Yok ettiğiniz medya şimdi çok lazım değil mi?
İyi akşamlar sevgili izleyiciler; geldik yine haftanın son gününe. Hani güzel ve sakin bir hafta sonu geçirelim demek geliyor içimden ama, bunun pek mümkün olmadığı gün gibi ortada. En azından bazıları için heyecanlı ve sıkıntılı bir hafta sonu olabilir. 17 aralık sabahı gözaltına alınanlar artık adliyede, emniyet boşaldı.
Eh eski uygulamaya bakarsak, emniyet boşaldığına göre ikinci dalga başlayabilir artık. Tabii buna hükümet izin verecek mi, orası da ayrı bir konu ama, hep söylediği gibi macun tüpten çıktı, geri sokmak mümkün değildir.
Deyin ki hükümet operasyonları durdurdu, mevcut hali açıklayacak güçleri yok ki, bundan sonrası dursa ne olur, herkes her şeyi görüyor aslında.
Ben bu yayına hazırlanıncaya kadar henüz hiçbir bakan istifa etmemişti. Aslında başka deyimler var ama ben kibarca söyleyeyim, böyle bir rahatlık, böyle bir umursamazlık hiç görülmedi bugüne kadar.
Dün akşam hükümet adına konuşturulan Hüseyin Çelik çıkmış ekranlara "Bakanlar neden istifa etsinler, istifa etmeleri halinde suçu kabullenmiş duruma düşerler, bu da olmaz" diyor.
Böyle şey olur mu sevgili izleyiciler. Ne demek yani "istifa ederlerse suçlu olduklarını kabul etmiş olurlar?" Devlet adamlığı diye bir şey var. Devlet adamlığı sorumluluktur. Elin oğlu bir binanın yıkılmasından sonra bile "Burası benim sorumluluğum altındaydı, binanın çökmesi ve insanların ölmesi benim hatamdır" diyerek istifa ediyor, bizimkinin oğlu rüşvet alırken, paraları istifleyip makinelerle sayarken yakalanıyor, tık yok.
Elbette şu anda "oğlun rüşvet alıyorsa sen de suçlusundur" diyemeyiz, kimi belgeler ve kanıtlar bunu işaret etse bile dediğim gibi şu anda bunu söyleyemeyiz, ama o bakanların sorumlulukları vardır. İstifa "suçu kabul etmiştir" anlamına gelmez, sadece devlet adamlığı sorumluluğu bunu gerektirir.
Haydi istifa etmiyorsun bari sessizce bir kenarda otur. Hayır o da yok.
Örneğin içişleri bakanımız ne yapıyor, başta oğlunu gözaltına alan polis müdürleri olmak üzere polis teşkilatında büyük bir operasyon yapıyor.
İşin çivini çıkarmak diye buna denir herhalde.
Başbakan ise ise hala aynı havada. Yolsuzluktan tek satır bile söz etmeyip "dış güçlerden, AKP'nin önünü kesmek isteyenlerden, seçim hesabı yapanlardan" dem vuruyor. Tamam yap bunları da önce şu yolsuzluklar var mı yok mu, başta bakan oğulları olmak üzere bir takım adamlar rüşvetler almışlar mı almamışlar mı, onu söyle.
Başbakan bunu yapmadığı gibi, tabii kendi kitlesine "dik duruyorum, hesap soruyorum" havası içinde İstanbul Emniyet Müdürü'nü görevden alıp yerine bugüne kadar hiç polislik yapmamış olan biri kişiyi İstanbul'un başına oturtuyor. Ama adamı önce Ankara'ya çağırıyor. Konutta neredeyse üç saati bulan bir görüşme yapıyor. Sonra diyor ki "Haydi bakalım atla Başbakanlığın uçaklarından birine, doğru İstanbul'a. Haydi aslanım duruma mukayyet ol bakalım."
İstanbul'un yeni Emniyet Müdürü de o sırada kapıda bekleyen bakanlardan biriyle havaalanına gidiyor, başbakanlığın küçük uçaklarından birine binip İstanbul'a uçuyor. Aynı bakan uçakta da var, sanki başına bekçi dikilmiş gibi.
Kim mi bu bakan. Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında adı geçen, bir işadamından milyonlarca dolar rüşvet aldığı ileri sürülen ve fotoğrafları çekilmiş olan Egemen Bağış.
Böyle bir şey olabilir mi? Soruşturulanla, aslında soruşturma yapması gereken kişi Başbakanlık uçağında, VİP olarak birlikte uçuyorlar. Hey Allah'ım sen aklımı koru.
Bütün bunlar olurken de AKP'li bir grup genç, yolsuzluk haberleri yapan gazetelerin önünde protesto gösterilerine kalkışıyorlar. Yahu hiçbirinizin aklına "Kutu kutu dolarlar ne iş, bir devlet memurunun evinde milyonlarca dolar ne arar, kim evine 6 kasa alıp bir de para sayma makinesi koyar" falan diye düşünmüyor.
