Bahçeli'den Kılıçdaroğlu'na "Hançer" Eleştirisi! "Gecikmiş ve Beyhude Bir Sızlanma"

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında konuştu. Bahçeli'nin gündeminde CHP kurultayı vardı. Bahçeli, Kılıçdaroğlu'nun "sırtımdaki hançer" tanımlamasını da eleştirdi.

Bahçeli'den Kılıçdaroğlu'na "Hançer" Eleştirisi! "Gecikmiş ve Beyhude Bir Sızlanma"

MHP Genel Başkanı Bahçeli, MHP TBMM Grup Toplantısı'nda konuştu. Bahçeli konuşmasında, CHP'nin kurultayına ilişkin konuştu. Bahçeli, Kılıçdaroğlu'nun "sırtımdaki hançerler" söylemini eleştirerek bunun "gecikmiş ve beyhude bir sızlanma" olduğunu söyledi. 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin konuşması şu şekilde:

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, muhterem misafirler, basınımızın değerli temsilcileri...

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımız münasebetiyle hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. Nerede yaşarsa yaşasın, ister yurt içinde, ister yurt dışında; bugünkü toplantımızı takip eden tüm vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda hayat mücadelesi veren tüm kardeşlerimize en kalbi selamlarımı gönderiyor, şükranlarımı sunuyorum.

Son Osmanlı Mebusan Meclisi, 4.Dönem Mebus Seçimlerini müteakiben 12 Ocak 1920 Pazartesi günü çalışmalarına başlamıştı. İttihat ve Terakki’nin Balıkesir Mebusu olan alim, fazıl, edip, mütefekkir ve muhterem bir zat olan Abdülaziz Mecdi Tolun Efendi 8 yıl aradan sonra tekrar Meclis sıralarına dönmüş, İkinci Reis Vekilliği görevini üstlenmişti. O günlerde Meclis’te cesameti artan bir siyasi münakaşa esnasında, bir mebus kendisine hitaben haddi ve hududu aşan bir üslupla şöyle seslenir:

- Hoca bu siyaset işidir. Buna senin aklın yetmez!

Bu manasız ve yersiz tariz dolu sözlere karşı Abdülaziz Mecdi Tolun Efendi’nin cevabı hazırdır:

- O senin siyaset dediğini ben Mısır’da bir hamaldan öğrendim.

Muhyiddin İbn Arabî’ye de atfedilen bu hadisenin iç yüzü şu şekilde cereyan etmişti:

Abdülaziz Mecdi Tolun Efendi 1912’den 1918’e kadar ikamet ettiği Mısır’da zahire ticareti yaparken, bir gün işyerinde hamallar un taşıyormuş. Hamalın birisi, taşıdığı çuvalı birdenbire hızla yere atınca, çuval patlayıp içindeki un yere dökülmüş. Hamalların başında bulunan ve bu vaziyeti gören kolbaşı çuvalı siyaseten; yani kırmadan, dökmeden, patlamadan indirmesini söylerken, tam aksi bir durumla karşılaşmış. Mecdi Efendi bu tablodan bir ibret ve siyaset dersi çıkararak kendi kendine şu yorumu yapmış:

- Un çuvalını patlatmadan yere bırakmak meğer bir siyaset işiymiş. Ben, bunu bilmediğim için, şimdiye kadar pek çok un çuvalını patlattım ve sonunda gurbete düştüm.

Çuvalın patlaması taşıyanın tecrübe hanesine yazılan nakıs bir fiil olsa da; arka planında tedbirsizlik, dikkatsizlik, ihtiyatsızlık, ilgisizlik, iştahsızlık ve hatta samimiyetten mazur bir hal özetinin varlığı açık ve ortadadır. Siyaset yalnızca un çuvalını patlamaktan titizlikle sakınmak değil, aynı zamanda hem çuvalı imal edecek kabiliyet hem de içine koyulacak unu üretecek kararlılıktır.

