Yazarı Olmayan Makaleler
Yazarı Olmayan Makaleler

Başbakan’ın dediği gibi “Kusura bakma paşam”

Sevgili izleyiciler, iyi akşamlar. Bugün Salı biliyorsunuz. Tabii ki biliyorsunuz da niye öyle söyledim. Çünkü bugün Meclis’te partilerin gurup toplantı günü. Ne oluyor Salı günleri. Liderler kendi gruplarında kürsüye çıkıyorlar ve konuşuyorlar.

Salı toplantıları daha ziyade Başbakanın esip gürlemesi, diğer parti liderlerinin de ona cevap vermesi şeklinde gerçekleşiyor.

Başbakan bugün yine kürsüdeydi. Herkese bir laf söyledi.

Yine muhalefete yüklendi. Örneğin CHP’nin yolsuzlukların merkezi olduğunu söyledi. Yolsuzluk olarak ne var, bunu bilmiyoruz. Zaten CHP’nin iktidar olduğu yok ki yolsuzluk yapabilsin. Hani iktidarda olsa belki yapar diyelim, ama bir türlü iktidara gelmiyor, o da ayrı konu.

Bugün sizlerle başbakanın konuşması üzerine biraz sohbet etmek istiyorum. Çünkü konuşmasının her bölümü ayrı ilginçlikte.

İMRALI ZİYARETLERİ

Örneğin İmralı’daki terör örgütü liderinin BDP’liler tarafından ziyaret edilmesi konusu sık sık polemiklere konu oluyor.

“Aday’a kim gitti, kim gidecek, kimin gitmesi istenmiyor, kim engelleniyor” geçmişteki haberlere bakın yığınla bulursunuz bunlardan.

Ahmet Türk gitmişti biliyorsunuz ilk seferde. Sonra ona yasak geldi. Çünkü Türk döndükten sonra Başbakan’la ilgili “ileri geri konuşmalar” yapmıştı. Eeee haliyle Başbakan kızdı “Gitmeyecek bu adam bir daha” dedi. O gün bugün Ahmet Türk adaya gidemiyor.

Sonra BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da Başbakan’ı kızdırmıştı. Ona da ambargo kondu.

Evet ambargo kondu konmasına ama BDP’liler yine rahat durmuyor. Başbakan’a “sana ne” falan diyorlar. İşte Erdoğan da bu çıkışlara çok öfkelenmiş olmalı ki Meclis’te BDP’lilere fena çaktı.

Dedi ki ; “Birileri çıkıp da İmralı’ya kim gider kim gelir bunun kararını vermek tamamen Hükümete aittir. İster gönderir, ister göndermez. Hiçbir zaman şu veya bu nedenle Hükümete veya Adalet Bakanlığı’na kimsenin rota çizme yetkisi yoktur. Yeri gelir gönderilir, yeri gelir gönderilmez. Herkes haddini bilecek.”

Çok güzel. Tabii ki Ada’ya kim gidecek kim gitmeyecek buna karar verecek olan hükümettir. Çünkü sonuçta bir cezaevi ziyareti yapılıyor değil mi? Öyle değil ama resmen böyle ya. Ama insanın kafası karışmıyor mu?

Ada’da ne yapılıyor? Orada ömür boyu hapse mahkum edilmiş olan bir terör örgütünün lideriyle görüşmeler yapılıyor. Açıkçası pazarlık var Ada’da. Terör örgütünün liderine “nasıl bir yol izlenmesi gerektiği, neler yapılması halinde kendisinin de mutlu olacağı, neler yapılırsa karşı çıkacağı ve çözümü engelleyeceği” soruluyor. Tam bir pazarlık yani.

NE OLDU ŞEREFSİZLİK?