Sevgili izleyiciler, istedikleri kadar debelensinler, istedikleri kadar olayı örtbas etmeye çabalasınlar, artık dikiş tutmaz. Bu hükümetin fiilen işi bitmiştir. Teknik olarak elbette biraz daha sürecektir, ama artık halkta ne güven kalmıştır ne de destek. Yandaş yalaka medyanın "bu büyük bir operasyon, devlet içindeki çeteler, paralel devlet" falan diye feryat etmesine biraz akıl fikir sahibi olan, mantıklı, sağduyulu hiç kimse kulak asmaz. Asıyorsa da bilin ki bu işten çok menfaati vardır. Başka türlü bu utanca ortak olacak cesareti bulamaz.
Haaa, tabii vatandaşlar arasında biat kültürü nedeniyle Başbakan'ın her söylediğine inanan, hiç düşünmeyen, aklını, mantığını, vicdanını hiç kullanmayan bir küçük kesim var mutlaka. Bakın bugün Marmaray'daydım. Tam karşımda halinden hiç de varlıklı olmadığı anlaşılan bir vatandaş yanındakine anlatıyor. Diyor ki "Ya başbakanın bunlardan nasıl haberi olsun. Her toplumda sütü bozuk üç beş kişi çıkabilir. Mecliste 350 milletvekili var başbakanın, bunun yüzde 10'unun yolsuzluk yapması normal, her toplumda yüzde 10 kötü vardır."
İyi mi, böyle bakıyor işte vatandaşın bir bölümü. Ama Allah sizi inandırsın, o adamcağız yanındakine bunları anlatırken, etraftaki pek çok kişi de bunu duyuyordu. Nasıl bıyık altından gülüyor ve kafa sallıyorlardı, görmenizi isterdim.
Sevgili izleyiciyer, bir ülkede bir hükümet sokakta sıradan vatandaşlar tarafından alaya alınıyorsa, herkes espriyle karışık eleştiri yöneltiyorsa artık, bilin ki o iktidarın işi bitmiştir.
Son iki gündür, her zamanki gibi sokaktayım yine, kimi bizzat yanıma gelip konuşuyor, tamam onlar öfkeli ve bir şeyler söylüyorlar. Ama ilginç olan, yolda yürüyorum, yüksek sesle konuşan bir iki kişinin sözlerine tanık oluyorum. Örneğin biri diyor ki "Ya bırak Allahaşkına, bunlar da kendilerine Müslüman diyorlar, götürdükleri paraları görmüyor musun, bunlar mı Müslüman." Öteki belli ki AKP'li, bir şey söyleyemiyor, yutkunuyor sadece.
Bir tanesi de şöyle diyordu, "Ya adam yine ayakkabı kutusu bulmuş. Kardeşim benim ayakkabı kutum bile yok, bizim aldığımız ayakkabılar ucuz ayakkabı kutuya koyup vermiyorlar ki, bir poşetin içine tıkıştırıyorlar." Sonra hepsi birden basıyor kahkahayı.
Durum bu yani. Dikiş tutar mı? Siz istediğiniz kadar polisleri görevden alın, savcıların başına bekçi dikip hukukta hiç yeri olmayan soruşturmayı engelleyici talimatlar yazın, yandaş yalaka medyanız 24 saat boyunca dış güçlerden, devlet içindeki çetelerden, vesayetten falan bahsetsin, hiç fark etmez.
Bakın medya deyince aklıma geldi. Yıllardır medyanın ağır bir baskı altında olduğundan yakınırız. İşte bizim halimiz de ortada. Nerede yazıyorsak, nerede ekrana çıkıyorsak hepsine engel oldular. Gazetecilik yapmaya çalışan yüzlerce arkadaşımız işsiz kaldı. Kimi hiç iş bulamıyor kimi de işte küçük bazı kanallarda, internet medyasında, para da kazanamadan ayakta durmaya çalışıyor.
Hükümet niye bu kıyımı yaptı. Aslında yapmaya da devam ediyor. Çünkü eleştiriye tahammülü yok. Hem hata kabul etmek istemiyorlar hem de her eleştirinin kendi düzenlerini bozacağına inanıyorlar.
İşin aslına bakarsanız bu baskı yöntemi çok işlerine geldi bugüne kadar. Herhalde dikkatinizden kaçmamıştır, 11 yıldır medyada bu iktidar aleyhine olabilecek hiçbir dişe dokunur haber yayınlanmadı. Ne bir yolsuzluk haberi okudunuz, ne bir eleştiri ne de iktidarı rahatsız edebilecek bir haber.
Gazeteciliğin niteliğini değiştirdiler. Gazeteciler haber peşinde değil, avanta gezilere gitmek için bakan bürokrat kovalar hale getirildi. Örneğin şu Avrupa Bakanı var hani. Onun dibinde konuşlanıp yurtdışı gezilere giden, sonra da gittikleri yerlerden bakana övgüler yağdıran sözde gazeteci, köşe yazarlarının durumu ne hazin şimdi değil mi? Baktım da "Egemen bey şöyle iyi, Egemen Bey böyle iyi, Türkiye'nin Avrupa'daki gururu, gelmedi böyle aslan gibi bakan" falan diye makaleler döktüren o gazetecimsi tiplerin hiçbiri üç gündür tek kelime yazmıyor.