Bizim siyasetten anladığımız da budur. Uçta yatıp ortada duranlar, tarlası sırtında gezip hilenin harmanını yapanlar, suyu kesik değirmen gibi boşa dönüp duranlar elbette ne siyaset ne de samimiyet iddiasında bulunabilirler. Siyaset, soğuk tandırdan sıcak ekmek alma hesabı yapanların, rüyasında sinek avına çıkanların, şapkayı ayağına çarığı başına giyenlerin, yalanı kana kana içip de bir damla hakikati yudumlamaktan mahrumiyet çekenlerin harcı olamaz.

Kabuk bağlamış yaraları deşerek siyaset yapılamaz. Toplumsal yapıyı önce ideolojik mahallelere ayırıp sonra da iki ayrı yakayı birleştirmek amacıyla köprü kurmaya çalışmanın adı da siyaset olamaz.

Türk siyasetinin bir ahlak reformuna, yeni bir kalkınma hamlesine, istikametini milletimizin hedef ve özlemlerinden alan muhtevalı bir toparlanmaya ihtiyacı vardır. Bunu da Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı gerçekleştirmeye muktedirdir.

Türk milletinin ruhundaki mukadderat ve mukavemeti mayalandıran tarih ve kültür mirasıyla istikbal ve istiklalini muhafaza eden irade ve itibar zenginliği siyasetimizin mihveridir. Bu mihvere dayanarak önümüze çıkan veya çıkartılan müşkülatları birer birer aşıyor, değişim ve gelişim dinamiklerini kaynağımızla eklemleyerek dengeli ve dirayetli şekilde ilerleme kaydediyoruz.

Günübirlik siyaset yapmıyoruz. Güdümlü siyaseti tanımıyoruz. Kuru gürültüden ibaret bir siyaseti takmıyoruz. Her rüzgâra yelken açmıyoruz. Her söylenene kulak kabartmıyoruz. Kof söyleyene, boş söyleyene, çok söyleyene aldırmıyoruz. Merhum vatan şairimiz Akif’in Nevruz’a isimli şiirinde haykırdığı gibiyiz:

İhtiyar amcanı dinler misin oğlum Nevruz?

Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işte gerek.

Lafı bol, karnı geniş soyları taklit etme,

Sözü sağlam, özü sağlam adam ol, ırkına çek.

Esaret ile özgürlük arasında mekik dokuyan çürüklerin kime çektiği, kime özendiği, kimlerle özdeşleştiği bellidir, belgelidir, bilinmektedir. Ama bizim de hangi muhteşem köke çektiğimiz, nereden doğup nasıl doğrulduğumuz bariz ve billur bir gerçektir.

Gönül verdik ülkemize; gönül kazanmak, gönüller almak istiyoruz. Biliyoruz ki, gökten düşenin parçası bulunur da, gönülden düşenin bulunmaz, bulunamaz.

Bugün hepimizin öncelikli görevi dünyada yaşanan gelişmeleri kavramak ve insanlığın ortak geleceğine ilişkin yapıcı, iyi niyetli, adil, sorumlu ve sağduyulu teklifler getirmektir. Daha huzurlu, daha güvenli, daha gelişmiş, daha mamur, daha müreffeh bir Türkiye önceliğimiz, böylesi bir dünya da tasavvur ve tahayyülümüzdür.

Bildiğiniz üzere, Orhun Kitabeleri baştan ayağa milli şuur, demokratik ruh, insanlık duygusu ve cihan hâkimiyeti ülküsü ile dolu olup bu kapsamda emsali olmayan bir millet eseridir. Türk milleti ve onun sinesinden bir hilal gibi parlayıp çıkan Milliyetçi Hareket Partisi, hiçbir zaman dar görüşlü, kısa menzilli, basit hevesli, küçük hedefli olmamıştır.

Fikri ve siyasi mücadelemizin tarih ve kültür çatısı olan Orhun Kitabeleri bu değerlendirmemin taşlara kazınmış beyanı ve bildirisidir. Devleti ve töreyi müdafaa etmek, milleti ve vatanı her şeyin fevkinde tutmak bize ecdat yadigârıdır. Nitekim 6.yüzyılda dikilen Yenisey Kitabelerinde Türk milletinin zaman ve mekâna sığmayan siyaset felsefesinin hüküm cümleleri yazılıdır.

