Emre Şenbabaoğlu

Emre Şenbabaoğlu

Köşe Yazısı

Bilim Tarihimizde Bir Dönüm Noktası: Ovalardan Dağlara

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan 20 Şubat 2023’te Hatay'daki AFAD merkezinde gerçekleştirilen toplantı sonrasında önemli açıklamalarda bulundu. Bu açıklamanın içinde Türk bilim tarihinde milat sayılacak bir cümle var. Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle demişti: “Yerleşim yerlerimizi mümkün olduğu kadar ovalardan dağlara doğru kaydırarak, zemin sıvılaşmalarının yol açtığı felaketlerden uzak tutmak istiyoruz”. Ovalardan dağlara veya yamaçlara taşınma düşüncesi Cumhuriyet tarihimizde ilk kez devletin en yetkili kişisi tarafından dile getirilmiş oldu.

Yıllardır ovalardaki yapılaşmalar ve deprem konusunda jeolog Prof. Dr. İlyas Yılmazer’i takip eden bir sosyal bilimci olarak bu açıklamayı Türkiye’nin geleceği açısından umut verici buluyorum. Değerli bilim insanı İlyas Yılmazer’ın Kaynak Yayınlarından çıkan “Deprem Sorununa Kalıcı Çözüm” ve “Sel Sorununa Kalıcı Çözüm” adlarında iki kitabı bulunuyor. Yılmazer, deprem sorununa karşı ana akım deprem bilimcilerinin tezlerine karşı çıkan ve Türkiye’nin deprem sorununa kalıcı çözüm önerileri sunan bir kişi. Deprem Sorununa Kalıcı Çözüm kitabında Yılmazer, “Depremle yaşamayı öğrenelim”, “Deprem değil bina öldürür”, “Yapını sağlam ya da nereye yaparsan yap”, “Depremin zamanı bilinmez ancak tedbir alınır”, “Türkiye’nin yüzde 95’i deprem tehlikesi altındadır” şeklindeki önermelerin bilimsel temeli olmadığını öne sürüyor.

Bu önermelerin aynı zamanda anayasa hukuku suça teşvik olduğunu belirten Yılmazer hoca şöyle diyor:

Yazının Devamı

Bisiklet Kazalarına Karşı Köklü Çözüm: Tayland “Sky Lane” Modeli

Emre Şenbabaoğlu / Bangkok, Tayland

Basında neredeyse hemen hemen her gün ölümle sonuçlanan bir bisiklet kazası haberine denk geliyoruz. Bisiklet dergisi “Cyclist Türkiye”nin  17 Mart 2022’deki haberine göre son 2 yılda 300’e yakın bisikletçi trafikte hayatını kaybetti.[1] Bu kazalarda trafikteki motorlu taşıt sürücülerinin hataları büyük rol oynuyor. Bir kamyonun, otobüsün ya da otomobilin çarptığı bisikletçiler hayatını kaybediyor. Bazı bisikletçiler alkollü araç sürücülerinin hatalarının kurbanı oluyor.

Elbette tüm suçu motorlu taşıt sürücülerine atamayız. Yetersiz ekipmanla trafiğe çıkan bisikletçiler de var. Amacım tek bir tarafı sorumlu tutmak ve yargılamak değil ancak değişmeyen bir gerçek var. Türkiye’de bisiklet sporu ile amatör ya da profesyonel düzeyde ilgilenen ciddi bir kesim var. Sonuç olarak trafiğe çıkan her bisikletçi bir şekilde ölümü göze alıyor ve kelle koltukta bisiklet sürüyor. Her ne kadar bisikletçiler dikkatli bir şekilde bisiklet kullansalar da motorlu taşıt sürücülerinin hataları veya yetersiz yol güvenliği onları her an ölümle burun buruna getiriyor.

