Adam bilmiyor, biliyor gibi yapıyor.
Bilmeden, sana öğretmeye çalışıyor.
Yanlış yapıyor, yalan söylüyor,
Adam bilmiyor, biliyor gibi yapıyor.
Bilmeden, sana öğretmeye çalışıyor.
Yanlış yapıyor, yalan söylüyor,
Hangi bayram olursa olsun, sevinç, mutluluk ve dostluk rüzgarları eser. Eskiden beri her türlü bayramı kutlamayı severim.
Bu bayramda, “Müslüman âleminin bayramını kutlar, barışa ve dostluğa vesile olmasını dilerim” diye yazamadım. Filistin/İsrail bölgesi kan ve ateş içindeyken elim, beynim, vicdanım elvermedi.
İsrail ve Filistin’i iki kez ziyaret ettim. Kudüs’e hayran oldum. Ziyaretlerim sırasında, yüzeyde göründüğü kadarıyla, her türlü etnik, din ve mezhepten insanlar iç içe, mutlu yaşıyorlardı. Yalnız Yahudi dostlarla değil, Filistinli, Arap, Türk, İsveçli, Ermeni, Süryani, Dürzi vb insanlarla da görüştüm.
Bugün gibi hatırlıyorum. Hasan Yalçın’ın 29 Ağustos 2002 tarihinde kalbimize gömüldüğünü Yazar Erol Sever’den duymuştum. Çok üzülmüştük. Dilinden ''Öyle devrimci kolay yetişir mi?'' sözleri dökülmüştü. Hasan Yalçın 24 saatini Türk devrimine adamış, bir saniyesini boş geçirmek istemeyen bir Aydınlıkçıydı. Varlığını Türk varlığına armağan edinceye dek çalıştı.Bir yıl sonra da 10 Şubat 2003 tarihinde değerli arkadaşımız, Turan Dursun ödülü sahibi yazarımız, Erol Sever yoldaş oldu yıldızlara. O da tüm varlığını Aydınlık’a, Türk milletine armağan eden bir devrimciydi…
Ve daha nice arkadaşlarımız…
3 Mayıs’ı 4 Mayıs’a bağlayan gece de Ulusal Kanal Ana Haber Sunucusu Teoman Alili yoldaş oldu yıldızlara. Alili haberlere ''Büyük Milletimiz'' diye başlıyor, "Varlığımız Türk varlığına armağan olsun" sözleriyle noktalıyordu. Yaşamı boyunca bu sözlerinin ardında durdu.
Deniz Gezmiş’le arkadaşmışlar, Mahir Çayan’la yoldaşmışlar, acayip solcu ve de Emperyalizme karşıymışlar. ABD Coni’lerine “GO HOME YANKİİİİ!” demişlermiş. Birçok arkadaşımız 50 küsur yıl önceki hatıralarıyla yaşıyorlar. Aralarında çok sevdiğim, saydığım dostlarım var. Ne yazık ki, aralarında tek tük mücadeleyi sürdürenler olmasına karşın çoğu HDPKK’ya ve soykırım tüccarlarına karşı çıkma cesaretine, gücüne, iradesine sahip değiller artık. Karşı çıkmayı bırakalım bari sessiz kalsalar. Onaylıyorlar. Kafa sallayanlar, boyun kıranlar var...
İsveç’ten örnek vererek anlatmaya çalışalım.
HDPKK VE SOYKIRIM YALANCILARI EL ELE
TRT’de şimdiye dek beş bölümü yayınlanan “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisine tek bir şey diyorum başka bir şey demiyorum: REZALET.
Hem İsveç’te aldığım film eğitimim hem de İsveç Televizyonu’nda program yapımcılığı deneyimim nedeniyle bunu söylemek için yetkin olduğumu düşünüyorum. Yani konuya ilişkin bilgime, becerime ve deneyimime dayanarak söylüyorum. Bu dizi ne bir belgeseldir ne bir kurgu film ne de kurgu-belgesel filmdir. Bu ucube nedir? Tek kelimeyle bir “REZALET” ...
