İyimser, paylaşımcı Aydınlıkçı
Sanatçı Sarper Özsan partili mücadeleyi hayat felsefesi yaptı: Ülkesine güven duyma, umutlu olma, sorumluluk üstlenme, her şeyini milletiyle paylaşma...

Aydınlık saflarında yer alırken, başına gelecek tüm olumsuzluklara karşı hazırlıklı olduğunu anlatıyor Sarper Özsan. Hapse düştüğünde de mutlu olduğunu söylüyor. En önemlisi ülkesi için her zaman iyimser olduğunu, bu iyimserliğin de ülkenin bütün olumsuzlukların üstesinden gelebilecek güçte olmasından kaynaklandığını söylüyor. Bunu bildikten sonra hayatta hiçbir şey onu mutsuz etmemiş.
O sosyalist olmasını, oynadığı sokak oyunlarına, izci olarak fularına attığı düğüme, kendisini yetiştiren ailesine ve partisine borçlu olduğunu söylüyor.
54 yıllık Vatan Partili, 1 Mayıs Marşı’nın yaratıcısı, Aydınlık Korosu’nun kurucusu, mazlum ulusların Türkiye’deki gürleyen sesi, vatan sevgisiyle duygulanan bir güzel adamın hikâyesine bugün, çocukluğu, gençliği ve hapishane günlerini anlattığı bölümle devam ediyoruz.
- Aydınlık Korosu'nda seslendirdiğiniz parçaları nasıl seçiyordunuz?
Bunlardan bazıları benim yazdıklarımdı. Bazıları da eski Türkiye Komünist Partisi (TKP) döneminden miras kalmış olanlardı. Mesela; “Hayali gönlümde yadigâr kalan, Bir yanım deryada çalkalanır şimdi” gibi. Onlar ta o zamandan kalmış. “Ay ışığı jandarmanın süngüsünü yakıyor” diye bir balat var mesela. Sonra, “Avusturya İşçi Marşı”, “Enternasyonal” tabii geçmişte üzerinde çalışılmış, çevrilmiş, oturtmuşlar. Ama bunların birçoklarında sözle müziğin uyumu çok sağlıklı değildi.
- Bu eserlerde düzeltmeler yaptınız mı?
Sözlerinde bazı oynamalar yaptım. Yani prozodiye (vurgu) daha uygun olan düzenlemeler. Çok da fazla ellemedim. “Yeşil Bursa” mesela, bu da eski. TKP’den kalmış bir eserdi. Bunları ben çok sesli hale getirdim. Olabildiğince de çok sesli okutmaya çalıştım.
'ÇOK SESLİ OLSUN İSTEDİM'
- Koro istediğiniz gibi oldu mu?
Tabi ki çok fazla başarılı olmamız mümkün değildi. Ama ne yapalım, elimizdeki imkân buysa böyle yaparız diyordum. Ama tek ses, illa tek sesli okunmasına da gönlüm el vermiyordu. Ben orada olmasam da tek sesli söylerlerdi. Eğer çok sesli söylenecekse, benim orada bir yerim olabilirdi diye düşünüyordum. Gösteriş olsun diye, şefim diye, oturup da orada onların kendi başlarına söyleyebileceği bir şeyi, sanki yönetiyormuş gibi yapmanın hiçbir anlamı yoktu çünkü.
MUTLU GEÇEN BİR ÖMÜR
- Biraz başa dönersek nasıl bir çocukluğunuz oldu?
Çocukluğum gerçekten düşünüyorum da hep mutlu geçti. Ama şimdi de mutluyum. Ben her yerde mutlu olmasını bilirim, esasen mutlu bir insanım. Mesela ben bu 1971 darbesinden sonra 20 ay içeride kaldım, orada da mutluydum. Spor yapıyordum, arkadaşlarım vardı, onlarla tartışıyorduk.
‘BU HAYATI BEN İSTEDİM’
Ah niye ben buradayım işte, hiç böyle bir şey aklımın ucundan geçmiyordu. Ve rahatlıkla şunu düşünebiliyordum. Tamam, ben şu görüşteyim, sol görüşteyim, buna karşı olanlar tutup beni bu şekilde içeri atabilirler, attılar da nitekim. Ben bunu bilerek katıldım. Bu hayatı ben istedim ve bu saflarda yer aldım. Bunu bilerek yaptım, bunda yakınacak bir şey yok diye bakıyordum zaten. Ondan dolayı beni böyle şeyler mutsuz etmedi.
- Olumsuzluklar sizi mutsuz etmez mi?
Genel olarak, şimdiye kadar öyle olumsuzluklar karşısında mutsuz olmadık. Berbat durumlar karşımıza çıkıyor, ama onların hemen gerekçelerini ve nedenini buluyorum. Hangi işi yaparsam, onu iyi yapmaya çalışıyorum. Arkadaşlığım hakikaten çok iyi olur. Birçok çok sevdiğim arkadaşlarım var. Bütün bunlar aslında hep benim itici gücüm, tuttuğum işi iyi yapmak. Bu beni mutlu ediyor. Böyle olunca genel olarak çok da büyük bir mutsuzluğum olmuyor.
