Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

4. Kuvvet

Saldırma değil sarılma zamanı

Halkımız büyük bir özveri ile yangınların söndürülmesine çalışıyor. Kendileri ormanda söndürme çalışmalarında ol(a)mayanlar, yardım topluyorlar. Köyler dayanışma içinde. Kendi köyüm Milas-Bafa'da her partiden esnaf, halk para topluyor, kamyon, TIR, traktör sahipleri yardım taşıyor. Başta muhtar olmak üzere, gençlerimiz dağlarda nöbet tutuyor, ormanlarımızı koruyor, şişe, cam kırıklarını topluyor... Büyük bir azim ve kararlılıkla mücadele ediliyor.

Öte yandan birçok yurttaşımızda öfke, çaresizlik, moral bozukluğu görülüyor. Milas Ören'deki bir dostum yangının ancak kendi kendine söneceğini, havadan müdahale edilemediğini, etkin bir önlem alınamadığını büyük bir moral bozukluğu ve umutsuzluk içinde anlattı. Yardım götüren bazı araç sahipleri yangın bölgelerine ulaşamamaktan şikayetçi.

Bir de, "yangın" dediğiniz anda suçlamaya başlayanlar var. Bu tavır asıl suçluları gizliyor. Asıl suçlu PKK ve ardındaki azmettiriciler kara propaganda, psikolojik savaş ve kışkırtmada bu rüzgarı arkasına alıyor...

Yazının Devamı

''Ateşin [O] Çocukları''

Türkiye'nin dört bir yanında günlerdir ormanlar yakılıyor. Yangınlar sürüyor. Cennet ülke cehenneme döndü. Suçlular suçlarını itiraf ettiler. Kibriti, çakmağı tutan eller ''Ateşin Çocukları''. Azmettiren kim? Amerikan Emperyalizminin paralı tetikçisi PKK...

Ne diyordu PKK'nın baş yılanlarından Murat Karayılan?

''Hiçbir genç çaresiz değildir. İki üç genç bir araya gelip eylem yapabilirler. Silahımız yok diyebilirler. Silahları çakmak ve kibrittir. Onlar da çakmak ve kibritle mücadele edebilirler''

Yazının Devamı

Yangınlar ve isyanlar

Yangınlar milleti dayanılmaz bir üzüntüye, yasa, öfkeye, umarsızlığa, isyana boğdu. Sosyal medyaya bakıyorum milletin ruh durumu apacık ortada... Kızan, küfreden, bela okuyan, umarsızlığını, karamsarlığını, üzüntüsünü dile getiren... Hangisini saymalı, yazmalı?!.

Yangından zarar görmüş bir vatandaş sosyal medyada küfrü basmış. Altına yorum yapan bir başkası, ''Burada bayanlar, çocuklar da var, küfretmeyelim'' şeklinde yanıt vermiş.

Bir diğeri, ''Doğru, küfür yanlış ama üzüntü ve öfke ile küfretmiş. Hoşgörmek lazım'' demiş.

Yazının Devamı

Yangınları çıkaranlara da önlem almayanlara da lanet olsun!

Ülke yanıyor. Aynı gün pekçok yerde yangın çıkıyor. Bilinçli olarak çıkaranlar da var bilinçsizlik, vurdumduymazlık nedeniyle çıkaranlar da.

Bir akşamüzeri Milas'tan Ören'e giderken önümüzden gelen bir araç dikkatimizi çekti. İçindekilerden bazıları kollarını, bazılarını AYAKLARINI pencereden çıkarmıştı. Sanırım sarhoştular. Ve bize yaklaştıkları sırada biri sigara izmaritini dışarı attı. Yolun iki tarafı da orman. Jandarmaya telefon ettik. Beş on dakika sonra jandarma arabası önümüzden geçti. Umarım bu sorumsuz kişileri yakalamışlardır.

