"Asrın Projesi" Marmaray İstanbul trafiğini rahatlattı mı?
İyi akşamlar sevgili izleyiciler. Canlı yayında insan ister istemez küçük hatalar yapıyor. Çoğunu fark etmiyorsunuz bile. Örneğin Cuma akşamı programı bitirirken “yarın akşam aynı saatte yine sizlerle birlikteyim” dedim. Daha doğrusu öyle demişim. Sonra eve gittim. Eşim “hayrola artık cumartesileri de günün yorumu var” dedi gülerek. Ben de “Nereden çıkardın?” deyince “eee sen söyledin ya, yarın akşam yine birlikteyiz dedin” dedi. Ağız alışkanlığı demek ki, ama ilginç olan bu son cümleyi ancak eşim söyleyince hatırladım. Neyse ki kafa göz yaracak bir hata değil, ama yine de olmaması gerek. Hepinizden özür dilerim.
Evet sevgili izleyiciler, öncelikle Pazar gününden yani dünden söz etmek istiyorum. Marmaray’a bindim. Gerçi denizin altından geçmedim ama bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum.
Dün öğleden sonra tek kişilik oyunumla ilgili yeni bir projeyi görüşmek üzere Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’ne gittim. Pazar olmasına rağmen anormal bir trafik vardı. Arabayı almayı gözüm yemedi, bunun üzerine E5 üzerindeki Acıbadem istasyonuna gidip Kartal metrosuna bindim.
Metro hiç görmediğim kadar kalabalıktı. İğne atsan yere düşmeyecek, o kadar yani.
Şaşırdım. İş gününde bile bu kadar yoğun olmayan metroya ne olmuştu böyle? Ama bir iki durak gittiğimde çevredeki konuşmalardan işin gerçeği çıktı ortaya. Meğer metro hattında oturan pek çok yurttaş, önce metroyu kullanarak Ayrılık Çeşmesi istasyonuna geliyor, sonra buradan Marmaray’a geçiyor, Kazlıçeşme’ye kadar gittikten sonra tekrar geri dönüyormuş aynı yoldan.
Yani metro ve Marmaray aslında, tabii ulaşım amaçlı değil turistik amaçlı kullanılıyor. Millet meraktan biniyor şimdilik. Eh, bedava olunca da, baldan tatlı oluyor galiba.
Valla galiba bizim millete “bedava düğün var” desen göğe merdiven kurar çıkar. Bayramda köprüler de öyle oluyor. Bedava yapıyorlar ya, çoluğunu çocuğunu arabasına dolduran karşıya gidip dönüyor. Maksat manzara seyretmek olsun, bedava ya, bu arada saatler süren traifğe aldırmıyor bile, galiba onu da gezmenin bir parçası sayıyor, böylelikle dışarıda daha fazla kalmış oluyorlar.
Neyse; dönüşte yine metroyu kullanıp bu kez ben de Ayrılık Çeşmesi’nde indim. Buradan Marmaray’a geçip Üsküdar’da inmeyi düşünüyorum. Ama aklımda da “Ya Marmaray çalışmıyorsa” korkusu var. Malum açıldığından beri zırf pırt arıza oluyor.
Bakın bu da çok ilginç bir nokta. Türkiye Gazetesi manşet attı, Marmaray’ın sabote edildiğini ileri sürdü. Ama sabotaj yöntemi çok ilginç. Efendim neymiş, Gezi direnişine katılanlar Marmaray’ı zora sokmak için imdat kolu çekme eylemi yapıyormuş. Bunu neye dayandırıyorlar. Marmaray sürekli arıza yapıyor ve insanlar hattın su altında kalan bölümünü yürüyerek geçiyorlar ya ara sıra, devlet demiryolları bunu bazı kişilerin bir şekilde korkuya kapılarak imdat frenini çekmelerine bağlamış. İmdat ferini çekilince tren doğal olarak duruyor.
