Yazarı Olmayan Makaleler
Yazarı Olmayan Makaleler

İçinde silah ve mühimmat olan TIR valiliğin emri ile aranmıyor

İyi akşamlar sevgili izleyiciler; iktidarla cemaat arasındaki kavga giderek daha şiddetli bir hal alıyor. Başbakan'ın atağa kalkıp yargının ve polisin dizginlerini ele almasından sonra ortada operasyon falan kalmadı. Buna karşı iki taraf da ellerindeki belgeleri bilgileri izleme dinleme fişlemeleri peyderpey ortalığa saçmaya başladı.

Bu arada topa Genelkurmay da girdi. Balyoz davasının sahte belgelerle düzenlendiğine ilişkin açıklamalar üzerine suç duyurusunda bulunmuşlar. Ama burada farip bir şey dikkatimi çekti. Bnu ben de twitterde yazdım. Acayip tepki geldi. Pek çok kişi "Genelkurmay hükümete destek olmak için bu suç duyurusunda bulunmuştur" görüşü çok hakim en azından twitter ahalisinde.

AKP'li Burhan Kuzu dün 2 bin kişilik listeden söz etmişti. Neydi bu liste? Devlet içinde devlet kurduğu söylenen cemaatin illere göre dağılımı. Kuzu bunu twitter üzerinden açıkladı

Gerçi Kuzu'nun bu açıklamalarına Devlet Bakanı Beşir Atalay'dan yalanlama geldi. Atalay böyle bir listenin olmadığını söyledi. İnandırıcı mı? Bana göre değil. Burhan Kuzu herhalde bu liste işini bir yerinden uydurmadı. Bir bildiği vardır.

Ayrıca yalanlansa bile, yine fark etmez, çünkü yandaşların Erdoğan bölümü zaten günlerdir cemaat ile ilgili benzer şeyler yazıyorlar ekranlarda söylüyorlar.

Sevgili izleyiciler, bana da çok soran oluyor "Bu kavgayı kim kazanır?" diye. Net cevap vermek mümkün değil.

Teknik olarak bakarsanız iktidar cemaati ezer geçer. Çünkü ne kadar paralel devlet olursa olsun devlet içinde devlet ya da sivil cuntalar kurulursa kurulsun, sonuçta güç iktidarın elinde. İşte gördünüz Erdoğan işin ucunun kendisine geleceğini gördüğü an yüzün üzerinde polis müdürünü dağıtıverdi. Bununla yetinmedi savcıların ellerindeki dosyaları aldı, kim olursa olsun AKP'ye yakın olduğu bilinen herhangi birine kimseye bir operasyon yapılmasını, gözaltına alınmasını yasakladı. Bunun için emniyetin kapılarına bekçiler dikildi ki polis ola ki yanlış bir şey yapıp ev basmaya falan gitmesin diye.

Onunla da yetinmedi, yargının yetkilerini geçici bir emirle sınırladı, operasyon yapmaya kalkanların üst amirlere haber vermesi şartını koydurdu.

İşte en somut örnek. Başbakan'ın oğlunun bugün savcıya ifade vermeye gitmesi gerekiyordu. Yazıyla davet edilmişti. Bilal Bey'i belli ki babası ifadeye göndermedi. Şimdi sıra "yakalama" emrinde. De, kim gidip yakalayacak mi?

Geçelim.

Operasyon emirlerini haber verme emri dedim ya, şimdi diyeceksiniz ki, "Yahu sen uyuyor musun, o dediğin yönetmelik değişikliğini Danıştay iptal etti. Ne izni, ne haber vermesi?"

Evet, haklı gibi görünebilirsiniz. Ama ya uygulaması? Koca Başbakan Danıştay'ı mı takacak?

Diyeceğim şu ki, Danıştay'ın "bir üst amire haber verme" yönetmeliğini değiştirmesi bir anlam ifade etmez. Çünkü diyelim ki bir savcı operasyon için düğmeye bastı. Ne yapacak? Adli kolluktan yani polisten operasyonu başlatmasını isteyecek. İyi de zaten o polisin başında artık Erdoğan'a tamamen bağlı ekipler var. Onlar "haber verme mecburiyetleri olmasa bile" zaten anında Başbakan'a, tabii ille onu aramaları gerekmiyor, ona haber verebilecek biri de olabilir bu, haber verecekler ya da durumdan vazife çıkararak "Git kendin yakala savcı bey" diyeceklerdir.