Dağlarda gezerken, ya da karayollarının kıyılarında, hiç ummadığınız yerlerde içki şişeleri, kırık cam parçalarını görüyorsunuz. Yaz günü kuruyan otları kolayca tutuşturan bu tür atıklar temizlenmeli, ormanlar, ağaçlıklı alanlar ormancılar tarafından daha sıkı denetlenmelidir.

Yazının Devamı

Türkiye'nin yazarları birleşin

Dünyanın her yerinde kültür işçileri, küçük bir bölümü dışında zor koşullarda yaşıyor. Sanatlarını türlü mücadelelerle sürdürmeye çalışıyorlar. Pekçoğu başka işlerde çalışarak ekmek parası kazanıyor, kalan zamanını sanatsal çalışmasına ayırıyor.

İsveç Kültür İşçileri Birliği KLYS, Yazarlar Federasyonu SFF (sendika) ve Gazeteciler Federasyonu SJF (sendika) üyesiyim. Gazeteciler Sendikası’nda beş yıl yöneticilik yaptım, değişik görevlerde bulundum.

İsveç’te hemen hemen tüm emekçiler sendikalıdır. Buna kültür işçileri de dahildir. Gazetecisinden, yazarından, fotoğrafçısından, ressamından, heykeltıraşından müzisyenine, aklınıza gelebilecek her türlü sanat ve kültür dalına kadar herkes.

Yazının Devamı

Lokantanın da bir adabı vardır

“Ankara’nın taşına, Karpiç Usta’nın aşına bak!..”

1968 yılı... İstanbul’da hem okumak hem çalışmak istiyorum. Turizm bakanlığı otellerde çalışacak eleman yetiştirmek amacıyla bir kurs açacakmış. Ben de başvurdum. Ben resepsiyonist olmak istiyordum. O kurs dolmuş; babacan bir adam, “Gel seni garson yapalım” dedi. İstemedim. Beni ikna etmeye çalıştı, “Evladım, en güzel otellerde büyük adamlara hizmet etmek ne büyük şereftir biliyor musun?” Ben bunu duyunca hiçten istemedim. O sıralarda “büyük adamlara” acayip kızgınım zaten. Başka bölümleri de istemiyorum... Ne var ki, okumak için yurtdışına çıktığımda istemediğim her türlü işe girdim çıktım. Bulaşık da yıkadım (hem de Stockholm Opera Binası Lokantası’nda “en büyük adamların” bulaşıklarını), yemek de pişirdim, garson da oldum...

Aslında İsveç’te 1970’li yıllara dek zengin bir mutfak yoktu. Ulusal yemekleri “köttbullar (Et topu: Köfte)” ve “kåldolmar (Lahana dolması)” idi. Yanında da kahve... Hepsi de 1700’lü yıllarda, Osmanlı’da beş yıl üç ay mülteci olarak kalmış olan Demirbaş Şarl ile birlikte İsveç’e gelmiş. İsveçliler bunların yanına biraz da reçel koyarak İsveçlileştirmişler. Türkiye’de IKEA mağazaları açıldığında halkımız “İsveç köftesi” adıyla sunulan bu yozlaşmış köfteyi hayatında hiç köfte yememiş gibi yedi, yemeye devam ediyor.

Yazının Devamı

Aşık Nesimi Çimen ile söyleşi: Bir barış güvercinini yaktılar

2 Temmuz 1993 tarihinde 33 yazar, ozan, düşünür yakılarak öldürülmüştü. 19. Yıldönümünde Onları saygıyla anıyoruz. Bu değerlerimizden biri de AŞIK NESİMİ ÇİMEN idi. Kendisiyle 1984’te (Kasım ya da Aralık) Stockholm’de değerli arkadaşım Durali Bozkır’ın evinde söyleşmiştik. Durali’ye Kaptan derdik. Stockholm’e gelen sanatçı, aydın takımı mutlaka onun kent merkezindeki evinde ağırlanırdı. Çok da güzel mezeler yapardı... Devamlı gelenler arasında Ömer Zülfü Livanelioğlu, Tuncer Kurtiz, Mahmut Baksı, Abdi Yazgan ve Kaptan’ın en sevdiği arkadaşı İsmet Sekmen vardı. Yenir, içilir, Çalınır söylenirdi. Filmi yapılacak evdi Kaptanın evi. Aşık Daimi ve Aşık Nesimi Çimen’i de onun evinde tanımıştım.

