İstanbul'un fethi nasıl oldu? İstanbul'un fethinde gerçekleşenler
1453 sayısını duyunca hepimizin aklına hiç şüphesiz İstanbul'un fethi geliyor. İstanbul'un fethinde atalarımızın kahramanlıkları ve o zamanı sizin özetledik...
İSTANBUL KUŞATMASI NASIL OLDU?
Kuşatma başlamadan evvel Boğazkesen hisarının yapılmasından sonra Sultan Mehmed, İstanbul’u karadan askerî bir kordon altına aldırmış, şehirden dışarıya ve dışarıdan şehre kimseyi bırakmamaları hakkında kat’i emir vermişti; zaten imparator da dışarıdaki halkı şehre aldıktan sonra kapıları kapatmıştı; fakat denizle ulaşım kesilmemişti.
1453 senesi Şubat ayında Sultan Mehmed dökülen topun İstanbul Önüne götürülmesini emretti. Top altmış manda ile çekiliyordu; topun kaymaması için iki tarafına ikişer yüz asker konmuştu; yolun bozuk kısmında ve köprü yapılacak yerlerde yolu düzletmek ve tahta köprü yapmak için önceden elli inşaat ustası ve iki yüz amele gönderilmişti. Nihayet top İstanbul’dan beş mil uzakta bir yere getirildi.
MORA'YA AKIN
Pâdişâh İstanbul muhasarası esnasında Mora’da imparatorun kardeşleri olan Mora despotları Tomas ile Dimitriyos taraflarından İstanbul’a yardım yapılması ihtimalini göz önüne alarak buraya Turahan ile oğulları Ahmed ve Ömer Beyleri memur ederek akınlar yaptırarak onlara göz açtırmadı.
SULTAN MEHMED'İN İSTANBUL'A HAREKETİ
Padişah bütün hazırlığını tamamladıktan sonra 23 Mart 1453‘de Edirne’den üzerine hareketi hareket etti. Keşan mevkiinde durarak Çanakkale boğazından geçecek olan Anadolu kuvvetlerini bekledi ve bu kuvvetleri de aldıktan sonra yürüyüşe devam ederek 1453 Nisanının beşinde İstanbul surları önüne geldi ve ertesi gün yani 6 Nisan cuma günü şehri kuşattı. Haliç’teki Ayvansaray mevkiinden Hrisi Pili (Yaldızlı kapı)’ye kadar karadan bütün suru kuşattı.
KOSTANTİNE'YE GELEN YARDIMCI KUVVETLER VE VAATLERİ
İmparator, surların tamir, sağlamlaştırma ve müdafaa tertibatiyle meşguldü, şehrin kara tarafındaki kapılarını ördürmüş olup vaziyete intizar ediyordu. 26 Ocak 1453’de İstanbul muhasarasına iştirak etmek üzere iki kadırga ve yedi yüz cenkçi ile Cenevizli Jüstinyani geldi. Bu faal zat, kale tamiri ve müdafaa hazırlıklarında imparatora yardım etti; bu iyi bir kumandan olduğundan imparator bunu başkumandan tâyin ile evvelâ Vilaharna sarayına yakın olan surların muhafazasına memur etti; eğer İstanbul kuşatmadan kurtulacak olursa kendisine Limnos adasını verecekti.
OSMANLILARIN KUŞATMA ORDUSU
İstanbul’un kuşatmasını iştirak etmiş olan Osmanlı ordusu mevcudu muhtelif rivayetlere göre yüz elli bin ile iki yüz bin arasında tahmin ediliyordu. (Kapıkulu ocakları, Rumeli ve Anadolu topraklı yani timarlı sipahileri; azaplar ve gönüllü olarak yüz bin ile yüz yirmi bin arasında olması ihtimal dahilinde görülmektedir; bu kuvvetin bir kısmı Zağanos Paşa kumandasında olarak Cenevizlilere ait Galata surlarının dışındaki Beyoğlu tarafında bulunmakta idi.)
İSTANBUL'UN FETHİ OSMANLI DONANMASI NASILDI?
Nakliye gemileriyle beraber büyük, küçük yüzelli parçadan ziyade olduğu söylenen Osmanlı donanmasını bazı Rum tarihleri dört yüz yirmiye kadar çıkarırlar. Bu donanma Baltaoğlu Süleyman bey kumandasında olup Haliç tarafındaki surlar hariç olmak üzere deniz tarafından İstanbul surlarını kuşatmıştı.
