İşte İngiliz belgelerinde İstanbul’un işgali
İstanbul’un 16 Mart 1920'de İtilâf Devletleri tarafından işgali Millî Mücadele’nin dönüm noktasını teşkil ettiği kadar, Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’dan bu tarihe kadar olan kurtuluş faaliyetlerinin işgalci devletler üzerindeki etkisini göstermesi Millî Mücadele’nin önemli bir olayını teşkil etmektedir.
1919 SONUNDA ANADOLU’DA DURUM
Bilindiği gibi, Yunanistan’ın 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgali, hem Atatürk’ ü harekete geçirmiş ve hem de Millî Mücadele’nin en önemli itici gücünü teşkil etmiştir. 21/22 Haziran 1919 Amasya Tamimi, 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi, 4-11 Eylül 1919 Sivas Kongresi, bu itici güçten hız alan üç büyük millî hamle olmuştur. Bu hamleler o kadar etkili oldu ki, 3 Ekim 1919’da Damat Ferit Paşa hükümeti istifa etmek zorunda kaldı ve yerine, Ali Riza Paşa kabinesi kuruldu. İngiltere’nin İstanbul’daki Yüksek Komi- seri Amiral J. de Robeck, 3 Ekim’de Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönder- diği telgrafta, kabinenin çoğunluğunun milliyetçi ve bazı üyelerin İttihad ve Terakki Partisi sempatizanı olduğunu bildiriyor ve bu arada özellikle, Sadrazam Ali Rıza Paşa, Harbiye Bakanı Mersinli Cemal Paşa, Nafia ve eski Harbiye Bakanı Ferik Abuk Ahmet Paşa’nın milliyetçi hareket sempatileri üzerinde duruyordu. De Robeck’e göre, Mersinli Cemal Paşa ile Ferik Abuk Ahmet Paşa, “Mustafa Kemal” liderliğindeki Millî Hareket’in en kuvvetli destekçileri idi.
İstanbul’da hazırlanan, bir İngiliz istihbarat raporunda, Harbiye Bakanı Cemal Paşa’nın, İstanbul’daki Milliyetçi Örgüt’ün başı olduğundan ve Mustafa Kemal ile birlikte Anadolu’daki milliyetçi kuvvetlerin hareketini yönelttiğinden söz edilmekteydi.
OSMANLI DEVLETİ İLE İLGİLİ BARIŞ MÜZAKERELERİ
Osmanlı Devleti’yle, yani Batılıların deyimi ile “Türkiye” ile barış konuları, esasında, Paris Konferansı’nın 1919 Ocak ayında açıldığından itibaren gündeme gelmiştir. Çünkü, Yunanistan başta olmak üzere, Araplar, Ermeniler, Kürtler, v.s. , “leş kargaları” örneği, Osmanlı İmparatorluğu topraklarından pay kapmak için Paris’e üşüşmüşlerdir. Her biri, kendi ihtiraslarına ve hayal güçlerine göre Osmanlı topraklarından pay kopartmanın peşindeydi. “Leş Kargaları”nın bu tutumu, Osmanlı İmparatorluğu’nun “cesedi” üzerin- deki çıkarlarını gerçekleştirmek isteyen işgalci devletlerin politik amaçları ile ters orantılıydı.
Bununla beraber, üç büyükler, yani İngiltere, Fransa ve İtalya, Amerika ile beraber, önce, başta Almanya olmak üzere yenilmiş Avrupa devletleri ile yapılacak barışa yöneldiklerinden Osmanlı Devleti (Türkiye) ile yapılacak barışa hemen sıra gelmedi. Amerikan Senatosu, Almanya ile imzalanan Ver- say Barış Antlaşması’nı onaylamayı reddedip, Amerika, Aralık 1919’da Paris Konferansı’ndan çekildikten sonra, Osmanlı Devleti’yle yapılacak barış antlaşması sistemli bir şekilde ele alınmaya başlandı.