Bu terör örgütü lideriyle daha önce görüşmeler yapıldığı sızmıştı medyaya hatırlarsanız. Başbakan o zaman da çok öfkelenmişti. Terör örgütü lideriyle görüşme yapılmadığını belirtmiş ve hatta bu sözlerinde inandırıcı olabilmek için “Terörle pazarlık yapan şerefsizdir” falan gibi cümleler sarfetmişti.

E koca başbakan, terör örgütü lideriyle görüşülmedi diyorsa inanmaktan başka çaremiz var mı? Üstelik yapanı da şerefsiz olarak nitelediğine göre demek ki böyle bir görüşme olması mümkün değildi.

Ama ne görelim bir süre sonra terör örgütü lideriyle görüşmeler yapıldığı ses kayıtlarıyla ortaya çıkmaz mı? Hem de öyle kayıtlar çıktı ki, görüşme bir iki defa da olmamış. Neredeyse rutine bindirmişler. MİT müsteşarı, yardımcısı bırakın sadece İmralı’daki terör örgütü lideriyle görüşmeler yapmayı, Kandil’deki, Avrupa’daki terör liderleriyle de çat kapı görüşür olmuşlar.

Hatırlıyorsunuz değil mi o kayıtları. MİT müsteşarının yardımcısı yakınıyordu örneğin, meğer terör lideri dağdaki ve Avrupa’daki arkadaşlarına mektup yazarken bunlar da mutfaktan bozma bir yerde akşama kadar bekliyorlarmış. Müsteşar yardımcısı hanımefendi sıkıntıdan patladıklarını anlatarak “Bir sayfalık mektubu yazması için bütün günümüz burada geçiyor, bir türlü bitiremiyor şunu” diyordu.

Ne olacak o mektup. Tabii ki adreslere ulaştırılacak. MİT kuryelik yapıyor yani.

İşte bu gerçeklerin ortaya çıkmasından sonra başbakan o şerefsiz merefsiz laflarını bir anda unutup “Ben görüşmüyorum devlet görüşüyor” açıklamasını yapıvermişti.

Haaa, o zaman başka tabii. Sorun yok. Meğer devlet görüşüyormuş. Zaten hemen arkasından eklememiş miydi “”Bu sorunu çözmek için gerekirse devlet şeytanla bile görüşür.” Bak bu da çok iyi. İyi de bu devlet kim.

Onu da anladık tabii az sonra. Devlet dediği MİT’miş. O zaman akan sular durdu. Neler yazılmıştı o tarihlerde bir hatırlayın. Efendim “MİT’in zaten görevi bu değil mi, MİT yapmayacak da kim yapacak?” falan filan.

O zaman henüz gazetede yazıyorum, atılmamışım. Merakımdan sormuştum, “İyi de görüşmeciler arasında sadece MİT yok ki, Başbakan’ın özel temsilcisi de orada değil mi?” diye. Yüzüme almaz almaz bakmışlardı o zaman “bu çıkıntılığın ne anlamı var” der gibi.

O zamanki başbakanlık özel temsilcisi hakan Fidan’dı. Şimdiki MİT müsteşarı. Görüşmelere bizzat o da katılıyordu. Söylediklerine göre o hiç konuşmuyormuş o zamanlar, MİT müsteşarı ve yardımcısı konuşuyormuş; o dinleyip not alıyormuş. Tabii bunlar bize anlatılan bilgiler, doğrudur değildir bilemem.

Ama şu gerçek çıkmıştı ortaya. Başbakan “Biz değil devlet görüşüyor” diyordu demesine de heyette başbakanlığın özel temsilcisi vardı. Yani iş “devlet”ten çıkmış aslında hükümetin işi olmuştu. Yine gargaraya geldi.

ÜNLÜ MİT SORUŞTURMASI

Ne zamana kadar? Ünlü MİT’le ilgili savcılık soruşturmasına kadar. Hatırlayalım onu da.