‘ÜLKEM İÇİN İYİMSERİM’
- İyimser biri oluğunuz söyleniyor. Bu iyimserliğiniz nereden geliyor?
Doğru. Herkes bana,“ne kadar iyimsersin” der. Ben iyimser olduğumu düşünmüyorum. Ben sadece gerçekleri görmeye çalışıyorum. Türkiye’nin gidişatı hiç de iç açıcı olmayabilir. Ama şunu kesin olarak biliyorum ki, hiçbir şey sürekli kötüye gitmez. Önü mutlaka aydınlıktır. Bunu bilince o zaman karamsar olmuyorum. Ama bunun bedeli tabii ki olacak.
BU İŞTE ÖLMEK DE VAR
- O bedeli kim ödeyecek?
Belki o bedeli biz ödeyeceğiz. Ben de ödeyeceğim belki. Olsun, ama bu gelecek kuşaklara bir bakıma borcumdur, borcumuzdur. Meseleye böyle bakınca o zaman her şey halloluyor. Bunda mutsuz olacak hiçbir taraf yok. Yani bu işin içinde ölmek de var. Ama hakikaten mutsuz olacak bir yanı yok. Meseleye gerçekten de böyle bakıyorum.
- Cezaevinde kaldığınız dönemden anlatacağınız bir anınız var mı?
İçeride ben çok spor yapan insan oldum. Yani neredeyse çocukluğumdan beri spor yapan bir insanım. En son da konservatuvarda okurken Ankara Eskrim Kulübü’nün lisanslı eskrim sporcusuydum. Türkiye birinciliklerim hatta katıldığım bazı uluslararası turnuvalar oldu.
Çok sevdiğimiz bir spordur. 15 yıl kadar da konservatuvarda sahne sanatları bölümüne eskrim dersi verdim, bütün o müzik derslerinin yanında, eskrim dersi de verdim. Cezaevinde de sporu çok istekli ve zevk alarak yapardım. Havalandırmada genellikle yürünür.
CEZAEVİNDE ESKRİM
- Cezaevinde bunlara neden önem veriliyor?
Kaslar tembelliğe alışmasın, küçülmesin diye. Kullanılmayan şey küçülüyor çünkü. Ben hemen hemen her gün, özellikle Mamak’taki geniş bahçeye çıktığım zaman oralarda ben hep koşardım. 50 tur, 100 tur falan koşardım mesela, kültür, fizik yapardım. Daha sonra arkadaşları da biraz alıştırdım. Birlikte çıktığımız zaman neredeyse konvoy gibi koşuyorduk.
Eskrimden bildiğim birçok hareket vardı, onları gösteriyordum yapıyorduk. Eskrim de sonunda bir dövüş sporu. Cezaevindeki spor faaliyetlerini ben yönetiyordum. Arkadaşlara nereden aklıma geldiyse, mesafe kontrolü yaptırmaya başladım.
‘DÖVÜŞ ÖĞRETİYORUM SANIP SORGULADILAR’
Beni içeri çağırdılar. Sanki dövüş öğretiyorum gibi algılandı.
Bana; “Sizin mesleğiniz nedir, beden eğitimi öğretmeni misiniz?” diye sordular. “Hayır, müzisyenim” dedim.
Daha berbat oldu tabii durum. Yani benim ne işim var, bir müzikçi olarak onlara dövüş öğretiyorum düşünsene. Mutlaka bunun altında bir şey var diye sorguladılar. Gerçi sonunda bir şey çıkmadı, ama böyle bir anım var içeride.

'AİLEM BÜYÜK ŞANS'
- Aileniz, o zamanki durumdan bakarak soruyorum, solcu muydu?
Benim çocukluğumdan beri az çok içinde bulunduğum ortam şimdikinden hiç farklı olmadı. Benim ailem hakikaten Atatürkçü, yurtsever insancıl bir yapıdaydı. Bizim kültürümüz buydu, birbirimize hep arka çıkardık, ama tabii eleştiri de yapardık. Böyle bir ortamda yetişmek, bir kere büyük şans.
'BENİ BEN YAPAN ABLAMDIR'
Babam subaydı. Gerçek bir yurtsever, Atatürkçüydü ve İnönü’yü seviyordu. Annemle de insani yönden hep aynı çizgide olduk. Bu arada birisini biraz ayırt etmem gerekiyor, ablam.
Ablam, beni ben yapan en önemli kişidir. Yani bende iyi bir şey görüyorsanız, esas olarak ablamdan geliyordur. Ablamı kaybettik. Ama o dünyada hiç rastlamadığım bir kişidir.
O kadar zengin, hiçbir zaman kendini düşünmeyen, sanki karşısındakini düşünen ve onu rahat ettirmek, mutlu etmek için çalışan biriydi. O nedenle hakikaten birçok şeyi ondan öğrendim.
DAYANIŞMANIN KÖKLERİ
- Paylaşımcı bir çocuk muydunuz?
