Dr. Berna Bridge

Dr. Berna Bridge

Köşe Yazısı

Çocuklarıza verdiğimiz gizli mesajlar

Çocuklarımızı büyütürken, onları yetiştirirken her şeyi onlara anlatarak sözlerle mesajlar vermeyiz. Birçok zaman yaşam şeklimiz, bakışımız, duruşumuz ile onlara gizli mesajlar veririz. Sonuçta o minnacık çocuklarımız bu mesajları alarak koşullanır ve yaşam boyu o koşullanma içinde yaşar. Bu nedenle onları yetiştirirken söylediklerimiz kadar söylemediklerimize de dikkat etmeliyiz.

Örneğin, çocuğunuz bir bardak suyu düşürdü, bardak kırıldı ve sular çevreye saçıldı. Siz bu konuda çocuğa hiçbir şey söylemeseniz de o kırık camları, suyu nasıl temizlediğiniz çocuğa hata yapma, hata yaptığında nasıl hissetme konusunda gizli bir mesaj verecektir. Güler yüzle, hiçbir şey olmamış, genel temizlik yapar gibi bir edayla temizlediğiniz, bu temizliğe çocuğunuzu da kattığınız, birlikte yaptığınız takdirde çocuk bir hata yaptığında kendini suçlu hissetmemeyi, hatayı telafinin her zaman mümkün olduğu, hataların yapılabildiğini, hatalara toleransla, “ziyanı yok” şeklinde bakmayı bak düşünerek büyüyecektir.

O çocuk hem kendi hatalarına hem de başkalarının hatalarına toleransla bakacak, sakin, anlamsız hırsların kölesi olmayan, özgüvenli, kendisiyle barışık, sakin bir çocuk olacaktır. Bardağı kırdığında kendini kötü hisseden çocuk ise yetişkin yaşamda diğerlerinin ve kendisinin hatalarına tolerans göstermeyen, çevresine ve kendine doğrudan veya dolaylı olarak baskı yapan mutsuz yetişkin olacaktır.

Yazının Devamı

Birleşik Krallık’tan kölecilik tazminat istekleri

Birleşmiş Milletler hâkimi Patrick Robinson “Transatlantik kölecilik için tazminat tarih ve yasa ile belirlenmiş bir gereklilik durumudur” dedi. Uluslararası Adalet mahkemesinde görevli bir üst düzey hâkim olan Robinson Birleşik Krallığın Transatlantik kölecilik ile ilgili tazminat çağrılarına artık kulaklarını tıkayamayacaklarını belirtti.

Hâkim Patrick Robinson daha önce de eski Yugoslavya Başkanı Slobodan Milosevic mahkemesinde başkanlık yapmıştı. “Kölecilik tazminatındaki uluslararası akım hızla değişiyor ve Birleşik Krallık da bu konudaki duruşunu değiştirmeli. Dünya yüzünde görülmüş en büyük vahşeti artık görmezden gelemezler, insanın insana, bu insanlıktan uzak acımasız davranışını görmek, kabul etmek önemlidir. Başka hatalar için tazminatlar çok daha hızlı ödendi. Benim en büyük vahşet ve insanlık tarihindeki en büyük suç olarak gördüğüm transatlantik köleciliktir” dedi.

“Artık Birleşik Krallığın da bundan kaçamayacağını, tarih ve yasa ile bunun gerektiğini ekledi. The Guardian Gazetesindeki habere göre Robinson özel olarak The Guardian’a “UNESCO Transatlantik köle ticaretini anma günü”nde bilgi verdi. Ayrıca Londra valisinin ofisinde bu konuda baş konuşmacı oldu.

