Türk devriminin öncü partisi: İttihat ve Terakki Cemiyeti
Türkiye'nin yakın tarihine damga vuran en büyük siyasal örgütlerden olan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kuruluşunun üzerinden 134 yıl geçti.
FEYZİYE ÖZBERK
Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, İttihat ve Terakki'yi, "Türkiye'nin yakın tarihine egemen olmuş ve damgasını vurmuş ilk ve en büyük, siyasal örgüt" olarak niteliyor. İşte bu devrimci örgütün ilk çekirdeği, 21 Mayıs 1889'da, İstanbul'da, Askeri Tıbbiye'nin bahçesinde ve odunluğunda yapılan toplantılarda filizlenmeye başlıyor. Kurucular: İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, İshak Sükuti, Mehmed Reşid, Hüseyinzade Ali'dir. Bu beş gencin örgütlerine o zaman verdikleri ad: İttihad-ı Osmanî yani Osmanlı Birliği Cemiyeti'dir. Askeri Tıbbiye, o yıllarda Sirkeci'dedir, yapılan ilk toplantıdan sonra Edirnekapı dışında İnciraltı mevkiinde daha geniş bir katılımla, kuruluş kesinleştirilir.
Bu toplantının yapıldığı İnciraltı mevkii Mithat Paşa'nın Çiftliği'nin arazisi içindedir. Gençler bu seçimleriyle, mücadelelerinin Birinci Meşrutiyetin mimarı Mithat Paşa'nın devamı olduğu gerçeğini, tarihe bir not olarak düşmek istiyorlar. Birinci Meşrutiyet, Mithat Paşa'nın ve diğer Genç Osmanlıların mücadelelerinin ürünüydü. İkinci Meşrutiyet, ise onların anısını yüreklerinde taşıyan Genç Türklerin (Jön Türkler) cesaretli ve kararlı fedakârlıklarıyla kazanılıyor.
Örgütün kuruluş tarihi de benzer biçimde özenle seçilmiştir. 1889 yılı, 1789 Büyük Fransız İhtilali'nin 100. Yılı olması bakımından çok anlamlıdır. O yıl Paris'te 1789 İhtilali'nin anısına büyük törenler yapılmış, sergiler açılmıştır. Bu kutlamaların yankıları tüm dünyaya yayılmıştır.
Askeri Tıbbiye'de atılan bu ilk adımı, Mekteb-i Mülkiye ile Harbiye izliyor. Abdülhamit iktidarı kurulan komiteleri buluyor, yargılıyor. Yargılananlar genellikle sürgünle cezalandırılıyor. Bu genç aydınların önemli bir grubu "Şeref" vapuruyla Trablusgarp'a sürülüyor ama onları Trablusgarp'ta tutmak mümkün olmuyor. Büyük bir bölümü Avrupa'ya geçmeyi başarıyorlar. Avrupa'nın çeşitli merkezlerinde örgütlenme, gazete ve dergi çıkarma çalışmalarını sürdürüyorlar.
JÖN TÜRKLERİN AMACI
Gençlerin amacı, Sultan Abdülhamit'in istibdadına karşı mücadele etmek ve "Hasta Adam" ilan edilen Osmanlıyı, Kanun-u Esasi'yi yani meşrutiyeti geri getirerek başı dik onurlu bir devlete dönüştürmektir. Bir başka deyişle iyileştirmektir.
Osmanlı aydını mücadelesinin başarıya ulaşması için "teşkilatlanması" gerektiğini kavrıyor. Fakat Cemiyet, birlik halinde tek ve güçlü bir örgüt olarak kurulamıyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun yapısı, ezici, korkutucu baskı rejimi ve diğer tarihi gerçekler buna olanak vermiyor. Örgütler, çoban ateşleri gibi çeşitli adlarla, farklı tarihlerde kuruluyor, ihbar ve tutuklamalarla dağılıyor ve yeniden ortaya çıkıyor.