Çocukluğumda mahallede oynarken çok paylaşmacıydık. Sokağa çıkarken ailemizden harçlık alıp çıkardık. Annem bana günde bir lira veriyordu o zamanlar. Kimisi 50 kuruşu, kimisi belki 25 kuruş, almayan da vardı. Biz genellikle bir şeyler almak veya sinemaya gitmek istediğimizde paramızı birbirine katardık ve hepimiz ortak harcardık. Yani benim param, onun parası olmazdı, o bizim paramızdı.
- Büyüyünce bunu sürdürdünüz mü?
Hayatım boyunca bu devam etti. Arkadaşlarla bir seyahate gidiyoruz ya da yazın tatile gidiyoruz mesela kimin yanında ne kadar para varsa onu bir arkadaşa veriyorduk. O arkadaş mali işleri yürüten kişi olurdu. Biz benim param, senin paran diye hiç düşünmüyorduk. Hatta döndüğümüzde eğer para artmışsa onu da eşit bölüşüp, ayrılıyorduk. Böyle bir ortamda yetiştim ve hayatıma devam ettim.
İYİLİK DÜĞÜMLERİ
- Okul yıllarınız nasıldı?
Ben ortaokulda izciydim. İzcilikte çok iyi şeyler öğretiliyor. Kamplara giderdim. Bizim fularlarımız vardı, fularlara her sabah bir düğüm atılırdı. Bu düğüm, o gün en az birisine iyilik yapmak içindi. İyiliği yaptığın zaman fulardaki düğümü çözerdin. Ama iyi izciler çözerdi, bir daha bağlardı. Bunlar küçük şeyler gibi geliyor, ama bunlar beni Aydınlıkçı yaptı. Bunu bile diyebilirim.
- Bunlar Aydınlıkçı olmanızın temelini attı…
Evet. Sonra da liseyi de bitirip 1960’lı yıllarda konservatuvara girdiğimde bütün o insancıl yapım devam etti. Sosyalistliğimi, arkadaş sevgimi o oyun oynadığım sokaklarda kazandım.
- Bir Aydınlıkçı olarak neler söylersiniz?
Aydınlık hareketine baştan beri bu kadar gönül vermiş biri olarak, zaman zaman partimi de eleştirmeme rağmen, en doğru çizgide olduğumuzu düşünüyorum. Hiç mi yanlış yapmadık, yaptık, ama baştan beri gene de esasta doğru gördüğüm tek çizgidir. Tarihin doğru çizgisini bizim hareketimizin, bizim partimizin yerine getirdiğini düşünüyorum. Tabii ki o zaman Aydınlıkçıyım.
'YANLIŞ GÖRDÜĞÜMÜ İÇİMDE TUTMAM'
- Eleştirilerinizi kolaylıkla dile getiren biri misiniz?
Çok eleştirici bir kimseyimdir. Eleştiririm, arkadaşlarımı da eleştiririm, tabi ki oğlumu da eleştiririm, partimi eleştiriyorum. Yanlış gördüğüm bir şey olursa içimde hiç kalmaz. Belki içime hiçbir şey atmadığımdan da biraz mutluluğum var diyorum.
'ELEŞTİRİLERİM YAPICIDIR'
Eleştirebilmek için kendini de biraz yani onu eleştirmeye hakkın olması için düzgün tutman gerekiyor, bu bir. İkincisi çok önemli bir görüşüm daha var, eğer birisini eleştiriyorsan onun yanından eleştireceksin. O karşındaki senin eleştirini kendi iyiliğin için yaptığını bilmeli.
Mesela ben partimizde de birçok konuda eleştiriler yönelttim, partili arkadaşlarımıza ya da partinin bazı tutumlarına karşı. Ama gerçekten o kadar mutluyum ki, hiçbir arkadaş, benim partiyi yıpratmak için veya yıkmak için, bilmem ne için bunu yaptığımı görmedi, öyle şey düşünmedi. Gerçekten de öyle değil çünkü. Ben daha iyi olsun diye, böyle olursa daha iyi olacaktı çünkü. Ben bunu içten duyduğum için o eleştiriyi yapıyorum. Onun için gerçekten de meselelere hep bu gözle bakıyorum.

VATAN DEYİNCE DUYGULANIRIM
- Sanatçılar duygusal diye bilinir. Siz de öyle misiniz?
Duygusal değil, duyguluyum. Arada fark olduğunu düşünüyorum. Duygusallık duygularına göre hareket etmektir. Duygululuk bir şeyle titreşebilmek ama yine o konuyla ilgili bir şey yapacaksanız, aklınızın süzgecinden geçirmeniz gerektiğini düşünüyorum. Benim için bu iki kavram çok önemlidir. Ben hiç kendimi duygusal görmedim ama çok da duyguluyumdur. Üstelik de biraz işin içine girdiğim zaman hakikaten biraz da gözyaşı da dökerim.
- Siz en çok hangi konuda duygulanırsınız?
Yurt deyince, ülke deyince duygu ortaya çıkıyor. Ben tecrübemden yola çıkarak söylüyorum, Aydınlıkçıların biraz ortak özelliği bu. Ülkesi ve yurdu için kaygı duyarlar.