31 Mart ayaklanması başladı (13 Nisan 1909) | Prof. Dr. Haluk Eraksoy yazdı
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Haluk Eraksoy, 13 Nisan tarihine ait bir konuyu sosyal medya hesabından yazdı. İşte Prof. Dr. Haluk Eraksoy'un "31 Mart Olayı" olarak bilinen büyük ayaklanma ile ilgili yazdığı yazı...
“31 Mart Olayı” olarak bilinen ve II. Meşrutiyet'in ilanından 8 ay sonraki büyük ayaklanma 114 yıl önce bu gün başladı (13 Nisan 1909).
AYAKLANMA, RUMİ TAKVİM'E GÖRE 1325 YILINDA 30 MART'I 31'E BAĞLAYAN GECE BAŞLADI
Rumeli'den İstanbul'a getirilip Taşkışla’ya yerleştirilmiş olan 4. Avcı Taburu, gece yarısı başlarında çavuşları olmak üzere ayaklandı ve kışladaki komutayı ele geçirerek bazı subayları tartakladı; ellerini kollarını bağlayıp hapsettikten sonra olayları başlattı. II. Meşrutiyet’in 24 Temmuz 1908’de ilan edilmesinden 8 ay sonra patlak veren 31 Mart Olayı, Rumi Takvim'e göre 1325 yılı 30 Mart'ı 31'e bağlayan gece başladığı için böyle anılmıştır.
31 MART OLAYI, GENİŞ BİR MUHALEFET CEPHESİNİN ÜRÜNÜYDÜ
Tarihçi yazar Osman Selim Kocahanoğlu’nun “31 Mart Ayaklanması ve Sultan Abdülhamid” başlıklı araştırmasında belirttiği gibi, “31 Mart Olayı”, 1908 Devrimi’ne ve iktidardaki hükümeti denetimi altında tutan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı geniş bir muhalefet cephesinin ürünü olup, adeta çok bilinmeyenli bir denklemdi. On üç gün süren bu ayaklanma, çok yönlü bir sosyal ve siyasal hareketti. Gerici nitelikliydi ve dinsel motifler içeriyordu. Önceden planlanmış ve düzenlenmiş bir ayaklanma olduğuna kuşku yoktu. Olayın hazırlanmasında ve gelişmesinde muhalefetteki Ahrar Fırkası, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti, muhalif basın, alaylı subaylar ve işlerini kaybeden bürokratlar rol oynamıştı. 31 Mart Olayı’nda özellikle Derviş Vahdeti’nin çıkardığı Volkan gazetesi önemli rol üstlenmişti ve dindar kesim de aylardır yapılan bu din sömürüsüne ve tahriklere kapılmıştı. Unutulmaması gereken bir husus da İngiliz Büyükelçiliğinin yönlendirmesiydi. O günlerde ordu içinde alaylı-mektepli çelişkisi vardı; bu çelişkiye dini etkenler de katılmıştı.
TOPLANAN ASKERLER, "ŞERİAT İSTERİZ; PADİŞAHIM ÇOK YAŞA!" DİYE BAĞIRDILAR
Sabaha doğru askerler kışladan çıkıp Ayasofya Meydanı'na ilerlerken isyan diğer kışlalara da yayıldı. Sayıları 5-6 bini bulan askerler, "Şeriat isteriz; Padişahım çok yaşa!" sözleriyle meydanda toplandılar. Onlara katılan yüzlerce hoca, ilmiye talebesi ve ulemanın bir bölümü de gelerek, mektepli subayların orduyu Frenkleştirmeye çalıştıklarını, bütün bunların İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin başının altından çıktığını, din hükümlerinin ayaklar altına alındığını ifade eden konuşmalar yaptılar.
Ayaklanmacılar, kalabalığın artmasından sonra meydana yakın bir mesafedeki Meclis binasını işgal ettiler. Adliye ve Mezahip Nazırı Mustafa Nâzım Paşa, Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza Bey'e benzetildiği için, Lazkiye Mebusu Aslan Bey de İstanbul Mebusu Gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey sanılarak öldürülürken; Bahriye Nazırı Ali Rıza Paşa ağır yaralandı. Şura-yı Ümmet dergisi ve Tanin gazetesinin matbaaları yağma edildi.