Tarihimizin kilitli sandıkları açıldıkça içinden göz kamaştıran hazinelerin nasıl çıktığını, milli geleceğimize nasıl ışıklar saldığını bilen biliyor, gören görüyor, bundan feyiz alanlar da ona buna el açıp aman dilenmiyor. Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı, parlak bir geçmişi onurlu bir gelecekle buluşturmanın arayış ve amacıyla yeni yüzyıla hazırlanıyor.

Bu meyanda siyasi çalışmalarımız istikrarlı, iddialı ve itinalı ölçülerde devam etmektedir. 14 Ekim 2023 tarihinde başladığımız “2024’e Doğru, Diyar Diyar Anadolu, Genişletilmiş Bölge İstişare Toplantılarımızın” 5 Kasım 2023 tarihi itibariyle 44 ilimizi kapsayacak şekilde 6’ıncısını yapmış bulunuyoruz.

Elbette bundan sonra da yerimizde durmayacağız, gevşemeye prim vermeyeceğiz, atalete düşmeyeceğiz, vatanımızın her köşesinde vatandaşlarımızla kucaklaşmayı azimle sürdüreceğiz. Milliyetçi Hareket Partisi, Türk milletinin temel değer ve birikimlerini yeni atılımların güç merkezi yaparak, onu ilelebet var kılacak bir büyük siyasi ve fikrî hareketin adıdır.

Bu ad ve iddia, dünya var oldukça yaşamaya devam edecektir. Hiçbir engel yolumuzu kesemeyecektir. Hiçbir saldırı milletimize hizmet aşkımızı soğutamayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak stratejik hedeflerimizi isabetle belirledik. Siyasi mücadelede, muhalefet partilerine göre bir adım önde olmamızın esası ve sırrı da buradadır.

Gündeme hâkim olmanın yanında, gelişmeleri hakşinas bir olgunlukla, hakiki bir fikir kuvvesiyle, hakkaniyete saygılı bir üslupla yorumlamak, tıkanmaları aşmak için yeni yollar açmak başlıca gayemizdir. Hiçbir zaman çorak yere tohum ekmedik. Hiçbir zaman gölün kenarına kuyu kazmadık. Öteden beri, siyasetin doğruluğu kadar zamanın da doğru olması gerektiğine yaptığımız vurgunun özü doğrusunu isterseniz bu ifadelerimde saklıdır.

İlkelerimizden ödün vermedik, irademizden şaşmadık. Tutarlığımızdan caymadık, irfanımızdan sapmadık. Birileri gibi ülkü ve ülke sevdamızı asla ve kat’a bahis konusu yapmadık, siyasi müzayedeye bırakmadık, pazarlık malzemesi görecek kadar alçalmadık, ufalmadık, ufalanmadık.

Biz milletimizin uğruna varlığımızı adadık. Bir doğru imanın, bin eğriyi düzelteceğine inandık. Ezbere bir hayatın izini takip etmedik. Eskiyle yeninin arasına sıkışıp kalmadık. Fildişi kulelerde milliyetçilik taslamadık. Milletimizle iç içe olduk, milletimizle aynı hizada durduk, hülasa millet biziz, biz milletiz dedik. Siyasi muhitler arası sürekli göçenlerle, çıkarlarının gemiyle yön değiştirenlerle ne işimiz olmuş, ne de ilişkimiz olacaktır.

Biz bakacak yüze basmayız, bastığımız yüze de asla bakmayız. Buz üstüne bina yapıp içine girenler, ilk güneşte batacaklarını peşinen hesap edemeyen ahmaklardır. Terazisi çamurdan olanların dirhemi kumdandır. İnancı sahte olanların iradesi kumandalıdır.

