Yazarı Olmayan Makaleler
Yazarı Olmayan Makaleler

Egosuna yenilen Başbakan Erdoğan tarihi fırsatı kaçırdı

İyi akşamlar sevgili izleyiciler; inanın bugün haberlere bakarken başım döndü. Yetişemedim hiçbir şeye. Birini okurken öbürü geliyor, tv’lerde bir şey izlemeye çalışıyorum, bir başkasında daha önemli bir ifşaat var.

Milyonlar, hem de dolar olarak havalarda uçuşuyormuş, evlerden çıkan paralar, bunları saymak için getirilmiş makineler, aynı evde çıkan birkaç kasa, bürokratlara, bakan çocuklarına ve dolayısıyla bakanlara verilen rüşvetlerin miktarları.

Açıkçası insan hayal bile edemiyor.

Ama Allah’ı var, biliyorsunuz iktidar partisinin müthiş bir sloganı var, “hayaldi gerçek oldu” diyorlar ya, işin aslına bakarsanız bu kadarını kimse hayal bile edemezdi. İster misiniz, büyük bir pişkinlikle bundan sonrası için “hayali bile kurulamazdı biz gerçekleştirdik” diye yeni bir slogana sarılsınlar.

Sevgili izleyiciler, şaka bir yana, iktidar ve yandaş yalakaları bunca rezilliğin konuşulmasına rağmen sanki hiçbir şey yokmuş gibi akıl almaz savunmalar yapıyorlar.

Örneğin Başbakan “babamın oğlu olsa” diye başlıyor, zannediyorsunuz ki rüşvet suçlaması altındaki bakanlarını, yakınlarını kastediyor. Yoook öyle değil, “babamın oğlu olsa” dediği bu iddiaları ortaya atanlar.

Neymiş, devlet içinde devlet oluşturmuşlar, bunun uluslar arası bağlantıları varmış, önce gezide denemişler ama becerememişler de şimdi bu yeni tezgâhı kurmuşlar.

Şimdi deyin ki devlet içinde devlet oluşturulmuş olsun. İyi de hükümet kim, kendini devlet yerine koyan kim, bu iktidar değil mi, peki nasıl oluyor da sana rağmen devlet içinde devlet kuruyorlar. Haydi eskiden olağan şüpheli vardı. “askeri vesayet” diyordunuz. Eski Marksist, sosyalist, komünist ne kadar dönek varsa, liberal maskesi altında yanınıza alıp din devletini demokrasi diye yutturmaya çalışıp bu ülkenin aydınlarını, akademisyenlerini, gazetecilerini, yazarlarını, askerlerini, parti başkanlarını, demokrasiye hukuka yürekten bağlı, özgürlüğü vazgeçilmez bir tutkuyla savunanlarını zindanlara doldurup, saçma sapan, düzmece, kurgulama sözde belge ve kanıtlarla ağır hapis cezalarına çarptırdınız. Askeri vesayeti kaldırdığınızı demokraaasiyi, demokrasi değil demokraaaasiyi ülkeye getirdiğinizi söylediniz. Eee nereden çıktı şimdi bu devlet içinde devlet. Ayrıca 11 yıldır iktidardasınız. Hiç mi haberiniz olmadı devlet içinde devlet kurulduğundan. Onu bile farkedemiyorsanız nasıl yönetiyorsunuz bu ülkeyi, nasıl koruyacaksınız dış tehditlere karşı. Daha bakanınız bile kendi bakanlığının altını olduğunu bilmiyor. Yoksa şimdi devlet içinde devlet dedikleriniz, sırf kendi hedefinize gitmek için bugüne kadar kullandığınız, ya da kullandığınızı zannettiğiniz kişiler olmasın bunlar.

Sevgili izleyiciler, iktidar ve yandaş yalakaları iki günden beri iddiaların yalan olduğunu söyleyemiyor, bunun yerine yok zamanlamaydı, yok dış güçlerdi, yok paralel devletti, yok devlet içinde devletti diyerek hem işi sulandırmayı hem de yeni bir mağduriyet ortamı yaratmaya çalışıyor.

Ortada deste deste paralar var, para sayma makineleri var, telefon kayıtları var, “ben onu hiç tanımam ki” diyen bakanların o tanımadıklarıyla çektirdikleri fotoğrafları var, torba torba taşınan rüşvetlerin fotoğrafları var, hani bizde bir laf vardır, “yaptığın yere kadar kovalarım” hah işte onun gibi gerçekten bir AVM’nin helasında yapılan torba alışverişinin görüntüleri var, bunlar hala kalkmışlar “zamanlama, bizi yıkmak istiyorlar” edebiyatın yapıyorlar.

Bu işlerden ve iktidardan nemalananlar hariç artık kimse yemez bunları.