Bu konuda ilk toplantı, İngiltere Başbakanı Lloyd George ile Fransa Başbakanı Clémenceau ve heyetleri arasında 11 Aralık 1919’da Londra’da yapıldı4. Bu toplantıda Clémenceau, İngiltere ile tam bir işbirliği içine girerek, Fransa’nın bütün amaçlarını İngiltere’ye kabul ettirme çabası içinde ol- muştur. İngiltere ile bir görüş ayrılığı veya anlaşmazlık çıkmamasına çalışmış- tır. Bununla beraber, üzerinde en fazla tartışılan konu, İstanbul ve Padişah’ın durumu olmuştur. Fransa, İstanbul Şehri ile Boğazlar sorununun birbirinden ayrı olarak ele alınmasını ve Padişah’ın İstanbul’da oturmasına izin verilmesini ileri sürerken, İngiltere, İstanbul’un Boğazlar sorunundan ayrı olarak ele alınamayacağı ve İstanbul’un da milletlerarası bir otoritenin yönetimine verilmesi gerektiği tezini savunmuştur. Padişah’ın statüsü için de, Venizelos’un İngiltere’ye telkin ettiği, “Vatikan’vari” bir sistemin tartışması yapıl- mıştır5. Clémenceau’nun, “Doğu’da bir Papa yaratılması”na karşı çıkıp, Batı’da bir Papa’nın bulunmasının yeteri kadar bir kötülük olduğunu söylemesi ilginçtir6.
Boğazlar konusunda fazla bir görüş ayrılığı ve tartışma söz konusu olmamıştır. Zira her ikisi de Boğazların Türklerden alınmasında birleşmişlerdi.
“Anadolu” (“Asia Minor”) konusu ayrıca ele alınıp, burada özellikle İzmir üzerindeki İtalyan iddiaları dolayısıyla İtalyan-Yunan çatışması üzerinde durulmuş ve özellikle İngiltere bütün gücü ile Yunanistan’ı desteklemiştir.
OSMANLI DEVLETİ İLE BARIŞ ANTLAŞMASI
Osmanlı Devleti’yle barış antlaşmasının müzakereleri Ocak 1920 sonlarına doğru başlamakla beraber, ilginçtir. İngiltere, Fransa ve İtalya’nın 18 Şubat 1920 günlü toplantısında, Osmanlı Devleti’yle yapılacak barışın esasları, bir taslak halinde önlerine gelmiş bulunuyordu7. Taslağa göre8, Trakya sınırı, Çatalca Hattı veya Midye-Enez çizgisi olacaktı. Boğazlar Türklerden alınıyordu. Fakat İstanbul yine Osmanlı Devleti’nin başkenti olmaya devam edecek ve Padişah İstanbul’da oturabilecekti. İzmir ve havalisi Osmanlı Devleti’nde kalmakla beraber, Yunanistan tarafından yönetilecekti. İzmir Limanı Milletler Cemiyeti’nin garantisi altında serbest liman olacak ve uygun bir kısmı da Osmanlı Devleti’nin kullanımına bırakılacaktı. Ermenistan’a Anadolu’dan toprak verilecek, fakat sınırı sonra çizilecekti. Osmanlı Devleti (veya Türkiye), Kürdistan (!), Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Arabistan üzerindeki her türlü haklarından vazgeçecekti, v.s…
Bütün bu görüşmeler, tartışmalar gizli olmakla beraber, özellikle Fransız basını bir hayli haber yayınlamaktaydı. O kadar ki, Lloyd George bile, 18 Şu- bat 1920 toplantısında, bu durumdan, İngiliz basınının şikâyetçi olduğunu belirtmiş ve sonunda ortak bildiriler yayınlanmasına karar verilmişti9.
Tabiî, bütün bu haberler İstanbul basınına ve Anadolu’ya da yayılmakta ve Türk kamuoyunda endişe ve sinirlilik yaratmaktaydı. Özellikle Anadolu’daki bu atmosfer ve Ali Rıza Paşa kabinesindeki bazı bakanların, işgal makamlarına karşı ters tutumları da işgalci devletleri endişeye sevketmeye başladı. Aradaki görüş ayrılıklarına rağmen, Ankara ile İstanbul arasındaki ilişkiler, Müttefikler’i, bulundukları ve karargâhları olan İstanbul’da oturdukları zeminde rahatsız etmeye başladı. Halbuki İstanbul, bir bakıma, Mondros Mütarekesi’nin temel unsurunu teşkil ediyordu. Bu sebeple, İstanbul’da “kuvvetli” olmak zorundaydılar.
