Cenk Özdemir

Cenk Özdemir

Köşe Yazısı

Tebrik ve uyarı

2017 yılının son günlerinde sırtında çoban kepeneği ile Gaziantep'ten Ankara'ya protesto için yürürken tanıdım onu. Osman Türkman gördüğü haksızlıklar karşısında bir yola baş koydu ve o yolun dikenlerine aldırmadan yürüdü. Çobanların yaşam koşullarını ve küçükbaş hayvancılığının durumunu iyileştirebilmek adına Gaziantep il Birliği'nin başkanlığına talip oldu. Bu yolda bazı bedeller de ödedi tabii ki; Tarım Bakanlığı'nda 25 yıldır yürütmekte olduğu veteriner teknikerliği görevinden istifa etti. Gaziantep milletvekilliği de yapmış olan Şamil Tayyar tarafından tehditlere bile maruz kaldı. Ortalama bir Türkiye vatandaşının bu yoldan dönerek yılgınlık gösterebileceği bu koşulda bile o yılmadı ve bugün itibariyle hedefine ulaştı. Osman Türkman, artık Gaziantep İli Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği Başkanı. Önce Gaziantep sonra da Türkiye küçükbaş hayvancılığına ve çobanlarına hayırlı olsun bu sonuç. Birliğin her üyesinin ayrım yapılmadan oy kullanabileceği demokratik bir ortamı savunan, denetlenebilir, şeffaf, sahada her bir üyeye dokunarak sorunlarıyla ilgilenebilen, siyasi ayırımcılığa girmeyen, çözüm odaklı, hakkaniyetli, ulusal çıkarlar doğrultusunda hareket eden bir başkan olacağına inandığım OsmanTürkman'ı canı gönülden kutluyor ve başarılar diliyorum. Yürüdüğü bu kutlu ve haklı yoldaki ilk hedefine ulaşmasında eğer benim ve Ulusal Kanal'ın bir toz tanesi kadar katkısı varsa bile bu bizi, Türkiye için faydalı birşey yapabilmiş olmak adına son derece mutlu eder ve göğsümüzü kabartır.

Şunu da söylemek isterim ki Osman Türkman için belki de en zor zamanlar bundan sonra başlıyor. Neden mi? Çünkü biz, yani insanoğlu tamahkarızdır. Güç ve mevki sahibi olunca gözümüz görmez, kulağımız duymaz, gönlümüz hissetmez olur. Nereden geldiğimizi, geçmişte ne yaşadığımızı unutuveririz. Gönül gözümüzün önüne bir perde iniverir, bizlere güvenen insanları hayal kırıklığına uğratırız. Benim Osman Türkman'a olan güvenim tamdır. Gaziantep'li çobanları ve hayvancıları hayal kırıklığına uğratacağına hiç ihtimal vermiyorum... Fakat olur da bir gün duyarsak, Osman Türkman -belki de istemeyerek- hakkaniyetli davranmıyor, işte o zaman bu sefer Türkman'ın karşısına dikilerek hak arayan, haksızlığa uğramış, başka bir kepenek giyen çobana, Ulusal Kanal'ın kapılarını açar, ormandaki yangına bir damla su taşıyan karınca misali toz tanesi kadar desteğimizi ona veririz. Haksızlık kimden ve nereden gelirse onun karşısında olmak bizim şiarımızdır, herkesin de böyle olmsı gerekir. Bu vesileyle Gaziantepliler'i de verdikleri destekten dolayı kutluyorum. Gazi şehrimizin vatanseverleri yine namlarının hakkını verdiler.

"Hiç dinlenmemek üzere yola çıkanlar, asla yorulmazlar."

Yazının Devamı

İki Osman

Sevgili Ziraat Mühendisi Zooteknist Osman Tanju Güneri öncülüğünde kurulacak "Ulusal Küçükbaş Konseyi" şimdiden ülkemize hayırlı uğurlu olsun. Peki neden bu ülkenin küçükbaşçıları böyle bir konsey kurma gereği duydular. Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği ihtiyaçlarını karşılıyamıyor muydu? Demek ki karşılamıyor olmalı ki böyle bir girişimde bulunuluyor. Bu oluşum hayvancılıkta taşları yerinden oynatır gibime geliyor.