Yazının Devamı

Bisiklet kazalarına karşı köklü çözüm: Tayland “Sky Lane” modeli

Basında neredeyse hemen hemen her gün ölümle sonuçlanan bir bisiklet kazası haberine denk geliyoruz. Bisiklet dergisi “Cyclist Türkiye”nin 17 Mart 2022’deki haberine göre son 2 yılda 300’e yakın bisikletçi trafikte hayatını kaybetti. (1) Bu kazalarda trafikteki motorlu taşıt sürücülerinin hataları büyük rol oynuyor. Bir kamyonun, otobüsün ya da otomobilin çarptığı bisikletçiler hayatını kaybediyor. Bazı bisikletçiler alkollü araç sürücülerinin hatalarının kurbanı oluyor.

Elbette tüm suçu motorlu taşıt sürücülerine atamayız. Yetersiz ekipmanla trafiğe çıkan bisikletçiler de var. Amacım tek bir tarafı sorumlu tutmak ve yargılamak değil ancak değişmeyen bir gerçek var. Türkiye’de bisiklet sporu ile amatör ya da profesyonel düzeyde ilgilenen ciddi bir kesim var. Sonuç olarak trafiğe çıkan her bisikletçi bir şekilde ölümü göze alıyor ve kelle koltukta bisiklet sürüyor. Her ne kadar bisikletçiler dikkatli bir şekilde bisiklet kullansalar da motorlu taşıt sürücülerinin hataları veya yetersiz yol güvenliği onları her an ölümle burun buruna getiriyor.

Bu yazıda, Türkiye’de bisiklet yol güvenliğinin nasıl sağlanacağı ve kaza sayılarının nasıl azaltılacağı ile ilgilenmiyorum. Bu teknik konu genel olarak Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın, inşaat mühendislerinin, ulaşım ve yol güvenliği uzmanlarının alanına giriyor. Bisiklet kullanmayı seven biri olarak Türkiye’de bisiklet kazalarına nasıl köklü bir şekilde çözüm bulunabilir diye düşünüyorum. Geçici olarak yaşadığım Tayland’daki “Sky Lane” modelinin bu soruna bir cevap olabileceğini iddia ediyorum. Eğer “Sky Lane” modeli Türkiye’de yaygınlaşırsa Türkiye bisiklet sporunda bir devrim yapabilir.

Yazının Devamı

Laos'un Kanayan Yaraları ve Umutları

3 Aralık 2021’de Çin ve Laos arasındaki 6 milyar dolarlık yüksek hızlı tren demiryolu hattı açıldı.[1] Hat Çin’in güneybatısında yer alan Kunming şehrinden Laos’un başkenti Vientiane’ye bağlıyor. Bu hattın açılması Güneydoğu Asya ülkesi Laos’un geleceği açısından çok önemli çünkü Laos denizle bağlantısı olmayan bir ülke. Laos’un batısında Myanmar, doğusunda Vietnam, güneyinde Tayland ve Kamboçya, kuzeyden ise Çin yer alıyor.

Laos’un büyük kısmı dağlık ve ormanlık tepelerle kaplı. Bu yüzden ülkedeki ekilebilir arazi oranı çok yüksek değil.[2] Bu arazilerin çoğu da pirinç tarımına ayrılıyor. Laos’un tarımsal kalkınmasının önündeki en büyük engellerden biri Vietnam Savaşı sırasında ülkeye atılan ve henüz patlamamış mühimmatlar.