JÖN TÜRK HAREKETİ YAYGINLAŞIYOR
Bernard Lewis'in, Modern Türkiye'nin Doğuşu adlı kitabında, verdiği bilgiye göre; Jön Türk hareketi 1902 ile 1906 arasında genişlemeye ve kök salmaya devam ediyor. 1906'da ise, önemli bir gelişme gerçekleşiyor: Kıta hizmetindeki subaylar arasında, devrimci hücreler kuruluyor. Öyle anlaşılıyor ki bu tür örgütlerin ilki "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"dir. Bu örgüt içlerinde Mustafa Kemal'in de bulunduğu küçük bir subay grubu tarafından 1906 sonbaharında Şam'da kuruluyor. Beşinci Ordu'ya mensup subaylar arasında Yafa ve Kudüs'te şubeleri açılıyor. Yine 1906'da Selanik'te de Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruluyor. 1906, toplumsal hareketlenmenin atak yaptığı bir yıl olmalı.
Paris'te, Ahmet Rıza Bey'in çevresinde de ağırlıklı bir biçimde yayın faaliyeti yürüten bir örgütlenme vardır. Kuruluşu yine 1889 olan bu örgütün kullandığı ad: "İttihat ve Terakki Cemiyeti"dir. İstanbul'la, Paris arasındaki ilk bağ, İstanbul'dan kaçmak zorunda kalan tıbbiyeli gençlerce gerçekleştiriliyor.
Paris grubunun yanı sıra Cenevre şubesi ve Kahire şubesi de yayın faaliyetleriyle dikkat çekiyor. Her iki şube de 1897 senesinde kurulmuş. Paris grubunun yayın organı: Meşveret gazetesidir. Cenevre şubesinin yayın organı: Osmanlı gazetesi, Kahire şubesinin yayın organları arasında: Kanun-u Esasi, Basiret-ül Şark, Halk gazeteleri ve İçtihat dergisi var. Ülkedeki Jön Türk hareketi bu aydınlatıcı, muhalif yayınlarla besleniyor.
Ahmet Rıza Bey, Galatasaray mezunu, Fransa'da ziraat eğitimi almış, birikimli bir aydındır. Bir başka muhalif aydın Prens Sabahattin de Paris'e yerleşiyor. Siyasi hareketlere katılıyor. Tanınıyor. Hatta Genç Türkler hareketinde ayrı, bir grubun önderi haline geliyor. Böylece Genç Türk hareketi Ahmet Rıza Bey'in ve Prens Sabahattin'in adlarıyla anılan iki gruba bölünmüş oluyor.
DIŞ MÜDAHALEYİ SAVUNANLAR VE KARŞI ÇIKANLAR
Genç Türkler, 1902 yılında Paris'te bir Kongre yaparlar. Bu toplantının amacı Genç Türkler arasında düşünce ve eylem birliğini sağlamaktır ama tam tersi olur. Ahmet Rıza Bey'in ve Prens Sabahattin'in taraftarları, belirginleşen düşünce farkıyla birbirinden ayrılırlar. Prens Sabahattin'in düşüncesine göre, Meşrutiyetin tesisi için, yabancı devletlerin veya bir yabancı devletin müdahalesi şarttır. Ama bu devlet yaptığı müdahale vazifesi için, sonradan hak iddia etmemeliydi! Ahmet Rıza Bey ise, yabancı müdahalesine karşıdır. Sonuç olarak kongre, "müdahaleciler" ve "âdemi müdahaleciler" olarak, yani bir dış müdahaleyi savunanlar ve karşı çıkanlar olarak, ikiye ayrılır. Bu ayrım ulusalcılık ve liberalizm olarak gelişen ve bugün de geçerli olan, siyasi akımların başlangıcı niteliğindedir.
HÜRRİYET DEVRİMİ'Nİ GERÇEKLEŞTİREN ÖRGÜT
1908 Hürriyet Devrimi'ni gerçekleştiren, Selanik merkezli örgüttür. Bu örgüt, Talât Bey (Paşa) tarafından 1906 yılının Eylül ayında kuruluyor. Talât Bey, en çok güvendiği 10 arkadaşıyla birlikte, Selanik'te, Beş Çınar bahçesinde, "Osmanlı Hürriyet Cemiyeti"ni kuruyor. Üyelere, yaş sırasına göre on'a kadar numara veriliyor. Bu üyeler: Bursalı Tahir Bey, Naki Bey, Rahmi Bey, Mithat Şükrü, Mehmet Talât Bey, Kazım Nami (Duru), Ömer Naci, İsmail Canbulad (Canpulat), Hakkı Baha, Edip Servet'tir. Heyeti Âliye'ye, yani bu örgütün merkez yönetimine, İsmail Canbulad, Rahmi Bey ve Talât Bey seçiliyor. Manastır Şubesini kuracak olan, Enver Bey, 12 no'lu üyedir. Daha sonra hızla yaygınlaşan örgüt hücrelerden oluşuyor.