Taşları yerinden oynatırken, iktidarın arka bahçesi olan "Birlik" te birşeyler değişir mi bilemem. Yetiştiricinin derdine derman aramak yerine, yurtdışı fuarlarına heyetler halinde giderek köylüden kestikleri aidatlarla zevki sefa yapma geleneği biter mi onu da bilemem. Ya da birlik üyelerinin oy kullanma hakkını gasp edip oturduğu koltuktan kalkmama adeti son bulur mu? Olur mu olur.

Bir de kısmetse bu ayın 9'unda Gaziantep'te küçükbaş birlik başkanlığı seçimleri var. Orada da Veteriner Teknikeri olarak yıllarca Tarım Bakanlığı'nda sahada görev yapmış Osman Türkman 1 yılı aşkın süredir vermiş olduğu emeğin karşılığını alacak umarım. Gaziantep'deki bu değişim de Türkiye genelinde bir domino etkisi yaratır mı? Göreceğiz. Ama bu her iki isim de yılmadan mücadele etmenin önemli örnekleridir. Atatürk'ün belirttiği gibi çalışmadan yaşamaya alışmış milletler yok olmaya mahkumdurlar. Emperyalizme karşı en büyük savaş şekli çalışmak ve üretmektir. Bunun için de en önemli adım, üretimin ve üretenin önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Trakya'da bir Osman, Gaziantep'te başka bir Osman, küçükbaş hayvancılığının Türkiye'de bir uçtan bir uca değişmesi yolunda önemli adımlar atıyorlar, atacaklar. Ve niceleri de bu olumlu gelişmelerde önemli katkıda bulunacaklardır. Küçükbaş hayvancılığın üzerine güneş elbet doğacak ve ülkemizin hayvancılık ile ilgili sorunları çözülecektir.

Yazının Devamı

Kabahat kimde?

Bakanından veterinerine, ziraat mühendisinden çiftçisine herkes her yerde stokçulara, fırsatçılara veryansın ediyor. Fırsatçı tüccarlara hakaretler eden mi dersin, ocaklarına ateş düşürüp yakanlar mı dersin ne ararsan var...Mal stoklayıp ürünün fiyatını artırıyorlarmış, krizi fırsat bilip zam yapıyorlarmış, enflasyonu tırmandırıyorlarmış, çiftçiyi ekip biçemez, yetiştiriciyi hayvanına bakamaz hale getiriyorlarmış, ülke ekonomisini baltalıyorlarmış, tarımın sonunu getiriyorlarmış falan filan...

Şimdi anladınız mı neden bu ülkede bazı insanların özelleştirmelere şiddetle karşı çıktığını? Keşke o zaman o insanlar serbest piyasa ekonomisinde devletçiliği ve halkçılığı savunduğunda siz de onlara destek olsaydınız. ET BALIK KURUMU satılmasın, devlet yetiştiricinin hayvanını her an uygun para ödeyerek alsın, biz de yerli, sağlıklı et yiyebilelim deseydiniz, YEM SANAYİİ satılmasın devlet yetiştiriciye uygun fiyatta yem satsın, GÜBRE SANAYİİ satılmasın çiftçi ucuz gübre alsın, ZİRAAİ DONATIM KURUMU kapatılmasın çiftçi uygun fiyata traktörünü, mibzerini, pulluğunu alsın deseydiniz....Bunlar gibi onlarca devlet kurumu satıldı bitti ama siz bişey demediniz, diyemediniz...En son, geçtiğimiz yıllarda elde kalan son kalelerimiz olan ŞEKER KURUMLARI da satıldı böylece pancar tarımı, hayvancılık büyük bir darbe daha aldı... Siz yine sustunuz... Şimdi de devletin, kontrolün ve gücün tamamını eline verdiği modern çağın ağalarından insaf bekliyorsunuz!