VİETNAM SAVAŞI’NIN ÖLÜMCÜL MİRASI

Yazının Devamı

Liberal feminizmin ''Mor'' bombaları ve bağımsızlık

Wikileaks’in 2010 yılında açıkladığı bir CIA raporu, feminizmin emperyalizm tarafından nasıl araçsallaştırılması gerektiğini belirtmiş. Rapor, Avrupa kamuoyunda Afganistan işgaline karşı oluşabilecek şüpheleri ortadan kaldırmak için feminizmin desteklenmesi gerektiğini belirtiyor ve “Afgan kadınlar, ISAF’ın Taliban’la savaşını insanileştirecek ideal elçiler olarak hizmet edebilir” diyor.[1] Aslında bilmediğimiz bir gerçek değil bu. Liberal feminizmin emperyalizm tarafından araçsallaştırılması Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra işçi sınıfını bölmek, Üçüncü Dünya’daki anti-emperyalist direnişleri dağıtmak ve milli devletleri zayıflatmak amacıyla ortaya atılan “sivil toplumcu” ideoloji ile başladı. Böylece emperyalizm çağında ezen ve ezilen milletler arasındaki var olan temel çelişkiyi örtmek için kimlik hareketleri kullanışlı araçlar haline geldi. Bu kimlik hareketlerinin ezici bir çoğunluğu bugün emperyalizme hizmet ediyor.

Hint kadın yazar Arundhati Roy, “Kapitalizm: Bir Hayalet Hikayesi” adlı kitabında ABD’nin Batılı feminist grupları nasıl kullandığını şöyle açıklıyor: “Bir kadının ne yapmak istediğini seçebileceği bir durum yaratmak yerine, kadınları burkadan çıkmaya zorlamak için bir girişimde bulunmak onu özgürleştirmekle ilgili değil onu soymakla ilgilidir. Bu bir aşağılama eylemi ve kültür emperyalizmi haline gelmektedir. Bir kadını burkasını çıkarmaya zorlamak onu burka giymeye zorlamak kadar kötüdür. Toplumsal cinsiyeti bu şekilde toplumsal, siyasi ve ekonomik bağlamından yoksun bir şekilde görmek bunu bir kimlik sorunu, sahne eşyası ve giysilerin bir mücadelesi haline getirir. ABD hükümetinin 2001’de Afganistan’ı istila ettiğinde Batılı feminist grupları ahlaki bir kılıf olarak kullanmasına izin veren şey buydu” (Arundhati Roy, Capitalism: A Ghost Story, s. 36).

Roy, Afganistan savaşını eleştirdiği bir söyleşisinde ABD’li oyuncu John Cusack’a, “2001'de bize Afganistan'daki savaşın feminist bir görev olduğu söylendi. Deniz piyadeleri Afgan kadınlarını Taliban’dan kurtarıyordu. Feminizmle gerçekten bir ülkeyi bombalayabilir misin?” demişti (Arundhati Roy and John Cusack, Things that Can and Cannot be Said: Essays and Conversations, s. 22). Çoğu liberal feministin sormaya cesaret edemediği Roy’un sorusu gerçekten çok etkileyici. Gökten yağan bombalar bir ülkeye feminizm getirebilir mi? Afganistan’a feminizm ihraç edebilmek için Afgan kadınların kaç yıl daha bombalanması ve tecavüze uğraması gerekiyor?

Yazının Devamı

Paralimpik Ateşi ve Engelli Hakları

Paralimpik Oyunları güzel bir açılış töreni ile 24 Ağustos’ta başladı. Açılışta geçiş yapan ülkeler, yapılan ışık gösterileri, sahneye çıkan dansçılar büyüleyiciydi. Birçok ülkeden atletler yan yana geldi, herkes gülümsüyordu, herkes mutluydu. Sporcular ülkelerinin bayraklarını taşımaktan büyük bir gurur duyuyordu.

Ne yazık ki paralimpik oyunları da, olimpik oyunları gibi dünyadaki eşitsizliğin açıkça gözlemlenebildiği bir etkinlik. Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelere kıyasla bu tür büyük etkinliklere çok fazla sporcu gönderemiyor. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerin kazandığı madalya sayısı diğer gelişmiş ülkelere göre az oluyor. Toplumsal ve ekonomik refahı yüksek olan ülkeler sporda daha başarılı oluyor. Yani olimpiyat ve paralimpik oyunlarında kazanılan başarılar bazı milletlerinden diğer milletlerden daha başarılı olduğu anlamına gelmiyor. Her ülke eşit koşullarda spor yapma imkanına sahip olsa madalyalar daha adil bir şekilde dağılabilirdi ve o zaman oyunları izlemek daha zevkli olurdu.