Hakan Fidan Başbakanlık’taki görevinden MİT Müsteşarlığına alınmış. Artık Başbakan’ın özel temsilcisi olarak değil bizzat devlet olarak teröristlerle pazarlık masasına oturmuş. Ancak konu istihbarat ya, tabii boş durmuyorlar, bir yandan sorunu çözer gibi yaparken diğer yandan da muhatapları sıkıntıya sokacak işler kotarıyorlarmış.

Neydi bu. KCK adlı yeni bir Kürt siyasal hareketinin örgütlenmesi. BDP ve PKK’nın dışında olduğu söylenen bu yeni yapılanma Güneydoğu bölgesi başta olmak üzere pek çok yerde yerel örgütlenmelere gitmişti. Üstelik bu yeni yapılanmanın militanları PKK eylemlerini aratmayan bazı terör eylemlerine de kalkışıyordu. Sonunda devlet KCK’ya karşı harekata geçti. Büyük çapta operasyonlar ve tutuklamalar başladı.

Hapishaneler KCK tutuklularıyla dolarken bir sabah bir kalktık ki “özel” yetkili bir savcı MİT müsteşarını KCK konusunda “şüpheli” sıfatıyla sorguya çağırmış.

Neden? İşte burası çok önemli. Çünkü KCK operasyonlarında yakalanan bazı kişiler, ifade verirken savcıyla baş başa kalınca “Aman savcı bey yanılmayın sakın biliyorsunuz biz devletin görevlileriyiz” demişler. Savcılar şaşırmış tabii. Biraz inceleme yapılınca KCK’nın içinde çok sayıda MİT ajanının olduğu saptanmış. Hatta daha da ötesi, KCK yapılanmasının önde gelen isimlerinin bir çoğunun MİT mensubu olduğu ortaya çıkmış.

Ama iş bununla da kalmıyor. Bu MİT mensuplarının daha ileride elverişle operasyonlar yapabilmeleri için örgüte bilerek suç işlettikleri, karakol baskınları, bombalamalar ve büyük kentlerde saldırılar planladıkları anlaşılmış. Hayır bunlar sadece plan aşamasında kalsa yine iyi, ama bu provokatif eylemlerde askerlerimiz şehit olmuş. Örneğin İstanbul’da bir belediye otobüsüne yapılan Molotoflu saldırıda bizzat MİT mensubu KCK’lıların yer aldığı ve ne yazık ki bu olayda genç bir kızımızın can verdiği de anlaşılmış.

Eee savcılar bu durumda ne yapacak. Bu işin başındaki kişiyi sorgulayacaklar. Üstelik nitelikli suç kapsamında, terör örgütü üyesi olmak sıfatıyla.

YILDIRIM HIZIYLA YASA

Biliyorsunuz kıyamet kopmuştu. Başbakan müthiş öfkelendi. Savcıları “Yasaya aykırı hareket etmekle” suçladı. Neden? Çünkü yasaya göre MİT müsteşarları ancak Başbakan’ın izniyle yargılanabilir.

Küçük bir ayrıntı vereyim. Savcılar da bunu biliyor. Ama o gün yapılan işlemlerin bir bölümü Hakan Fidan’ın MİT müsteşarı olmadan, yani başbakanlık görevlisiyken katıldığı terörle pazarlık toplantıları ile ilgili. Yani savcılar aslında Fidan’ı MİT müsteşarı olarak değil başbakanlık özel temsilcisi olarak çağırıyorlar. O zaman izne gerek yok. Ama herkes ve tabii başbakan da biliyor ki, önce bu iddia ile çağrılan MİT müsteşarı, ardından diğer eylemler nedeniyle sorgulanacak ve suçüstü yapılarak tutuklanacak.

Başbakan hemen düğmeye basmıştı, ki o sırada bağırsak ameliyatı geçirdiği için henüz evinde yatıyordu, derhal yeni bir yasa çıkarılmasını istedi.