Âşık Nesimi Çimen, İsveç Radyosu’nun davetlisi olarak gelmişti. Ben, İsmet ve Durali sofrayı kurup Nesimi’yle söyleşmiştik. Nesimi’nin sözleri, şiir ve türküleri sanki bugün gibi kulaklarımda...

Anadolu’da dolaşıyor gibi şalvarını, yeleğini ve ceketini giymiş, kasketini takmış, curasını almış kucağına çıkmış Avrupa yollarına… Avrupa’da dolaşıyor. Ancak vize almada zorluk çıkarmaları ağırına gidiyordu.

Yazının Devamı

Temmuz ve 33'ler

Demiri demirle dövdüler; biri sıcak, biri soğuktu,

İnsanı, insanla kırdılar; biri aç biri toktu.

(Pir Sultan Abdal)

Yazının Devamı

Bağımsız Türkiye için her yıl Atatürk yürüyüşü

Bu ülkede Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk sevgisini yok etmek mümkün değil. İnsanlarımızın gönlünden, düşüncesinden onu çıkarmak olanaksız. Düşman, işbirlikçi, yobaz vs. takımı bu sevgiyi ne denli törpülemek isterse istesin kadir kıymet bilen halkımız bu sevgiyi dışarı vurmak için türlü çeşitli yollar buluyorlar.

Ankara Dere Tepe Doğa Sporları Kulübü’nün deneyimli dağcılarından Osman Kemal Ağaoğlu da bu amaç doğrultusunda 2019 yılında Samsun’dan Ankara’ya bir yürüyüş başlattı. Yürüyüşün ilk etabı ''19 Mayıs 1919 ruhuyla Mustafa Kemal Atatürk'ün izlerinde Samsun’dan Ankara'ya'' logosu altında başladı. Yaklaşık 900 km yolu 32 günde yürüyen Osman Kemal Ağaoğlu 27 Aralık 2019 Dikmen Keklikpınarı mevkiindeki karşılamalardan sonra da Anıtkabir^'e yürüyerek Samsun, Tokat, Sivas, Nevşehir, Kırşehir illerinden aldığı birer avuç toprağı Anıtkabir bahçesine serpiştirerek, yürüyüşünü tamamladı. Çeşitli nedenlerle yapılamayan Sivas - Erzurum etabı iki yıl gecikmeli olarak ‘1919 ruhuyla Mustafa Kemal Atatürk'ün izlerinde Sivas'tan Erzurum'a’ logosu altında 19 Haziran 2021 tarihinde tekrar başladı ve 3 Temmuz’da tamamlanacak.

Değerli dağcımızın yürüyüşü bana 1 kasım 1968'de Samsun'da başlayan, DEV-GENÇ başta olmak üzere Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT), ODTÜ, Hacettepe ve Ankara Üniversitelerinin öğrenci birliklerinin katılımıyla yapılan, “BAĞIMSIZ TÜRKİYE İÇİN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK YÜRÜYÜŞÜ”nü anımsattı.