Bu merkez, bir yıl sonra 1907'de Paris'teki Ahmet Rıza Bey grubun birleşme önerisini kabul ediyor. Daha sonra Selanik grubunun ısrarıyla "İttihat ve Terakki" adı benimseniyor. Terakki, ilerleme; ittihat ise, birleşme anlamını taşıyor. Cemiyet'in yapısı içine aldığı bir dernek de, Şam'da kurulmuş olan Mustafa Kemal Bey'in Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'dir.
Tarık Zafer Tunaya, "İttihat ve Terakki'nin kozası ve örgüt modelini; Paris, Londra, Brüksel'de değil; Balkan komitalarında arayınız," diyor. Çok haklı bir saptama. Bu örgütün önde gelen önderlerinden, Talât, Enver ve Niyazi Beylerin yaşam deneyimleri de bu açıklamayı doğruluyor. Onlar Balkan komitacılarıyla iç içe yaşıyorlar, mücadele ediyorlar ve onların örgütlenme modellerini özellikle inceliyorlar.
Yine Tunaya, fırtınaya dönüşen gelişmelerin, Balkanlı niteliğini vurguluyor: "İttihat ve Terakki Balkanlı bir yöntemi Padişaha karşı kullanacaktır. Fedailerden Enver Bey, Tikveş bölgesinde, Salahaddin ve Hasan Tosun Beyler Arnavutluk'ta, Kolağası Niyazi ve Eyüp Sabri Beyler Resne ve Ohri taraflarında çeteler kurarak dağa çıkmışlardır."
"Cemiyet-i Mukaddese" yani kutsal dernek; Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde halk arasında İttihat ve Terakki'ye verilen addır bu. Anlaşılan toplum kendisine özgürlüğü kazandıran örgüte, kutsallaştırılmış bir nitelemeyle teşekkür ediyor.
"BUNDAN BÖYLE MUSTAFA KEMAL'İN EMRİNDESİNİZ"
23 Temmuz 1908'e yani Meşrutiyetin ilanına kadar sınırlı bir grubun bildiği İttihat ve Terakki, bir anda yurt düzeyinde yaygın ve onurlu bir yeri olan, örgüt konumuna yükseliyor. Daha sonraki yıllarda örgüte verilen diğer bir ad: "Cemiyet-i Hafiye" yani gizli dernektir. "Bir yanda cemiyetin görünen düşünsel yapısı vardır, bir yanda da önce "Fedailer" olarak bilinen sonra iktidardayken "Teşkilat-ı Mahsusa" adını alan gizli silahlı grup... Bu örgüt halktan insanların katılımıyla milis gücü oluşturur. Teşkilat-ı Mahsusa Kurtuluş Savaşında, düzenli ordu kurulmadan önce de bu amaçla çalışmalar yapacaktır. Cemiyet legal olduğu zaman, bu örgütün gizliliği korunur. Talât Paşa, 1 Kasım 1918 günü gece yarısı yurtdışına çıkarken örgüte: "Enver dönemi bitti. Bundan böyle Mustafa Kemal'in emrindesiniz" talimatını verir.
Benzer bir açıklamayı Tunaya da yapar: "İttihatçı liderler ülke dışına kaçarlar. Artık resmen İttihat ve Terakki yoktur. Ama İttihatçılar vardır. İttihatçılar, ülkenin her yanında örgütlenmiş oldukları ve ayakları yere bastığı için havada kalmamışlardır. Taban sağdır, canlıdır. (...) Mütareke döneminden başlayarak, tüm İttihatçıların Mustafa Kemal Paşa'ya ve Cumhuriyet yönetimine karşı olduklarını ileri sürmek gerçeklere uygun düşmez. Tersine, İttihatçıların bir bölümü bu yönetimle kaynaşmışlardır. Hem Cumhuriyet Halk Fırkası'nda, hem de yönetici kadroda önemli görevlere getirilirler."
Kaynak: Feyziye Özberk, "Resneli Niyazi/ Vatan Fedaisi ve Rumeli Dağlarından Cumhuriyete", Kırmızı Kedi Yayınları, Nisan 2019, İstanbul.