Allahaşkına bu kadar da mantıksızlık olur mu? Ama oluyormuş. Üstelik koca gazete bu saçma sapan gerekçeye aldanıp, işi bir de gezi direnişinin üzerine yıkacak kadar kendinden geçebiliyor. Diyor ki “Geziciler kasten imdat kolunu çekiyor, tren duruyor sonra da (Gördünüz mü Marmaray işe yaramıyor, tehlikeli, bunu sakın kullanmayın) diyorlar diye yayın yapabiliyor. Ne diyeyim Allah akıl fikir ihsan eylesin.
Şimdi dediğim gibi Marmaray’a ben de bindim. Tıpkı metroda olduğu gibi istasyonlarda da vagonların içinde de 360 derecelik kameralar var. Yani eğer biri kasıtlı olarak hiç gereği yokken imdat frenini çekiyorsa bunun kayda alınmaması mümkün değil.
Ne diyeyim, daha önce de bu tür yalanlar söylendi. Aslında hepsi kamera kayıtlarıyla kanıtlanabilirdi ama hiçbiri yapılmadı, ama yalanlar dillerde ve zihinlerde kaldı. Hani camide içki içildi, kızlar erkekler öpüştü, türbanlı kadına saldırıldı falan gibi yalanları söylüyorum. Ama belli ki bu sefer vagonlarda kamera olduğunu bilmediklerinden attılar bu kıtırı, nasıl olsa yiyen var.
Evet uzatmayayım, Ayrılık Çeşmesi’ne geldim, tam o sırada bir tren kalktı. İstasyonda çok az insan vardı. Derken Kazlıçeşme’den yeni tren geldi. Nasıl dolu, hıncahınç. Tren boşaldı, bir grup dışarı yöneldi, gerisi olduğu gibi peron değiştirdi bizim tarafa geçti. Peron bomboş derken neredeyse gelen trene binemeyecektim. Tabii Üsküdar daha da feci. Bu sefer de inmek çok zor oldu, çünkü binlerce kişi yığılmış, kapılar açılır açılmaz içeri hücum ediyorlar. Yani millete eğlence çıkmış, şu 15 gün geçip de bedava yolculuk bir bitse de bu hattı gerçekten ulaşım için kullanacaklara gün doğsa. Özellikle Sirkeci istasyonunun çalışmaması çok kötü, çünkü Üsküdar’dan Sirkeci’ye 4 dakikada geçmek büyük avantaj, örneğin bana çok yarıyor ama henüz kullanamıyorum. Sordum onu da Sirkeci niye çalışmıyor diye. Tren Üsküdar’dan zaten kapılar açılmayacak kadar doluyormuş, Sirkeci de çok kalabalık bir merkez, orada durursa içinden hiç çıkılmayacak, bu nedenle şimdilik Sirkeci atlanıyormuş.
Bu arada Marmaray’la ilgili bir vefasızlık örneğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bugün bazı gazetelerde İstanbul Ticaret Odası’nın teşekkür ilanı var. Kime teşekkür ediyor İTO. Marmaray’da emeği geçenlere. İTO’ya göre Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı, Japon Başbakanı, Ulaştırma Bakanı, sonra tüm bakanlar ve İstanbul Belediye Başkanı. Onların katkısı olmuş, İTO’nun tüm üyelerinin isimlerinin olduğu ilanda minnet ve şükran hisleri ilan ediliyor.
Bu çok ayıp. Eğer konu Marmaray’a emeği geçenlerse, hani bu projeyi ilk düşünenler, sonra bunu uygulamaya koyup ihale açanlar? Örneğin ihale kararının altında başbakan olarak Bülent Ecevit’in, Cumhurbaşkanı olarak Süleyman Demirel’in imzası var. Haydi patronlar Ecevit’i sevmezler diyelim, peki bundan 40 yıl önce tıpkı Marmaray gibi iki kıtayı bu sefer yukarıdan birleştiren projenin, birinci boğaz köprüsünün mimarı Süleyman Demirel’i unutmak da neyin nesi. Üstelik isimlere bakıyoruim, çoğu zamanında Süleyman Demirel’le çalışmış, ona saygı ve sevgilerini sunmak için birbirini ezmiş kişiler. Ama belli ki günümüz patronlarının gözü Tayyip Erdoğan yönetiminden öyle bir tırsmış ki, vefa duygularını bile bir kenara bırakıp yağcılık yarışını böyle sürdürüyorlar.