OLAYLARIN TIRMANMASI ÜZERİNE HÜSEYİN HİLMİ PAŞA HÜKÜMETİ İSTİFA ETTİ
Padişah II. Abdülhamit'in isteğiyle Hüseyin Hilmi Paşa Hükümeti istifa edecektir. İsyancıların görüşleri doğrultusunda 14 Nisan 1909'da Ahmet Tevfik (Okday) Paşa Kabinesi kurulacak ve göreve başlayacaktır. “Aff-ı Şahane" adı verilen genel af ilan edilecek; ancak umulduğu gibi isyancıların zorbalığı sona ermeyecektir. Aralarında Şerif Sadık Paşa ve Katibi Esat Bey, Süvari Teğmeni Selahattin Mümtaz ve Üsteğmen Yusuf Nurettin’in bulunduğu bazı subaylar öldürülecektir.
İSYANCI ASKERLER YEDİ GÜN SÜREYLE İSTANBUL'A HÂKİM OLDULAR
İsyancıların İstanbul içerisinde küçük gruplar halinde dolaşarak silah atmaya, Türk kadınlarının Beyoğlu'na çıkmasına engel olmaya, Frenk gömleği giyen kimseleri tartaklamaya başladıkları görülecektir. İsyancıların en vahşi eylemlerinden biri, Asar-ı Şevket Zırhlısı Kaptanı Deniz Binbaşılarından Ali Kabuli Bey'in, kendi gemisinin erleri tarafından sokaklarda sürüklenip Yıldız Sarayı'na kadar götürülerek Abdülhamit'in gözleri önünde öldürülmesi olacaktır. İsyancı askerler yedi gün süreyle İstanbul'a hâkim olacaktır. Eski düzeni isteyenlere karşı ilerlemeciler de tepkilerini göstermekte gecikmeyecektir. Selanik, İstanbul’daki isyandan Jandarma Yüzbaşısı İsmail Canbulat Bey’in ilettiği “Meşrutiyet mahvoldu” ibareli telgrafıyla haberdar olacaktır.
İSYANI BASTIRMAK ÜZERE TOPLANAN “HAREKET ORDUSU” SELANİK’TEN İSTANBUL’A HAREKET ETTİ
Selanik’te isyana karşı “Silah başına, arş İstanbul’a!” sloganıyla sona eren büyük bir miting düzenlenecektir. Serez’de ve diğer Makedonya şehirlerinde de isyana büyük tepki doğacak; Padişaha, Sadarete ve Meclis-i Mebusan’a protesto telgrafları çekilecektir. Selanik'teki İttihatçılar arasında İstanbul üzerine bir kuvvet yollanması konusunda bir görüş birliği oluşacaktır. 14 Nisan günü Selanik’te genel seferberlik ilan edilerek III. Ordu'ya bağlı Redif Fırkası'nın bütün taburları silah altına alınacaktır. Bu birliklere Edirne'de bulunan II. Ordu birlikleri ve Rumeli halkından gönüllüler de katılacaktır. Özgürlük kahramanı olarak tanınan Resneli Niyazi Bey de, Resne'de bir araya getirdiği gönüllülerle birlikte bu hareketin içinde yer alacaktır. Toplanan bütün kuvvetlerin başına Selanik 11. Redif Fırkası Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa getirilecek; Kurmay Başkanlığına da Kolağası Mustafa Kemal Bey atanacaktır. Mustafa Kemal Bey’in “Hareket Ordusu” adını verdiği bu ordu, 14 Nisan akşamı trenle Selanik’ten İstanbul’a hareket edecektir.
HAREKET ORDUSU İSTANBUL’A GİRME HAZIRLIĞINDAYKEN KOMUTA DEĞİŞİKLİĞİ YAPILDI
Hareket Ordusu, İstanbul önlerine geldikten sonra 19 Nisan’da İstanbul halkına ordunun amacını açıklayan bir beyanname yayımlayacaktır. Mustafa Kemal’in kaleme aldığı bu beyanname, Hüseyin Hüsnü Paşa’nın imzasıyla yayımlanacak; ayrıca telgrafla Erkan-ı Harbiye-yi Umumiye'ye iletilecek ve sokaklarda halka dağıtılacaktır. Hareket Ordusu İstanbul’a girme hazırlığındayken komuta değişikliği yapılacaktır; komutanlığa III. Ordu Komutanı olan Mahmut Şevket Paşa atanacaktır. Hareket Ordusu Kurmay Başkanlığı da Berlin’den gelen Binbaşı Enver Bey'e verilecektir. Mahmut Şevket Paşa 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece orduya İstanbul içlerine ilerleme emri verecektir. İsyancıların en yoğun direnme noktaları Taşkışla, Davutpaşa ve Taksim Kışlaları'nda olacak ve kanlı çarpışmalar gün boyu sürecektir.