Yazının Devamı

Hayvanlarımız

Küçükken köyümüzde her ailenin atı, eşeği, ineği, keçisi, kedisi, köpeği, tavuğu vb. türlü çeşitli hayvanları vardı. Onlarla iç içe yaşardık. Ormana yakın olduğumuzdan çakallar gelirdi tavuk çalmaya. Dağlarımızda türlü çeşitli kuşlar, kelebekler, böcekler, tavşanlar, tilki, domuz ve hatta ayılar yaşardı. Gölde kefaller, taa Meksika’dan gelen yılan balıkları; çaylarda, derelerde sarı balık dediğimiz sazanlar, ulubat dediğimiz ringa balığına benzer balıklar…

Ulubattan “tuzlu balık” dediğimiz bir cins balık turşusu yapılırdı. Bir teneke içine bir kat tuz, bir kat balık, bir kat tuz bir kat balık doldurulur; üzerine ağırlık konurdu. Buna “tuzlu balık basmak” denirdi. Üç – dört hafta sonra yemeye hazır hale gelirdi… Balığın etleri ayıklanır, bol maydanozlu bol çoban salatasının içine katılırdı. Rakıya dehşetli bir meze olurdu. Şimdi çaylar kurudu, çöplüğe döndü. Gölü de fosseptik çukuruna çevirdik.

Akrep ve yılanlardan korkardık. Çekirgelerle, karafatmalarla, cır cır öten ağustos böcekleriyle, bize pazar ekmeği (Bir matah sandığımız beyaz somun ekmek) getirmesini dilediğimiz uğur böcekleriyle, mis kokulu bal yapan arada bizi sokup canımızı yakan arılarla oynardık. Tertemiz bir doğal yaşam sürüyorduk. İnsanların hayvanlara sevgisi ve saygısı vardı. Hayvanlar yaşamımızın ayrılmaz parçasıydı.

Yazının Devamı

İsveç'te vergi kutsaldır

Yazıya “bir zamanlar İsveç” diye başlamak çok yanlış olmaz. Çünkü bir zamanlar İsveç çok daha güzel, çok daha temiz ve gerçekten de bir refah ülkesiydi. Her yerde bir düzen vardı. İnsanlar büyük bir çoğunlukla dürüsttü. Sosyal sistem tam olarak oturmuş tıkır tıkır işliyordu. Bu düzene Sosyal Demokratların yüksek vergilendirme sistemiyle gelindiğini söylüyorlardı. İsveç’te vergi kutsaldır. ''Bu ülkede adam öldür ama vergi kaçırma'', derlerdi.

Gelir ne kadar çoğalırsa vergi oranı da arttıkça artıyordu. Ama refah toplumu bu paralarla kuruluyordu...

Ne var ki, zamanla bu düzen yavaş yavaş değişmeye başladı. Yasaları, kuralları bilenler az vergi vermenin binbir yolunu bularak yozlaşmayı başlattılar. Üstelik yasal yollardan...

Yazının Devamı

Yüzüncü yılın kutlu olsun Aydınlık! Nice asırlara!

Aydınlık, 1 Haziran 1921’de Dr. Şefik Hüsnü tarafından çıkarılmaya başlandı. Dile kolay, tam bir asrı devirdi.

Biz yurtdışında olanlar ilk günlük Aydınlık kuruluşu için yaptığımız Frankfurt toplantılarını anımsarız. Türkiye’deki heyecanı ne güzel paylaşıyorduk. Herkes hemen işin bir ucundan tutmuştu. Gazetenin bazı malzemelerini İsveç’ten araştırmıştık. İsveç’ten almak en uygun düşmüştü. İsveç’in her köşesinde arkadaşlarımız vardı. Ama asıl Stockholm, Göteborg, Malmö ve Lund’da yoğunduk.

Frankfurt’ta muhabir olacak arkadaşlara eğitim verilecekti. Bu nedenle orada toplanıyorduk. Türkiye’den ismini yanlış hatırlamıyorsam, Muhittin diye arkadaş gelmişti. Hazırlanan güzel ve basit gazetecilik eğitim malzemeleriyle bize dersler verdi. İsveç’ten de profesyonel fotoğrafçı, kameraman arkadaşımız, genç yaşta kaybettiğimiz, Bilgen Tufan gayet güzel uygulamalı bir fotoğrafçılık kitapçığı hazırladı ve orada kurduğumuz bir karanlık odada bize şip şak fotoğrafçılık öğretti.