İSTANBUL’UN İŞGALİNE DOĞRU GELİŞMELER
Müttefikleri, yani işgalci devletleri, İstanbul konusunda radikal tedbirler almaya yani, İstanbul’u “işgal”e götüren bir dizi gelişmeler olmuştur. Genel olarak söylemek gerekirse, bu gelişmeler, 27 Aralık 1919’dan itibaren karargâhını Ankara’ya nakletmiş olan Millî Mücadele ile Müttefikler’in İstanbul Hükümeti’ni kendi etki ve kontrolleri altına alma mücadelesidir. Çünkü, İstanbul Hükümeti’ni kendi kontrolleri altında tutmak, belirttiğimiz sebeplerle, Müttefikler için ne kadar önemli ise, 23 Nisan 1920’de Ankara’da T.B.M.M. açılıncaya kadar, İstanbul Hükümeti’ni, mümkün olduğunca, kontrolu altında olmasa bile, kendi etkisi altında tutmak, Millî Hareket için de aynı derecede önemli olmuştur.
Bu gelişmeleri şu olaylar ve noktalar üzerinde toplamak gerekmektedir:
• Daha önce de belirttiğimiz gibi, Damat Ferit Paşa’nın istifası üzerine, 3 Ekim 1919’da kurulan Ali Rıza Paşa Kabinesinin göreve gelmesi, Müttefikleri hiç memnun etmemişti. Çünkü, yine belirttiğimiz gibi, kabinenin bazı üyelerinin milliyetçi eğilimleri, İstanbul’daki Müttefik temsilcilerinin bilme- dikleri bir husus değildi. Bu üyelerin başında Harbiye Bakanı Cemal Paşa gelmekteydi. Cemal Paşa, Müttefiklerin, Mondros Mütarekesi gereğince, Anadolu’daki askerî kontrolleri konusunda çatışma durumuna girmekte ge- cikmedi10. Bunun sonucu olarak, üç Müttefik Yüksek Komiseri adına Fransız Yüksek Komiserliği’nce Sadrazam Ali Rıza Paşa’ya 20 Ocak 1920’de verilen bir nota ile, sadece Harbiye Bakanı Cemal Paşa’nın değil, Genelkurmay Başkanı Cevdet Paşa’nın da istifası istendi11. Ertesi günü Paşaların istifası Yüksek Komiserlere bildirildi.
• Ali Rıza Paşa kabinesinin Müttefik ültimatomuna boyun eğmesi, Atatürk’ ü son derece sinirlendirdi12. Kaldı ki, Ali Rıza Paşa’nın, 14 Şubat 1920’de yayınladığı bildiri ile, millî iradenin “tecelligâhı münferide” sinin İstanbul’ daki Meclis-i Mebusan olduğunu belirterek, Ankara’yı geçersiz sayması üzerine, Atatürk de 17 Şubat 1920’de yayınladığı bir genelge ile, “vatanı ve mevcudiyet-i milliyeyi kurtarmak, hayat ve beka esasından ibaret olan teşkilât-ı milliyenin, vatanın her köşesinde, âm ve şâmil bir surette taazzuvuna kelevvel devam edilmesini”, bütün Müdafaa-i Hukuk örgütlerinden rica etmekteydi.
• Ali Rıza Paşa kabinesi, kurulur kurulmaz, 9 Ekim 1919’da yayınladığı bir kararname ile, Meclis-i Mebusan seçimlerinin yapılacağını açıklamıştı. Seçimler sonucunda, Meclis-i Mebusan 12 Ocak 1920’de ilk toplantısını yaptı. Bilindiği gibi, özellikle Atatürk’ün talimat ve telkinleri ile, yeni Meclis’ te kuvvetli bir milliyetçi hava ortaya çıktığı gibi, esasları Ankara’da tespit edilmiş olan14 Misak-ı Millî’yi de 28 Ocak’ta bu Meclis yayınlayacaktır. Başka bir deyişle, Millî Hareket, Müttefiklerin gözleri önünde kendilerine meydan okumaktaydı ve daha da önemlisi, Müttefiklerin barış şartlarını hazırlamakta olduğu bir sırada, Türkler, kendilerinin kabul edebileceği barış şartlarını kendileri tespit ediyorlardı. Dahası, İstanbul Hükümeti, bütün bu olup bitenlere egemen olmaktan çok uzak bulunuyordu.