Yazının Devamı

Kölelerin bedenleri üzerine inşa edilen modern dünya

The Guardian Gazetesinin köle ticareti ve kölecilik üzerine haftalık yayınladığı araştırmanın başlığı bu hafta böyle başlıyor ve “Afrika Nasıl Modern Dünyanın Tarihinden Silindi” diye sürüyor. Bu haftanın yazarı Howard W. French. French, “Modern dünyanın Avrupalılar tarafından birbirine bağlandığı söylenir ancak başardıkları her şeyde Afrika onlar için iyi bir kaynak olmuştur ve Afrikalı yaşamlar bunun en kötü bedeliydi” diyor…

“Geleneksel tarihin Avrupalı gemilerle, Avrupalı kaptanlarla dünyanın keşfedildiğini ve birbirine bağlandığını anlatır ve Yeni Dünya konsepti bu yaratıcı keşiflerin bir parçası olarak sunulur” diye ekliyor. “Bunu izleyen tarih açıklamaları Hristiyan etiği, bilimsel metot, kendilerinin buluşları, yaratıcılıkları, keşifleri, başarıları ve reformasyonu, aydınlanmayı getiren girişimcilik sözleriyle desteklenir, övülür” diyor. “Tabii ki Magellan, Vasco de Gama ve Kristof Kolomb gibi kişilerin katkıları önemlidir ama bu kişiler de ortaçağ Avrupa’sının tutucu, batıl inançlı ortamından Yeni Dünyaya ulaştılar ve bambaşka bir dünya buldular” diye ekliyor.

“Keşifleri tetikleyen ilk güdü Asya ile başka bağlantılar kurmak değil, mallarını Afrika’ya ve diğer kıtalara satmak, oralardan altınları alıp getirmek yani ticari kazanç sağlamaktı” diye açıklıyor. 1471de Portekizliler Gana’da altın bulunca Kolomb’un ilk gittiği yer, altın peşinde Batı Afrika olmuştu. Vasco de Gama’nın gemisini ve yolculuğunu da Afrika altınları sağlamıştı. Küçük bir Avrupa krallığı olan Lizbon, bu keşifleri bu altınlar sayesinde yapmıştı.

Yazının Devamı

Kafka’nın böceğinden Sokrat’ın demokrasisine dünya

Geçen ay üst üste iki sempozyumda dünyanın haline akademik açıdan baktık. Birisi Çek Cumhuriyetinin Brno kentinde Akdeniz Meseleleri üzerineydi, diğeri Atina’da Genel Liderlik konuları üzerineydi. Herkes Çek Cumhuriyeti deyince Prag’ı, Karlovy Vary’yi bilir ve çok beğenir ancak Çek Cumhuriyetinin diğer taraflarını pek bilmez. Brno, Moravya’nın başkenti, Çekya Cumhuriyetinin ikinci büyük kenti, bir üniversite kenti. Prag’a benzer tarihi ama hiç turist yok. Prag ne kadar kalabalık ve kirli ise Brno o kadar sakin ve temiz. Mimarisiyle tanınıyor.

Brno’daki sempozyumda geçmiş yıllara göre dikkati çeken en büyük değişiklik İsraillilerin katılımıydı. Her yıl ABD, Kanada ve Avrupa ülkeleri katılır ve birkaç Türk, bu yıl ilk defa İsrail üniversitelerinden on, onbeş kadar kişi vardı. Sunumları pek araştırma niteliğinde olmayıp direkt Filistin halkını kötü ve agresif göstermek üzerine kurguluydu. Ellerinde kalaşnikoflu delikanlı fotoğraflarıyla sanki kendileri çok masum ve Filistinlilerden saldırı altında gibi konuşuyorlardı.

Yani antipropaganda niteliğindeydi ki genelde akademik çalışmalarda yaptığımız araştırmalar paylaşılır, siyasete girilmez. Diğer akademisyenler tarafından pek takdir almadıklarını hatta rahatsızlık duygusu yarattıklarını ve inandırıcı olmadıklarını gözlemledim. Sanki anti demokratik uygulamalarından dolayı hükümet görevlileri olarak kendilerini aklamaya çalışıyorlardı ama beceremiyorlardı, akademisyen gibi değillerdi. Akdeniz kadim tarihiyle ve tarih boyu paylaşım savaşlarıyla adeta dünyanın merkezi. Süveyş kanalı, Cebelitarık boğazı, Bizim boğazlarımız ise kilit noktaları.