Emirleri uygulamayan polise kim ne yapabilecek ki? Talimat Başbakan'dan geliyor nasıl olsa.

Bakın yolsuzlukla ilgili değil belki ama dün gece yaşanan bir olay yargının nasıl devre dışı bırakılabildiğinin tipik örneklerinden biri.

Antakya'da bir ihbar üzerine bir TIR kamyonu durduruluyor. Jandarma ilk aramada TIR'da silah ve mühimmat yüklü olduğunu anlıyor. Reyhanlı patlamasını soruşturan terör savcı olay yerine geliyor. Kamyonun aranması talimatı veriyor. Ancak bu sırada Hatay Valiliği "TIR aranmayacak" talimatı geçiyor. Çünkü bu TIR meğer MİT'in kamyonuymuş. Güya Türkmenlere yardım götürüyormuş. İçinde atlet fanila falan varmış. Ama kazara yapılan aramada atlet ve faniların arasında silahlar da bulunmuş. Sonuçta jandarma savcıyı değil valiyi dinliyor ve arama yapmıyor, TIR'a yola çıkma izni veriliyor. Ancak bir polis ekibi aracı takip ediyor ve durduruyor. Arama yapmak istiyor. Bunun üzerine bu polis ekibi yıldırım hızla görevden alınıyor ve TIR'ın yola devam etmesi sağlanıyor.

Bu nasıl iştir sevgili izleyiciler. İçinde silah ve mühimmat olduğu anlaşılan bir kamyonun aranması için valilik savcılığın üzerine çıkarak aramaya engelliyor. Kamyonu durduran polisler apar topar görevden alınıyor. Olayın duyulması üzerine İçişleri Bakanı açıklama yapıyor "İçinde ne olduğunu biliyor musunuz" diye pişkin pişkin soruyor. Biliyoruz, silah ve mühimmat var.

Hatırlayın, Adana'da da benzer bir olay yaşanmıştı. Silah yüklü TIR'ın "uyuşturucu" taşıdığı ihbar edilmiş ancak içinden roket başlıkları çıkmıştı. O zaman ısrarla "neden silah yüklü kamyon için uyuşturucu yüklü diye ihbar yapılır?" diye sormuştum Aslında sorunun cevabı basitti. Eğer ihbar "silah kaçırılıyor" diye yapılsa kimse ilgilenmeyecekti. Bu cevabın doğruluğu bugün kesin olarak ortaya çıktı. Belli ki bu kamyon da önce başka kaçak mal diye durduruldu ama yine içinden silah çıktı. İlk olayda tuzağa düşen devlet çarkı bu kez hızlı davrandı ve aracı aratmadı.

Değerli izleyiciler, neden böyle oluyor? Çünkü bu iş bizzat devlet eliyle yapılıyor da ondan. Suriye'deki muhalif gruplara el altından silah ve mühimmat gönderiyoruz. Yakalanınca da iktidar ne hukuk tanıyor ne yasa. Gücünü kullanıp yargıyı devre dışı bırakıyor.

Peki bunlar işe yarar mı? Yaramaz. Bakın burada çok önemli bir ayrıntı var. Son birkaç ayda bu tür çok silah yakalandı. Daha önce de söylediğim gibi sanki bir gizli el bu iktidarla ilgili belge ve kanıt topluyor. Şu anda bu olay "günlük rapor" gibi geçer gider, ama bunların kayıtlarının tutulmadığı anlamına gelmez. Gün gelir Türkiye ile ilgili "savaş suçu işlediler" iddiaları ortaya atılır, işte o zaman bütün bunlar ortaya çıkarılır. Bir bakmışsınız Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Suriye'deki olayları provoke eden, yüzlerce masumun ölümüne neden olan savaş suçu işlemekle suçlanıvermiş.

