Laiklik büyük kitleler önünde tartışılarak büyük hata yapıldı
İyi akşamlar sevgili izleyiciler; geldik yine haftanın son gününe. Kış mevsiminin kendini en çok hissettirdiği günlerde gecenin en uzun gündüzün ise en kısa olduğu dönemi yaşıyoruz. Bir hafta sonra bu artık tersine dönecek, günler uzamaya başlayacak. Tıpkı umutlarımız gibi günler de her gün biraz daha uzayarak, büyüyerek gelişecek. Sadece biraz sabır diyorum. Türkiye’yi karanlık bir eşiğe getiren iktidarın ayakları dolanıyor, kendi iç çatışmaları ile hergün biraz daha eriyor. 21 Aralık da gelsin, tıpkı aydınlığın uzaması karanlığın ise kısalması gibi eriyip gidecekler. Ve inanın gündüzün en uzun olduğu döneme girdiğimizde AKP iktidarı da tıpkı gece gibi en kısa olduğu anı yaşayacaktır.
Sevgili izleyiciler, önce kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum. Biliyorsunuz yayın saatimizi 20.00’ye aldık. Bunda belirleyici sizler oldunuz. Çünkü 18.30’da pek çok izleyicimiz henüz yolda olduklarını söyleyerek şikayetçi olmuştu. 20.00’de elbette yine yollarda olanlar var ama büyük çoğunluk evine varmış oluyor. Bu nedenle yeni saatimizin sizler için daha uygun olduğunu anladık. Tabii bu kez de başka bir şikayet var. Diyorsunuz ki “saati değişti ama bu sefer de süre kısaldı, neredeyse eskisinin yarısı kadar.” Haklısınız, ama şunu söyleyeyim, önemli olan çok kısa da olsa bir şey söylemektir. Doğru bir şey söylemek için çok uzun konuşmaya gerek yok. Ayrıca inanın daha kısa olan konuşmanın hem izlenmesi hem de algılanması çok daha iyi ve yararlı oluyor. Sonuçta günlük ortalama 12 dakika konuşsam, bu bir haftada tam bir saat oluyor. Şu anda ekranlarda tek başına çıkıp 1 saat konuşan, konuşabilen hiç kimse yok. Yani tadında bırakmak gerek, böylesi inanın çok daha iyi.
Sevgili izleyiciler, bu sabah sanatçıların önderlik ettiği bazı CHP milletvekillerinin de katıldığı, şu ana kadar 195 kişinin imzaladığı “Laik devlet ve özgür toplum için” bildirisinin okunduğu törene katıldım.
Az önce Ümit Zileli ile Ana Haberlerde bu bildiriye imza atanların pek çoğunun isimlerini gördünüz, ben burada tekrarlamak istemiyorum. Ancak bu bildiri, üstelik tam da bu zamanda çok önemlidir.
Uzun süredir bu kadar çok aydın, siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydın ortak bir bildiriye imza atmamıştı.
Bu imzacılardan biri de benim, ki topluca yapılan bir girişme ilk kez bir bildiriye imza atıyorum.
Bildirinin temel ruhu Cumhuriyetin aydınlanma felsefesini içine sindiremeyen ve dini alet olarak kullanıp siyasi rant elde eden ve din ve vicdan özgürlüğünün gerçek anlamdaki güvencesi olan laikliği ortadan kaldırmayı kendilerine temel hedef seçenlere karşı ortak bir tepkidir.
Sevgili izleyiciler, ne yazık ki, bizim de hatamız yüzünden, Türkiye’yi dönüştürmek, laik demokratik devleti yıkıp yerine gerici, faşist nitelikli bir din devleti kurmaya çalışan zihniyet çok uzun süredir laikliği “türban ve alkol” çıkmazına itmeyi ve toplumu bu yönde etkileyerek laikliği sanki din düşmanlığı gibi göstermeyi başardı.
Bundan 20-25 yıl önce özel televizyonculuk hayatımıza girdiğinde, hiç farkında olmadan müthiş bir komplonun da aleti olduk hepimiz. Özel rekabetin açtığı heyecanlı yolda yürüyen ve daha fazla reklam almak için sadece ratinglere esir olup, bilimsel içeriği boşaltılmış tartışma programlarında din ve laiklik konusu kıyasıya bir tartışmaya açıldı.
Bu tartışmalar ilk başlarda elbette çok ilgi gördü. Hepimizin hoşuna da gitti. Din istismarı yapan, bununun aracı olarak da 12 Eylül darbecileri tarafından icat edilen türbana sarılan, üstü kapalı olarak Atatürk ve devrimlerinden hoşnut olmadıklarını söyleyenleri ekranlarda adeta dövmek, birçok laik, Atatürkçü, çağdaş görüntüsündeki insana büyük bir keyif ve haz veriyordu.