Bir film yapılırken bir hazırlık yapılır. Araştırılır, konuya ilişkin kitaplar okunur. Bilenlerle konuşulur. Olayların geçtiği yerler incelenir. Doğru dürüst bir senaryo yazılır. Filmde çalışacak sanatkar ve zanaatkarlar belirlenir. Bence bu filmde bunların hiçbiri yapılmamış.
İsveç Ermeni Federasyonu Başkanı Katrin Hakopian İsveç Başbakanı Stefan Löfven’e bir çağrı yaparak 1915 olaylarının hükümet tarafından soykırım olarak tanınmasını istedi. Hakopian Löfven’in 2014 yılında bu konuda söz verdiğini yazdı. Stockholm Üniversitesi uluslararası profesörlerinden Pål Wrange’nin bu konuda hükümetin önünde hiçbir engel olmadığına işaret ettiğini belirtti. Ermeni Federasyonu Başkanı Türkiye’den çekinmeden bu kararın alınmasını istedi ve “Bu açıklama [Biden’in] mutlaka NATO üyesi Türkiye ile geçici olarak siyasi ve ekonomik ilişkilerin kötüleşmesine yol açacaktır. Ama başka ülkeler soykırımı tanıdığında olduğu gibi bir süre sonra normalleşecektir” dedi.
İsveç’te 1915 olaylarının meclis tarafından soykırım olarak kabul edilmesi için özellikle Ermeni ve Süryani kökenli milletvekilleri pekçok kez sistemli bir şekilde öneriler vermiş, her defasında yanlarına başka milletvekillerini de alarak bu önerilerini bir iki ufak değişiklikle sunup durmuşlardı. Öneri her defasında reddedilmişti.
İsveç Meclisi Riksdagen 11 Mart 2010 tarihinde Türk kökenli bir milletvekilinin oylamaya katılmaması (oylamaya 88 milletvekili katılmadı) ve Türkiyeli Kürt kökenli bir milletvekilinin kabul oyu vermesi sonucu 130 hayır ve 131 evet oyu ile yani 1 oy fark ile sözde soykırım kararını kabul etti. Kabul edilen bu kararla sadece Ermeniler değil Süryani, Asuri, Keldani ve Pontus Rumları da bir soykırım armağanıyla ödüllendirilmiş oldular.
“Bir Bahar Akşamı Rastladım Size”... Bu şiiri Selahattin Pınar bestelemişti. Söylemeyen Türk müziği sanatçısı kalmamıştır belki.
60’lı yıllarda İzmir Namık Kemal Lisesi’nde okurken öğretmenimiz vermişti Bir Bahar Akşamı isimli şiir kitabını. Edebiyat öğretmenlerimizden Fuat Edip Baksı 1963 yılında yazmıştı bu dizeleri.
Gençken bulamadığı bir aşkı yaşı epeyce ilerlediğinde bulur Fuat Edip. Bir bahar akşamı yolu, Acıbadem’deki Çamlıca Kız Lisesi’nin önünden geçer. Okul zili çalmış ve öğrenciler evlerine gitmek üzere dağılıyorlardır. O sırada Fuat Edip bir kızla göz göze gelir. Şaşırır. Bu kız, gençliğinden beri aradığı kızdır. İlk bakışta aşık olur. Kız öğrenci de utanır, başını eğer. Ama artık çok geçtir. Arada çok büyük yaş farkı vardır. Olmayacak duaya amin demez. O da boynunu büküp yoluna devam eder. Dudaklarına bir şiirin mısraları yapışır. Bunları kağıda döker. Ve bu güzel dizeler usta besteci Selahattin Pınar’ın uduna nağme olur. Kulaktan kulağa yayılır.
İsveç’in en hoşuma giden yanlarından biri yaşa değil başa bakılmasıdır.
Bizdeki gibi, yaş olur olmaz hatırlatılmaz. “yaşlı adama araba çarptı” (Adam 60 yaşında), “yaşlı kadın dolandırıldı”(Kadın 67 yaşında), “Üç çocuk annesi yaşlı kadın maratonu kazandı” (Kadın 62 yaşında), Kung Fu ustası “işleyen demir pas tutmaz” dedi (73 yaşında)...