Sevgili izleyiciler, geldiğimiz noktadan artık geri dönüş yok. Polis müdürleri görevden alınabilir, savcıların görev yerleri değiştirilebilir, yetkileri kısıtlanabilir, bakanlar görevden alınabilir yerlerine alel acele atamalar yapılabilir, medyaya ağır sansür uygulanabilir, iktidar yandaş ve yalakalarıyla birlikte topyekün bir beyin yıkama operasyonuna başlayabilir, hasım gibi görülenler ayni Ergenekon’daki gibi sabahın köründe evlerinden toplanmaya başlanabilir, ama bu kirliliğin üzeri örtülemez.

Çünkü bu fosseptik patlaması gibidir. Artık her yere bulaştı. Eteğiniz silseniz kolunuza bulaşır, kolunuzu temizlerken gömleğinize sıçrar. Bir türlü kurtulamazsınız, bulaşık bir şey bu çünkü.

Kısacası artık ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar mağduriyet edebiyatına sarılırlarsa sarılsınlar, dış güçlerden, faiz lobilerinden, İsrail istihbaratından söz ederlerse etsinler, vatandaşın zihnine artık “bu ne ya” fikri girmiştir.

Değerli izleyiciler, aslında yolun sonuna geliyoruz. Bu iktidarın dikiş tutturması mümkün değildir. Tabii Tayyip Erdoğan eğer yüksek egosuna yenik düşmeseydi, olayı bir dış güç saldırısına, faiz lobisine, gezi olayına, fitneye fesada bağlamaya çalışmasaydı, belki o zaman bu badireyi atlatabilirdi.

Ama yapamadı, tarihi bir fırsatı kaçırdı. Her zamanki gibi şiddet gösterisi yapıp, etrafı sindirerek ve buradan çıkaracağı kahramanlıkla yine oylarına oy katacağını düşündü. Ama bu kez farklı. Bu kez darbe, cuntalar, derin devlet falan yok. Düpedüz halkın parasının çalınması, üstelik hayali bile mümkün olmayan miktarlarda çalınması var.

Bakın küçük bir örnek vereyim. Bugün halkın bir bölümü sözde sosyal yardımlarla kandırılıyor. Ortada iki kutumuz var. Boyutu aynı bu kutuların. Birinin içine bir paket makarna, bir paket pirinç, bir paket bulgur, iki margarin, yarım kilo zeytin, bir kilo un, bir kalıp beyaz peynir, yarım kiloluk kaşar peynir koyuyorlar ve kapılara bırakıyorlar. Değeri taş çatlasa 20 lira.

Bu kutunun aynısı ise bir başkasının, bir iktidar egemeninin kapısına da bırakılıyor. Onun içinde peynirdi, makarnaydı, pirinçti, bulgurdu yok, tastamam 4.5 milyon dolar var. Türk parasıyla 10 milyon. Haydi iktidarın kendine yontmak için bazı rakamları eski parayla söylediği gibi söyleyeyim, 10 trilyon lira.

İşte aynı büyüklükteki iki kutunun farkı. Birinci kutu, ikinci kutuyu doldurmak için vatandaşın kapısına bırakılıyor. Artık herkes bunu görmeli. Bir kutuya kanıp oy verenler, o diğer kutunun doldurulmasına çanak tutuyorlar. Mesele bu kadar basittir. Değerlendirmesini halkımızın sağduyusuna bırakmak istiyorum.

Ne diyordum, evet Erdoğan tarihi bir fırsatı kaçırdı. Eğer olayı öğrendiğinde, “benim altımı oyuyorlar, beni devirmek istiyorlar, en yakınlarım hain çıktı, ben şimdi onların canına okurum” havasına girmek yerine yolsuzlukta adı geçen 4 bakanı hemen görevden alsaydı, hemen ardından “yolsuzluk bizim kitabımızda yok, kim olursa olsun, kime dayanırsa dayansın üzerine gideriz, ben şimdi bu davanın savcısıyım” diyebilse ve polisleri savcıları görevden alacağına onları yüreklendirseydi gerçekten kahraman olurdu. İşte o zaman dış güçlerden, devlet içindeki devletten söz edebilir ve üstelik hesabını da en şiddetli biçimde sorma hakkını kendinde bulabilirdi.

Ama gördüğüm kadarıyla Erdoğan kendi egosuna yenildi ve bu kez baltayı fena halde taşa vurdu. Etrafında kümelenen yandaş ve yalakalar da bütün utanmazlıklarıyla “Helal başbakan, yürü kim tutar seni” avazeleri ile yangına körükle gidiyorlar.

Bakın küçük bir örnek vereyim. Yıl 1985. Özal iktidarda. Darbe sonrası sağlanan yeni ortamda Özal büyük ilgi görüyor ama yeni ekonomik sistemin hırsızlıklara yolsuzluklara da yol açtığı konusunda ciddi şüpheler var. Gün geçmiyor ki Özal ve çevresi hakkında bazı yolsuzluk iddiaları ortaya atılmasın. Özal bunlara pek aldırmıyor, bildiği yoldan yürüyor. Laf aramızda onun da egosu yüksekti, Erdoğan’ı andırırdı.

Ancak bir gün, en yakın dostlarından ve bakanlarından biri olan Rahmetli Adnan Kahveci, yine bakan olan İsmail Özdağlar’ın bir armatörden rüşvet aldığını, ses kayıtları ile birlikte önüne koyuverdi. Özal hiç düşünmeden bu bakanını önce azletti sonra Yüce Divan’da yargılanmasını sağladı.