• Yine barış şartları ile ilgili olarak başka bir olay da, Müttefiklerin korkusuna ve tepkisine sebep olmuş görünüyor. Yukarıda da değindiğimiz üzere, İngiliz-Fransız görüşmelerinde İstanbul konusu ile birlikte Padişah’ın statüsü de söz konusu olmuş ve hatta, Padişah’ın İstanbul yerine Bursa’da oturtulması fikri ortaya atılmıştı. İstanbul konusundaki bu haberler bazı İngiliz ve Fransız gazetelerinde yer alınca, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden İngiliz Yüksek Komiserliği’ne 116 protesto telgrafı çekilmişti15.
Atatürk de, Heyeti Temsiliye Reisi olarak, 11 Ocak 1920’de, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği’ne çektiği telgrafta, İstanbul ve Padişah hakkındaki basın haberlerine atıfta bulunup, Türk Milleti’nin, hakkın kuvvete üstün geleceğine inandığını, geleceğini ve kaderini, 11 Eylül 1919’da Sivas’ta yayınlanan beyannamedeki esaslara göre çizmeye kararlı olduğunu belirterek, böyle bir tasarının barış üzerinde olumsuz etki yapacağını bildirmiştir16.
Yüksek Komiser de Robeck, gerek Anadolu’dan gelen protesto telgraflarını, gerek Atatürk’ün telgrafını, Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a göndermiştir. Biraz aşağıda belirteceğimiz üzere, bu telgraflar, özellikle İngiltere’de ha- zırladıkları barışı ve özellikle İstanbul hakkındaki kararlarını Millî Harekete kabul ettirmenin kolay olmayacağı kanaatini uyandırmış ve onları tedbir alma yoluna sevketmiştir.
• Müttefikleri sinirlendiren bir diğer gelişme de, Akbaş Olayı’dır17. Yunanlıların İzmir’i işgalinden ve Gönen Bölgesi’nde Anzavur Ayaklanması’ndan sonra, o bölgede, Kuvayı Milliye’nin silâh ve cephane ihtiyacı son derece artmış bulunuyordu. Buna karşılık, Gelibolu Yarımadası’nda, Gelibolu ile Eceabat arasındaki Akbaş mevkiinde, Osmanlı Devleti’nden el konulan ve Fransız askerlerinin koruması altında bulunan bir cephanelik ve silâh deposu bulunuyordu. Balıkesir’de bulunan, 61. Fırka Kumandanı Kâzım (Özalp) Bey’in karargâhında hazırlanan bir plânla, Köprülü Hamdi Bey ile, Çerkes Ethem’den ayrılmış olan Dramalı Rıza Bey, 30 kadar Kuvayı Milliye askeri ile, 26/27 Ocak 1920 gecesi, Akbaş cephaneliğini bastılar ve 20 kadar Fransız askerini esir aldıktan sonra, 8.000 tüfek, 5.000 sandık cephane ve 300 mitralyöz (ağır makinalı tüfek), hazırlanan kayık ve motorlara yüklenerek Lâpseki’ye kaçırıldı ve oradan da içerlere nakledildi. Fransız askerlerinin iki gün sonra serbest bırakıldığı bu olay, o civardaki Müttefik gemilerine ve Akbaş yakınlarında bulunan İngiliz kuvvetlerine rağmen gerçekleştirilmişti.
• Akbaş Olayı, Müttefiklerin prestijine son derece ağır bir darbe teşkil ettiği kadar, Millî harekete de o derece büyük prestij sağladı. Lâkin, Akbaş Olayı Müttefiklerin iki türlü tepkisine sebep oldu. Birincisi, Meclis-i Mebusan Reisliği’ne aday olan Reşat Hikmet Bey’in, tedavide bulunduğu İsviçre’den döner dönmez Fransızlar tarafından 28 Ocak’ta tutuklanmasıdır. Mamafih 29 Ocak’ta serbest bırakıldı. İkincisi ise, Atatürk’ün, milletvekili olarak İstanbul’a gelmesi beklendiğinden, onun da tutuklanmasına karar verilmesiydi. Bilindiği gibi, Atatürk, tehlikeleri gayet berrak bir şekilde gördüğünden, İstanbul’a gelmedi.