Fırsatçı, açgözlü dediğiniz adamlara neden kızıyorsunuz? Kızmayın. Bu tüccarların, iş adamlarının suçu yok, hatta onlar haklı. Neden mi? Çünkü o gücü o ağaların eline siz verdiniz. Kendinize ait fabrikaları, kurumları onlara yok pahasına sattınız parasını da har vurup harman savurarak lüks hayat hayalleri kurdunuz. Aslında kendi malınız da değildi onlar, bir "Kurtuluş Savaşı" vermiş atalarımızdan aldığımız, çocuklarımızın geleceğiydi hepsi. Bir ülkenin geleceğini karartacak adımlara ses çıkartmayarak suça ortak oldunuz. İşin daha gerçek ve acı tarafını da söyleyeyim: Bu fırsatçı, hırslı, paragöz tüccarlara hakaret edenlerin hepsi de aynı durumda aynı fırsatçılığı yaparlardı emin olun çünkü oyunun kuralı bu!

Yazının Devamı

Nesini söyleyim canım efendim

Yakın zamanda rant ekonomisinden, satacak fazla bir şeyimiz kalmadığı için özelleştirme ekonomisinden, borçlanma ekonomisinden falan çıkıp “Üretim Ekonomisi”ne geçtik çok şükür. Bu müjdeli haberi Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan açıkladı, hayırlı uğurlu olsun.

Cumhurbaşkanımızın damadı, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak da “Yeni Ekonomi Programı”nı açıkladı. Bu yeni program çerçevesinde tarımı ve hayvancılığı ilgilendiren başlık ise “Tarımda Milli Birlik Projesi” oldu. Bir ara da, o zamanlar adı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olan koltukta oturan Faruk Çelik bir proje başlatmıştı: “Milli Tarım Projesi”. AKP Hükümetleri’nin bütün bu açıklamaları aslında birer itiraf niteliğindedir: “Biz ekonomide, tarım ve hayvancılıkta gayri milli idik, üretim dışında her şeyi, üreten dışında herkesi destekliyorduk, birlikten değil ayrılık gayrılıktan yanaydık, bundan sonra birlik içinde, üretenin yanında olmaya ve milli olmaya çalışacağız.” Bu projelerden başka bir anlam çıkaramıyorum, çıkaran varsa söylesin.

2016 yılının sonlarında açıklanan Milli Tarım Projesi’ne ne oldu? O tarihten sonra tarımımızı millileştirebildik mi? Tarım ve hayvancılığımızı ithalat kıskacından kurtarabildik mi? Girdi maliyetlerini düşürüp komisyoncunun ve vurguncunun değil üreticinin kazandığı bir sistem yaratabildik mi? Çiftçi örgütlerini, koltuklarına çöreklenmiş yöneticilerden kurtarıp işler hale getirebildik mi? Örgütlü bir çiftçi yaratabildik mi?... Herhalde bütün bunları başaramamış olmalıyız ki yeni bir plan-programla çıkıldı karşımıza. Tarımda Milli Birlik Projesi… Milli Tarım’a bir de “Birlik” kelimesini ekleyerek mi halledeceğiz her şeyi? Dünya’da ve bizde yöneticilerin başvurduğu taktik budur. Başarısızlıklarını örtmek adına ulusal ve kutsal değerleri kullanılırlar. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. İnsanlarımızın artık bu gerçeği anlaması gerektiğini düşünüyorum.

Yazının Devamı

Gayri milli, şekersiz, ''kıyak'' tarım

2016 yılının son aylarında açıklanan ve 2017’nin başından itibaren geçerli olacak bir “Milli Tarım” projesi vardı. O dönemde şu soruyu sormuştum: “Bu projenin ortaya çıkması, şimdiye kadar gayri milli bir tarım politikamız olduğu anlamına mı geliyor?”. Öyle ya 2002 yılından beri ülkeyi yöneten siyasi erk, 2016 yılında “ Bir Milli Tarım projesi geliştirdik, bundan sonra bu proje ile tarım ve hayvancılıkta ileri gideceğiz” dediğinde, insan “ Demek ki şimdiye kadar tarım ve hayvancılıkta milli değilmişiz” diye düşünüyor. Düşünmekte de haklıyız, çünkü bugüne kadar tarım adına atılan adımların birçoğunun gayri milli olduğunu görüyoruz.