Evet sevgili izleyiciler sizlerle biraz Fenerbahçe kongresi üzerine de sohbet etmek istiyorum. Sakın “spor da nereden çıktı?” demeyin, çünkü bu sohbetimiz sporla ilgili değil, siyasetin tam ortası aslında. Üstelik bugünkü iktidarla ilgili bir kırılma noktasının, bir dönüm noktasının oluştuğu Fenerbahçe kongresinden söz etmek istiyorum.
Aziz Yıldırım dünkü kongreyi ezici bir üstünlükle kazandı. Kime karşı, sadece aday olan Mehmet Ali Aydınlar’a karşı mı? Hayır AKP iktidarına karşı da bir zafer kazandı. Ve bu zafer sadece Aziz Yıldırım’ın da değil, bütün Fenerbahçe camiasınındır. Binlerce Fenerbahçeli delege, günün modası iktidar korkusunu bir kenara bırakıp, hiç korkmadan, çekinmeden, başıma ne gelir endişesi taşımadan iktidarın bütün gücüyle müdahale ettiği Fenerbahçe’yi bunun içinden çekip çıkardı.
Sevgili izleyiciler, şu anda beni izleyenleriniz arasında mutlaka Galatasaray’lı, Beşiktaş’lı veya herhangi bir başka klübe gönül vermiş olanlarınız vardır. Ben Fenerbahçeli olduğumu hiç saklamadım. Ama şunu hep söyledim. Ben iyi bir Fenerbahçeliyim. Gözü kara, kendi takımından başkasını görmeyen, sadece kendini haklı gören taraftar tipinde değilim.
Sizden ricam şu; şike soruşturması ile Fenerbahçe’yi mutlaka ayırın. Şike vardır yoktur konusunu ne yazık ki, herhangi birimizin bilmesi mümkün değildir. Çünkü var olduğu söylenen ve hatta bazı kişilerin, başta Fenerbahçe Başkanı olmak üzere mahkum edildiği bu dava, kamu vicdanında hala hak ettiği yere oturmadı.
Evet bir şikeden söz ediliyor ama verilen cezalara bakınca bunun karşılıklı olmadığını görüyoruz. Bir takım şike yapmış, ama kiminle yapmış, bu yok ortada. Pek çok kişi ceza aldı almasına da, bunlar karşılıklı değil. Ceza alan şike yapmış kabul ediliyor ama kiminle yaptığı belirsiz.
Hiç kuşkusuz ki Türk futbolu çok temiz değildir. Yıllardır şike söylentilerini duyarız, klüp içi çekişmeler, güç gösterileri, klüp başkanlığının verdiği güçle yapılan kimi nüfuz ticaretlerini hatta haksız kazançları duyarız.
Ama 3 temmuzda başlatılan şike operasyonu çok farklı. Burada benim gözlediğim kadarıyla amaç futbolda temizliği sağlamak değil, iktidarla iyi geçinmeyen bir büyük klübün cezalandırılmasıydı.
İşte bu noktada, ne yazık ki takım tutmak, taraftar olmak faktörleri çok kullanıldı. Takımlar arasındaki rekabet, devlet eliyle ve kasıtlı olarak başlatılan bir operasyonda, karşı takımı yıpratmak hatta yok etmek amacıyla saptırıldı.
Fenerbahçe şike yapmamış mıdır? Bilemem. Ama benim gibi dürüst Fenerbahçeli gibi,herhalde Galatasaraylı, Beşiktaş’lı, Trabzonlu veya başka takımları tutan dürüst taraftarlar oynanan oyunun ne olduğunu biliyorlardır. Fenerbahçe’nin başına getirilenler, diğerlerinin de başına getirilebilirdi. Fenerbahçe öne çıktı, kafasına balyoz indirildi.
