TİP Ermeni soykırımı yalanını savundu! Mehmet Ali Aybar'ın kemiklerini sızlattılar
Türkiye İşçi Partisi (TİP), Ermeni soykırımı yalanını savundu. Türkiye sosyalist hareketinin önderlerinden TİP lideri Mehmet Ali Aybar, Russell Mahkemesi’nde Türkiye’nin soykırım yapmadığını kanıtlarıyla ortaya koymuştu. TİP, Ermeni soykırımı yalanını savunarak Aybar'ın kemiklerini sızlattı.
MEHMET ALİ AYBAR, SOYKIRIM OLMADIĞINI JEAN PAUL SARTRE’A KABUL ETTİRDİ
İngiliz düşünür Bertrand Russell, 1966’da, ABD’nin savaş suçlarını yargılamak üzere özel bir mahkeme kurmuştu. Mahkemenin adı Russell Mahkemesi’ydi. Russell’ın yargılama görevi için dünyanın çeşitli yerlerinden çağırdığı 15 kişiden biri de dönemin Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’dı. TİP Genel Başkanı, mazlum milletler adına ABD’yi ve yöneticilerini yargılayacaktı.
Mahkeme, ABD’nin Vietnam’da soykırım yaptığını söylüyordu. Jean Paul Sartre bu konuda izahat yaparken tarihten örnekler verdiği sırada sözde Ermeni soykırımına da değindi. Ama Mehmet Ali Aybar oradaydı. Örnek bir Türk vatanseveri gibi bu hususa itiraz etti. 1915 olaylarının bir soykırım olmadığını, savaş halinde yaşanan boğazlaşma olduğunu söyledi. Tarihten tanıklıklar, kaynaklar sundu. Bu itirazın üzerine Sartre sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bölümü karardan çıkardı.
Günümüzün Türkiye İşçi Partisi (TİP), Ermeni soykırımı yanlını savunarak ABD ve Avrupa emperyalizmi cephesinde olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu. Partinin resmi sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda "Coğrafyamızın kadim halklarından Ermeni halkının topraklarımızdan koparılmasının acısını yaşamaya devam ediyoruz." sözleriyle emperyalist yalanın ortağı oldular. Günümüzün TİP'i, Türkiye sosyalist hareketinin önderlerinden Türkiye İşçi Partisi Lideri Mehmet Ali Aybar’ın kemiklerini sızlattılar.
VATANSEVER DEVRİMCİ TUTUM
20 Kasım 1967’de mahkeme üyelerinden Jean Paul Sartre mahkemeye bir "Soykırım Bildirisi" sunmuştu. Bu bildiride, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan Ermeni tehciri de soykırım örneği olarak anılmıştı. Mahkemenin üyelerinden biri de, dönemin Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’dı. Aybar, aynı oturum içerisinde bu iddiaya itiraz etmiş ve bir rapor hazırlamıştı. Aybar’ın mahkemeye sunduğu bu rapor sonrasında, Jean Paul Sartre, "Ermeni Soykırımı" iddiasını, 'Soykırım Bildirisi’nden çıkarmıştı.
Aybar da mahkeme üyesiydi. Mahkemenin başkanlıklarına Russell, Sartre, Dedijer ve Schvvartz seçildi. Mahkeme, çalışmalarına 2 Mayıs 1967'de Stockholm'de yaptığı ilk oturumla başladı. Aybar bu oturumda, Vietnam'a giderek mahkeme adına inceleme yapacak ve delil toplayacak heyetin başkanlığına seçildi.
Aybar, uzun cevapta Ermeni meselesini ve özellikle Cihan Harbi içinde Ermenilerin emperyalist ülkelere dayanarak Osmanlı devletine karış isyan etmelerini ve işgalcilere açık desteğini olaylarla anlatır. Ve olayların karşılıklı kırım olduğunu belirtir. Aybar o dönemin devlet adamları ile İttihatçı önderlerin anılarından da yararlanır. Ermeni öldürmelerine ilişkin kurulan Divan-ı Harbi’nin rapor ve kararlarını da aktarır.
ERMENİ SORUNU
Mahkeme üyelerini ve Jean Paul Sartre’ı ikna etmeyi başaran Aybar’ın kendi kaleminden sunduğu raporun ilgili bölümü şu şekildeydi:
- Russell Mahkemesi bölümünü noktalarken, Sartre’ın, soykırımla ilgili açıklamasının neden olduğu bir tartışmadan kısaca söz etmek isterim. Buna tartışma denmez aslında; olayın değerlendirilmesinin farklı bir açıdan yapılması demek daha doğru olur. Sartre hazırladığı metni bizlere okudu. İnsanlık tarihinde soykırımın eski bir suç olduğu belirtiliyor ve bu arada Ermeni soykırımından da söz ediliyordu. Olayların soykırım suçu olarak nitelenemeyeceğini söyledim.