Yazının Devamı

Fransa’nın keskin ırkçılığı mercek altında

Sömürgeciliğin uzantısı olan ırkçılık… Yüzyıllar önce dünya Avrupalılar tarafından sömürülmeye başlanmış, Afrika, Güney Amerika, Asya Avrupalıların pençesine düşmüş. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin sömürüldüğü gibi insan gücü de sömürülmüş, bazı ülkelerde “köle” adı altında, bazı ülkelerde ve günümüzde “köle” sözcüğü kullanılmasa bile varoşlarında kölelere benzer bir yaşam onlara hak görülmüş…

Fransa Afrika’ya çok çektirmiş, hala daha da çektiriyor, kasası Afrika gelirleriyle doluyor, bu çok çeken ülkelerden biri de Cezayir. Soykırımdan sömürüye, yaşamadıkları kalmamış. Fransa işçiye, tuvalet temizlikçisine gereksinme duyduğunda da Afrika’dan, Cezayir’den, Türkiye’denve diğer ülkelerden Fransa’ya ithal edilen işçiler varoşlarda, aşağılanarak, ikinci, üçüncü sınıf insan muamelesinde, birçoğu da sersefil, yaşıyor. Buna polis şiddeti de eklenip, 17 yaşında bir çocuk hak etmediği halde öldürülünce bu insanların sokağa dökülmesi yadırganmıyor.

Fransa’nın tarihinde, kültüründe, genlerinde şiddet, bencillik, sertlik var. Tarihte her ülkede sertlik ve şiddet olmuş, şiddet tarihin bir parçası ancak bazı ülkelerde daha çok, bazılarında daha az. Bazılarında evrime açık, bazılarında kanlı devrim, Fransız devrimi gibi, giyotini bile onlar keşfetmiş. Osmanlı’da sömürgecilik, asimilasyon yokmuş, fethettiği ülkelerde halkın dinini, dilini değiştirmesini bastırmamış, padişah ve ailesini giyotine yollamamış, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini sömürüp kendini varsıllaştırmamış. Oysa Sahra’nın derinliklerinde Fransızca konuşan bedevilere rastlıyoruz, Afrika’da Katoliklere rastlıyoruz. Yine de, bize barbar derler, antidemokratik derler…

Yazının Devamı

Bayramın çeşitli hâlleri

Bayramımız kutlu olsun… Bir bayram daha kutluyoruz. Zihinlerin olumlu tarafında mutluluk, aile, yakınlık, keyifli sofralar, hediyeler, bayram harçlığı, el öpmeler, büyüğe saygı, küçüğe sevgi, yoksula yardım… Zihinlerin yaslı tarafında ise kaybedilen sevilenler, yalnızlık, özlem, aile çatışmaları, aile içi baskı, zorlamalar, bastırılan veya açığa dökülen öfke, yoksullukta çocuğuna alınamayan hediye vb. Acaba nüfusun ne kadarı bu özel günlerde mutlu, ne kadarı mutsuz, hüzünlü?

Empatik, düşünceli, özverili insanlardan oluşan, olumlu ilişkilerin yaşandığı, büyüklerin küçükleri koruduğu, kolladığı, duygusal gereksinmelerini gördüğü, karşıladığı ailelerde bayram mutlaka bir sevinç ancak bir hoca olarak yetiştirdiğim binlerce öğrencimde gördüğüm gerçek bu değil. Aile ilişkileri genelde bir tarafın bencil, bir tarafın fazla özverili yaşandığı, denge içermeyen, sorunlu ilişkiler. Arada sıkışıp kalan ve düşünülmeyen, duygusal gereksinmeleri görülmeyen, fark edilmeyen, dolayısıyla karşılanmayan, yeterince değer görmeyenler ise çocuklar…