DEĞİŞEN DÜNYA DENGELERİ VE FIRSAT EŞİTLİĞİ

Yazının Devamı

Lenin, Atatürk ve Perinçek Afgan milletinin yanında

Lenin 1919'da İngiliz emperyalizmine karşı Afganistan'da İslam birliğini (Pan-İslamizm) savunmuş ve teşvik etmişti. Lenin, 27 Kasım 1919’da Afgan Kralı Emanullah Han’a yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Şu anda, gelişen Afganistan dünyadaki tek bağımsız Müslüman devlettir ve kader, Afgan halkına, köleleştirilmiş tüm Müslüman ulusları kendi etrafında birleştirme ve onları özgürlük ve bağımsızlık yolunda yönlendirmek gibi büyük bir tarihsel görev vermiştir”. (Mikhail Volodarsky, The Soviet Union and Its Southern Neighbours: Iran and Afghanistan, 1917-1933, s. 180). Bu mektuptan yola çıkan Vartan Gregorian, 1969 yılında basılan “Modern Afganistan’ın Ortaya Çıkışı” kitabında, “Bir İngiliz-Afgan çatışmasının Müslüman dünyasındaki önemli sonuçlarının farkında olan Lenin, Emanullah’ı İslam Birliği’ni bir hedef olarak sürdürmeye devam etmesi için cesaretlendirdi” diyor (Vartan Gregorian, The Emergence of Modern Afghanistan: Politics of Reform and Modernization, 1880-1946, s. 232).

O dönemin tarihsel koşullarında Lenin, Müslümanların içinde bulunduğu tarihi, toplumsal ve kültürel ilişkilere bakmaksızın köleleştirilmiş Müslümanların özgürlüğüne ve bağımsızlığına kavuşmasını tarihsel bir gereklilik olarak görmüştür. O dönemdeki Afganistan toplumu günümüz Afganistan’ına göre daha geride olmasına rağmen Lenin Müslüman Afgan milletinin emperyalizme karşı verdiği bağımsızlık mücadelesine destek vermiştir, onları cesaretlendirmiştir ve kazanmaya çalışmıştır.

10 Haziran 1921 tarihinde Afgan elçiliğinde Afgan hükümeti sancağını çekme töreninde Mustafa Kemal Paşa, “İslam âleminin istediği şey bağımsızlığından ibarettir. Yoksa İslam âleminin bir araya gelerek başkalarını mahv gibi bir görüşü yoktur. Her İslam hükümetinin Afganistan gibi bağımsız ve hür olduğunu görmekle iftihar edeceğiz” demiştir (Atatürk'ün Bütün Eserleri, Cilt 11, s. 200). 1904 yılında not defterine “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı” yazan Atatatürk’ün emperyalizmi hem teorik anlamda hem de pratik anlamda iyi anladığını görüyoruz. Atatürk’ün mazlum milletler ile dayanışmasının sadece Afganistan ile sınırlı olmadığını da biliyoruz.

Yazının Devamı

Emperyalizm Gerçeği ve Karanlığa Gömülen Feminizm

Cumhuriyet devriminden sonra kadınların hakları, kadının toplumsal yaşamdaki konumu, kadın ve erkek eşitsizliğinin giderilmesi gibi konularda çok önemli kazanımlar elde edildi. Türk kadını bugün bu kazanımlar sayesinde Türkiye’de özgürce yaşayabiliyor. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere bu ülkeyi kuranlara bu bakımdan minnet borçluyuz. Bununla birlikte, kadınlara yönelik şiddetten tutun da kadınlara yönelik ayrımcılığa kadar sorunlar da yaşıyoruz. Bu yaşanan sıkıntıları hiç kimse inkar edemez. Bu sorunlar konusunda her zaman kadınlarımızın yanında yer aldık ve yer almaya devam edeceğiz.