Nasıl ki, bir topal pire bir gecede yedi yastık dolaşırsa, siyasi devşirmeler de hiç ara vermeksizin buradan oraya savrulup duracaklardır. Kendi evindeki dolu testiyi, kendi evindeki bol tepsiyi görmeyip, başkasının avucundan damla damla su içmeye kalkanların, lokma lokma ekmek yemeye çalışanların ne kandığı, ne de doyduğu vakidir.

Eline aldığı kadife kılıflı hançeri saplayacak beden arayanlar, günü geldiğinde aynı nankörlüğün, aynı namertliğin, aynı nimet bilmezliğin kurbanı olacaklarını asla unutmamalıdır. CHP’nin 38’inci Büyük Kurultayı’nda Genel Başkanlık yarışını kaybeden Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Sırtımdaki hançerlerle seçime girmek zorunda kaldım” itirafı gecikmiş, miadı geçmiş bir itiraf, beyhude bir sızlanmadır.

O hançer tutan ellerin, yanına yöresine geldiğinde iyilik meleği olmadığını Kılıçdaroğlu’nun da bilmesi gerekiyordu. Hiç kuşkusuz CHP’deki Genel Başkan değişimi bizim konumuz ve gündemimiz değildir. Kurultay delegeleri kararını vermiş, bize de saygı duymak ve hayırlı olsun demek düşmüştür. Üzüldüğümüz husus, Atatürk’ün kurduğu partinin büyük kurultayında şehitlere rahmet dilemek yerine casuslara, teröristlere, işbirlikçilere, kiralık gazetecilere selam gönderilmesidir.

Kalem selamdan, selam kelamdan önce gelir. Bir selam bin hatırdır. Selam Allah’ın selamıdır, ancak teröriste selam veren sırtına ihanetin semerini vurmuş demektir.

Cumhuriyet’in ve CHP’nin 100’üncü yılında, genel başkanlığa aday isimlerin kurultay salonundan terörist Demirtaş’a selam göndermesi PKK’yı selamlamaktır, kahpe pusuları selamlamaktır, kanlı saldırıları selamlamaktır, bölücülüğü selamlamaktır, melanet ve rezalete selam durmaktır. İlk tuğla yanlış konulmuş, ilk düğme yanlış iliklenmiş, ilk adım boşluğa atılmıştır.

CHP’nin 38’inci Büyük Kurultayı’nda Kuvayı Milliye reddedilmiş, Milli Mücadele inkar edilmiş, 100 yıllık geçmişin hatıralarıyla Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetleri yok sayılmıştır. Çam dalından ağıl olur mu? Elbette olmaz.  Biliniz ki bu tiplerden de millete ve ülkeye hayır gelmez, gelemez, gelmeyecektir. Biz Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerini inşa, imar ve ihyanın peşindeyiz.

Tavsiyem odur ki, hiç kimse hesap hatası yapmasın, küçülmüş siyasetçilerin zillet projelerine Türkiye’yi asla teslim etmeyeceğiz. Ne esef verici bir durumdur ki, ülkesine sırt dönmüş, milletine yüz çevirmiş, milli meselelerle ihtilafa düşmüş ikiyüzlü bir muhalefet anlayışı karşımızdadır.

CHP yönetimine hakim olan siyasi akıl rehinli ve hacizlidir. Bunların irtibatları ve ilişki ağları sancılı ve karanlıktır. CHP yönetimine diyorum ki;  Selahattin Demirtaş teröristtir, HEDEP bölücüdür, siyasetteki nifak tohumu ve ayrık otudur. Osman Kavala Soros’çudur, casustur, suçludur ve cezasını çekecektir.

Değerli Arkadaşlarım, 2023 ve takip eden yıllar Türkiye’nin dev gibi ayağa kalkışına sahne olacaktır. Bunu sağlayacak irade Cumhur İttifakı’dır. Cumhur İttifakı, sınır ötesinde terörün başını ezen mücadeledir. Cumhur İttifakı, Ege ve Doğu Akdeniz’de silah çeken ahlaksızlara milli duruş gösteren cesarettir.