İKİNCİ ABDÜLHAMİT, ESKİ OTORİTESİNİ KURMAK İÇİN İSYANDAN YARARLANMAYA ÇALIŞMIŞTI
Hareket Ordusu İstanbul'daki isyanı bastırdıktan sonra birliklerini Yıldız Sarayı'na yönlendirecektir. İki günlük kuşatmadan sonra 27 Nisan'da Hareket Ordusu saraya girerek denetimi ele geçirecektir. Sultan II. Abdülhamit’in, doğrudan doğruya sorumlu olmasa bile, bu isyandan eski otoritesini kurmak için yararlanmaya çalıştığı; hareketi durdurmak için hızlı ve etkin bir harekette bulunmayıp bir oldubittiye boyun eğdiği; böylece isyancıları cesaretlendirdiği anlaşılacaktır. Hareket Ordusu'nun İstanbul'da duruma tam olarak hâkim olmasıyla birlikte, kendisini güvende hisseden Meclis-i Mebusan 25 Nisan'da Yeşilköy'den Ayasofya yakınındaki kendi binasına geri dönecek ve 27 Nisan 1909'da toplanarak Sultan II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesini ve onun yerine kardeşi Veliaht Mehmet Reşat Efendi'nin getirilmesini oybirliğiyle kabul edecektir. Abdülhamit, Selanik'e sürgüne gönderilecektir.
YARGILAMALAR SONUNDA 70 KİŞİ İDAM CEZASINA ÇARPTIRILDI
Olayların sona ermesiyle İstanbul'da sıkıyönetim ilan edilecek; isyana karışanlar saptanarak geniş çapta tutuklamalar başlayacaktır. Suçluların yargılanarak cezalandırılması amacıyla üç Divan-ı Harp; tutuklananların ilk sorgulamalarını yapmak üzere Tahkik Heyetleri; halkın bu olaylara karışan kimseler hakkında bildiklerini haber verebilmesi için Tetkikat Heyetleri oluşturulacaktır. Yargılamalar sonunda 70 kişi idam cezasına, 420 kişi 6 ayla müebbet arasında değişen çeşitli hapis cezalarına, yüzlerce kişi ise süresiz sürgün cezalarına çarptırılacaktır. İdama mahkûm olanların cezaları Beyazıt ve Ayasofya Meydanlarında, Köprübaşı’nda, Kasımpaşa’da darağaçları kurularak infaz edilecektir. Ege'den yabancı bir ülkeye kaçmak için trenle İzmir'e gitmeye çalışırken yakalanan Derviş Vahdeti'nin yargılanması bir aydan fazla sürecektir. Akıl sağlığının bozuk olduğu yönündeki savunmasına itibar edilmeyecek ve 19 Temmuz 1909'da Ayasofya Meydanı’nda asılarak idam edilecektir.
31 MART ŞEHİTLERİ ANISINA ABİDE-İ HÜRRİYET ADIYLA BİR ULUSAL ANIT YAPILDI
İstanbul'da 31 Mart şehitleri anısına Abide-i Hürriyet adıyla bir ulusal anıt yapılarak 23 Mayıs 1911 tarihinde açılacak ve 31 Mart şehitlerinden 2 subay ve 42 askerin naaşları buraya defnedilecektir. Tarık Zafer Tunaya’ya göre: “31 Mart, başlatanların hesaplarını alt üst etmiş ve toplumun içinde din istismarcılığının ne kadar vahim yıkıntılar yapabileceğini açıkça ispatlamış koyu bir irtica hareketidir.” Sina Akşin’e göre de “31 Mart Olayı son çağa girmenin şoku karşısında, geleneksel kesimin kanlı tepkisidir.” Alev Coşkun’un ifadesiyle ise “Sosyolojik olarak 31 Mart Olayı ‘statükonun muhafazası’nın dışavurumudur. Bu kanlı olay karşı tepkiyi yaratmış, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelmesiyle ‘modernleşme’ ve ilerlemenin sürmesi’ sağlanmıştır.”
Kaynak: Prof. Dr. Haluk Eraksoy