LİBERAL KADIN HAREKETLERİ

Şimdi asıl soruna gelelim. Gerek Türkiye’deki, gerek dünyadaki ana akım ve liberal kadın hareketleri günümüzün en ciddi meselelerini anlamaktan çok uzak bir noktada bulunuyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Üçüncü Dünya’ya karşı başlatılan savaşların tek tek sonuna geliyoruz. Yugoslavya ile başlayan, Afganistan, Irak, Libya ve Suriye ile devam eden saldırılar, Batı hegemonyasının gerilemesiyle birlikte yerini geri çekilmelere bırakıyor. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ile birlikte bu süreç ivme kazanmıştır.

Yazının Devamı

Liberalizmin, Vatansız Solun ve Gardrop Atatürkçülüğünün Sefaleti: Afgan Kadınlar

15 Ağustos 2021’de Taliban birlikleri Afganistan’ın başkenti Kabil’e girdi. Bir gün sonra ABD vatandaşları ABD Hava Kuvvetlerine ait uçaklarla Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı’ndan kaçtı. ABD ordusuna ait köpekler bile kendilerine uçak koltuklarında yer bulabilirken, ABD yanlısı Afganlar ABD uçağının peşinden koşuyor ya da uçağın gövdesine tutunmaya çalışıyordu. Daha sonra uçağın iniş takımlarına giren 3 kişinin metrelerce yükselikten yere çakılıp öldüğü açıklandı. Kaderlerini emperyalizme teslim edenlerin hazin sonu böyledir. Tarihte bunun sayısız örneği vardır.

ABD’NİN YENİLGİSİNE ÜZÜLENLER ve EMPERYALİZMİ SAKLAYAN KADIN HAKLARI SÖYLEMİ

Havalimanında uçağa tutunmaya çalışan emperyalizm işbirlikçisi Afganların hali ABD’nin Afganistan’da yenildiğini çok açık bir şekilde gösteriyor. Her şey bu kadar açık bir şekilde ortadayken liberaller, vatansız solcular ve gardrop Atatatürkçüleri ABD’nin bu yenilgisini bir türlü kabullenemiyor. Aslında bu yenilgi bu yıl gerçekleşmedi. ABD için uzun zamandır Afganistan’da işler yolunda gitmiyordu. ABD en sonunda 29 Şubat 2020'de Katar'ın başkenti Doha’da Taliban ile bir araya gelip bir barış anlaşması imzalamak zorunda kaldı. ABD, bu anlaşmaya yenildiğini resmen kabul etmişti zaten.

Yazının Devamı

''Vahşi'' Afganlar ve ''Medeni'' Atatürkçüler

Sosyal medyada bazı çevreler Afgan halkına yönelik son derece çirkin ifadeler kullanıyor. Bu ifadeler arasında neler yok ki! Bu kesimlere göre Afgan halkı terörist, vahşi, tehlikeli, hasta, cahil, sapık, tacizci, tecavüzcü, hırsız, katil ve dinci. Bu ifadeler yargılanmış, suçlu bulunmuş ve hüküm giymiş herhangi biri için söylenmiyor. Bir ülkenin mazlum halkının tamamını bu iğrenç sıfatlarla hedef alıyorlar.

Türk halkının son yıllarda mülteciler konusunda hassas olduğunu biliyoruz. Toplumda Suriyeli mültecilere ve diğer ülkelerden gelen mültecilere karşı haklı tepkiler var ancak halkın bazı kesimleri bu tepkilerinde çok aşırıya kaçıyor. Elbette, bu aşırılıklar tesadüfen ortaya çıkmadı. Türkiye’nin 1945’ten sonra Atlantik sistemine girmesiyle birlikte Türk halkının Doğulu milletlere karşı bakış açısı da değişti. Atlantik sistemi içinde Türk milleti kendi “gerçek” kimliğini unuttu. Oysa Mustafa Kemal Atatürk, “Biz Türkiyalılar Asyaî bir milletiz, Asyaî bir devletiz” diyerek bu konudaki tartışmayı Cumhuriyet kurulmadan önce bitirmişti (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 12, 3. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 2015, s. 297; Hâkimiyeti Milliye, 5 Mart 1922).