Yahu ayıp değil mi, adamın o kadar ekmeğini yediniz, gezdiniz dolaştınız, yazsanıza şimdi "Olur mu Egemen bey yapmaz böyle şeyler, o sapına kadar namusludur" falan desenize. Nerdeeee. Bu karakter var mı onlarda. Eşek öldü ortaklık bozuldu.
Aynı şey o sanayi bakanı mıydı, Zafer Çağlayan için de geçerli. Onun da Amerikalıların embedded dediği yani iliştirilmiş gazetecileri vardı. Niye tek satır yazmıyorlar Çağlayan için?
Sevgili izleyiciler, neyse bırakalım bunları, benim asıl canımı acıtan şu; iktidarın baskısıyla medya adeta diz çökünce hiçbir şey yazılamaz, söylenemez oldu. Zaman ilerledikçe iktidar mensupları "ne yapsak bir şey olmuyor" havasına girdi. Bir tür zehirlenmedir bu. "Biz yaparız, kimse bize karışamaz. Medya mı, peh, kim oluyormuş onlar, isterlerse yazsınlar?"
Aslında ara sıra da olsa bu bakanları rahatsız eden yazılar hiç de yazılmadı değil. Ama bunlar iki şey yaptılar. Birincisi hiç aldırmadılar. Cevap falan vermediler. Eskiden öyle değildi işte. Hani o beğenmedikleri dönemlerde, bir bakan, bir bürokrat hakkında bir gazetede iki satır yazı çıksa, kıyamet kopardı. O bakan o bürokrat durumu düzeltmek için basın toplantılar yapar, açıklamalar gönderir, yazıyı yazan muhabirle yazarla birebir görüşmeye çalışıp kendini aklamaya çalışırdı.
Şimdilerin burnu kaf dağında olduğu için kimseye cevap vermeye tenezzül etmiyorlar.
İkincisi, bugünkü bakanların hepsi yazarlarla, muhabirlerle falan muhatap olmuyorlar. Bunların arkadaşları, kabul görmüş bazı sözde önemli yazarlar, genel yayın müdürleri ve patronlar. Kendilerini rahatsız eden bir yazı mı çıktı gazetede, ya da bir ekranda bir şey mi söylendi, arıyorlar direk bu sözde önemli yazarları, genel yayın müdürlerini veya direk patronları. Onlar gereğini yapıyorlar hemen. Ya o yazarın muhabirin kulağı çekiliyor ya da işten atılıveriyor.
Ama bakın bunun zararı şimdi ortaya çıktı. Eğer iktidar sırf kendi dümeni bozulmasın diye medyaya bu kadar baskı yapmasaydı, eleştirilere biraz kulak verseydi, bu hale düşmezdi.
Çünkü o zaman olaylar henüz küçükken bunlar yazılacak ve bakanlar, bürokratlar kendilerine çeki düzen vermek zorunda hissedeceklerdi. Ama bu baskılar yüzünden medya hiçbir şey yazamayınca bunlar alabildiğine fütursuz biçimde "bize kim ne yapabilir ki, canlarına okuruz onların" mantığı ile her şeyi kendilerine hak gördüler.
Şimdi gelinen noktada medya elbette yine hükümetin gözünün içine bakıyor ama fosseptik gibi patlayan yolsuzluklara karşı da duyarsız kalamıyor.
Sevgili izleyiciler, süremin sonuna geliyorum. Hemen 5-6 dakika içinde çift vuruş programı ile yine karşınızda olacağım. Burada anlatmaya çalıştıklarımı biraz daha detaylandıracağım, yeni bazı başka bilgiler aktaracağım. Bu yüzden lütfen ekran başından ayrılmayın. Arıca zaten diğer kanallarda mutlaka yine iktidar yandaş ve yalakaları akla ziyan fikirler serdediyordur nasıl olsa, sinirinizi bozamaya da gerek yok değil mi?
Bu arada üzücü bir haberim var. Çift Vuruş'u birlikte yaptığımız Halil Nebiler'in annesini bir saat kadar önce yoğun bakıma aldılar. Halil'in annesi 80 yaşın üstünde. Halil apor topar annesine koştu. Şu ana kadar dönemediğine göre programa da yetişmesi çok zor. Halil Nebiler'in annesine acil şifalar diliyorum, ama ben programı yine yapacağım. Ulusal Kanal'ın genç haber sunucularından Sinem Karataş bana eşlik edecek.
Şimdi karşınızdan ayrılmadan bir de küçük anons yapmak istiyorum. Türkiye Gençlik Birliği yarın "Hükümet istifa" ve "Ne AKP ne cemaat, iktidarın milletin" sloganlarıyla Kadıköy'de bir gösteri yürüyüşü yapacak. Saat 15.00'de Kadıköy Moda İlköğretim okulu önünden başlayacak olan yürüyüş rıhtımda sona erecek. Yolsuzluklara tepkinizi haykırmak istiyorsanız yarın Kadıköy'de olun.
Az sonra tekrar görüşmek üzere hepinize iyi hafta sonları dilerim. Hoşça kalın.