Babalar Gibi Satmak

Süleyman Demirel tarafından Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirilen Turgut Özal’ın, 1980 yılında aldığı 24 Ocak Kararları ile başlayan bir özelleştirme hareketinin son halkası,”babalar gibi satarım” cümlesiyle hafızalarda olan, AKP iktidarının simge ismi, bir dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan idi. 24 Ocak Kararları’nın, Tarım ve Hayvancılığımızı da yakından ilgilendiren içeriği özetle şöyleydi:

Yazının Devamı

Cam filmi ve çobanlar

2017 yılının son günlerinde gündeme bomba gibi düşen bir haber hepimizin yüreğini dağlamıştı. Bütün ülkeyi üzen ve içimizi burkan şey, Trabzonlu bir gencimizin haykırışıydı. Alman marka pahalı arabasının önünde cep telefonuyla özçekim yapan gencimiz üzgündü, dertliydi, anlatıyordu. Kendisi önde, arabası arkada, Sayın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan'a dert ve kaygı dolu mesajlar gönderiyordu. Sadece kendisi için değil tüm ülke gençliği ve vatanı içindi haykırışı. Kendisi gibi haksızlığa uğramış gençler adına da konuşuyordu.15 Temmuz'da tutmuş olduğu nöbet ve darbeye karşı duruşuna karşılık gördüğü muameleye de içerlemişti. Vatanı için yaptığı onca şeyden sonra, kendi ülkesinde karşılaştığı haksızlık bu olmamalıydı! Neden arabasının önünde ve onu göstererek konuşuyordu peki? Derdi arabasındaydı. Bu gencimiz arabasına yaptırmış olduğu cam filmi uygulaması nedeniyle yasaya aykırı olduğu için trafik polislerimizce ceza yemişti. İçişleri Bakanlığı tarafından terörle mücadele amacıyla getirilmişti bu yasak. Araçlara sonradan takılan cam filmlerinden dolayı içleri gözükmüyordu. Güvenlik gerekçesiyle kanun hükmünde kararnameyle getirilen bu yasağa, Türkiye'nin duyarlı insanları tarafından özellikle gençler tarafından tepkiler arttı ve hatta CİMER'e yani Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi'ni e-posta yağmuruna tuttular. Bunun üzerine Cumhurbaşkanımız duyarlı bir davranış göstererek devreye girdi ve partisinin merkez yürütme kurulunda konunun tartışılmasından sonra "mağduriyet yaratılmaması" konusunda görüş bildirdi. Bununla da kalmadı, Cumhurbaşkanımız: “Yasak yanlış, mağduriyet olmamalı, gerekli düzenlemenin yapılması için talimat verdim” dedi. Hatta “Genelge yayınlayın, düzeltin bu işi'' şeklinde ifadelere yer verdiği bile iddia edildi. Ülkenin bütün görsel ve yazılı medyasında bu gencimizin haykırışı ve getirilen yasak yer aldı. Televizyonların ana haber bültenlerinde dakikalarca bu çığlık gösterildi. Basınımız doğal olarak haksızlıklara karşı duyarsız kalamazdı ve üstlerine düşen vazifeyi layıkıyla yerine getirdiler ve bu adaletsizliği kamuoyuyla paylaştılar. Ve en sonunda Cumhurbaşkanımız'ın duyarlılığı sayesinde bu haksızlığa son verildi.

Takvimlerde tarih 29 Aralık 2017 idi. Gaziantep'te bir çoban Ankara'ya kadar olan yaklaşık 670 km'lik yolu sırtında kepeneği ile yürümeye başladı. Yola çıkmadan önce yaptığı basın toplantısına: "Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN'a Gaziantep'te yaşayan çobanların sorunlarını anlatmak için Gaziantep'ten Ankara'ya yürüyüşümüzü başlattık. Dualarınızı esirgemeyin..."diye başlamıştı ve basın bildirgesinin devamında da uğradığı haksızlıkları dile getirmişti:

"Gaziantep İlinde bulunan yaklaşık 4691 üyesi olan Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliğinin 2014 yılı Haziran ayındaki seçiminde kargaşa çıkarılarak seçim iptal edildi, 2014 yılı Kasım ayındaki ikinci seçim sürecinde Gaziantep milletvekilimiz Şamil Tayyar’ın baskısı nedeniyle seçimlerden çekilmek zorunda kaldım. Aradan 3 yıl geçti, üyelerin mevcut yönetimden memnun olmamasından dolayı 538 Birlik üyesi Anayasal haklarını kullanarak noter aracılığıyla Olağanüstü seçim talebinde bulundu....