Cumhur İttifakı, Türkiye’ye sahip çıkan, Türk milletine hizmetkârlıkta sınır tanımayan inanmışlıktır. Cumhur İttifakı vatandır, mukaddesattın zırhıdır, mukadderatın kilididir. Bizim zillete düşürülecek bir ülkemiz yoktur. Bizim inançlarımıza sövenlere tahammülümüz yoktur. Bizim etnik ve mezhep bölücülüğü yapanlara hoşgörümüz yoktur.

Bizim çetelere, suç örgütlerine, emperyalizmin güdümüne girmiş muhalefet partilerine, satılmış aydınlara, kiralık kalemlere, kursağından geçen bir lokmayı bu ülkeye borçlu olup da ihanet eden şeref yoksunlarına tavizimiz olmayacaktır. İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında, mütehakkim arzularla tesis ve tezahür eden küresel sistem çetin sınamalar eşliğinde çok ciddi sarsıntılar geçiriyorken hata yapma lüksümüz yoktur.

Coğrafyalar sert kutuplaşmaların, kaynak alanı bölgesel, tesir alanı küresel nitelikli çatışmaların baskısı altındayken muhakkak surette hazırlıklı, temkinli ve uyanık olmak zorundayız. Ülkeler arası irtibat ve ilişki ağlarının üst üste darbe aldığı, Filistin’de soykırımın yapıldığı, dehşet verici insanlık suçunun işlendiği bu dönemde zalimlerin karşısında mazlumların yanında durmalıyız.

Çocukların katline sessiz kalamayız. Yüzü gözü kan revan içindeki bebeklerin yürek parçalayan hallerine tepkisiz duramayız. Bir halkın imhasına da göz yumamayız. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışı bozuk ve bulanık bir anlayıştır. Nihayet o yılanın bir gün zehirli ağzını açarak bize de dokunacağını şimdiden öngörmek mecburiyetindeyiz. Bugünkü dünya vasatında krizlerin biri biterken diğeri başlamaktadır.

Müesses paradigma her yanından tahrip olurken, beşeriyetin barış, huzur ve güvenlik açığı tehlikeli şekilde genişlemektedir. Sözde medeni ülkelerin hepsi Gazze’deki yıkım karşısında üç maymunu oynamaktadır. Uluslararası toplum felçli, uluslararası hukuk ayaklar altında, küresel vicdan buzlu ve sislidir. Ne var ki, önü alınamayan, kendiliğinden organize olan kalabalıklar İsrail saldırılarını farklı başkentlerde protesto etmektedir.

İsrail’e nefret ve lanet yağmaktadır. Masumların hayat hakları savunulmaktadır. Buna rağmen Gazze havadan ve karadan gene abluka altındadır. Sivillerin yerleştiği kamplar vurulmaktadır. Hastaneler, okullar, ibadethaneler, çocuk parkları bombalanmaktadır. Gazze’de korkunç bir katliam günbegün genişleyip yaygınlaşmaktadır. Bu gidişat durmazsa, bu soykırım sonlanmazsa, Ortadoğu her ihtimale açık olacaktır. Silahlar derhal susmalı, ateşkes sağlanmalıdır. Türkiye’nin önerisi olan Uluslararası Barış Konferansı gecikmeksizin toplanmalıdır. İsrail ve Filistin arasında kalıcı barış için yarın bile geçtir. Daha fazla kan dökülmemelidir. Daha fazla çocuk hayattan koparılmamalıdır. Süregelen çatışmalar dinler ve medeniyetler arasında bir cepheleşmeye ve silahlı mücadeleye dönüşmemelidir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın sabırlı, gayretli, haktan ve hakikatten yana adımları mutlaka karşılık bulmalı, taraflı tarafsız herkesçe desteklenmelidir. 5 Kasım gecesi Ankara’ya gelen ABD Dışişleri Bakanı’na Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı’nın simgesel mesajlarla birlikte İsrail zulmünü bir kez daha ifade etmesi bize göre son derece anlamlı ve değerlidir. İsrail’in barbar saldırılarına itiraz etmek herkesin, özellikle her devlet ve siyaset insanının ortak mükellefiyetidir. Filistinlileri Mısır Çölü’ne sürmek için zemin oluşturan, Tevrat’tan alıntılar yapıp soysuz bir savaşa gerekçe bulmaya çalışan cani zihniyetin insan ve inanç haklarını ihlal etmesi hesabı sorulması gereken bir suçtur.