İşleyen demir tabii ki pas tutmaz.
Gurbette, özellikle başka bir ülkede ne kadar uzun zaman kalırsanız kalın yabancılığınız size açık ya da dolaylı yoldan anımsatılır hep.
Uzun bir gurbetçilik sonrası anayurda dönen bir arkadaşıma sormuştum.
“Döndüğün için memnun musun?”
Türkiye ziyaretlerimizi ve kısa tatilleri saymazsak elli küsur yıldır yurtdışında gurbetteydik. Çoğu gurbetçi gibi bugün yarın derken zaman bir film gibi aktı. Döndük. Şaşırıp, şaşırıp kalıyoruz memleketin hal i pür melaline… Gocunmadan, olduğunca nesnel bakarak teşhisi ve aklımızdaki ve gönlümüzdeki çözümü söyleyelim:
İsveç’te sözlü anlaşma bile yazılısı gibi değerliydi. Artık orası da epeyce yozlaştı, orada da insanlar çoğunlukla sözlerinde dururlardı. Mahkemede biri söylediğini inkâr ederse “ord mot ord (söz söze karşı)” diyerek karar vermekte zorlanılırdı.
Artık bizim memlekette de kimseye güvenememeye şaştık, alıştık. Biz böyle miydik?
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan “2020 İnsan Hakları Raporu ”unda özellikle ABD politikalarına ters düşen Türkiye, Çin ve Rusya en fazla eleştirilen ülkeler olmuştu. Türkiye rapora sert tepki göstermişti.
Dünyanın saygın üniversitelerinden İngiltere Cambridge Üniversitesi’nin İsveçli Sosyoloji Profesörü Göran Thernborg bir makale kaleme alarak ABD’yi sert eleştirdi. Dünyanın ABD’ye öfke içinde olduğunun altını çizdi.
“Dünya büyük savcının eksikliklerinin bilincinde” başlığı taşıyan yazısında profesör dünyanın ABD’deki insan haklarını nasıl eleştirdiğini anlatıyor. BM İnsan Hakları Konseyi son dönem (22.02 – 19.03.2021) oturumlarında dile getirilen eleştirileri analiz ediyor.
Arkadaşım ”İsveç bir İskandinav Cenneti” isimli bir video göndermiş soruyor: “Bunlar doğru mu? Doğruysa biz ne haldeyiz o vakit? Vay halimize! https://www.youtube.com/watch?v=SfoBWQAgiIA&t=21s
“İsveç – Bir İskandinav Cenneti”ni Engin Deniz yapmış. Belgesel görünümünde ama aslında bir sanal kitap fuarının gizli reklamı. İsveç’in yaptırmış olduğu bir belgesel film havası alıyorsunuz ama değil… Çok sayıda yanlış ve abartılı bilgi var. Bazılarını sıralayıp düzeltilmesini dileyelim...
“Ev hayvanı doğum yaptıysa altı ay izin yapabiliyorsunuz”… Yok öyle bir şey. Sadece Arken Zoo (hayvanat gemisi) isimli şirket, kendi çalışanları ev hayvanı satın aldığında hayvanın sahibine alışabilmesi için üç gün izin veriyor. Yoksa köpeğim doğurdu altı ay izin, kedim doğurdu altı ay izin, kafesteki muhabbet kuşum yumurtladı altı ay izin… Yok öyle bir şey…
Deniz Arda, yıllardır Stockholm’de oturan Ayvalıklı bir ailenin oğluydu.İsveç’te liseyi başarıyla bitirdikten sonra deniz subayı olmayı kafasına koymuştu.Üstün başarılı bir eğitimden sonraİsveç Deniz Kuvvetleri’ne subay olmuştu. Dört ayrı komando eğitimini üstün dereceyle bitirmişti. İsveç Silahlı Kuvvetleri’nin kilit görevler için özel yetiştirilmiş elit komandolarından biri olmuştu... Stockholm’de deniz kuvvetlerine bağlı bir askeri okulda komando eğitimi veriyordu. Daha 30 yaşındaydı.Pek çok takdirname, madalya ile ödüllendirilmişti. Arkadaşları tarafından seviliyordu. Örnek bir genç adamdı. Mutluydu.