Yazının Devamı

Tarlada izimiz harmanda yüzümüz yok

“Türkiye 2017’de de ihracat rekoru kırdı. En yakın takipçileri olan Amerika, Hollanda, Fransa, Almanya, Belçika, İspanya gibi ülkeleri geride bırakarak bitkisel ve hayvansal üretimde yine 1. Sıradaki yerini korudu…”

AKP’nin yarattığı yalan rüzgârlarından bir esinti gibi duruyor bu birincilik hikâyesi. 17 yıldır iktidarın tek sahibi olan AKP’nin bu peri masalını gerçeğe dönüştürmesi çok uzak bir ihtimal miydi peki? Hayır değildi. Belki “Dünya Birinciliği” değil ama tarımsal üretimde kendi kendine yetebilen bir ülke konumuna yeniden gelebilmemizi sağlayabilirlerdi ki ona bile razıydık; sağlayamadılar, sağlayamazlardı, sağlayamayacaklar... Bir zamanlar Amerika’nın BOP Eş Başkanlığı görevini yürüten bir hükümetin, sermayeci, liberal ekonomi politikalarıyla bunu başarabilme ihtimali yoktu. Amerikancı 12 Eylül’ün ortaya çıkardığı iklimin ruhu olan AKP’nin, 2017 yılının sonunda verdiği, Şeker Kurumu’nu kapatma kararı da zaten bunu doğruladı. 2000’lerin başında ‘Şeker Yasası’ ile darbe vurulan pancar tarımını ve pancar çiftçisini tamamen bitirme yolunda, insan sağlığına zararı bilim adamlarınca ortaya konulan NBŞ (Nişasta Bazlı Şeker)’in ülkemize girmesi sağlanarak, küresel sermayeye daha çok para kazandırılmaya devam ediliyor. Bu durum pamukta da aynıdır. Adana’ da ve Şanlıurfa’da pamuk tarımı da can çekişmektedir.

Tarım ve hayvancılığı katleden sadece AKP midir? Hayır. Cumhuriyet’in ilk döneminde her alanda olduğu gibi tarım ve hayvancılıkta da büyük ve kararlı adımlar atılmıştı. Sonraki dönemde tarım alanında kurulmuş “Kamu İktisadi Teşebbüsleri” olan YEMSAN ( Yem Sanayii), SEK ( Süt ve Et Kurumu), EBK ( Et ve Balık Kurumu ), TEKEL, TMO( Toprak Mahsülleri Ofisi) gibi kurumları, FİSKOBİRLİK, TARİŞ gibi büyük üretici kooperatifleri zamanla ya etkisizleştirip içleri boşaltıp sadece tabelası bırakıldı, kapatıp kapısına kilit vuruldu ya da özelleştirme numarasıyla yandaşa peşkeş çekildi. Türkiye’nin ABD güdümüne girmesinden sonra gelen bütün hükümetler tarımdaki bu hazin sonu hazırlayan adımlar attılar. Babalar gibi satmak ise AKP’ye nasip oldu. Ülkeyi işkence haneye çeviren 12 Eylül Darbesi’nin ülkenin batısından doğusuna bütün köylerde özellikle keçi sürüsü sahiplerine orman memurları vasıtasıyla meraları ve ormanlık alanları dar etmesi bile yine bu "projenin" bir parçasıdır. Küçükbaş coğrafyasında koyunu, keçiyi yasaklayan zihniyet, köylüyü kentlere tıkmayı başardı. Bugün "hadi gel köyümüze geri dönelim" şarkısı söyleyerek kentli olmuş köylüyü kandırmaya çalışıyorlar. Günümüzde köylerde genç nüfus yok denecek kadar az, tarımla uğraşan nüfus 50'li yaşlarda insanlar ve bu insanlar borçlarını ödedikleri ya da çocukları okullarını bitirdiği anda üretimden çıkıyor. "Benim çektiğim rezilliği çocuğum çekmesin!" diyen çiftçi, çocuğunu tarımsal üretimden uzaklaştırıyor , çiftçiliğe noktayı koyuyor. Köylerde yaşayanların çoğunluğu ise yazlıkçı emekliler. Köyler artık üretimin merkezi olmaktan uzak. Bir de mahalle yapılan köylerde çeşitli sorunların yanında meralar da il ve ilçe belediyelerinin insafına bırakılmış yani hayvancılık dışı kullanıma terk edilmiş. Merasız koyun keçi beslemeye çalışan yetiştirici para kazanmaya çalışıyor.