Yazının Devamı

Öğretmenimiz Nazım Hikmet

Nazım Hikmet bizim için yalnız büyük bir şair değildir; o aynı zamanda bizim ilk öğretmenlerimizdendir.

Yurtseverliği, Emperyalizme, insanın insana kulluğuna karşı olmayı, eşitlik için mücadeleyi, her türlü baskıya karşı dimdik ayakta durabilmeyi ondan öğrendik.

Rüzgara göre eğilip bükülmemeyi, özgür düşünmeyi, özgür konuşup yazabilmeyi ondan öğrendik.

Yazının Devamı

İsveç'in kaderi dilencilerin elinde mi?

Karşımdan eski ama temiz giysili, ürkek biri geliyor. Yirmi - yirmi beş yaşlarında, bizim insanlarımıza benziyor. Çekinerek yaklaştı, utana sıkıla, “Abey” dedi... Durdum. Daha da utanarak konuşmaya başladı, “Abey, Türk müsün?” Baktım, “Evet”...

Başladı anlatmaya Arapça mı, Kürtçe mi, Süryanice mi bilemediğim kelimeler karıştırarak uzun uzun dert yandı.

Karısı ve üç çocuğuyla kaçak gelmiş, iş bulamamış, ormanda çadırda kalıyorlarmış, açmışlar, kaç gündür yemek yemiyorlarmış... Anlattı anlattı... Sonunda sadede geldi, bağladı:

Yazının Devamı

İsveççe Türklere kolay

Arkadaşım bana soruyor: “Körningci” ne demek?

Ben bilemedim. “Sürücü” demekmiş. İsveç’te bir Türk internet gazetesine bir pizzacı ilan vermiş. “Körningci” lazımmış. Yani sipariş edilen pizzaları yerine ulaştıracak eleman...

Her ülkenin diline yeni yeni sözcükler kazandırıyoruz ya da biz o ülkelerin dillerinden kendi dilimize alıyoruz.

Yazının Devamı

Dün ben 20’li yaşlarda bir gençken

Sosyal medyada bir süredir yirmili yaşların fotoğraflarını paylaşma modası var. Ben bu modaya uymadım ama sevgili çocukluk arkadaşım Mehmet Ali Özçelik ona hatıra olarak verdiğim bir fotoğrafımı göndererek bana o günleri hatırlattı. Gönderdiği iletiye “Berber Recai’nin dükkanında” notunu düşmüş.

Ben de eski günlere gittim. Berber Recai’nin dükkanını anlatsam roman olur. Ne gırgırlar ne muhabbetler... Artık aramızda olmayan sevgili arkadaşım Mehmet Özyiğit aklına geldikçe benim bir maç anlatmamı anımsatır gülerdi. O zaman sıkı Galatasaraylıyız. Maçları Recai’nin dükkanında radyodan dinliyoruz… Bir maçta Fenerbahçe’yi yenmişiz… Ben tekrar anlatıyorum. “Suat ileri attı, İsfendiyar koştu, topa yetişti, bir pas, Metine verdi. Metin koştu, bir çalım bir çalım daha, on sekize ilerliyor. GOLÜNÜ ÇEKTİ ŞUUUUT… Bir kahkaha bir kahkaha… Ben hatamın farkında değilim, şaşkın bakıyorum… Şimdi artık ne Recai’nin dükkanı var, ne radyoda maç dinleme, ne o muhabbetler… Her birimiz bir tarafa savrulmuşuz… Ben yarım asrımı yurtdışında geçirmişim, Mehmet Ali Denizli’de, Mehmet sonsuza uçtu. İnsan yaşı ilerledikçe geçmişi, dostlarını, köklerini daha çok arıyor, özlüyor. Bir yandan ne çok şey yaşadığımızı düşünüyoruz. Öte yandan hayata yeni başlamış gibi, yarın ne olacağımızı, ne yapacağımızı planlıyoruz. Hani Nazım diyor ya: “Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

Yazının Devamı