İSTANBUL'UN TESLİMİ TEKLİFİ VE RED CEVABI
Nisanın altısında başlayan muhasara tertibatı altı gün sürmüş ve ayın on birinde ikmal edilmiştir. Bu suretle hazırlık tamamlanıp Zağanos Paşa da Beyoğlu cihetinde tertibat aldıktan sonra Sultan Mehmed islâmî ananeye uygun olarak Mahmud Paşa’yı İmparatora göndererek kan dökülmeden şehrin teslimini teklif ettiyse de Kostantin şehri müdafaa edeceğine yemin etmiş olduğunu ve ancak antlaşma gereğince vergi vereceğini beyan ederek teslim teklifini red etti; bunun üzerine nisanın on ikisinden itibaren büyük topların işlemesiyle asıl kuşatma başlamıştı; gerçi beş gün evveldenberi ufak tefek çarpışmalar ve bir defa Rumların çıkış hareketleri olmuşsa da o kadar ehemmiyetli değildi. Yine on iki nisanda donanma da İstanbul limanı önüne gelmişti.
İSTANBUL’UN FETHİ
Sen Rumen (Topkapı) yakınına yerleştirilen büyük topun gürültüsü, şehir halkının kuvve-i mâneviyesini sarstı; bu top günde ancak yedi sekiz defa atılabiliyordu; toplar tunçtan olup uzun menzilli idiler ve büyük çapta taşdan gülle atıyorlardı. Bu dehşete karşı halkın maneviyatını yükseltmek için sarayda bulunan Meryem’in tasvirini sokaklarda dolaştırıyorlardı. Diğer toplar mütemadi bir bombardımana devam ediyorlardı. Muhasaranın onuncu günü büyük toplardan birisi parçalandı ve etrafındakileri öldürdü. Fakat tekrar tamir olunarak yine faaliyetine devam etti; toplar bazı yerlerden gedik açtılarsa da şehir halkı erkek, kadın canla başla çalışarak gedikleri kapatıyorlardı; imparator hergün surları dolaşarak askerlere cesaret veriyordu.
12 MAYIS TAARUZU
Bu mevzii taarruz 12 mayısta Vlaherna sarayı ile Edirnekapı arasındaki surlara yapıldı. O tarafta açılan bir gediğe yapılan taarruzda ilk hamlede muvaffakiyet hâsıl olur gibi olduysa da ihtiyat kuvvetlerinin yetişmesi üzerine püskürtüldü; onu müteakip tekrar edilen taarruz yine başarı verecek iken Edirnekapı mıntakasından yetişen bin kişilik bir kuvvetin yardımiyle bir netice elde edilemedi.
Bundan sonra top muharebesi, ok, kurşun atışları, lağım hafriyatı ve büyük müteharrik harb kulelerinin surlara taarruzları ile günler geçti. Açılan lağımları Bizans lağımcıları buluyorlardı.
İMPARATORA SON TESLİM TEKLİFİ
Fatih umumî hücum yapılmasın sırası geldiğini tahmin ederek ondan evvel imparatora sulh teklifi yapmağa karar verdi ve 23 veya 24 Mayısta İsfendiyaroğlu Kasım Bey’i elçi olarak imparatora gönderdi ve umumî hücumun doğuracağı feci neticeye sebebiyet vermemesini bildirdi. Pâdişâhın teklifi şöyle idi:
1— Şehrin kendisine terki,
2— İmparatorun bütün maiyyeti, hazinesi ile sağ ve salim, arzu ettiği yere gitmesi veya Mora despotluğunu kabul eylemesi,
3— Ahalinin de gitmek veya kalmakta serbest olduğu bildiriliyor ve aksi halde şehir harben alınacak olursa halkın harb esiri olacakları tebliğ ediliyordu.
Kasım Bey bu güç durum üzerine imparatoru sulhe imale etmek istedi; imparator da bazı mukabil tekliflerde bulunmak üzere Sultan Mehmed’e elçi gönderdi ve Rum elçileri pâdişâh ne kadar vergi isterse iktidarı dışında olsa dahi vereceğini ve daha başka tavizlerde de bulunacağını söyledilerse de Dukas’ın söylediğine göre Pâdişâh şu sözleri kullanmıştı:
- Buradan gitmekliğim kabil değildir; ya ben şehri zabtederim, yahut şehir beni ölü veya diri olarak zabt eder, eğer şehirden sulhen çekilirsen sana Mora’yı ve kardeşlerine diğer eyaletleri vereceğim; bu suretle dost oluruz, şayet şehre harben girecek olursam eşraf ve ayanını ve seni öldürüp halkı esir edip mallarını yağmalattırırım.