• Bütün bu gelişmeler Ali Rıza Paşa Kabinesi’ni çok rahatsız etmekteydi. Şeyhülislâm, (Haydarizade İbrahim Efendi) 26 Ocak 1920 günü, İngiliz askerî ataşeliğine bağlı bir subayla yaptığı görüşmede, Kabinenin durumunun gayet nahoş olduğunu belirtip, “iki değirmentaşı arasındayız” dedikten sonra, Kuvayı Milliye’nin, Hükümet üzerinde açıkça kontrol kurduğunu, Meclis-i Mebusan açıldıktan sonra, “Anadolu kuvvetleri’ne, Hükümet’e müdahale edemeyeceklerini ve Padişah’ın emirlerine tâbi olmaları gerektiğini söylediklerini, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının ise Meclis-i Mebusan üzerinde, tıpkı İttihad ve Terakki gibi kontrol tesis etmek istediklerini, bu durumda ya onların kayıtsız şartsız Hükümete tâbi olacaklarını veya Hükümet’in istifa etmek zorunda kalacağını bildirmekteydi18.
• Müttefiklerin canını sıkan bir durum da, Adana, Antep ve Maraş’ta, Fransız işgal kuvvetlerine karşı yürütülen millî mücadele idi. Her üç vilâyette de, Ermenilerin, Fransız işgal kuvvetlerinin en büyük desteğini teşkil etmesi, mahallî halkın milliyetçi direnmesinin en önemli faktörü idi. Özellikle Maraş’ta, Ermenilerle milliyetçi kuvvetler arasındaki mücadele çok şiddetli ve kanlı oldu.
İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck, Maraş olaylarını Akbaş Olayı ile birleştirirken, bir yandan da Milliyetçilerin Bolşeviklerle işbirliği yaparak, Hazar Denizi’nin doğusunda ve batısında İslâm bağnazlığını tahrik etmelerinden söz ediyordu19 .
• De Robeck, Lord Curzon’a gönderdiği 23 Şubat günlü telgrafında ise, Kilikya (Adana) ve Maraş’ta, bir Ermeni katliâmından söz ediyor ve “bir kere daha belirtmek isterim ki, bütün bu olaylar, Mustafa Kemal Paşa’nın bir süre önce kasıtlı olarak tertip ettiği bir tehdidin icrasıdır” demekteydi20. Buna karşılık, Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol, Mart sonlarında Vaşington’a gönderdiği raporunda, Kilikya’daki ayaklanmaların ve bütün Anadolu’da uyanan Batı aleyhtarlığının tek sebebinin, Avrupa devletlerinin tutumundan kaynaklandığını bildiriyordu21.
İSTANBUL’U İŞGAL KARARI
De Robeck’in 6 Şubat telgrafında iki ilginç husus daha vardı. Bunlardan biri, Müttefik Kuvvetleri komutanı General Milne’in, askerî durumu kuvvetlendirmek istediğini, bunun için de bütün Müttefik kuvvetlerinin İstanbul’da kendi komutası altında toplanması gerektiğini kendisine bildirmesiydi. İkinci husus ise, İstanbul ve İzmir’in Türklerden alınması ve büyük bir Ermenistan kurulması halinde, böyle bir barış antlaşmasının ancak kuvvet zoruyla Türklere kabul ettirmek gerekeceği, bu sebeple, daha hoşgörülü barış şartları’nın mümkün olup olmayacağından söz etmesiydi. De Robeck, Lord Curzon’a 12 Şubat tarihli telgrafında bu noktaya bir kere daha değinerek, İstanbul ve İzmir’in Türklerden alınması kesinleşmemiş ise, kendisinin bu konuda yatıştırıcı (tranquillizing) bir demeç vermesi hususunda yetki istemiş ve Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserlerinin de hükümetleri nezdinde aynı teşebbüste bulunduklarını söylemiştir
İSTANBUL HÜKÜMETİ’NİN ACZİ HER YÖNÜYLE ORTADAYDI