Lütfen başka takımları tutanlar, şikeyi bahane edip canlarının istediği gibi davranma hakkını kendinde bulanlar bana kızmasınlar. Dünkü Fenerbahçe kongresine bakıp bundan ders çıkarmaya çalışsınlar.
Fenerbahçe’ye en iyi başkanlık yapacak kişi Aziz Yıldırım mıdır? Hayır. Muhtemelen ondan daha iyi başka kişiler de vardır. Üstelik Aziz Yıldırım, son zamanlarda en yakın dostları tarafından bile eleştirilen bir başkan.
Ama o başkan, iktidarın spordaki egemenliğini de kurmak için kurban olarak seçtiği bir isimdi. Fenerbahçe’nin duyarlı tabanı, siyasi emellerini Fenerbahçe üzerinde de kullanmak isteyen, iktidara prim vermeyeceğini gösterdi.
Başbakan’ın birebir müdahalesine rağmen ne Aziz Yıldırım ne de binlerce Fenerbahçe delegesi geri adım atmadı. İktidar tarafından belirlenmiş adayı ve onun oluşturduğu listeyi elinin tersiyle itti.
İktidar korkusuyla boyun eğmeyi, teslim olmayı içine sindirenlere, onlara maşalık edenlere tarihi bir ders ve cevap verdi.
Bakın bu tarihi ders belli ki Tayyip Erdoğan’ı çok öfkelendirmiş. Aziz Yıldırım’a ateş püskürüyor. Sadece ateş püskürmekle kalmıyor tehdit de ediyor. Fenerbahçe delegesine “Bu adamı seçtiniz ama bundan sonra işiniz çok zor, onun istediği hiçbir şeyi yaptırmam” diyor.
Bilenleriniz mutlaka vardır ama Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’nin bir daha sırtının yere gelmemesini sağlayacak müthiş bir projesi bir hayali var. Yıldırım bir banka kurmaya çalışıyor. Bunun hazırlıkları birkaç yıl önce başladı. Banka kurmak kolay iş değildir, çocuk oyuncağı da değildir. Bu nedenle Yıldırım ve Fenerbahçe yönetimi yıllardır kılı kırk yararak çalışıyor, en ince hesabı bile yapıyor. Şimdi Başbakan bu projeyi ortadan kaldıracağını ima ederek bakın ne diyor; “Beş yüz milyon dolar borcun var, banka kuracaksın. Bunun için izin verecek kurumlar belli. Ayrıca sanki Çevre Bakanı elindeymiş, her izin elindeymiş gibi söz veriyor. ‘Şuraya şunu yapacağım, AVM yapacağım’ demek doğru değil.”
Lafın tercümesi şu, “Sen avucunu yalarsın, ne banka kurdururum ne de AVM yaptırırım” Niye peki?
Eeee, sen Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda Atatürk posteri açtırırsan, “Heryer Taksim heryer direniş” sloganları atılmasına ses çıkarmazsan, ben de bunun hesabını sorarım.” Bu kadar basit.
Bu nedenle Fenerbahçeli olmayan taraftarların, konuya “Şikeci Fenerbahçe” diye yaklaşmadan önce bu çok önemli durumu da gözden geçirmelerinde yarar var.
Yani işin özeti, rekabet gereği yine birbirimizi kızdıralım, başımız sıkışınca “siz şikeyle maç kazanırsınız ancak” diye birbirimize takılalım, Aziz Yıldırım’ı beğenmeyelim, eleştirelim, ama Fenerbahçe’nin ortaya koyduğu enfes direnişin de hakkını verelim.
Bence Aziz yıldırım son kez seçilmiştir. Belki normal süresinden de önce kendisi bir kenara çekilecektir. Çünkü Fenerbahçe hem başkana olan vefasını, hem her daim birlik ve beraberlik içinde olduğunu hem de 20 milyonluk bir camianın iktidarın iki dudağı arasında olamayacağını dosta düşmana göstermiştir. Nokta.