Hâl böyle olunca da bayramlar zor bir durum alıyor. İyi ilişkilerde olmayan anne-baba çocukları el öpmeye, saygıya, bayram ziyaretlerine zorluyor. Çocuklar bu baskıya bazen boyun eğiyor, bazen isyan ediyor ancak anne-babalarının sorumluluklarını yeterince üstlenmediklerinin, onların gereksinmelerini görmediklerinin farkında olarak. Büyüyüp evlendikleri, evler ayrıldığı zaman ise bayram tatillerinde uzaklaşarak, tatile giderek kendilerini zorunlu, rahatsız ve mutsuz hissettikleri bu ortamdan koparıyorlar.Bir de uyumlu ve mutlu ailelerden gelip çok sevdikleri, yakın hissettikleri eşlerini, anne-babalarını, büyükannelerini, büyük babalarını hatta evlatlarını kaybetmişler var. Onlar için de bayramlar başka türlü tatsız zamanlar. Kendilerini iyice yalnız hissettikleri, özlemlerinin iyice kendini hissettirdiği zamanlar, hüzün…

Yazının Devamı

Partygate: İngiltere’de sular durulmuyor

Bugünlerde Birleşik Krallık Boris Johnson’ın Kovid günlerindeki tutumu ile kaynıyor. Halkta büyük öfke var. Kovid günlerinde halkı evlerine hapseden, aile fertleri ölmek üzereyken bile görüşmelerine izin verilmeyen, öldüklerinde doğru düzgün cenazelerini bile kaldıramayan halk bir yanda Kovid’in faturasını öderken hükümet, Başbakan Boris Johnson ve onun yakın çevresi içkili partiler vererek eğleniyor, hayatın tadını çıkarıyordu. Yani, ayrıcalıklı pozisyonlarını suistimal ediyorlar, yetkilerini kendileri için kullanıyorlardı.

Ölümlerin, yapılamayan cenaze törenlerinin yanı sıra Kovid süresince evlerine hapsedilen halk işlerini kaybetmiş, kiralarını ödeyemeyenler evlerinin boşaltmış, sokağa düşmüş, birçok işyeri kapanmış, bugünlere dahil uzayan bir enflasyon ve maddi zorluklar oluşmuştu. Halk bu sıkıntılarla hala daha uğraşırken Boris Johnson ve ekibinin sorumsuz, pervasız halleri, soruşturma esnasında yalan beyan vermeleri tuzu biberi oldu.

Boris Johnson’ın yakın arkadaşı ve hükümette görevli Dominic Cummings’le yolları ayrılınca, Dominic bu olayları azar azar, yavaş yavaş basına sızdırarak kaybettiği makamının intikamını almaya başladı. Bu sızdırmalar iyice artınca zorunlu bir soruşturma gündeme geldi. Soruşturma nedense çok zaman aldı, hayli oyalandı ancak Başbakan Boris Johnson’ı sonunda kaçınılmaz sona itti ve Johnson önce başbakanlıktan, sonra, bugünlerde ise milletvekilliğinden istifa etti.

Yazının Devamı

Kölecilik araştırmaları saldırı altında

The Guardian gazetesinden Shamira Shackle’ın yazısına göre köleciliğin tarihi bağlantıları araştırılmaya başlandığında birçok kurum buna destek verdi ancak Cambridge Üniversitesine bağlı bir kolej bunu dirençle karşıladı. Gazeteye göre tarihçi Nicolas Bell-Romero üç yıl önce Cambridge Üniversitesinin transatlantik köleciliğiyle ile ilgili araştırma işine başladığında ulusal basında, isimsizler tarafından “patırtı çıkarmak isteyen bir woke aktivist” olarak etiketleneceğini bilmiyordu. Woke aktivist neydi? Türkçede karşılığı yok. İngilizcede woke “toplumsal konulara duyarlı, gerçeklerin farkında olan kişi” anlamına kullanılıyor. Woke, ABD’de ortaya çıkmış, sosyal adalet ve ırksal eşitliğe vurgu yapan bir hareket. Terim, Afrikalı Amerikan yerel İngilizcesi uyanık kal anlamındaki stay woke ifadesinden devşirilmiş.