Neyse biz yine ana konumuza dönelim. Yani iktidarın yargıyı yürütme gücünü kullanarak etkisiz hale getirmeye çalışması aslında geçici bir önlemdir. Kalıcı olması için bunun yasal ayaklarını sağlam temele oturtmaları gerekir. İşte sanıyorum bu nedenle hükümet hem Danıştay'ın hem de Hakimler avcılar Yüksek Kurulu yani HSYK'nın yapısını değiştirmeye karar vermiş bile.

Eee hani bu HSYK'nın yeni durumu demokrasiye çok uygundu. 12 Eylül referandumunda HSYK'nın yeni yapısı için "Nihayet vesayeti bitiren çok büyük bir demokrasi adımı atılıyor" denmişti. Hayatında HSYK'yı ilk kez duyan ve asla ne anlama geldiğini görev yetkilerini hiç bilmeyen milyonlarca insan da "Yaşasın demokrasi ve özgürlük geldi" diyerek sandıklara koşup "evet" oyu atmışlardı.

Kendilerine demokrat, liberal maskesi takan faşist güruh "Yemez ama evet" çığlıkları ile "Yargı bağımsızlığı elden gidiyor, hükümet yargıyı kendine bağlıyor, kuvvetler ayrılığı yok ediliyor" diyenlere ağız dolusu küfürler etmişler "sizi gidi darbeciler siziiii" diye parmak sallamışlardı.

Ama işe bakın ki aslında biz de yanılmışız. Yargının hükümete bağlandığını söylemiştik ama AKP iktidarı için bu da yeterli değilmiş. Yani demokrasiyi bu kadar katlettikleri halde sırada daha o kadar çok hukuksuz eylem hazırlıkları varmış ki, hükümete direk bağlanan yargı bile sonunda şanzıman dağıtarak hükümeti zora sokmuş.

Şimdi diyorlar ki "Daha demokratik bir HSYK için üyeleri Meclis seçsin."

Sevgili izleyiciler, iktidar başı sıkıştıkça hemen Meclis'i adres gösterip "Yüce Meclis'e havale edelim, millet orada temsil ediliyor, orası çözer ve güzel çözer" diyerek üste çıkmaya çalışıyor.

Hangi Meclis? Bu Meclis halkın temsil edildiği en yüce organ mı?

Şeklen öyle tabii. Ama ya fiilen.

Sevgili izleyiciler; yeniden bilgi tazeleyelim. Demokrasi üç ayaklı sacayağı denilen kuvvetler ayrılığı prensibi ile ayakta durur. Bu üç kuvvet yasama, yürütme ve yargıdır. Yasama kanunları yapar, güvenoyu, sözlü ve yazılı soru önergesi ve gensorularla hükümet denetler. Yürütme Meclis'in çıkardığı yasalar ve hukuk çerçevesinde devlet çarkının işletilmesini sağlar. Yargı ise yasama ve yürütme organlarının hukuk çerçevesi içinde çalışmaları denetler.

Bu üç kuvvet birbirinden bağımsızdır. Birbiri üzerinde hakimiyeti yoktur. Üç kuvvetten hiçbiri diğerinin amiri ya da emrindeki değildir.

Ancak bu iktidarla birlikte üç kuvvetin de tek elde toplandığını, yasama ve yargıyı da yürütmenin kontrol ettiği ülkenin artık kuvvetler ayrılığı prensibi ile değil tek adamın yönettiğini görüyoruz.

Bunun nedeni basit. Bu iktidar seçim sisteminin kötülüğü nedeniyle, hak ettiğinin çok üzerinde bir güçle parlamentoda temsil ediliyor.

Çünkü yüzde 10 barajı var seçimlerde ve iktidar partisi bu sayede olması gerektiğinden daha fazla milletvekiline sahip. Yine siyasi partiler kanunu gereği bir parti lideri parti içinde diktatör gibi davranabiliyor, kimin milletvekili olacağına sadece parti lideri karar verebiliyor.

Bu durumda iktidar partisinin milletvekilleri aynı zamanda tek seçicileri olan Başbakan'ın sözünden çıkmayı, ona rağmen Meclis'i çalıştırmayı düşünemiyorlar bile. Böylelikle Meclis, milletin temsil edildiği yüce makam olmaktan çıkıp Başbakan'ın arzuları doğrultusunda kanun çıkaran ya da önlerine gelen kanun tasarılarını parmak kaldırıp indirerek geçiren bir organdan farksız hale geliyor.

