Türk kadının tarihteki yeri
Bugün 8 Mart. Çiçeklerle, hediyelerle, sevgi sözcükleriyle kutlayıp geçtiğimiz bu günün arkasına büyük bir mücadele yatıyor. Aslında “Dünya Kadınlar Günü” değil “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”… Gelin birlikte emek mücadelesi veren kadının dününe bugününe ve yarınına ışık tutalım…
Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak adlandırılan 8 Mart'ın hikayesi aslında insan hakları temelinde kadınların sosyal hakları için savaşarak kazandığı bir mücadeleyi esas alan hikayeye dayanıyor.
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi, daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı.
Bu grev esnasında polis işçilere saldırdı ve onları fabrikaya kilitledi. İşçilerin fabrikaya kilitlenmesinin ardından çıkan yangında, işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 120 kadın işçi hayatını kaybetti.
“8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün simgeleşmesinin ardında büyük bir emek mücadelesi yatar. Esasen kadının 19. yüzyılın son çeyreğinde, ilk kıvılcımlarını veren eşitlik ve hak mücadelesi, emekçi kadınların isyanıyla birlikte doruğa çıkmıştır.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, insan haklarının ve demokratik hakların elde edilmesinde, kadın mücadelesi başat rol oynamıştır. ‘Kadınlarını geri bırakan toplum, geride kalmaya mahkûmdur’ diyen Büyük Önderimiz Atatürk’ün uygulamaya koyduğu devrimler ise Anadolu kadınını yerden kaldırıp, yükseklere taşıması yönünden eşsiz değerdedir.
Bu nedenle de Türk kadınının emek mücadelesi tarihte bambaşka bir yerde duruyor. Takvim yaprakları 1919 yılını gösteriyordu, Türk milleti için başlayan bağımsızlık mücadelesi topyekün bir seferberliği de beraberinde getirdi.
Türk milletinin kahraman kadınları hem cephede hem de cephe gerisinde üstlendiği rol ile yazdı tarihini… Cepheye mermi taşıyanı da vardı eli silah tutup ateş menziline gireni de.. Yaralı askerlere bakanı da vardı yardım toplayanı da. Kimi zaman eşini kimi zaman evladını kaybetti Türk kadını da ağzından dökülen iki kelime ile devam etti mücadelesine; “Vatan Sağ olsun” …
İstanbul’un işgal edilmesinin ardından Mustafa Kemal’in yanına giderek Milli Mücadele’ye katılan Halide EDİP, Ateşkes Antlaşması’nın ardından bir milis gücü oluşturan Kara Fatma, 1919 senesinde Yunanların Aydın’ı işgal etmeleri üzerine silahlanmış olan Çete Ayşe, Kurtuluş Savaşı’na erkek kılığında katılan ve bu nedenle herkesin kendisini Halim Çavuş olarak tanıdığı Halime Çavuş; Çok iyi silah kullanmasıyla bilinen Gördesli Makbule, 1919 yılında İzmir’in işgal edilmesinin ardından Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’ye katılan Asker Saime, Beraberindeki müfrezesiyle birlikte Hasanbeyli civarında Fransız işgalcilerle savaşan Tayyar Rahmiye ve daha niceleri ilmek ilmek işlediği bağımsızlık bayrağını göndere taşıdı.
Türk kadının bağımsızlık yolundaki kutsal mücadelesi hem dünyaya örnek olmuş hem de ilerleyen yıllarda bilim dalına, sanat ve spor alanlarına da ışık tutmuştur.
Günümüze gelince 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü her sene coşkuyla kutlanıyor. Bir yanda cumhuriyet kadınları kadının gerçek sorununu gündeme getirirken bir yanda da kendine mor feministler adını verenler kadın mücadelesini erkek ve devlet düşmanlığına odaklamaya çalışıyor. Peki hangisi Türk kadınını temsil ediyor?
Üretici, sanatçı, sporcu kadınların her birinin dilinde de “üretmek” varken; her yıl meydanlara çıkmaya çalışan ABD ve AB'den fonlanan feminist örgütlerin dilinde hangi söylemler var?
Taşınan pankartlarda devletin düşman, erkeğin katil olarak görülmesinin yanı sıra en çok da kadını aşağılıyor.
Sırtını çürüyen emperyalizme dayayan feminizm, bugün gerçek bir kadın mücadelesi biçimi sayılabilir mi? Ulusların ve kadınlarının düşmanı küresel güçlerden kadının özgürleşmesi beklenebilir mi? Günümüzde feminist hareketler, Kadını fikirden değil bedenden ibaret görerek aslında kadını karşısına alıyor.
Bugün geldiği noktada feminist oluşumlar, kadın emeğine sırtını tamamen dönen, dışlayan marjinal yapılardır. Kadını kendi cinsel varlığı içine hapseden, bedeninin sınırlarına kilitleyen, onu renkli dövizler, histerik çığlıklar ve boş tepinmelere sıkıştıran bu tür “feminist” akımlar büyük bir aldatmacadan başka şey değildir.
İşte Kadın mücadelesindeki bu iki çizgide Türk kadınını; vatanı uğruna şehit düşen, Aybüke Yalçın, Songül Yakut, Sema Çevik, PKK’ya meydan okuyan yürekli Diyarbakır anneleri temsil ediyor.
Kadına yönelik şiddetin, toplumsal ayrımcılığın bitirilmesinin yolu ise kadının mutlaka üretime kazandırılmasından, üretici güçler içinde kadın da tartışmasız yer almasından geçiyor.
150 yıl önce, Endüstri Devrimi’nin yarattığı ağır koşullardan kazanımla çıkan kadının bugün de “Üretim Devrimi’ne” ve bir sistem değişikliğine ihtiyacı var.
On bin yıldan bugüne, dünyanın bakımını sırtına yüklemiş olan kadın fabrikadadır; atölyededir; tarladadır; masa başındadır ve dahi mutfaktadır; çocuğunun okulundadır; evinin temizliğindedir; yaşlının-hastanın başındadır. Sözün özü; Kadın katmerli emeğin adıdır! Ve bütün kadınlar emekçidir!”
Dünya Emekçi Kadınlar Gününüz kutlu olsun.
Kaynak: Ulusal Kanal Haber Merkezi