Çalışması yayınlanmadan üniversitede tatsız bir tartışma başlamış bile. Sağ basın tarafından “Britanya’nın tarihini lekelemek istiyor” diliyle zorbalık ve sansür ile karşılaşmış. Avustralyalı Bell-Romero Cambridge’de yeni doktorasını tamamlamış, kariyerinin başında ve kendini kanıtlamaya istekli bir kişiymiş. Doktora sonrası için bu araştırma tam uygun bir pozisyonmuş. Üniversitenin arşivlerine girip mezunlarının, bağışçılarının ve orada çalışmış hocaların kölecilikle ilgili geçmişlerini araştırmak.

Bell-Romero’ya göre herhangi bir kişi can sıkıcı bir iş olan tozlu arşivlerde 18. ve 19. Yüzyıl finansal raporlarını ve diğer belgeleri okumaktan çok sıkılır ama bir tarihçi için bu iş çok heyecan verici. Araştırılmamış tarihi bir alana katkı koyabilmek… Cambridge, Manchester, Liverpool, Bristol gibi endüstriyel bir kent olmadığından kölecilikle ilgili kökleri onlar gibi açık değil ancak ülkenin en eski ve varsıl üniversitelerinden biri olan Cambridge’de kölecilikten kazanılan paranın dolambaçlı olarak İngiliz yaşamına nasıl girdiğini araştırmak onun için iyi bir konuydu.

Yazının Devamı

Kültürel hegemonya

Yunancadan gelen hegemonya sözcüğünün sözlük anlamı “Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasal ve ekonomik egemenliği”dir. Başka bir sözlük “Bir sistem içerisindeki bir elemanın diğerlerinden üstün, baskın olduğunu belirtir. Antonio Gramsci'nin eserlerinde baskın sınıfın boyun eğenlerin izniyle gücü kazanması olarak bahsedilmiştir” diye açıklar. Hegemon, “Bir devletin veya grubun diğer devletler veya gruplar üzerinde üstünlüğü ve egemenliği olan kişi veya grup anlamına gelir”.

Geçtiğimiz hafta Çekya’da “Akdeniz Çalışmaları Kongresi”ndeydim. Konuşma konum da “Kültür Hegemonyası ve Demokrasi” üzerineydi. Neden böyle bir konu seçtim? Günümüzde “Demokrasi” sözcüğü Batı ülkelerinin bir kültür hegemonyası yaratıp kendilerini “Biz demokratiğiz” diye övmesi, diğer ülkeleri aşağı göstermesi ve ülkelere silahla saldırmak için bahane olarak kullanılmasına dönüştü. Irak, Suriye, Libya’yı kendilerinin tariflediği “Diktatör”lerden kurtarıp “Demokrasi” getirme bahanesiyle kan gölüne çevirdiler. İyice yoksullaştırdılar.

Ben de bu konuya dikkat çekmek istedim, araştırmamın özetini burada paylaşıyorum. Magna Carta ile başlayan demokrasinin beşiğinde, İngiltere’de bugün Assange halkı bilgilendirdiği, halka iyilik yaptığı için ülkenin en kötü hapishanesinde adeta ölüme yatırıldı ki susturulsun ve diğer yazar/çizerlere gözdağı olsun. İnsanlar korksun, gerçekleri yazıp halkı aydınlatamasın. “Demokratiğiz” masalını uyduran baskın olanlar zayıf devletlere, gruplara saldırsın, öldürsün, o ülkelerin zenginliklerine çöksün. Bunlar da gizli kalsın, ortaya dökülmesin.

Yazının Devamı

Köleciliği öğrencilere derslerde bağlantılarıyla öğretmek

“Yalnızca tarihi bir olay gibi bakılınca köle ticareti geçmişin bir kötülüğü gibi görülebilir - gerçek çok farklı…” diye başlıyor yazısına İngilizce öğretmeni ve yazar, Afrika kökenli Lola Okulosie.