Meclis’te AKP’liler tam 7 saat aslanlar gibi mücadele ederek gece yarısını geçen bir saatte yeni bir yasa çıkardılar. Bu yasa medyada “MİT müsteşarı başbakan izni olmadan sorgulanamaz, yargılanamaz kanunu çıktı” diye yorumlandı.

Oysa öyle değildi. Çünkü zaten mevcut yasa MİT müsteşarını koruyor. Çıkan yeni yasaya aslında bir cümle eklenmişti. Bu cümleye göre MİT müsteşarı ve/veya Başbakan’ın görevlendirdiği kişiler hakkında dava açma sorgulama izne bağlanıyordu. Yani MİT müsteşarı müsteşar olmadan yaptığı faaliyetler nedeniyle soruşturulaktan kurtarılıyordu.

Neyse bunları defalarca anlattık. Ama diyorum ya, öyle bir medyamız var ki, bunları söyleyince almaz almaz bakıyorlar insanın suratına.

Gelelim neticeye. Bakın “terörle biz değil devlet görüşüyor” lafından nerelere geldik. Bugün başbakan o eski sözlerinin hepsini unutmuş, Ada’ya gidecekleri hükümetin tayin edeceğini söylüyor. Devlet mevlet kalmadı. Tabii aslına bakarsanız Başbakan’ın devlet dediğinin esasında bizzat hükümet ve hatta kendisi olduğunu biliyoruz. Geçelim.

YENİ İNANÇ SEMBOLÜ: YOL

Başbakan bugünkü konuşmasında konuyu yine ağaçlara getirdi. Yahu bu ne bitmez tükenmez doğa sevgisidir. Ama ne gariptir ki bu doğa sevgisinde hep ağaç kesme biçme var. Bakın Başbakan ne söyledi bugün; İstanbul’da 3. Boğaz Köprüsü’nün temellerini attık. Birileri çıkıyor, yok şu kadar ağaç kesiliyor, yok şu kadar ağaç sökülüyor. Biz ammeye hizmet veriyoruz. Tüm insanlık bu köprüden istifade edecek. Oradan 200-300 bin ağaç sökersin. Bunların yerine 3 milyon, 5 milyon ağaç dikersin.”

Hah işte kastım bu. Hem doğa sevgisi hem ağaç kesme arzusu. Ama hemen arkasından gelen cümle hep aynı. “kestik ama diktik de.” Tamam, oldu o zaman. Tabiiii madem dikiyorsun, kes kesebildiğin kadar. Senden kıymetli mi be.

Şimdi geliyoruz en can alıcı noktaya. Başbakan devam ediyor aynı hızla; “Bizim Türkiye’de ne kadar ağaç diktiğimizi bilmeyenler şimdi nasıl olur da bir yerden engeller koyalım hesabında. Yol medeniyettir. Ama medeni olmayanlar yolun kıymetini anlamazlar. Önünde cami bile olsa yol oradan geçecekse o camiyi yıkar, o camiyi gider başka yerde inşa ederiz.”

Gördünüz mü doğa sevgisini ve Allah inancını.

“Ne diyorsun sen be, yol açmak için bırak ağaç kesmeyi biz camiyi bile yıkarız.”

Bir düşünün, bunu AKP’li olmayan bir başkası söylese yer yerinden oynar değil mi? Cümle siyasal İslamcı çevreler ayağa kalkar, söyleyenin ne dinsizliği ne imansızlığı kalırdı. Topa her zaman olduğu gibi yandaş yalaka liberal maskeli faşistler de girer onlar da “ayırımcılıktan inançlara saygısızlıktan ve tabii demokrat olmaktan falan” dem vururlardı.

Ama lafı bizzat başbakan söyledi. O halde sus otur oturduğun yerde değil mi?

Mamafih yeni bir inanç sembolü veya mabedi ile tanışmış olduk bizlerde. Demek ki neymiş, yol camiden bile önemli bir kutsal hazinemizdir.