Ne yapılması gerektiğini görüşmek üzere, üç Müttefik Yüksek Komiseri, 3 ve 4 Mart günlerinde toplandılar29. Bu toplantılarda, özellikle İngiliz ve Fransız yüksek komiserleri, sert bir barışa karşı milliyetçi hareketin bütün kesimlerinden muhalefet ve tepki geleceği görüşünde birleşerek, milliyetçi hareketin direnmesine karşı “askerî” durumun kuvvetlendirilmesi gerektiğine karar verdiler. Ne var ki, Müttefiklerin, Anadolu’da askerî tedbir almalarına imkân yoktu. Ayrıca, doğuda Ermeniler, güneyde Fransızlar ve batıda Yunanlılar olduğu halde, Milliyetçi hareket bütün bu olumsuzluklara karşı, her gün daha da kuvvetlenmekteydi. Bundan dolayı, Müttefiklerin, Millî Mücadele’ye karşı askerî pozisyonlarını kuvvetlendirebilecekleri ve aynı zamanda Milliyetçilere baskı yapabilecekleri tek yer İstanbul’du. Başka bir deyişle, “Milliyetçi liderlere” karşı alabilecekleri “en kuvvetli” tedbir, şimdiye kadar İstanbul’da devam ettirdikleri statüyü değiştirmek, yani İstanbul’un kesin işgali idi.
Sonunda, İstanbul’un işgali konusunda Müttefik Yüksek Komiserlerine uzun bir talimat hazırlandı34. Lord Curzon tarafından 6 Mart’ta Amiral de Robeck’e gönderilen35 ve Yüksek Konsey’in kararı olarak belirtilen şu 4 madde önemliydi:
1) İstanbul (Başkent deniyordu) Müttefik Kuvvetler tarafından derhal işgal edilecektir.
2) Türk Hükümeti’nden, son Kilikya olaylarında sorumluluğu şüphe götürmeyen, Erzurum Valisi Mustafa Kemal’in derhal azli istenecektir.
3) İstanbul’un işgalinin, barış şartlarının tamamen kabulü ile uygulanmasına kadar devam edeceği, Türk Hükümeti’ne bildirilecektir.
4) Eğer bundan sonra da olaylar çıkarılacak olursa, barış şartları çok daha ağırlaştırılacak ve verilen tâvizler (!) geri alınacaktır.
İSTANBU’UN İŞGALİ
Üç Müttefik Yüksek Komiseri 15 Mart günü son toplantılarını yaparak, İstanbul’un 16 Mart 1920 sabahı saat 10:00 dan itibaren işgaline, Müttefik askerî makamlarının, işgalin gerektirdiği bütün tedbirleri almalarına, Harbiye ve Bahriye Nezaretlerinin işgali ile her türlü iletişimlerinin kontrol altına alınmasına, posta, telgraf ve telefon hizmetlerinin kontrolüne, keza polisin de sıkı kontrol altına alınarak kamu düzeninin gerektirdiği bütün emir ve talimatın askerî makamlardan çıkmasına karar verdiler48.
16 Mart sabahı, İngiliz Yüksek Komiserliği’nden Mr. Ryan, saat 9.40’da Sadrazamı ziyaret ederek, üç müttefik adına hazırlanmış olan ve işgalin gerekçesini bildiren notayı Sadrazam’a verdi49. Esasında bu, bir nota değil ültimatomdu. Zira, belgede, Yüksek Komiserler tarafından alınan kararlar ve istekler tebliğ edilmekteydi. Osmanlı Hükümeti” (notada böyle deniyordu), başta Kilikya olmak üzere çeşitli yerlerde meydana gelen olaylardan sorumlu olan “Mustafa Kemal Paşa” ve diğer sözde (“soi-disant”) “milliyetçi” liderlerle ilişkisini derhal kesecekti. Eğer bu çeşit olaylar tekerrür edecek olursa, Türkiye barışında öngörülen şartlar çok daha sertleştirilecek ve şimdiye kadar verilmiş olan tâvizler(!) geri alınacaktır. İstanbul’un işgali, Barış Antlaşması’nın şartları kabul edilip uygulanıncaya kadar devam edecektir.