ASYA’DAN KOPMAK

Yazının Devamı

1948 ve 1960 Olimpiyat Oyunları aşılamadı mı?

Değerli yazar Kemal Ateş, Aydınlık’ta çıkan “1948 ve 1960 Olimpiyatları hala aşılamadı” başlıklı yazısında Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları’nda mücadele eden Türk sporcular hakkında şunu diyor: “Kimi dallardaki hüsranımıza karşın, 13 madalya önemli bir başarı. Bu başarıyla 1948 Londra ve 1960 Roma Olimpiyatlarının aşıldığını söylemek, elmayla armudu karıştırmak gibi geliyor bana”.

Sayın Ateş devam ediyor: “1948 Olimpiyatlarında altı altın madalya elde ettik, altını bronz madalyayla denk görüp aşıldığını söylemek yanlış olur. Güreşçilerimizin yedi altın, iki gümüş madalya kazandığı 1960 Roma Olimpiyatlarını da aşamadık. Böyle karşılaştırmalarla elmayı armudu birbirine karıştırmış oluruz”.

Sayın Ateş’in bu düşünceleri birçok açıdan tartışmaya açık. Türkiye, Tokyo 2020’ye kadar katıldığı 20 olimpiyat oyunlarında 91 madalya elde etmişti. Bunların 39’u altındı. 20 olimpiyat oyunlarının altın madalya ortalaması 1,95, toplam madalya ortalaması ise 4,55’tir. 1948 Londra ve 1960 Roma olimpiyat oyunlarında Türkiye sırasıyla 6 ve 7 altın madalya kazandı. Bu altın madalyaların hepsi güreşten geldi. Bu oyunlarda Türkiye, altın madalya ortalamasının üzerine çıkmıştır. 1960 Roma’da kazanılan 7 altın madalyaya hiçbir zaman ulaşamadık. Sadece altın madalyayı baz alırsak, Kemal Ateş haklıdır. 1948 ve 1960 olimpiyat oyunlarındaki başarılarımızı altın madalya açısından hala aşamadık.

Yazının Devamı

Tokyo'dan ''Yıldız Çocuklar'' geçti

23 Temmuz 2021’de başlayan Tokyo 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları’nda Türkiye’yi 18 spor dalında toplam 108 sporcu temsil etti. Tokyo 2020’de 2 altın, 2 gümüş ve 9 bronz olmak üzere 13 madalya kazandık. İşte Tokyo’da kürsüye çıkan “yıldız çocuklar”:

1) Altın – Mete Gazoz – Okçuluk

2) Altın – Busenaz Sürmeneli – Boks

Yazının Devamı

Tokyo 2020 ve Yıldız Çocuklar

23 Temmuz 2021’de başlayan Tokyo 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları’na Türkiye’yi 18 spor dalında 50 kadın, 58 erkek, toplam 108 sporcu temsil ediyor. Şu ana kadar katıldığımız 20 olimpiyat oyunlarında Türkiye, 39 altın, 25 gümüş, 27 bronz olmak üzere toplamda 91 madalya kazandı. 91 madalyanın 63’ü güreşte, 11’i halterde, 7’si tekvandoda, 5’i boksta, 3’ü atletizmde, 2’si ise judoda kazanıldı. 39 altının 29’u güreşte, 8’i halterde, 1’i tekvandoda, 1’i de judoda kazanıldı.

Türkiye’nin 20 olimpiyat oyunlarındaki madalya ortalaması 4,55. Olimpiyat oyunları başına düşen altın madalya ortalamımız ise 1,95. Bu iki rakamı da aklımızda tutalım. Toplam madalya açısından baktığımızda Türkiye 2000 ve 2016 arasında düzenlenen 5 olimpiyat oyunlarında sırasıyla, 5, 11, 5, 3 ve 8 madalya kazandı. Tokyo 2020’de 5 ve üzerinde madalya kazanırsak kendi ortalamamızın üzerinde madalya kazanmış olacağız. Şu anda Tokyo 2020’de 6 resmi ve 2 resmi olmayan 8 madalyamız var ama olimipiyat oyunları henüz sona ermedi.