Bu suçun bedeli ise inşallah bu dünyada ödetilecektir. Allah indinde son din İslam’dır. Dinin koruyucusu Allah’tır. Galip olan da Allah’tır. İsrail terörüne karşı Türkiye’nin duruşu hamd olsun sağlamdır. Duamız ve desteğimiz Filistinli kardeşlerimize yöneliktir. Milliyetçi Hareket Partisi, Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nin alacağı ve tatbik edeceği her karar ve politikanın sonuna kadar yanındadır.

Muhterem Arkadaşlarım,

Terörizmin ablukası, ekonomik operasyonlar, hegemonya kavgaları, bölüşüm mücadeleleri, diplomatik gerilimler, siyasi oyunlar, ticaret savaşları, yayılmacı politikalar, insani dramlar çözülmeyi bekleyen liste başı sorunlardan en mühimleridir. Maalesef huzursuzluk küreselleşmektedir. Yaygın ve yoğun adaletsizlik küresel vicdanı yaralamaktadır.

Açlık, yokluk ve zulüm altında çırpınan yüz milyonlarca mazlumun içler acısı durumu insanım diyen herkesi derinden sarsmaktadır. Beşeriyet istikrara ve refaha adeta susamış haldedir.

Soğuk Savaş yıllarının sona ermesini takiben kurulduğu iddia edilen tek kutuplu dünya şablonu ağır hasar alarak yerini merkezkaç güçlerin öne çıktığı çok merkezli yeni bir siyasi tasarıma bırakmak üzeredir. Neo-liberalizmin haksızlık yakıtıyla yüzdürülen, pusulası ve dümeni vicdansızlık olan korsan gemi her tarafından su almaktadır.

Ancak sancılı gelişmelerin ve önümüzdeki riskli yılların nasıl bir dünyanın doğumuna beşiklik yapacağı henüz cevabını bulamamış bir muamma olarak da karşımızdadır.

Komşu coğrafyalarda yaşanan buhranları, kronik anlaşmazlıkları, diyaloglardaki tıkanmaları, katılaşan sosyal ve siyasal ilişkileri ana hatlarıyla gözden geçirdiğimizde milli varlığımızı ve milli bekamızı can pahasına koruma sorumluluğumuz çok daha iyi anlaşılacaktır.

Artık devir değişmiştir. Köprünün altından çok sular akmıştır. Çok şükür dünyaya ümit ve huzur vaat eden bir Türk kuşağı doğmuştur. Devir artık Türk devridir.

Bu çerçevede olmak üzere, mâzi kayıtlarının aydınlığında, Anadolu mutasavvıfları arasında İsmail Hakkı Bursavî’nin 1725 yılında fitilini ateşlediği bir damarın varlığından bahsedilmektedir. Bu manevi büyüğümüzün şu sözleri, hem tarih, hem de içerik bakımından zihinlere kazınacak önemdedir:

 “Âdem cennetten lisan-ı Türkî ile  ‘kalk’ demekle kıyam edib çıkmıştır. Zira dünyada ahir tasarruf Türkündür.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak uluslararası ilişkilerde vizyoner bir bakış ve kavrayışı esas alan “Türk Kuşağı: Türkiye’nin Büyük Stratejisi” isimli çalışmayı hazırlayıp kamuoyunun bilgisine sunduğumuz hepinizin malumudur.