ÇAPULCU BİTTİ MODERN EŞKIYA VERELİM

Başbakan ağaç ve doğa sevgisini daha sonra lafı ODTÜ’deki gece katliamına getirerek sözlerine devam ediyor. Ne diyor? “Ankara Büyükşehir Belediyemiz kararlılıkla yol yapımına devam ediyor. Sıkıntıların aşılması için yapılması lazım. Birileri ön kesiyor diye duramayız. Geçmişte eşkıyalar yapardı. Şimdi de modern eşkıyalar yapıyor. Kararlıyız. Kim yolumuzu kesmeye kalkarsa bizim çelik irademizi görecektir.”

Güzeeel. Çapulcudan, vandaldan sonra yeni bir tanımımız daha oldu. Modern eşkıya. Gece yarısı onlarca dozerle, kepçeyle, yüzlerce işçiyle ve tabii yanlarında yüzlerce polis, toma, akrep ve gaz bombasıyla ODTÜ’yü basmak, 2 bin küsur ağaç kesmek iyi bir şey, buna karşı çıkmak ise modern eşkıyalık.

Tabii bu modern eşkıyaları da anlamak mümkün değil. Ankara Belediye Başkanı çevreyi çirkinleştiren ağaçların 2 bin küsurunu kesip güzelim bir yol yapacak, sen buna karşı çıkıyorsun. Medeniyetin ve artık inancımızın en önemli sembollerinden biri olan yol yapımına karşı çıkacaksın. Üstüne üstlük kesilen ağaçların yerine binlerce fidan dikmeye yelteneceksin. Moderni falan yok bu düpedüz eşkıyalık, başka bir izahı olabilir mi?

Ama Ankara Belediye Başkanı çok sağlam adam, hakkını teslim etmek gerek. Bakın bugün ne yaptı. Belediyenin hergün ODTÜ’ye sefer yapan otobüsleri var. Hem öğrenciler hem de üniversiteye gidenler bu otobüslerden yararlanıyor.

Başkan bugün seferleri durdurdu. Sebep. Meğer o modern eşkıyalar belediye otobüslerine zarar veriyormuş. Bak sen terbiyesizlere.

Herhalde şimdi öğrenciler bunu yalanlayacaktır. Boşuna zahmet etmesinler. Bugün bu gece, hani başkanın bir televizyonu var ya, onun ekranlarında boy gösterir ve elindeki nah böyle koca kartonlara yapıştırılmış fotoğrafları burnumuza dayar, “işte” der “Ankara halkının paralarıyla, tüyü bitmemiş yetimin hakkından alınan otobüsleri bu hale getirdiler” diyerek korkunç fotoğraflar gösteriverir.

Gel de aksini ispatla. Gezi olayından sonra da elinde fotoğraflarla kanal kanal gezmiş ve tahrip edilmiş bazı dükkanları göstererek “İşte çapulcuların marifeti” diye anlatmıştı.

Oysa görüntülerdeki hasarın büyük bölümü bizzat güya gösterileri önlemek için müdahale eden polislerin gaz bombaları nedeniyle oluştuğunu hepimiz biliyorduk.

Neyse geçelim bunu da.

HAKAN FİDAN’A SUÇLAMALAR

Başbakan bugünkü Salı konuşmasında her şeye yine değindi dedim ya, MİT müsteşarına yönelik batı medyasında yer alan haberleri de es geçmedi doğal olarak. Şöyle dedi başbakan “MİT Müsteşarı ile uğraşılıyor zaman geliyor. İçeriden de dışarıdan da uğraşan var. Biz memnun olduğumuz bürokratımıza sonuna kadar sahip çıkarız kusura bakmasınlar.”

Ya bu kusura bakmasınlar lafına da çok takılıyorum. Kim kusura bakacak, niye bakacak. Başbakan kendisiyle ilgili bir konuda savunma yaparken şu “kusura bakmasınlar” lafını çok kullanıyor. Hani “nitekim” lafı vardı, zamanında çok kullanılmıştı. Bana hep onu hatırlatıyor. “Kusura bakmasınlar” Allah Allah.