Altın madalya açısından baktığımızda, Türkiye 2008 Pekin, 2012 Londra ve 2016 Rio’da 1’er altın madalya kazandı. Tokyo 2020 hariç son 3 olimpiyat oyunlarında ortalamamızın altında madalya kazandık. Altın bazında 2008-2016 arasındaki olimpiyat oyunlarında başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Tokyo 2020’de Mete Gazoz’un başarısı ile 1 altın madalya kazandık. Bu olimpiyat oyunlarında 2 ve üzerinde altın madalya kazanırsak daha önceki ortalamalarımıza göre daha başarılı olduğumuzu söyleyebiliriz.

Yazının Devamı

Avrupa Hunları ve Attila hakkındaki safsatalara karşı 8 tarihi bilgi

Daha önceki yazımda Mine Kırıkkanat’ın Cumhuriyet gazetesinde Avrupa Hunları ve Attila hakkında yazdığı bir yazıdan bahsetmiştim. Bu yazıda kısaca Avrupa Hunlarının bir mafya imparatorluğu olduğu ve Attila’nın bir mafya lideri olduğu söyleniyor. Kırıkkanat’ın Cumhuriyet’teki bu yazısı sadece anakronizm hatası, bilgi eksikliği veya cehaletle açıklanamaz.

Anakronizm bir tarih yanılgısıdır, tarihi olayları veya olguları bunların çıktığı dönemin koşullarını göz önüne almadan yorumlama çabası sonucu ortaya çıkar. Orta Çağ’daki bir ülkenin liderine “mafya”, “harami”, “çapulcu” ya da “barbar” demek ve bu ülkeyi bir mafya imparatorluğu olarak nitelemek ise bilimsel bir tespit ya da tanımlama değil. Çağdaş toplumda ortaya çıkan “mafya” kanunlara ve devlet otoritesine aykırı hareket eden ve belli bir hiyerarşiye sahip bir örgütün üyesidir. Günümüzdeki mafya örgütleri insan ve uyuşturucu ticareti, kaçakçılık, adam kaçırma, fidyecilik, gasp ve haraç alma işleri ile uğraşır. Elbette Orta Çağ’da günümüz mafyasının işlerini yapan mafya örgütlerine benzer örgütler vardı, ancak askeri, idari ve ekonomik açıdan örgütlenmiş, devletleşme aşamasında olan ve stratejik bir akılla hareket eden Avrupa Hunları’nı yasadışı bir örgütmüş gibi göstermek iyi niyetli bir tarih okuması olmuyor. Tarihe böyle baktığınızda tarihi anlamış ya da yorumlamış olmuyorsunuz.

Mesele “barbar”, “vahşi” ve “acımasız” gibi öznel kavramlarla tarihi açıklamaya çalışmanın da ötesinde Avrupa/Batımerkezci ideolojinin tarih kurgusu ve anlatısı ile yakından ilişkili. Batıcı Türk aydını kendi tarihini Avrupamerkezci ideolojinin kurguladığı dünya tarihi sınırları içerisinde anlamlandırmaya çalışıyor. Onlara göre, Batılı olmayanların anlattığı tarih yakıp yıkmanın tarihi olarak görülüyor ve kahramanlık anlatısının ötesine geçemiyor ve o yüzden Türklerin anlattığı tarihe de güvenilmez olarak bakıyor. Batıcı Türk aydını o yüzden tarihi Batının gözünden okumaya çalışıyor. Bunu yaparken Avrupamerkezci ideolojinin kapitalizmin ortaya çıkış sürecinde nasıl bir işlev gördüğünü anlayamıyor.