Dünyanın kalbi Türk Kuşağı’nda atmaktadır. Geleceğin yükselen gücü Türk Kuşağı’dır. Barış, huzur, refah, kardeşlik, istikrar, adalet ve hakkaniyet Türk Kuşağı’nın müjdesidir. Türk Devletleri Teşkilatı 10’uncu Zirvesi 3 Kasım 2023 tarihinde Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılmıştır. Kazakistan Cumhurbaşkanı Sayın Kasım Cömert Tokayev’in ev sahipliğinde “Türk Devri” temasıyla Astana’da düzenlenen Zirve dünyaya müessir ve müstesna nitelikli bir mesaj vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılında, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedefleriyle Türk Devri’nin tutuşan meşalesi takdir edilecek ve hürmet duyulacak bir aydınlığın habercisidir.

Türk dünyasının birlik ve beraberlik ruhu her alanda kökleşmeye başlamıştır. Bazı çatlak seslere rağmen tarihçilerin önemli bir bölümü 16’ıncı yüzyılı Türk Yüzyılı olarak tanımlamışlardı. Allah’a çok şükür önümüzdeki yüzyıl ikinci Türk Yüzyılı olacak, Türk kültür ve medeniyeti eski görkemli günlerine tekrar vasıl olacaktır. Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi, dünyanın umudu Türk Devri’dir.

Yerden havaya toz kalkar, havadan yere rahmet iner, her kap kendine sızar, Türklük kıyamete kadar yaşar. Millet kavramını tartışmaya açmak ve mensubiyet üzerinde kuşku uyandırmak için pusuya yatanlar, Alt kimlikleri dirilterek etnisite temeline dayalı, ayrışmış bir toplum oluşturmak amacıyla ortam yoklayanlar, Millete ait değerleri eleştirerek, milli tarih ve ecdadımız üzerinde tereddüt meydana getirmek için hava koklayanlar,

Bu yolla millet varlığından, milli kimliği zayıflamış, toplumsal bütünlüğü aşınmış şaşkın yığınlar yaratmak için fırsat kollayanlar Türk Devri’nde tasfiye edileceklerdir. Haksızlıklar karşısında sinmek ve suskun kalmak Türklüğe yabancıdır. Mazlumlara sırt dönmek mertliğin ve Türklüğün kitabında yazmayan acizliktir. Büyük bir Türk milliyetçisi olan Vani Mehmet Efendi 17’inci yüzyılda demişti ki:

“Türkler, Kuran’da sözü edilen Zülkarneyn’in Oğuz Han olduğunu söylerler ki, bu konuda kuşkuya neden olacak hiçbir şaibeli nokta yoktur.” Kehf Suresi’nin 86’ıncı ayetinin tefsirinde; Cenab-ı Allah’ın Zülkarneyn’i yeryüzünde güç, kuvvet, ilim, irfan, her türlü maddi ve manevi imkana sahip bir lider kıldığı anlatılmaktadır.

Yüce Kitabımızdaki ilahi hüküm aynısıyla şudur: “Nihayet güneşin battığı yere varınca, güneşi kopkoyu bir suda batıyormuş gibi gördü. Orada bir topluluğa rastladı. “Ey Zülkarneyn! Onları ister cezalandır, ister onlara karşı iyi davran!” dedik. CHP kongresinde teröristlere selam verilsin, bizim de selamımız Türk ve İslam yurtlarına gitsin.

Onlar hainleri selamlasın, biz Türk Devri’ni gururla, onurla, heyecanla, bahtiyarlıkla ve ayakta hep birlikte selamlayalım. Türk Devri’nin mimarları Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, Özbekistan Cumhurbaşkanına, Kazakistan Cumhurbaşkanına, Azerbaycan Cumhurbaşkanına, Kırgızistan Cumhurbaşkanına, gözlemci ülkeler olan Türkmenistan Cumhurbaşkanı ile Macaristan Başbakanına en derin şükran hislerimle teşekkür ediyorum.