Güzel de, herhalde kendisi de biliyordur, son zamanlarda batı medyasında hakan Fidan’a yönelik eleştiriler aslında ona değil ki. Bu yayınların hedefi bizzat Başbakan, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti.

Hangi ülkenin hükümeti, bir ülkenin bürokratını hedef alır ki. Hakan Fidan’la ilgili eleştiriler, Türkiye’de hükümetin bir bürokratına verdiği emir ve talimatların uygulanmasına yönelik eleştirilerdir.

Ne diyor batı medyası “Türkiye Suriye’de iç savaşı körüklüyor. Kendini Ortadoğu’nun lideri sanarak bölgede kaos yaratmaya yönelik eylemlere imza atıyor. Esad’ı devirme hayali ile muhaliflere silah, mühimmat veriyor, onları besliyor, saklıyor, eylemlere gönderiyor.” Bunun ötesinde örneğin Suriye’de kullanılan kimyasal gazların da aslında Türkiye’den geçip gittiğini öne sürüyor. Hatta hatta daha da ileri gidenler var. Suriye konusunda Türkiye’yi “suça ortak olmakla” suçlayıp savaş suçlusu ilan etmek isteyenler de var.

Eeee bunlar olurken istihbaratı bizzat Amerikan yönetiminden aldıkları bilinen kimi yazarlar hedef olarak başbakanı seçemezler ki. O zaman ne yapacaklar, bu suçlamaları bir bürokrat üzerinden yaparak “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” sözündeki gibi davranacaklar. Yani yanılmayalım, batı basınının eleştirdiği Hakan Fidan’ın şahsı değildir. Sonuçta Hakan Fidan ne yapıyorsa, aldığı emir ve talimatlar doğrultusunda yapıyordur. Bağımsız değildir.

İSRAİL DE TOPA GİRDİ

Bakın bu konuyla ilgili bugün ekranlara düşen ilginç bir haber daha var. İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yigal Palmor Fidan’la ilgili haberlerin Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin tekrar kurulmasını istemeyen çevreler tarafından sızdırılmış olabileceğini söylemiş Palmor, “Bu haberleri, Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşmayı zorlaştırmak ve bu her iki ülkeye de yakınlaşmanın çok da gerekli olmadığı mesajını göndermek isteyen bir takım çevrelerin sızdırmış olabileceği düşüncesi çok mantıklı” demiş..

Yani İsrail diyor ki “Fidan’la ilgili haberler onun değil bizim aleyhimize.” İlginç bir bakış açısı. Ama daha önemlisi şu ki İsrail “Türkiye ile yakınlaşmamızı zorlaştırmak isteyenler var” diyor ki işte burası tuhaf.

Yahu biz İsraille yakınlaşmaya mı çalışıyoruz? Bu nasıl iş böyle? Hani haddini bildirirdik, hani biz kimseyi takmazdık, nereden çıktı şimdi bu yakınlaşma?

Tabii sevgili izleyiciler güldüğüme bakmayın, kendimizi kandırmayalım. O efelenmeler, babalanmalar, öfkeler, tehditler iç politikaya yönelik eylemler. İşin aslı öyle olmuyor. Burada halkımın bir bölümü İsrail’i fena benzettiğimizi, dize getirdiğimizi, onu zora soktuğumuzu falan zannediyor. Ama aslında değişen bir şey yok. Yine İsraille iyi ilişkiler içindeyiz, Yine askeri olarak çok sıkı fıkıyız. F-16’larımızın kodları yine onların elinde, yine onlardan habersiz uçak kaldıramıyoruz. Bunlara ilave bir de ticaretimiz gayet iyi. Hatta Başbakanımızın oğlunun gemicikleri geçen yıl en büyük işi bu ülkeyle yaptı. Filo büyüyor yani. Büyümenin kaynağı ise İsrail’le olan ticarette hep bu gemilerin kullanılması. Neyse özel işlere girmeyelim şimdi.

