O ruh olmazsa
Atatürk Türk Ordusu’nu şöyle tanımladı: “Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.” Bu tanıma baktığımızda Atatürk’ün bir ordu kuruluşunda manevi unsurları öne çıkardığını derhal fark ederiz. Maddi unsur için sadece “çelikleşmiş” sözcüğünü kullanmaktadır. Bu o kadar doğru, o kadar tarihi, o kadar gerçekçi bir tanımdır ki bu tanımın dışında kalan bir ordu tarihin kader anlarında direncini kolaylıkla kaybeder. Meslek hayatım boyunca çelik yığınları içinde görev yaptım. Şunu anladım. O devasa çelik yığınlarını yenilmez bir savaş makinesine dönüştüren içindeki askerin ruh zenginliğidir. Eğer o ruh olmasaydı, o muazzam savaş makineleri hurdalığa atılan demir yığınlarından farklı olmazdı. O ruh olmazsa, mekanik bir yapıya dönüşen silahlı güç işler iyiye gittiğinde ayakta kalır, ilk ciddi dalgada alabora olurdu.
KUVVETİ OLMAYANIN BAĞIMSIZLIĞI GASP OLUNUR!
Peki, silah ve teçhizatı çok ideal olmasa da ruhu olan bir ordu ne demektir? Bu konuyu iki önemli şahsiyetin açıklamaları ile açmaya çalışalım. Ünlü Sultanahmet konuşmasında (23 Mayıs 1919) Halide Edip Adıvar’ı dinleyelim: Bu zalimleri en evvel kendi milletleri mahkûm edecektir. Sizin iki dostunuz var: Bugünkü Müslüman âlemi ve millet hakkı için bağıracak milletler! Birini kazandınız; ötekini bugünkü açtığınız davanın hak ve ulviyeti kazanacaktır. Hükümetler düşmanınız, milletler dostunuz, kalbinizde isyan kuvvetinizdir.
Böyle bir yöntemle ülkeyi düşmanlardan temizlemek mümkün müdür? Okurlarımın takdirlerine bırakıyorum. Atatürk ise meseleye çok başka bir açıdan yaklaşır: “Hiçbir millet diğer bir millete egemenlik ve bağımsızlık vermez! Kuvveti olmayan milletlerin egemenlik ve bağımsızlığı gasp olunur. Kuvvet ordudur.” Teknik olarak değerlendirirsek, birincisinde duygular, ikincisinde ise tarih, strateji ve gerçekçilik öne çıkar. Bağımsızlığın tek bir teminatı vardır: O da maddi ve manevi unsurları iç içe geçmiş, ruh zenginliği olan, kişilere, kurumlara değil, ülkesine ve milletine sadakatle bağlı olan silahlı güçtür.
TSK’NIN KİMYASI BOZULDU!
Son dönemlerde FETÖ darbe girişimi bahane edilerek TSK’nın genetik kodları alt üst edildi. Tarihe mal olan kurumları ya dönüştürüldü ya da kapatıldı. Emir komuta yapısı bozuldu. Kendi kendini yönetme yetkisi elinden alındı. Yüksek Askeri Şura (YAŞ)’da bile neredeyse asker kalmadı. Askerlerin olmadığı bir YAŞ yapısı ile dünyaya örnek olduk! Terfi ve atamalar bütünüyle siyasetin tekeline geçti. Yıllar içinde oluşan terfi sistemi bozuldu. Siyaset, istediğini kısa sürede için en tepeye çıkarma, istediğini anında emekli etme hakkına kavuştu. Bunun, amir-memur, ast-üst ilişkisini felç edeceğini kısa süre içinde göreceğiz. Devlet Denetleme Kurumu bile TSK’nın ensesinde boza pişirecek… Hiçbir ordu bu yapılan düzenlemeler yürürlükte kaldıkça, istese de siyasetin dışında kalamaz! Yunanistan’daki gibi, çeşitli partilere müzahir subaylar dönemi, umarım başlamaz!
PARTİLERİN ORTAK BAŞARISI!
Bu yapılanların yegâne sorumlusunun AKP olduğunu söylemek fazla gerçekçi olmaz! Meclis’teki partilerin tamamı bu düzenlemelere cılız da olsa tepki göstermedi. KHK’larla işin yüzde 90’ı zaten kotarılmıştı. Seçim kampanyalarında bu konular gündeme bile gelmedi. Hepsi bir demokrasi türküsü tutturdu. Çünkü hiçbir parti, tarihsel ve ideolojik derinlik olmadığı için milli güvenliğin devletlerin birinci ödevi olduğunu bilmiyordu. TSK’ya ne kadar saldırırlarsa, o kadar demokrat olacaklarını düşündüler. Zaten bir ayakları Batı’ya bağlıydı. Batı da teşvik edince, TSK’nın hırpalanmasını yumuşak koltuklarından seyrettiler. Piyasadaki Adam Smith’in görünmez eli gibi milli güvenliğin görünmez bir el tarafından hediye edileceğini sanıyorlar.
Dünyadaki bütün ordular sivil kurumlardan farklıdır. Askerin farklı doğası ve dengeleri vardır. Hiçbir silahlı güç tarihinden soyutlanamaz. Biri diğerine benzemez! Askerlerin ruh ve gönül dünyası sivillerden çok farklıdır. Eğer, onları sivil devlet memurlarına benzetirseniz, içlerindeki muharip ruhu söküp alırsınız. Bedeli çok ağır olur. Çarmıha gerilen İsa Peygamber dua ediyordu: “Allah’ın onları affet; ne yaptıklarını bilmiyorlar!” Acaba, Türk siyasetçileri ne yaptıklarının farkında mı?