“Transatlantik köleciliğinin acılı tarihini nasıl öğretebiliriz?” diye sürdürüyor Lola. “Yalnızca tarihin bir parçası mı? Biz Afrika kökenlilerin omuzlarında, yaşamlarının taa içinde hala daha yükü olan bir durum mu?” diyor. Önceki durumun bir amnezi yarattığı gerçeğiyle yavaş yavaş yüzleşildiğini ekliyor. Bu unutmada aileler, kurumlar, kentler, ülkeler köle ticareti ve köle çalıştırmak yoluyla varsıllaştı, bu hastalıklı yanlarını kendilerinden temiz bir şekilde ayırıverdiler diye açıklıyor.

George Floyd cinayetiyle sokaklara dökülen halk İngiliz köle tüccarı Edward Colston’ın heykelini devirince başka bir şey kırıldı diyor. Tarihe bakılan, tarihin “o eski ve başka bir zamandı, biz değil”in karartılarak anlatıldığı o uygun mercek kırıldı ve bize bu konuları tekrar dillendirme gücü verdi diye ekliyor, The Guardian Gazetesinin The Cotton Capital serisinde…

Yazının Devamı

Norveç, ırkçılık, acımasızlık

Netflix’te karşıma çıkan ve iç parçalayan, gerçek bir yaşam öyküsünü anlatan film “Mrs. Chatterjee Norveç’e Karşı” bana “Yok artık bu kadar da insaniyetsizlik olamaz” dedirtince konu ne kadar gerçek, abartı var mı diye araştırdım. Araştırdığımda da ayrıntıları bilemem ama ana fikirde doğru olduğunu gördüm. “Çocukları koruma” kalkanının arkasına gizlenmiş, ırkçılık, fırsatçılık, acımasızlık, kibir ve para hırsı…

Benzerlerinin Almanya’da da Türkler tarafından yaşandığını biliyorum. Batı’da nüfus artışı azaldıkça sığınmacı, Batı’ya daha iyi bir iş, daha iyi bir maddi yaşam için göç etmiş yabancı ailelerin çocuklarına musallat bir durum. Bu çocukları ailelerinden çeşitli bahanelerle koparıp, genelde ırkçı tutumlarla, Alman, Norveçli, çocuk sahibi olamayan bazıları eşcinsel ailelere vermek…

Bu Batı ülkeleri acımasızlıkta daha ne kadar ileri gidecekler acaba? 500 yıl önce yapılmış köle ticareti ve köleciliği belki “O zamanlar yaşam çok acımasızdı, böyleydi” gibi bahanelerle bir miktar hafifletmek olası ama bugün yapılanların hiçbir bahanesi olamaz. Film kısaca çeşitli fırsatçı bahanelerle Norveç’e yeni yerleşmiş, dil bilmez, yol bilmez, genç bir Hintli çiftin biri bebek, diğeri 4-5 yaşlarında ve otistik 2 çocuğunun Norveçli görevlilerce evlerinden “kaçırılmasını” ve geri alabilmek için annenin iki yıllık bir hukuk mücadelesine girmesini anlatıyor.

Yazının Devamı

Atatürk’ün liderliği ve Mehmetçiğin kalbimizdeki özel yeri

Bu vatan ne emeklerle kazanılmış… Son günlerde “Osmanlının Yıkılışı ve Birinci Dünya Savaşı” üzerine iki kitap okudum. Yazarları Eugene Rogan ve Rob Johnson. Önce onların Oxford’da “Osmanlı’nın Yıkılışı ve Birinci Dünya Savaşı” adlı konuşmalarını izledim. Daha sonra kitapları aldım ve sırayla okudum. 19 Mayıs Osmanlı’nın yıkılışını noktalayan ve Cumhuriyetimize atılan ilk adım...