Evet, bugünün çok konuşulan gelişmelerinden biri de Mustafa Sarıgül’ün artık resmen CHP’li olmasıdır. Sarıgül bugün nihayet resmen CHP’li olmasının verdiği rahatlıkla, Allah’ın adını çok sık anarak hedeflerini açıkladı. İlk hedef İstanbul’u almak, sonra da iktidarın burcuna CHP bayrağını dikmek. Yolu açık olsun.
Ancak bu olayda çok dikkatimi çeken ve bana göre rahatsız edici bazı noktalar var onları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Mustafa Sarıgül’ün CHP’ye geleceği ve gelir gelmez de öncelikle İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adaylığı verileceği bir sır değildi. İstanbul sermayesi, Türkiye’nin en büyük holdingleri, en büyük medya patronları aylardır Sarıgül’ün CHP adayı yapılması gerektiği konusunda partiye baskı yapıyordu.
Yeni CHP yönetiminin bu kadar büyük bir sermaye baskısına direnmesi mümkün değildir. Nitekim beklenen oldu, Sarıgül elleri havaya kaldırılarak şimdiden İstanbul’u kazanmış CHP adayı olarak ilan edildi.
Ama bu şık olmadı. CHP’ye yakışır biçimde olmadı.
Bakın sevgili izleyiciler CHP ile AKP’yi birbirinden ayıran çok önemli bir bir faktör vardır. Sadece sağ sol olarak söylemiyorum.
AKP bir kişinin partisidir. Her şeye bir kişi karar verir, onun söylediği kanundur, kimse itiraz edemez, eleştiremez, karşı çıkamaz. Böyle bir şey yapmaya kalktığı an kendini itibarsızlaştırılmış karalanmış; aşağılanmış olarak partinin dışında buluverir.
AKP için demokrasi sadece lafta geçerlidir. Her sözlerinin başında demokrasi derler ama demokrasi ile bağdaşan tek eylemlerini bile gösteremezsizin.
Üstelik bu tavır ve tutum iş dünyasında, siyasette, medyada ve en önemlisi halkın katında da kabul görmüştür. Parti başkanı bir karar alır. Herkes buna uyar. Kimsenin aklına “Bu demokrasiye, hukuka uygun mudur, doğru mudur?” diye düşünmez, tartışmaz. AKP’deki bu tavır kimse için sürpriz değildir.
CHP’de ise belki çoğunuz beğenmeseniz bile demokrasi, demokratik kurallar ve teamüller geçerlidir.
CHP’de tek adam yönetimi yoktur. Evet parti başkanı pek çok şeye hakimdir ama parti içinde aykırı sesler de çıkar, eleştiri de yapılır, hatta isyana kalkışanlar bile olur.
Bunlar kimse için sürpriz değildir, çünkü CHP’nin daha doğrusu sol kültürün doğası böyledir. Bir CHP’li için “yetkili kurullar” çök önemlidir. Çünkü o yetkili kurullar emirle çalışmaz. Elbette pek çok konuda parti kararı alınır, ortak hareket edilir ama bu o konunun eleştirilmediği, karşı çıkılmadığı anlamına gelmez. Bunlar yapılır ama sonunda alınan ortak karara herkes uyar. Parti içi demokrasi de budur zaten.
Ama Mustafa Sarıgül’ün partiye kabulünde, göstermelik bile olsa bu kurala uyulmadı. CHP yönetimi tıpkı AKP gibi davranarak demokrasiyi, demokratik teamülleri ve parti içi demokrasiyi bir kenara itti.
Sarıgül partiye dönmesin mi? Dönsün. Sarıgül İstanbul’daki en güçlü aday mıdır? Tartışılır belki ama öyle kabul edelim.
Ama bir sorun vardı. Sarıgül partiden ihraç edilmişti ve dönmesi ancak parti içi kuralların uygulanmasıyla mümkündü.
Buna göre Sarıgül önce af dilekçesi verecek, bu ilde değerlendirildikten sonra MYK’ya gönderilecek, buradan olur çıkmamsı halinde ise Parti Meclisi’nde oylanacak, prosedür bu.