Yazının Devamı

Ucuz etin yahnisi

Cumhuriyetimizin 100. yılına dair, AKP'nin farklı konularda ortaya koyduğu plan ve hedefleri var. Bunları okuyor ve izliyoruz. 16 yıllık AKP iktidarının geçmiş siyasetlerine baktığımızda çok da inandırıcı gelmeyen bu hedeflerden biri de tarımla ilgili olanı. İktidarları döneminde ülkenin temel değerleri olan "Türk Milliyetçiliği" ile, "Laiklik" ile, "Asker" ile ve "Mustafa Kemal ATATÜRK" ile uğraşmayıp üretim ekonomisine ve tarıma önem vermiş olsalardı zaten tarımla ilgili olan bu sorunları bugün konuşmuyor olurduk. Tarımın önemli bir kolu olan hayvancılıkla ilgili olan kısmında ise AKP'nin "2023 Hedefi" aşağıda olduğu gibi özetlenmiş. Dünya gazetesi yazarı Ali Ekber Yıldırım'ın haberine göre Tarım Bakanı Fakıbaba'nın Bakanlar Kurulu'na sunumu şöyle:

Girdi maliyetlerinin günbegün arttığı bir dönemde ithalat sopasını sürekli sırtında hisseden yetiştiricilerin ve besicilerin yavaş ve hatta son zamanlarda daha hızlı bir şekilde üretimden çıktığı ve çıkarken de dişi hayvanlarını da kesime gönderdiği bir ortamda, çiğ süt fiyatlarının yarın ne olacağı belli olmadığı, meraların betonlaşmasına izin verildiği fakat hayvancılığa kullandırılmadığı bir ülkede bu hedeflere nasıl ulaşılacak acaba diye merak etmeden duramıyor insan. Bir de güzel bir söz geliyor insanın aklına: "Sahip olduğun tek alet bir çekiçse her şey bir çivi gibi görünmeye başlar". Serbest piyasa ekonomisini amaç edinen bir anlayışın halkçı bir politika uygulamasını beklemiyorum. Adı üstünde para için her şey serbest, ithal et para kazandır, üreten emekçi ezilsin.

Bakanlığın ithal ettiği etleri A101 ve BİM mağazalarında sattırmaya başlaması da başka konularda tartışmalara sebep oldu. Fakıbaba, 21 Ekim’de Şanlıurfa’da , “Allah’ın izniyle bir haftaya kadar garibanın nasıl ucuza da et yediğini hep beraber göreceğiz” demişti. Bu zihniyet devam ederse üreten çiftçinin, yetiştiricinin nasıl bittiğini de hep beraber göreceğiz. Fakıbaba, temmuz ayının sonunda göreve geldiğinde et ithalatını 3 yıla kadar bitireceklerini de söylemişti. Aile işletmeleri, küçük işletmeler ve yetiştiricilere biraz daha sabır diliyorum. 3 yıl daha dişinizi sıkın.