- Dedim ki; soykırım kasıtlı bir suçtur, üstelik tasarlanmış bir suçtur. Yani etnik bir gurubun yok edilmesini amaçlayan, bunun başarılması için izlenecek yolun ve maddesel eylemlerin önceden tasarlanarak saptandığı bir suçtur. Tasarlanmış olma keyfiyeti, suçun işlenmesi için vazgeçilmez bir koşuldur. Bir etnik gurup üç beş kişiden ibaret değildir. Onbinlerce, hatta milyonlarca kişiden oluşur. Bunların tümünü, hiç değilse büyük çoğunluğunu yok etmedikçe amaca varılamaz. Binlerce kişiyi öldürmek için silahlı örgütlerin kurulması, bunların eğitilmesi gerekir. Ya da bu işi orduya yaptırmak gerekir. Yok edilmesi tasarlanan etnik grup, yurdun belirli bölgelerinde yaşıyorsa, bu bölgelere karşı savaş operasyonlarına benzer silahlı saldırılar düzenlemek gerekir. Çoğunluğun arasına karışmış bir halde yaşıyorlarsa, yok edilmeleri için daha değişik operasyonlara başvurulur. Her ikisi de ancak devlet eliyle yürütülüp sonuçlandırılacak operasyonlardır.
- Oysa Türklerle Ermeniler yüzyıllar boyunca yan yana, içiçe yaşamış, bu yüzden pekçok ortak yanları bulunan iki etni’dir. Sürtüşmeler XIX. yüzyılın sonlarına doğru, büyük devletlerin Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasını amaçlayan kışkırtmalarıyla başlamıştır. Sözü edilen olaylar Birinci Dünya Savaşı sırasında meydana gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında kimi Doğu ve Güneydoğu illerimizde toptan öldürme olayları olmuştur. Rus ordularının ilerlemesinden yararlanan kimi Ermeni çeteleri Türk köylerini basmış, kadın, çocuk, genç, ihtiyar ayırdetmeden masum insanları öldürmüşlerdir. Türkler de Ermenileri kadın, çocuk, genç, ihtiyar ayırdetmeden öldürmüşlerdir. Bundan başka bu illerde yaşayan Ermeniler “tehcir” edilmiş, yani göç ettirilmiştir. Ve göç sırasında öldürmeler, kötü işler olmuştur.
- O yıllarda çocuktum. Ermeni dostlarımız vardı. Onlar bize, biz onlara giderdik. Bu olaylar babamı, anamı, ailemizin tüm kişilerini pekçok üzmüştü. Sık sık konuşup tartışırlardı. “’Tehcir” sözcüğünü ilk kez bu tartışmalarda duymuştum. Ama şunu da belirtmek gerekir: Bu iller dışındaki Ermenilerle Türkler arasında herhangi bir çatışma, bir kanlı olay olmamıştır. Doğu ve Güneydoğu illerindeki karşılıklı kıyımlar, toptan adam öldürmeler, Türk-Rus savaşının bir uzantısıydı. Osmanlı devletinde Türklerle Ermeniler yüzlerce yıl barış içinde yaşamışlardır. Yüksek devlet hizmetlerine atanmışlardır. Bu olaylar sınır illerinde savaş ortamında oluşmuştu. Savaşın bir uzantısı idi. Nitekim başka illerde olmamıştır. Bundan dolayı, bu kanlı olaylar soykırım olarak nitelenemez. Devletçe bir soykırım politikası izlendiği ileri sürülemez. Oysa soykırım olaylarının arkasında, dolaylı biçimde de olsa, her zaman devlet vardır.
"OLAYLAR SOYKIRIM OLARAK NİTELENDİRİLEMEZ"
M. Ali Aybar sözlerine şöyle devam etti:
- Demek ki mahkemedeki tutumumuz doğrudur. Olaylar savaşın uzantısıdır. Ve Soykırım olarak nitelendirilemez: Devletçe tasarlanmış ve gerçekleştirilmiş olaylar değildir bunlar. Devlet şüpheli görülen Ermenilerin bölgeden uzaklaştırılmasını istemiştir. Bu kadar. Ama kimi valiler bu önlemi, bölgede yaşayan tüm Ermenileri içeren bir göç biçimine dönüştürmüşler ve bunların, kadın, çocuk, ihtiyar ayrımı yapılmadan yok edilmelerini, ya açıkça, ya kapalı biçimde emretmişlerdir. Doktor Reşit beyin itiraflarından çıkan sonuç budur. Gerçek budur. Bu da ağır bir suçtur. Ceza yasalarında yeri olan ağır suçlardır. Oysa başta adı geçen valilerden başlanarak, sorumlular hakkında hiçbir işlem yapılmamış, bu ünlü kişilerin hiçbiri mahkemeye verilmemiştir. Çünkü üst düzeydeki yöneticilerin arkadaşlarıdır bu valiler. Ayrıca olayları onaylayan yöneticiler de vardır bunların arasında.