Oysa ne oldu? Partinin Genel başkan Yardımcısı, yanına il Başkanı’nı alarak Sarıgül’ü kendi makamında ziyaret etti ve af dilekçesi vermesini rica etti. Belli ki Sarıgül’ün “Merak etmeyin vereceğim” demesinden sonra CHP Genel Başkan yardımcısı Sarıgül’ün kolunu havaya kaldırarak “Hoşgeldin Sarıgül, artık İstanbul’u seninle alacağız” dedi.
Yani Sarıgül’ü hem partiye kabul etti hem de İstanbul adaylığını ilan etti.
Ben bunu Cuma günü söylediğimde bazı CHP’liler “Canım o Adnan Keskin’in kişisel çıkışıydı, o sayılmaz” dedi. İyi de nasıl sayılmaz. Parti Meclisi oylama yapmayacak mı? Sen bunu önceden ilan edersen Parti Meclisi yok sayılmış olmuyor mu? Olmazmış.
Ama hemen ertesi gün ne gördük. CHP Genel Başkanı, henüz partiye katılımı oylanmamış, henüz İstanbul adayı olarak ilan edilmesi mümkün olmayan Sarıgül’le kahvaltı masasında baş başa oturmuş.
Yani Genel Başkan bütün Türkiye’ye diyor ki “Evet Sarıgül partimizden ihraç edilmiş biridir. Ama ben onun geri dönüşüne ve İstanbul adayı yapılmasına karar verdim. Şimdi bu kararım parti meclisi tarafından oylanacak ve kabul edilecektir.”
Tam tercümesi şudur; “Ben Parti Meclisi falan bilmem, bu iş olacak o kadar, arkadaşlar gelsinler ve oylarını versinler.”
Nitekim öyle oldu. Parti Meclisi üyeleri, galiba ikisi hariç “Hani bizde yetkili kurullar vardı, hani bizde demokrasi, teamüller vardı” falan gibi bir kaygıya kapılmadan geldiler, oylarını kullandılar ve tarih yazdılar.
Diyeceğim, hiç şık olmadı. AKP ile CHP’nin sanki bir farkı yokmuş gibi bir durum çıktı ortaya. Oysa zaten Parti Meclisi de solun kurtarıcısı olarak Sarıgül’ü seçmiş çoktan, hiç olmazsa şekil şartı yerine getirilseydi, Kılıçdaroğlu, Parti Meclisi tarih yazdıktan sonra Sarıgül’le oturup kahvaltı etseydi, boynuna sarılıp öpseydi.
Bu arada ilginçtir, CHP Genel Başkanı “Adayımızın belli olduğu falan yoktur, bunun için anket yapılacak” diyerek bu yöndeki eleştirileri göğüslemeye çalışıyor.
Ama ne fark eder. Bu saatten sonra yapılacak bir ankette Sarıgül’den başka ismin çıkması mümkün olabilir mi? Kamuoyunda zaten “Sadece Sarıgül İstanbul’u kazanır” algısı çoktan yaratılmıştı. CHP bu süre içinde kendi içinden isim çıkaramadığı gibi kendiliğinden ortaya çıkanları da yok sayarak kozunu sadece Sarıgül üzerinden oynadı. Şimdi vatandaş ne yapsın. Zaten büyük bir kitle AKP’nin kırılma noktasını İstanbul’daki AKP iktidarının sona ermesi olarak görüyor. Bu nedenle aday kim olursa olsun birleşmek gerek, gün kavga çekişme günü değildir, koyun bir aday onu seçelim AKP’yi bitirelim havasında . Bunca şişirmeden sonra bir anket yapılsa başka isim çıkabilir mi?
Neyse olay bitmiş, herkes memnun. Eğer bu yolla İstanbul kazanılacaksa, AKP iktidarı devrilecekse ne güzel.
Evet sevgili izleyiciler. Bu akşam da bu kadar. Az sonra Ümit Zileli ana haberlerle karşınızda olacak. Ben de bu kez gerçekten “Yarın akşam” aynı saatte burada olmak dileğiyle hepinize iyi akşamlar dilerim. Hoşça kalın.