Dört ay kadar önce gazetelerde Deniz’in kaybolduğu yolunda haberler yer almaya başladı. Tüm dikkatler bu genç, yakışıklı ve başarılı İsveçli Türk gencin üstünde yoğunlaştı.
12 Kasım’da bir spor salonunda ve dükkanda görülmüştü. Ertesi gün kardeşine 50 kilometrelik bir koşuya çıkacağını yazmıştı. 15 Kasım’da 50 askerle birlikte İsveç’in kuzeyine uçacak, onlara özel eğitim verecekti. 18 Kasım’da kuzeydeki eğitime gelmediği bildirildi. Kimse nerede olduğunu bilmiyordu. Arama başlatıldı.
1960’lı yıllarda, “baba parasıyla okunmaz” diye bir takıntımız vardı. Lise yıllarımdan beri hem çalışmak hem okumak istiyordum. 1969 yılında bizimkiler okumaya gönderdiler İstanbul’a, ben Yeşilçam diye bir gazeteye muhabir oldum. Sözde hem çalışıp hem okuyacağım… Maaş falan yok. Reklam alırsak kırışacağız. Bir yandan devrimcilik yaparken öte yandan artistlerin peşinden bar, pavyon, lokanta, gece kulübü dolaşıyoruz. Daha sonra edebiyat ağırlıklı ABC Gazetesi’nde aynı şey... Geçimimizi sağlayamıyoruz. Okumuyoruz da... Erdem’in mektubu can simidi oldu.
Terzi arkadaşım Erdem Özdiş, benden önce gelmiş çalışmaya başlamıştı Viyana’da. Kısa bir süre sonra bana bir mektup yazmıştı: “Burada hem çalışırsın hem okursun, atla gel”. Arayıp bulamadığım bir macera. 1970 yılı sonunda vedalaştım evle, atladım kara trene, ver elini Avusturya. Valsler kenti Viyana’ya 1971 başında vardım. Arkadaşım Erdem beni daha önce gelmiş olan üç Aydınlıkçı arkadaşla tanıştırdı. Aradan iki ay geçmedi, GÜM diye Amerikancı faşist 12 Mart darbesi indi kafamıza…
Gece yarıları soğuk karlı Viyana sokaklarında fırtına gibi esiyoruz. Her yeri afişliyoruz. Gündüzleri üniversite önünde, kalabalık caddelerde bildiri dağıtıyoruz.
Ulusal Kanal’ın önceki genel yayın yönetmenlerinden Yener Güneş, benim de ikinci vatanım olan Avusturya’nın başşehri, valsler kenti Viyana’da yaşıyor şimdi ve Ulusal Kanal’ın yurtdışı temsilcisi. Bugün telefon etti, yeni ve güzel atılım planlarını anlattı, ulusalkanal.com.tr için köşe yazıları yazmamı istedi.
Zaten Ulusal Kanal kurulduğundan bu yana İsveç temsilciliğini yapıyordum. Sözde emekli oldum, Türkiye’ye yerleştim ama gazetecinin, yazarın emekliliği olmuyor. Sen durmaya kalksan kafan, elin durmuyor. Bu kez de ulusalkanal.com.tr için geçtim klavye başına.
Gazetecilikle ilk tanışmam 1969’da İstanbul’da oldu ama okulunu okumam ve profesyonel olarak çalışmam İsveç’te gerçekleşti. Aydınlık, Cumhuriyet, Nokta, TRT, Ulusal Kanal, Berfin Bahar, Somut gibi birçok yere katkıda bulunmama karşın asıl çalışma yerim Kuzeyin Venedik’i Stockholm’de İsveç Radyo ve Televizyonu oldu.