Osmanlı Birinci Dünya Savaşında her sınırda savaşı kaybederken Çanakkale’de yazılan destanı bir defa daha anımsamak, paylaşmak, imkânsızın imkânlı olduğunu, en çetin savaşta bile insanlığı kaybetmemenin ne olduğunu bir defa daha anımsamak istiyorum. Otuzlu yaşlarındaki gepegenç Atamızın bir lider olarak savaşı nasıl doğru idare ettiğini, başarı için yaş ve tecrübenin de liderlikte ille de şart olmadığını burada görüyoruz. Liderliğin en yalın tarifi “Ortak bir amaca yönelik etkileme ve yöneltme becerisi”. Burada o ortak amaç Atamızın liderliğinde saldırı altındaki “Vatanı savunmak”…

Savaştaki liderliğin yanı sıra, Atamız gündüz savaştığı ama düşman olarak görmediği Anzac, yani çoğunluğu Avusturalyalı ve Yeni Zelandalı gençler için söylediği dostça, insanca, duygu dolu sözleriyle de tarihe geçiyor. Ve Avustralya’da çok seviliyor. Eugene Rogan’ın da büyük amcası 20’li yaşların başında bir genç olarak Avustralya’dan Çanakkale’ye geliyor ve ilk çıkarmalardan birinde, ayağını Türk toprağına basar basar basmaz ölüyor. Ailesi bu acının üstesinden hiç gelemiyor. Böyle bir acının üstesinden nasıl gelinir?

Yazının Devamı

İngiltere kölecilikle ilgili köklerini araştırıyor

The Guardian gazetesinin kendi kölecilik köklerini araştırmasıyla başlattığı bu çalışma İngiltere’de çok ses getirdi ve birçok kurum kendi kurumsal kimliklerinin geçmişini araştırmaya başladı. Bu tutum çok olumlu bir tutum olarak öne çıktı. 500 yıl önce yaşamış büyük büyük babalarının hatalarını halı altına süpürmeye çalışmak yerine “Tarihten gelen bir hatamız varsa düzeltelim” tarzı olumlu bir tarz olarak görünüyor.

Bu tutumlar arasında bu hafta taç giyme töreni olan Kral Charles da yer alıyor. Hanedanın kölecilikle ilgili köklerinin araştırılması için talimat vermiş bile. Bu ülkeyi kıta Avrupa’sından ayıran en büyük özellik insan hakları ve hatalarını kabul konusunda çok daha hızlı hareket edebilmeleri, halkına sahip çıkabilmeleri. Avrupa’ya göre daha az ırkçı, daha toleranslı, esnek, yumuşak bir tarz hakim, hem devlet yönetiminde hem de bu yönetimden kaynaklanan bu tutumun toplumsal kültür ve davranışlara yansımasında.

Köle ticareti, kölecilik, ırkçılık ve sömürgecilik üzerine şu anda yazdığım kitaptan buraya aktardığım bilgiler ışığında bu hafta köleciliğin “Koton Kapitali” dizisinde insan yaşamında nelere mal olduğunu işleyemeye başlayacağım. Geçen hafta Manchester’ın küçük bir pazar kasabasından dünyanın ilk endüstriyel kentine nasıl dönüştüğünü kısaca anlatmıştım. İngiltere’nin endüstriyelleşmesinin ardındaki Amerika kıtasındaki köleciliğe değinmiştim. Bu entegre bir sistem olarak karşımıza çıkıyor.

Yazının Devamı

Manchester’ın kölecilik ile bağlantıları

Matthew Stallard “Bu konuda bilinçli bir hafıza kaybı yaşanıyor. Manchester’da işlenen ve kenti, buranın insanını varsıllaştıran bu koton nereden geldi, kimlerin, hangi kölelerin emeği var, herkes biliyor” diyor.

