzik temsilcileri olarak yıllar yılı Avusturya’nın anlı şanlı müzik salonlarında ve opera binalarında şarkılar söylediler ve orkestralar yönettiler. İşte o müzik insanlarına geçtiğimiz günlerde yapılan muamele, bana yıllar önce hukuk mezunu olan bir ağabeyimin kızını hatırlattı.  

Aile dostumuz  olan ailenin tek kızı Viyana Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olmuştu.  Türkler arasında ilk hukuk mezunu olan genç hukukçumuz bir ilke daha imza atmak istiyordu. Türk kökenli birisi olarak  “Hakim olmak istiyorum”  diyordu.  Türk kökenli ilk hakim olmaktan başka, ilk yabancı kökenli hakim olmaktı hedef. Bu arzusunu hayata geçirmek için başvurularını yapmıştı.  Genç hukukçumuz çeşitli prosedürlerden sonra görüşmeye çağırılır.  İlk hukuk mezunu olması nedeniyle  kendisiyle gurur duyduğumuz gencimiz  görüşmeye alınır. Görüşmede uzun süre kalamaz,  kendisine sadece bir soru sorulur. “Kıbrıs konusunda düşünceniz nedir?” sorusuna cevap istenir. Genç hukukçumuz  “Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan, hak hukuk” derken, Avusturya’nın resmi düşüncesine uygun düşmeyen bir cevap verir. Sözlerini bile bitiremeden kendisine “Görüşme bitmiştir, çıkabilirsiniz” denir. Sonuç olumsuzdur, istenilen cevap verilmemiştir. Böylece hayali gerçek olmayan gencimiz o günden beri iyi bir avukat olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

Yazının Devamı

Türban yasağını desteklemenin bedeli

“Türban özellikle Türkiye’de yasaklanmamalıdır, serbest bırakılmalıdır” dediler de geri adım atmadılar. “Türkiye’nin sorunu buraya taşınmamalıdır” düşüncesini savunurken problemi buralardan kaşıdılar. Yapmayın, etmeyin diyenlere de maço ve anti demokrat muamelesi yaptılar. Bir tartışmada düşüncemi dile getirmiştim de bana uzaydan gelmişim muamelesi yapmışlardı.

Hepsi kadın hakları konusunda siyaset uzmanı olmuştu. Bunlar siyasi yelpazenin solunda bulunuyorlardı. Sosyal demokratlardan, Yeşillere oradan komünistlere kadar uzanan siyasi bir çevrede yer alıyorlardı. Sağcılar bu konuya temkinli ve olumsuz yaklaşıyor, çekingen bir ret tavırları vardı. Bu tavırlarını çok da fazla açık etmiyorlardı. Kadın haklarını savunduklarını söyleyen sol siyasetçi hanımlar, zaman zaman seçimler öncesinde cami olarak bildikleri dernekleri ziyaret ediyorlardı. Bu ziyaretlerde kapıdan içeri adımlarını atmadan önce başlarını kapatıyor ve öyle giriyorlardı içeriye. Oylarını alana kadar bu müsamereye böyle devam ediyorlardı. Seçim sonrasında bir daha o mahalleye uğramıyorlar, konunun üstü örtülüyordu. Siyasetçiler oylarını almışlardı artık. Dernekler de lokallerine yapılan bu ziyaretlerle toplumda kabul görmüş olduklarını düşünüyorlardı.

Yıllardır artık türban sorunu kalmadı gibi görünüyor, konuyla ilgili tartışma ve konuşmalar olmuyor. İsteyen istediğini giyiyor ve takıyordu. Yabancılar ve Türkler ile herhangi bir makale veya haber gazetelere yansıdığında haber görseli olarak türbanlı ve gri mantolu kadın fotoğrafları kullanılması artık gelenekselleşti. Sahi gerçekten isteyen istediğini takıyor ve giyiyor muydu? Belki başka bir yazının konusu olabilir diyerek bu konuya ara verip Avusturya’da federal hükümetten bahsetmek gerektiğini düşünüyorum.

Yazının Devamı