Ekranlarda din istismarcısı kesimin entelektüel birimi olmayan sözcülerine “Söyle bakayım sen Atatürk’e karşı mısın?” türü laf yapıştırmaları yapanlar, “Bizim dinimiz aslında çok sosyal bir dindir, dinlerin en iyisidir, ama siz gericiler dinimizi de kötü gösteriyorsunuz” gibi dine de bilime de aykırı görüşler sergileyenler ertesi gün toplumda “Şeriatçılara nasıl da haddini bildirdim” edasıyla geziyorlardı.
Sevgili izleyiciler, o tarihlerde bu tür tartışmalara çok karşı çıkıyordum. Çünkü din gibi hassas bir konuyu, özünde dinine çok bağlı, ama büyük olasılıkla kurallarını tam bilmeyen, buna karşı biat etmiş kitlelerin önünde tartışmanın ters tepeceğine inanıyordum. Hatta bu nedenle yazdığım bir eleştiri yazısı yüzünden, o tarihlerde sabahlara kadar laiklik tartışması yapan ve rating rekorları kırarak hem şöhretin doruğuna çıkan hem de milyonlarca dolar kazanan bir ünlü sunucu ile yıldızımız hiç barışmadı. Küs değildik ama benden hiç hoşlanmadığını da biliyordum.
Değerli izleyiciler, laik anlayışa sahip biri niteliği birbirinden çok farklı büyük kitleler önünde din tartışmaz. Hele ayetlerden örnekler vererek, hadislerden cümleler okuyarak kimse kimseye din dersi verir gibi had bildiremez. Bir televizyon programında yine ünlü bir sunucu canlı yayında bir ayeti okuyup “Siz ne dersiniz Can bey?” diye sorduğunda “Ben laik bir insanım, bu nedenle ayetler üzerinden siyasi bir tartışma yapmam” dediğimde çok şaşırmıştı.
“Olur mu canım, ne ilgisi var?” dediğinde kendisine aynen “Başını örtmeyi dininin bir kuralı olarak kabul eden birine istediğiniz kadar ayet okuyun, ikna edemezsiniz. Biz türban üzerinden din ticareti yapanlara karşı çıkmalıyız, yoksa eğer iş ayet okumaya gelecekse, şunu bilin ki onlar ayetleri bizden daha iyi biliyorlar. Siz bir ayet okuyor ve (işte din de böyle emrediyor) diyorsunuz, o size iki ayet sonrasını okuyuveriyor, ama siz onu bilmiyorsunuz. Bırakın ayet okuyarak ikna yöntemini gerçekten din bilgisi güçlü olan bilim adamları yapsınlar.”
Değerli izleyiciler, yıllarca türbanla oyaladılar bizi. Üniversitelere girmek isteyen genç kızlarla başlatıldı bu eylemler. Hatırlayın, ne diyorlardı “Bizim derdimiz genç kızların eğitim alma hakkını savunmak, yoksa devlet düzeni ile bir derdimiz yok, çocuklarımız okusun, memurlarda başlarını kapatacak demiyoruz ki.”
Bir tarafta din konusunda bilgisiz aydınlar, diğer tarafta inancını bir demokrasi şemsiyesi altında laikliği yıkmak için kullananlar. Bununla baş edemezsiniz. Nitekim edilemedi de. “Biz sadece eğitim hakkı istiyoruz” dan başlayan sözde isyan, bugün bırakın bütün devlet dairelerinde egemen olmayı parlamentoda bile temsil edilir oldu.
Ancak asıl sorun bu değil. İsteyen başını örter isteyen örtmez. Bu kişisel olarak beni çok ilgilendirmiyor. Hiç ilgilendirmedi de.
Sorun şurada. Türbanla başlayan tartışma, sonunda devletin tümüyle laikliğe aykırı biçimde yönetilmesi iklimine geçti. Artık kimsenin dilinde türban falan yok. Ama ne yapılıyor? Devletin tüm düzeni, parlamentonun çıkaracağı yasalar, ilk söylenişte mantıklı gibi görünen ahlaki ve sosyal değerler gözetiliyormuş gibi yapılarak, aslında dini kurallar referans alınmaya çalışılıyor.