Yazının Devamı

Verin benim KİT'lerimi

Hayvancılık yapan yetiştiricilerimizin ortak söylemidir: “Yem Çok pahalı!”. Peki, yem neden pahalı biliyor musun sayın yetiştiricim? 1958 yılında kurulan YEMSAN isminde bir “Kamu İktisadi Teşekkülü” vardı. Türkiye’nin tamamında 26 adet fabrikası olan bu YEMSAN’ın, 1970’de %30 pazar payı, 1990’da %12’ye düşmüştü fakat yine de özel sektörün pazardaki fiyat etkisini dengeleyebiliyordu. Yani kısacası, sen yemini bugünkü gibi pahalı almıyordun. Arkanda “Devlet” vardı.YEMSAN’a ne mi oldu? 1997 yılında özelleştirildi.

Süt Sığırcılığı yapan sayın yetiştiricilerimiz de her zaman derler ki: “Çiğ süt fiyatı çok düşük. Para kazanamıyoruz.” Neden kazanamadığını biliyor musun? Kısa adı SEK olan bir “Süt Endüstrisi Kurumu” vardı, 1963 yılında kurulmuştu. Sütçülük yapılan bölgelerde süt işleme tesisleri kurardı, üretici, fiyat düzenlemelerinden ve desteklemelerinden faydalanırdı. Yani üreticinin sütü, tüccarın, komisyoncunun eline düşmezdi, üretici sefil olmazdı bu insanların elinde. Para kazanırdı sütünden. Arkasında yine “Devlet” vardı. SEK’i de 1993-1999 yılları arasında özelleştirdiler.

Besicilik yapan,danasından, boğasından, koçundan, tekesinden para kazanma umudunda olan yetiştiricim, girdi maliyetlerini hesaplıyor, ona göre fiyat belirleyip hayvanını kestiriyor. Kasaptaki etin fiyatına “bakan”laret çok pahalı diyor, bunun üzerine “Devlet”,fiyatları dengelemek için, canlı hayvan ve et ithal ediyor. Olan yine üreticiye, olan yine ülkemize oluyor. Üreticiden canlı hayvan alıp, kesim sonrası bunları işleyen ve bu işlenmiş ürünleri piyasaya süren bir kurum vardı zamanında. Kısa adı “EBK” olan “Et ve Balık Kurumu”. İşte bu kurum 1952 yılında kuruldu. Ülkenin dört bir yanındaki kombinaları, tesisleri satılarak özelleştirildi. Bugün Et ve Süt Kurumu adı altında varlığı ile yokluğu belli olmayan silik bir kurum şeklinde hayatına devam ediyor. Bir zamanlar yine, üreticinin arkasında “Et ve Balık Kurumu” ile vücut bulan bir “Devlet” vardı. Onun yerine ne var mesela? Ankara’da EBK’nın Yenimahalle’de bulunan eski arazisinde üretim değil tüketimi pompalayan Balkanlar’ın en büyük alışveriş merkezi var.

Yazının Devamı

Tarım bakanı değişmiş... Şaşırmadım

Bu ülke, bunun gibi olaylara şaşırmamayı öğretti bana. Bilmem Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndaki bu değişime şaşıran var mı? Şaşıranın aklına şaşarım.

Tarım ya da herhangi bir konuda etkin ve önemli olan, bakanlık koltuğuna oturan kişiler değil, mevcut hükümetlerin yapacağı planlar ve politikalarıdır. Her bakan değişikliğinde gelen bakanın göstereceği mucizeleri beklemekten vazgeçin artık. Önemli olan soru "Ülke iyi yönetiliyor mu?" sorusudur. İyi yönetilmeyen ülkemizde maalesef tarım da iyi yönetilmiyor. Tüketici pazarda, markette hesaplı ve sağlıklı gıdaya ulaşmakta zorluklar yaşıyor, çiftçi de tarlasından, ahırından pazara sunduğu ürünlerden elde ettiği gelirle daha alınteri ve nasırlı ellerinin hakkını veremiyor. Mazot ve gübre gibi girdilere para yetiştirmeye çalışırken, diğer yandan da bir sonraki dönemin hayalini kuruyor.

Gelecek senesi hiç bitmeyen çiftçilerimiz Tarım Bakanlığı koltuğuna her oturandan kendisini kurtarmasını beklerken ülkemizde şunlar olur:

Yazının Devamı