Anılarla, özgeçmişle tarih yazmak
Hep saygı sevgi ve özlemle andığım Türkçe öğretmenim İsmet Kültür öğrencilerini okuma ve yazmaya özendirirdi. Okuduğumuz kitapları bir deftere kaydetmemizi isterdi. Kitabın künyesini, ana fikrini, kısa özetini ve bizim önemli gördüğümüz yerlerini yazmamızı salık verirdi. Bir de günlük tutmamızı önerirdi.
Ben sadece okuma kısmını devam ettirdim. Deftere not alma, günlük tutma önerilerini unuttum gitti...
Ne yazık!
Oysa ne kadar çok şey yaşadık, önemli olaylara tanık olduk, insanlar tanıdık, okuduk, gezdik, gördük, dostlarımızın anlattıklarını dinledik, anılarımızı anlattık... Çok önemli bilgiler aldık verdik... Söz uçar yazı kalır... Yazıya dökmeliydik.
Epeyce yazdım kuşkusuz. Yeterli değil... Öğretmenimin öğrettiklerini uygulasaydım dehşetli bir bellek olacaktı elimde gelecek kuşaklara armağan edebileceğim.
“Zararın neresinden dönersek kazançtır”, deyip mümkün olduğunca çok yazmaya çalışıyorum artık.
Dört anı kitabı okudum son günlerde... Üçü İsveç’ten tanıdığım siyasi mülteci dostlarım, Gülay Ünüvar (Özdeş), Latife Fegan ve Orhan Savaşçı’nın anıları. Dördüncüsü, Türkiye siyasa yaşamının en önemli, en renkli isimlerinden Doğu Perinçek’in 81 yıllık yaşamının özeti. Hepsi ayrı siyasi görüşlerden: Gülay Ünüvar (Özdeş) THKO kurucularından, Latife Fegan Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın en yakın çalışma arkadaşı, Orhan Savaşçı THKP-C kurucularından, Doğu Perinçek Aydınlık grubu lideri... Ortak yönleri ise şu: Yaşam boyu doğru bildikleri yolda mücadele etmek...
Daha önce okuduğum, Türkiye Sosyalist hareketinin en önde gelen isimlerinden Mihri Belli ve Sevim Belli’nin anıları var... Listeye onları da ekleyeyim...
İsveç’teki siyasi mülteci dostlarımdan sevgili Hasan Erol da yazmak istediğini, notlar tuttuğunu anlatmıştı. Sözde geçen aralık ayında Noel tatili sırasında gidip birlikte anıları üzerinde çalışacaktık. Olmadı. Umarım önümüzdeki yaz onun kitabını da aradan çıkarırız.
Bir de taa Viyana günlerimden ölümüne dek arkadaşlık ettiğim sevgili Erol Sever var... On altı değerli kitap yayınladı. Ama anılarını değil. Benden anılarımızı yazmamı istemişti son günlerinde... Onu da yazacağım.
Hepsi hakkında yazacağım. Sevgili öğretmenim İsmet Kültür’ü anarak ve onun istediği şekilde yazacağım...
Kitapları okuyunca bir kez daha öğretmenimin ne denli haklı olduğunu düşündüm. Salt spor olsun diye yazmayacağız. Görev diye de yazacağız. İnsanlar o denli yanıltılıyor aldatılıyorlar ki, doğruyu, ilk elden tanık olarak yazmak gerçekten çok önemli bir görev... “Geçmişi olmayanın geleceği olmaz” derler... Tarihi doğru yazmak ve aktarmak bir bakıma gelecek kuşaklara olan borcumuz...
Kitapları okuyunca bir kez daha anladım; her insanın yaşadıklarını anlatmasının tarihimiz için ne denli önemli olduğunu bir kez daha düşündüm.
Kim olursak olalım, yaşadıkça tarihe tanıklık ediyoruz. Yaşadıklarımızı küçümsemeden tarihe notlar düşelim. Zaman geliyor, küçücük bir ayrıntı yalanla doğrunun ayırt edilebilmesine yarıyor. Sapla saman ayrılıyor.
Şimdi bu dostlarımızdan Gülay Ünüvar (Özdeş), Orhan Savaşçı, Mihri Belli ve Erol Sever artık aramızda değiller... Yazdıklarıyla anılarıyla yüreklerimizde yaşıyorlar...
Tarihi, tarih yapanlar, yaşadıklarını, anılarını, deneyimlerini bugüne aktararak gerçek tarihi yazarlar. En güzel bir örneği daha mı? Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ün NUTUK kitabı...
Yaşamını şiirle özetleyenler de var. Nazım Hikmet’in Otobiyografi şiiriyle noktayı koyalım...
OTOBİYOGRAFİ
1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.
Nazım Hikmet Ran
11 Eylül 1961 - Doğu Berlin.