Bakın sevgili izleyiciler, bazı aklı evveller yüzde 10 barajını savunurken "Temsilde adalet, yönetimde istikrar" sloganına sarılıyor. Neymiş baraj olmazsa seçimlerde tek parti gibi istikrarlı yönetim sergileyebilecek bir yapı çıkmazmış, koalisyonlar olurmuş, koalisyonların zararını da çok çekmişiz.

İstikrar dedikleri aslında hükümetin her istediğini yapabilmesi.

Şimdi bakın ne olacak? Hükümet diyecek ki "HSYK üyeleri Meclis tarafından seçilsin." Çünkü o zaman akan sular duruyor değil mi? Eee Yüce Meclis, milletin temsil yeri, HSYK üyelerini halkın Meclisi'nin seçmesi kadar demokratik bir şey olabilir mi?

Kazın ayağı öyle değil ki. Meclis HSYK üyelerini nasıl seçecek? Hükümet kimi istiyorsa onları Meclis'in önüne çıkaracak, AKP Grubu işi gücü yok da "Bu mu bu mu?" diye mi soracak, Başbakan kimi istiyorsa parmaklar kalkacak ve seçim bitecek.

Al sana istikrar. Peki madem Meclis en yüce kurum. Milletin temsilcileri orada. Tamam yine Meclis seçsin HSYK üyelerini. Ama salt çoğunlukla değil. Nitelikli çoğunlukla. Yani bir aday ancak Meclis'in üçte ikisinden oy alabilirse HSYK üyesi olsun. Hükümet bunu kabul eder mi?

Demokrasi bazı kavramları, örneğin milleti, Meclis'i kutsayarak olmaz. Evet en büyük güç millettir ama millet parlamentoda vekilleri aracılığı ile temsil edilir ve bu vekiller ülkeyi altını çizerek söylüyorum, hukuk kurallarına göre yönetir, millet bunu istiyor mantığı ile ülke yönetilemez.

Başbakan, önündeki engelleri aşabilmek için milleti kutsayarak yoluna devam etmek ve yapmak istediklerine de parlamentoyu aracı kılarak yerine getirmeyi amaçlıyor. O halde, işte kendisine bir demokrasi sınavı. HSYK üyeleri Meclis'in üçte iki çoğunluğu ile belirlensin.

Sevgili izleyiciler bu akşamki konuşmamı bitirmeden önce laf uzadığı için ikinci ölümüne gelemedim, bu işten cemaat mi hükümet mi galip çıkar sorusa geleyim yine. Anlattığım gibi aslında hükümet elbette çok güçlü. Ancak bir sorun var. Hükümet devlet içindeki cemaatçileri hallaç pamuğu gibi atabilir, cemaatçi olarak bilinen herkesi temizleyebilir ve susturabilir. Ama korkulan ve bilinmeyen şu; Bu güne kadar iktidarın bütün kirli işlerini yapan operasyon yeteneği olan, her türlü sahte belge oluşturma, gizli dinleme yapma, kurgulama, tezgah kurma operasyonlarını yapabilen cemaatin elinde iktidar aleyhine ne var? İşte bu tam bilinmiyor, ama inanın tahmin ediyorlardır. Düne kadar içtikleri ayrı gitmeyen iktidar ve cemaat birbirlerinin her şeyini biliyor elbette. İktidar bu nedenle atacağı adımları hesaplamaya çalışıyordur mutlaka. Ama bakalım hep birlikte göreceğiz. Bu savaşın pat diye bitme olasılığı pek yok. Bir ay önce dershane kavgası başladığında size "karışmayın ellerinizi başınızın arkasına koyup yaslanın ve seyredin bakın daha neler olacak?" demiştim. Ben o durumdayım. Vallahi inanın bu çok daha zevkli, bırakın seyredin, görelim Türkiye'de ne rezillikler yapılmış.

Bu akşam bu kadar yarın aynı saatte görüşmek üzere iyilikler dilerim. Hoşça kalın..

içinde silah mühimmat olan