O sırada Özal’a “yolsuzluklara açık bir başbakan” olarak bakan kamuoyunun tavrı bir anda değişti. Özal bu tutumuyla kendisi ve ANAP üzerinde olan kuşku bulutlarını bir süreliğine de olsa dağıtmayı başardı. Bunun ödülünü de 1987 yılında yapılan seçimlerde yine tek başına iktidar olarak aldı.

İsmail Özdağlar ise 14 şubat 1986’da Yüce Divan tarafından “görevini kötüye kullanmak ve rüşvet almak” suçuyla 2 yıl hapis cezası aldı milletvekilliği de düşürüldü.

Sevgili izleyiciler, Başbakan Erdoğan bu olayla tarihi bir fırsatı kaçırırken, CHP’nin önüne ise tarihi bir fırsat çıktı. Şu an bilemiyorum CHP bu tarihi fırsatı kullanabilecek mi?

Şimdi biraz geriye dönelim. 2002 yılına gidelim. AKP iktidarı nasıl ele geçirdi. 1995 genel seçimlerinden sonra oluşan parlamento aritmetiği güçlü bir hükümet çıkmasını engellemişti. Üst üste denenen koalisyon hükümetleri bir türlü özlenen başarıyı yakalayamadı.

Bunu yapamadığı gibi çok parçalı koalisyonlarda, köşe başlarını tutanlar yolsuzluğa, hırsızlığa, suiistimale saplandılar.

Hatırlayın o yılları, 22 bankaya el konmuştu. Halkın milyarlarca lirası buhar olup uçmuştu. Halk bezgindi ama bir çare de bulamıyordu.

Sonunda Refah Partisi’nden ayrılan bir grup, aslında Refah da değil, o kapatılmış yerine Fazilet Partisi kurulmuştu, o da kapatılınca, yerine kurulan Saadet Partisi’ne girmek yerine kendilerine yenilikçi diyenler AKP’yi kurmuştu.

Partideki isimler aslında yine eski Refahlı isimlerdi ama bu kez söylemleri farklıydı. “Biz yeniyiz” diyorlardı, yolsuzluklara, hırsızlıklara karşı olduklarını açıklıyorlardı. AKP’liler, dürüstlük, namus, ahlak, erdem gibi kavramlara sarılarak toplumda bir anda umut haline geldiler.

Vatandaş da baktı, önceki parçalı hükümetlerin halkı nasıl soyup soğana çevirdiğini de düşününce “Bunlar inanan insanlar, bunlar ahlaksızlık yapmaz, yolsuzluğa hırsızlığa bulaşmaz” diye düşünerek oylarını AKP’ye verdi.

Şimdi işe bakın ki, “bunlar inanan insanlar, hırsızlık yapmazlar, yolsuzluklara bulaşmazlar” denilenler gırtlaklarına kadar bu işin içine batmış görünüyor.

Demek ki, imanlı olmak ya da öyle görünmek yolsuzluğa bulaşmamak anlamına gelmiyormuş.

İşte sevgili izleyiciler CHP bunu iyi kullanır, temiz, namuslu, dürüst, ahlaklı, vicdanlı, adaletli, ilkeli ve işini bilen, akıllı, mantıklı, yetenekli insanları öne çıkarabilirse önce yerel seçimlerde sonra da genel seçimlerde bugünkü seviyesinin çok üzerine çıkacaktır.

AKP iktidarı bütün kavramların içini boşaltmayı başardı. Demokrasi dediler katlettiler. Hukuk dediler ayaklar altına aldılar. İnsan hakları dediler paspas ettiler. En sonunda dürüst, temiz, ahlaklı olma vasıflarını da yitirdiler.

CHP şimdi hepsine birden sahip çıkan, bildik bazı sloganlara sarılmadan, temiz toplum, temiz insan, dürüst, ahlaklı siyaset kavramlarını siyaset sahnesine inandırıcı biçimde sokarsa başarılı olacaktır. CHP yönetiminin hiç beklenmedik anda ortaya çıkan bu yeni durumu çok iyi değerlendirmesi gerekir.

Bunu tabii yerel seçimlere giderken başta İstanbul olmak üzere pek çok yerde daha avantajlı olduğunu bildiğim için CHP diyorum. Aynı şey MHP için de, diğer partiler için de geçerlidir.

Bu akşam da bu kadar. Biliyorsunuz yarın akşam günün yorumundan hemen sonra Halil Nebiler’le birlikte yaptığımız “çift vuruş” programı da var. Orada zamanımız biraz daha çok, bu nedenle bu akşam anlattıklarımı yarın akşam Çift Vuruş’ta biraz daha detaylandırmak istiyorum.

Evet, yarın akşam aynı saatte Günün yorumunda, sonra da Çift Vuruş’ta buluşmak üzere hepinize iyilikler dilerim. Hoşça kalın.

Başbakan erdoğan tarihi fırsatı kaçırdı