Kıbrıs Türk Devleti’nin önümüzdeki Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesi’nde gözlemci üye statüsüyle yer alacağına inanıyor, 3 Kasım Astana Zirvesi’nin Türk milletine ve Türk devletlerine hayırlı olmasını Allah’tan diliyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Önümüzdeki Cuma günü, yani 10 Kasım’da, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete irtihalinin 85’inci yıldönümünü anacağız. Ölüm raporunu imzalayan dokuz tıp profesörünün aynen dediği şuydu: “10 Kasım 1938 Perşembe sabahı, saat dokuzu beş geçe, muazzez ve büyük hasta terk-i hayat eylemiştir.” Aziz Atatürk fani bir insandır, ömrü hem sayılı hem de sınırlıdır. Fakat geride bıraktığı muhteşem eserleri, muazzam emanetleri, müstesna hizmetleri, muhterem mücadeleleri maşeri vicdanda, milli hafızada ebediyen varlık hükmünü koruyacaktır.

"Bir arada ve bağımsız olarak yaşama azim ve iradesi kırılmadıkça bir milletin asla yok edilemeyeceğini” herkese ispat ederek mazlum milletlerin istiklal mücadelelerine örnek olan Atatürk’ü yüzyılın dehası yapan özelliklerinin başında, "kuvvetli öngörüsü” gelmektedir.

Atatürk, Türk milletinin varlığına kast eden her türlü sinsi tertibin farkına vararak onları deşifre etmiş, milleti uyandırmış, Türk milletinin yolunu aydınlatmıştır. Her alanda bağımsız olmayı esas alan, milli menfaatlerden taviz vermeyen, baskıya, dayatmaya, esarete karşı geri adım atmayan bir politika izlemiş, tüm dünyanın Türkiye’ye gıptayla bakmasına neden olmuştur.

O,  Türk milletinin tarihi ve milli ortak değeridir. Atatürk’ün kurtuluş mücadelesini verdiği zorlu dönemde yaşananlar her Türk vatandaşının çok iyi öğrenmesi ve ibret alması gereken bir dönemdir.

Çünkü Büyük Atatürk’ün de dediği gibi, Türk milletinin; "Şahsi menfaatlerini düşmanların siyasi emelleriyle birleştirebilecek gafillerin ihanetleriyle” her zaman karşılaşması mümkündür. Atatürk; bir yandan Türk milletinin kendine olan güvenini, var olma kararlılığını güçlendirirken; diğer yandan da milletin arasına nifak sokan art niyetlilerle mücadeleye öncelik vermiştir. Bu nedenle; "Türk milletinin gurur duyduğu, feyiz aldığı değerleri yıpratarak güven duygusunu yok etmek isteyenlerin” hedeflerinden biri de Atatürk olmuştur. Selanik’teki pembe boyalı evin ikinci katındaki ocaklı odada doğan, 57 yıllık bir hayata devasa bir tarihi sığdırıp İstanbul Dolmabahçe’de rahmeti rahmana kavuşan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü Türk nesilleri her daim saygıyla hatırlayacaktır.

10 Kasım esasen bir matem günü değil, Aziz Atatürk’ü idrak vesilesi, düşüncelerini ifade vetiresi, eserlerini muhasebe veçhesi, Cumhuriyet’i öncesi ve sonrasıyla kavrama vefasıdır. Bizatihi dile getirdiği şu sözleri bizim için paha biçilemez değerdedir:

- Benim hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.

Türklüğün medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyetinin, bundan sonraki inkişafı ile istikbalin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacağından şüphe duymuyordu. Devamında aynen dediği şuydu: “Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, dileğim şudur: Beni hatırlayınız.” Elbette her zaman hatırlayacağız, her ortamda da hatırlatacağız. Milli Mücadele’nin Lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi, ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü vefatının 85’inci yıl dönümünde saygıyla, minnetle, rahmetle anıyorum.

Türk milleti hiçbir güce eğilmeyecek, vatan evlatlarının özündeki cevheri ortaya çıkartarak şer odaklarının heveslerini kursaklarında bırakacaktır. Bu vesileyle Kurtuluş Savaşı’nın isimli isimsiz nice kahramanına, şehitlerimize, elleri öpülesi ceddimize de Allah’tan rahmetler niyaz ediyor, aziz hatıraları önünde tazimle eğiliyorum. Sözlerime son verirken siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve muhterem misafirleri bir kez daha saygıyla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.

devlet bahçeli mhp kemal kılıçdaroğlu