Aydın kesimi türbanla oyalayanlar örneğin bir kürtaj tartışması çıkarıyor ve iş sonunda “dinimiz de böyle emrediyor” gibi bilimle, sosyolojiyle, devlet yönetimiyle hiç ilgisi olmayan bir noktaya kayıveriyor.
Alkol kullanımı da böyle. Kimi yasaklama ya da kısıtlamalar “gençliği kötü alışkanlıklardan koruma” gibi masum ve aslında gerekli bir dayanaktan başlatılıyor ancak bunun propagandası eninde sonunda din kurallarına dayanıyor. İktidar sözcüleri, kendilerine yönelik bilimsel bir muhalefeti “Dinimiz de içkiyi yasaklıyor, sizin derdiniz İslamla” diyerek savuşturmaya çalışıyor.
Kızlı erkekli tartışması da “geleneklerimiz” adı altında aslında “dinimiz de böyle şeyleri hoş görmez” propagandasının malzemesi yapılıyor.
Helal gıda, faizsiz bankacılık türü din temelli yasal önlemler yetmiyormuş gibi bir de ekonomik konularda gerektiğinde diyanetten fetva alma dönemi de açılmak isteniyor.
Sevgili izleyiciler, bütün bunlar bu iktidarın yarattığı iklim sayesinde pek çoğumuza garip gelmiyor, kimse aslında yok edilenin laiklik olduğunu görmüyor. Günlük yaşam içinde, bu detaylar gözden kaçıyor, “toplum eskisinden daha fazla muhafazakar, zaten muhafazakar bir toplumduk” aldatmacasını adeta kendimize şiar edinmiş durumdayız.
Örneğin Mecliste türbanlı milletvekili konusunu pek çok kişi “her yerde serbest, ayrıca kimsenin kılığı kıyafeti ile uğraşmanın alemi yok, hangi devirde yaşıyoruz, herkes inanç özgürlüğüne saygı duymalı” gibi kulağa çok hoş gelen bir söylemin esiri olmuş gibi.
Oysa türbanın her yerde serbest olmasıyla mecliste serbest olması arasında fark var. Orası tüm ülkenin temsil edildiği bir vekiller meclisi. Başbakan’ın deyimiyle “Bu arkadaşlarımız inançları gereği başlarını örtmüşlerdir” sözünü doğru kabul ediyorsak, başlarını örtmeyen başta AKP’li kadın milletvekilleri olmak üzere diğer kadın milletvekillerini nereye koyacağız. Eğer baş örtmek İslamın gereği ise, başını örtmeyen kadın milletvekilleri Müslüman değiller mi?
Katastrof gibi değil mi? Sosyal yaşamda herkes dilediği gibi giyinebilir. Buna ister inancı gereği ister keyfi gereği diyebilirsiniz. Ama sıra meclise gelince işin rengi değişir. Meclis’te ne dinin gereği ne de keyfin gereği giyinemezsiniz. Giyindiğiniz zaman, işte az önce sorduğum sorunun da cevabını vermek zorunda kalırsınız. Örneğin, AKP’li kadın bakan Fatma Şahin, şimdi Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkan adayı oldu ve başı açık. Şimdi Şahin’in inancı AKP’de başını örtmeye başlayan 5 kadın milletvekilinden farklı mıdır? Onlar Müslüman kadınları temsil ediyorlarsa, lütfen sadece kendi üstüne alınmasın, Fatma Şahin hangi kadınları temsil etmektedir.
İşte sevgili izleyiciler, laiklik bunun için gerekli. Yoksa türban takıp takmamayı kararlaştırmak için değil. Laiklik toplumu ve demokrasiyi barış içinde bir arada tutan harçtır çimentodur. Siz laikliği delik deşik ederseniz, toplumda ayrılıklar baş gösterir, hukuk kurallarını bilime, akla mantığa göre değil de, aynı inanca sahip olanların bile zaman zaman farklı yorumladığı inanç sistemine göre düzenlemeye kalkarsanız ülkeyi bir uçuruma götürürsünüz.
AKP iktidarı çok tehlikeli biçimde laikliği ayaklar altına alarak, inanç özgürlüğünü demokrasinin tek belirleyicisi olarak sunuyor, din istismarı ile daha az eğitimli ve maddi olanakları daha dar kitleleri duygusal açıdan etkileyerek niteliğin değil niceliğin desteği ile ülke yönetimindeki egemenliğini sürdürüyor.
Aydın insanların, her türlü eleştiriye, tehdit ve şantaja rağmen, bu gerçeği korkmadan, cesurca, bıkmadan ve usanmadan haykırması gerek.
Laik devlet özgür toplum bildirgesini mutlaka özümseyerek okumanızı dilerim.