- Sartre’ın raporundaki Ermeni Soykırımı ile ilgili bölüme karşı çıktığım günlerde, Mithat Şükrü Bleda’nın anıları henüz yayımlanmamıştı. İttihat ve Terakki Partisi’nin bir no’lu sorumlusunun ağzından “tehcir” kararı alındığını ve bu zorunlu göçler sırasında Ermenilerin öldürüldüğünü öğreniyoruz. Mithat Şükrü bey, Doktor Reşit beye: ‘‘nasıl oldu da bunca insanın yakalanıp ölümün kucağına atılmasına göz yumdunuz?” diyor. Demek ki göç sırasında Ermeniler öldürülmüştür. O yıllarda en yetkili kişilerden birinin ağzından öğreniyoruz bunu. Ben Mithat Şükrü beyi tanıdım. Sakin, güven veren bir kişiliğe sahipti. Mithat Şükrü beyle Doktor Reşit bey arasında geçen konuşma da inandırıcıdır. Bir gerçek karşısındayız: Göç sırasında herhangi bir yargılama yapılmadan, haklarında bir hüküm bulunmadığı halde öldürülmüşlerdir. Bu emri Diyarbakır Valisi doktor Reşit beyin verdiği anlaşılıyor.
1966’da Russel Mahkemesi’nde yaşanan Aybar - Sartre tartışmasında Türkiye İşçi Partisi soykırım suçunu oluşturan hukuki durumları da tek tek irdeledi. İttihat ve Terakki hükümetinin soykırımı tasarladığına dair hiçbir belge olmadığını belirten Aybar, aksine İttihat ve Terakki Genel Merkezi'nin tahcir esnasında yaşanan olayları onaylamadığı gösteren belgeleri, Talat Paşa’nın anılarını mahkemeye sundu.
Russell Mahkemesi de Mehmet Ali Aybar’ın hukuki ve gerçeklere dayanan itirazları sonucunda raporunda Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin bölümlerini çıkardı.
MAHKEMENİN ULAŞTIĞI DİĞER SONUÇLAR
• ABD hükûmeti uluslararası hukuka göre Vietnam’a karşı saldırı suçu işlemiştir.
• ABD hükûmeti ve silahlı kuvvetleri Sivil hedeflere karşı yoğun ve sistemli bombardıman yaptığı için suçlu bulunmuştur.
• Tayland hükûmeti, ABD’nin işlediği saldırı suçuna ortaklık ettiği için suçlu görülmüştür.
• Filipinler hükûmeti, ABD’nin işlediği saldırı suçuna ortaklık ettiği için suçlu görülmüştür.
• Japonya hükûmeti, ABD’nin işlediği saldırı suçuna ortaklık ettiği için oy çokluğu ile suçlu görülmüştür. Kararın aleyhine oy kullanan üyeler Japonya’nın ABD’ye hatırı sayılır yardımı dokunduğunu ancak saldırı suçuna iştirak ettiğini düşünmediklerini belirtmişlerdir.
• ABD hükûmeti uluslararası hukuka göre Laos’a karşı saldırı suçu işlemiştir.
• ABD silahlı kuvvetleri savaş hukukunca yasaklanan silahlar kullanmıştır.
• ABD silahlı kuvvetleri savaş esirlerine savaş hukukunca yasaklanan muamelelerde bulunmuştur.
• ABD silahlı kuvvetleri sivillere uluslararası hukukça yasaklanan insanlık dışı muamelelerde bulunmuştur.
• ABD hükûmeti Vietnam halkına karşı soykırım yapmaktan suçlu bulunmuştur.
Yararlanılan kaynaklar:
Mehmet Ali Aybar, “TİP Tarihi”, Cilt; 2, BDS Yayınları, Mayıs – 1988, İstanbul.
Les Temps Modern, Kasım 1968, s. 773. Ancak gerekçelerim çarpıtılarak: İslâmiyette soykırım yoktur biçimine sokulmuştur (M. A. Aybar).