FATİH SULTAN MEHMED'İN İSTANBUL'A GİRMESİ
Yirmi iki yaşında İstanbul’u fethederek tarihte FATİH unvanını almış olan II. Mehmed, surların işgal edilip askerin şehre girmesinden sonra halk, kadın, çocuk, büyük kiliseye doğru kaçışıyor ve kaçamıyanlar esir ediliyorlardı
Askerler, Ayasofya’ya kadar gittiler, kiliseye dolmuş olan halk arasından istedikleri kadar esir aldılar. Fatih sıkı bir muhafaza altında olarak himayetinde vezir, ulema ve sair ileri gelen devlet adamlarıyle birlikte muhteşem bir alay ile Topkapısından şehre girdi. Fatih’in İstanbul’a girişi hakkında müellif, eski tarihçiler tarafından görülmeyecek son senelerde yayınlanmış olan bir vekayinâmeden alınmış kısa bir yazı:
Şehirde yer yer mücadele oluyordu; kumandanlar Padişaha: Sen bizzat şehre girmezsen biz ahaliyi itaat ettirmeğe mecbur kalamayız deyince, Sultan Mehmed:
- imparatorun aranmasını emrettiği gibi, halka taarruz edilmemesini ve halkın itaat eylemesini emreyledi; bu suretle şehirde sükûnet hasıl oldu. Şehirdeki bütün ölüler yakıldı, şehir temizlendi; padişah Romanos (Topkapı) kapısından şehre girerek, Ayasofya kilisesine gitti, oraya gelince atından indi, (Şükrane olarak) yere kapandı ve toprak alıp başının üstüne götürdü; bu esnada patrik, papaslar, pek çok halk, kadın, çocuk toplanmışlardı; padişah şehrin fevkalâde olduğunu görerek:
- "Hakikaten bunlar erkek adamlarmış. Onların muharebe esnasında böylece çarpışmaları ve ölmekten saadet duymaları boşuna değilmiş."dedi. Sonra Ayasofya’ya girdi, mukaddes mahalde durdu, patrik ve halk yerlere atılarak ağlaştılar; Sultan Mehmed onlara elleriyle susmalarını işaret etti; sükûnet teessüs edince patriğe:
“Ayağa kalk. Ben Sultan Mehmed sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bu günden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” dedi. Sonra, ordusunun kumandanlarına dönerek: askerin halka hiç bir fenalık yapmamalarını emretmelerini ve herhangi birisi bu emre itaat etmezse ölümle cezalandırılacağını bildirdi.
Kilisenin her tarafını ve hazinelerini görmeği arzu ederek herkesin dışarı çıkmasını emretti; fakat halk ağır ağır çıktığından ve kendisi de bunu bekliyemiyeceğinden dışarı çıktı ve imparatorun sarayına gitti. Orada karşısına Kostantin’in başını getiren bir Sırp çıktı; padişah Rum beylerine bu başın Kostantin’in başı olup olmadığını sordu. Onundur dediler, bunun üzerine:
“Allah seni ne kadar yüksek yaratmıştı ve seni imparator yapmıştı; niçin böyle boş yere helak olmak istedin?” dedikten sonra kesik başı patriğe gönderdi.
Kostantin’in zevcesi împaratoriçe kocasiyle son defa vedalaşıp ayrıldıktan sonra İstanbul’un işgali üzerine Rum beyleri tarafından kızları ve asıl ailelere mensup kadınlarla birlikte Jüstinyani’nin gemisiyle Mora’ya götürüldü. Sultan Mehmed bunları kaçıranların kimler olduğunu tahkik edip öğrendi ve bunları idam eyledi; akşam üzeri sur dışındaki karargâhına döndü.
Tarihin ikinci cildinde görüleceği üzere Fatih Sultan Mehmed, patrik intihabı ve İstanbul’un tanzimi için görülecek işleri tertip ve icabeden memurları tâyin ettikten ve on sekiz hazirana kadar İstanbul’da kaldıktan sonra Edirne’ye döndü ve büyük bir zafer alayiyle şehre girdi
İstanbul’un zabtından üç veya beş sene sonra (1456 veya 1458) Lâtinlerin elinde bulunan Atina alındı ve Peloponez de dahil olduğu halde bütün Yunanistan elde edildi.
Kaynak: https://www.ttk.gov.tr/belgelerle-tarih/istanbulun-fethi/
Osmanlı Tarihi, I. Cilt, Anadolu Selçukluları ve Anadolu Beylikleri hakında bir mukaddime ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar, Ord. Prof. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, 467-493 ss.