Bu notanın bir tek anlamı vardı: İşgalci devletler kendi tasarladıkları barış antlaşmasının karşısında en büyük engel olarak Atatürk ve Millî Mücadele’yi görmekteydiler. Ne var ki, bu işgale cevap olarak 23 Nisan 1920’de Ankara’da T.B.M.M.’nin açılması ile Millî Mücadele çok daha güçlenecek ve yeni bir devletin ilk büyük temeli atılacaktır.
İstanbul’un işgalinden doğan ilginç bir olay da, Trakya’daki 1. Kolordu Komutanı Albay Cafer Tayyar (Kankat) Bey’in, 16 Mart günü, General Milne’in Edirne’deki temsilcisine, İstanbul ile her türlü bağlarını kestiğini Mondros Mütarekesi hükümlerinin Edirne Vilâyeti dahilinde bundan böyle geçerli olmadığını, Müttefik kuvvetlerinin vilâyet dahiline girmeye teşebbüs etmeleri halinde buna kuvvet yoluyla karşı konulacağını, keza Edirne Vilâyetinde bağımsız bir hükümet kurulacağını ve Hıristiyanların güvenliklerinin sağlanacağını bildirdi50. Lâkin Cafer Tayyar Bey’in, Ankara’ya danışmadan giriştiği bu, Trakya’yı kurtarma hareketi çok kısa ömürlü oldu ve ancak bir ay kadar devam etti. Havsa civarında atla gezerken düşmana esir düştü ve İstanbul’a döndü.
İŞGAL SONRASI GELİŞMELERİ
İşgale Amerika’nın Desteği: İstanbul’un işgaline katılmayan Başkan Wilson, bu işgali onaylarcasına, İstanbul’un Türklerin elinden alınmasında ısrar etmiştir55. Wilson’ın bu sinirli tepkisinde, Senato’ya göndermiş olduğu, Ermenistan mandası hakkındaki Harbord Raporu’nun olumsuz niteliğinin rol oynadığı belirtilmiştir56. Bilindiği gibi Harbord Raporu, Ermenistan mandasından değil, İstanbul dahil bütün Türk toprakları üzerinde bir Amerikan mandasından söz ediyor, fakat bunun maliyetinin de, beş yıl için 757 milyon Dolar olacağını ve 59.000 – 200.000 kişilik bir Amerikan kuvvetine ihtiyaç göstereceğini belirtmekteydi. General Harbord, Ermenistan üzerinde bir Amerikan mandası tavsiye etmek- ten kaçınmıştı57. Bu da Wilson’ı sinirlendirmiş görüyor.
İşgale Atatürk’ün Tepkileri:
stanbul’un işgali üzerine Atatürk, işgalci devletlerin İstanbul’daki temsilcileri ile, Amerika dahil, işgalci devletlerin Meclis başkanları ile dışişleri bakanlarına 16 Mart 1920 günü bir protesto telgrafı gönderdi58. Bu telgrafta Atatürk, İstanbul’un işgalini “yirminci yüzyıl uygarlık ve insanlığının kutsal saydığı bütün ilkelere, hürriyet, milliyet, vatan duygusu gibi, bugünkü insan topluluklarının temeli olan bütün ilkelere ve bu ilkeleri ortaya koyan insanlığın genel vicdanına indirilmiş” bir yumruk olarak nitelemekteydi. Atatürk’ün bu protesto telgrafının, yayınlanan İngiliz belgeleri arasında yer almadığını görmekteyiz.
Atatürk, yine 16 Mart 1920 günü, “Bilumum kumandanlara, Vali ve Mutasarrıflara ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine, Belediye Riyasetlerine, Matbuat Cemiyetine” hitaben yayınladığı “Beyanname” de de, “Bugün İstanbul’u cebren işgal etmek suretiyle Devlet-i Osmaniye’nin yedi yüz yıllık hayat ve hâkimiyetine son verildi. Yani bugün, Türk Milleti, kabiliyet-i medeniyesinin, hakk-ı hayat ve istiklâlinin ve bütün istikbâlinin müdafaasına davet edildi” demek suretiyle, İstanbul’un işgalinin, Türk Milletinin yaşama hakkı ve bağımsızlık sorununu birinci plâna çıkardığını belirtiyordu.
Kaynak: ttv.gov.tr