Yazının Devamı

İmparator Attila'ya Tarihin Dışından Bakmak

Mine G. Kırıkkanat 18 Temmuz 2021’de Cumhuriyet’te “Dıgıdık, dıgıdık, uygarlık...” diye bir yazı yazdı.[1] Kırıkkanat, yazısında Attila’nın “günümüz babalarının beslediği çapulcu çetelerinden birkaç kat daha fazla harami besleyen, büyücek bir mafya babası” olduğunu belirtiyor. Tarih kitaplarının Attila’nın bir Türk hakanı olduğunu yazması Kırıkkanat’ı rahatsız ediyor. Yazısında “Yasalar mı yazdırmıştır [Attila]? Kayıtlı kuyutlu, gelenekli görenekli devlet falan mı kurmaya çalışmıştır?” diye soruyor.

Batılıların Attila’yı “barbar” olarak gördüğünü belirten Kırıkkanat, Attila’nın Türk olmasından utanç duyuyor olmalı ki, şunları yazıyor:

“Zaten bizim ellerde doğan, yaşayan ve Orta Asya’daki etnik kökenlerle hiç ilgisi kalmayan Türklerin, niçin ve ısrarla ne kadar çekik gözlü Moğol, Hun vb. varsa hepsini atalarımız diye bağırlarına basmasını, yakıp yıkmaktan oluşan tarihlerine sahip çıkmasını, hatta övünmesini ve onun bunun malını iç etmekten oluşan cengâverlik becerileriyle böbürlenmesini asla anlayamadım”.

Yazının Devamı

Endonezya ve Sinovac

25 Haziran 2021 tarihli New York Times gazetesinde Endonezya ile ilgili bir haber vardı. Haberin başlığı, “Endonezya’nın Doktorları Sinovac Aşısı oldu ve Hastalandı”.[1] Başlık ile verilmek istenen mesaj çok açık: Endonezyalı doktorlar Sinovac aşısı oldu ve hastalandı çünkü Sinovac etkili değil. Eğer Endonezyalı doktorlar Sinovac aşısı olmasaydı ve onun yerine gelişmiş ve medeni Batılı ülkelerin aşılarını kullansaydı doktorlar hastalanmazdı demek istiyor. Haberi yazanların kaygısı doktorların hastalanması değil. Öyle olsaydı haber başlığında aşının adı ile hastalanan doktorları ilişkilendirmezlerdi.

27 Haziran 2021 tarihli Wall Street Journal’da çıkan Endonezya ile ilgili bir başka haber New York Times’ın haberini aratmıyor. Bu haberin başlığı “COVID-19 Haziran’da 26 Endonezyalı Doktoru Öldürdü-Bu Doktorların En Az 10’u Çin’in Sinovac Aşısını Olmuştu”.[2] Wall Street Journal’ın haberi veriş tarzı New York Times ile neredeyse aynı. 26 doktor koronavirüs sebebiyle hayatını kaybediyor ve bu ölenlerin en az 10’u Sinovac aşısı yaptırmış. Eğer Sinovac aşısı olmasalardı mutlaka hayatta olurlardı. En büyük suçları Sinovac aşısı olmak!

Wall Street Journal, haberin içeriğinde ise başlığın vermek istediği mesajdan farklı bilgiler vermek zorunda kalıyor ve Endonezya Tabipler Birliği’nin görüşlerine başvuruyor. Bir paragrafta şöyle diyor: “ [ Endonezya] Tabipler Birliği’ne göre Endonezyalı doktorların yaklaşık %90'ı - kabaca 160.000 kişi - Sinovac'ın aşısıyla aşılandı, bu nedenle ölen aşılı doktorlar toplamın sadece küçük bir yüzdesini oluşturuyor”. Haber başlığı ile içeriği arasında bir çelişki var. Yazılan haberde verilen bilgiler başlığın yanıltıcı olduğunu gösteriyor.

Yazının Devamı
  • 1
  • 2