Başbakanın bugünkü konuşmasında laf Genelkurmay başkanı’na da geliyor. Diyor ki Başbakan; “Genelkurmay başkanımla rutin olarak her hafta görüşür ve atılması gereken adımlar varsa atarız. Kimse TSK’yı zan altında bırakmaya kalkmasın. Bunlar ülkemize zarar verir. Aynı şekilde TSK ile ilgili. Genelkurmay ilgilenmiyor falan. İlgilenmediğini nerden biliyorsun. Bunun muhatabı benim.”

Yani şunu anlıyoruz. Genelkurmay başkanı gelip davalarla ilgili bazı şeyler söylüyor. Hatta bunların çok da üzerinde duruyor. Başbakan bunun farkında ama muhatap o ya, ciddiye almıyor. Bu çıkıyor konuşmadan.

Ancak dikkatimi çeken bir başka ve son konuya değinmek istiyorum, çünkü zamanım daralıyor.

PAŞAM BİLİYORMUŞ MEĞER

Bugün ben yayına çıkmadan tam bir saat önce ekranlarda Odatv davası nedeniyle uzun süre hapiste tutulan gazeteci dostumuz sevgili Müyesser Uğur vardı. O bayramda balyoz davası nedeniyle mahkum olan komutanlardan bazılarını ziyaret etmişti.

Canlı yayında verdiği bilgiler çok önemliydi bana göre. Müyesser Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in hapishane ziyareti sırasında bazı üst düzey komutanlarla görüştüğünü anlattı. Özel bu görüşmede hükümlü komutanlara madde madde bazı şeyler yazdırmış. Örneğin demiş ki “Davadaki bütün kanıtların sahte olduğunu biliyorum.” İşe bakın, bir genelkurmay başkanı bazıları kuvvet komutanı olmuş generallerin uydurma belgelerle hapse atıldığını bırakın hapse atılmayı ömür boyu orada tutulmalarına karar verildiğini biliyor ve elinden hiçbir şey gelmiyor. Ama Özel paşa “sakin olun sabırlı olun, çok gürültü çıkarmayın” uyarılarında da bulunuyor. Neden? Aklında ne var. Bunları bilmiyoruz.

Ama size bir şey söyleyeyim mi, eğer bir genelkurmay başkanı hapisteki komutanları ziyaretinde bunları söylüyorsa herhalde bunun kamuoyuna yansıyacağını da biliyordur. Buna rağmen bu sözleri söylüyorsa o zaman bize de düşen oturup biraz beklemektir.

Bilemem, belki Özel paşa hapisteki komutanların gönlünü soğutmak istemiştir, bir şey yapamamanın çaresizliği içindedir. Ama nereye kadar? O insanlar bizzat genelkurmay başkanının da bilgisi dahilinde temelsiz, sahte, düzenlenmiş belgelerle hapiste yatıyorlar. Hayatları ellerinden çalınıyor. Acaba Genelkurmay Başkanı’nın kamuoyuna sızacağını bilerek söylediği sözlerin arkası gelecek mi?

Hiçbir şey bilmiyoruz. Ama ister istemez öfkeleniyoruz da. 2Bu ne iştir paşam” diyoruz. Ama şunu söyleyeyim; Başbakanın deyimiyle “Paşam kusura bakma…”

Eveeet bu akşam da süremizi doldurduk. Yarın akşam saat yine 18.30’da sizlerle birlikte olacağım. Az sonra Ümit Zileli ile Ana Haber’de burada konuştuğumuz bazı konuların ayrıntılarını bulacaksınız.

Hepinize iyi akşamlar dilerim. Hoşçakalın.

Başbakan ın dediği gibi