1500’lerden başlayarak 1807 yılına kadar Afrika’da insanlar “avlanıp”, gemilere bindirilip, çok ağır koşullarda, yeni kıtaya götürülüp ticari bir meta gibi satıldılar, buna “köle ticareti” diyoruz. Bir kısmı (zayıf olanlar) ağır koşullar nedeniyle yolda yani gemide öldüler ki bu da kasıtlı bir ticari zihniyetti; zayıfın ayıklanması. Güçlü olanlar ise ticari meta olarak satıldıktan sonra devasa pamuk, tütün, şeker kamışı tarlalarında çok ağır koşullarda acımasızca çalıştırıldılar ki bazı ülkeler (Avrupa ülkeleri) ve bu ülkelerdeki kişiler, aileler bu ticaretle çok varsıllaştı.

Hem avlama, toplama, satma aşamasındaki ticaretle çok para kazandılar, hem de çiftliklerde çalıştıran arazi sahipleri kazandı. Yani, geniş bir işbirliği, organizasyon, takım çalışması söz konusu. O varsıllık bugüne kadar ırkçılığın gölgesinde devam etti ancak George Floyd’un beyazlar tarafından acımasızca öldürülmesi olayı ile bardak taştı ve bu acımasız sömürü ile ilgili araştırmaların, hak aramaların hızı arttı.

Yazının Devamı

Paradan öte: Kölecilik tazminatının mantığı

Olivette Otele Londra Üniversitesi SOAS Bölümünün kölecilik ve ırkçılık üzerine çalışan değerli bir Profesörü. The Guardian gazetesinde yayınlanan “The Cotton Capital” (Pamuk Kapitali) dizisi ise The Guardian gazetesinin ilk kurucularının kölecilikle ilgili bağlantılarını, transatlantik köleciliğinin Manchester’ı, Britanya’yı ve dünyayı nasıl şekillendirdiğini anlatıyor.

The Guardian’da “Paradan Öte: Kölecilik Tazminatının Mantığı” başlığını taşıyan yazı dizisinin alt başlığı ise “Kölecilikle ilgili tazminat ödemesi yalnızca para ile ilgili bir şey değil, daha iyi bir gelecek için eşitsizliklere ve ataları köle olanlarla iyi niyet ilişkisine girmeye işaret eden bir davranış” sözleriyle devam ediyor. Yazılar Olivette Otele’den, illüstrasyonlar ise Mauwena Kattah’tan…

Yazının Devamı

Pagan Tanrıçası Eostre

9 Nisan Pazar günü Paskalya, Hristiyan aleminde tütsüler, çikolatalar, tavşanlar ve yumurtalarla kutlanan, İsa’nın çarmıha gerilişinin üçüncü gününde göğe yükselip tekrar dirilişinin (resurrection) kutlandığı dini bayram. Ortodokslar daha faklı bir tarihte kutluyorlar, bu tarih Katolik ve Protestan Paskalyası. İtalyancada Pasqua, Fransızcada Paques, Yunancada Pascha, Danimarkada Paaske ama İngilizce tabiri Easter. Almancada da Ostern. Acaba bu farklı sözcük, Easter’ın kaynağı ne?

Eostre (Ostara) Anglo-Saxon Pagan dininde bahar ve doğurganlık tanrıçası. Ostara Keltlerde ilkbahar tanrıçası, Keltler bir ağacın çevresinde dans ederek kutlarmış bu bayramı. Paganizm kökenleri dünyanın kadim doğa dinlerine uzanan bir inanç biçimi ve bu dinlerin genel adı. Bu dinlere ait olanlara pagan deniyor.

Latince paganus sözcüğü kırsal demek, Hristiyan inancında olmayanlara pagan denirken, Hristiyanlık önce kentlerde yayıldığı için bunların çoğu kırsal kesimde yaşayan kişilermiş. Paganların cami, kilise, sinagog gibi ibadet yerleri yok, ama özellikle ağaçlar, sonra tepeler, deniz kıyıları, mağaralar kutsal sayılıyor. Yani, tüm doğa paganların ibadet alanı. Felsefesi doğanın yüceltilmesi, tek bir kurucusu, kutsal kitabı ya da dinsel felsefesi yok.

Yazının Devamı