Anketler “Sarıgül “diyor ama sokakta “Sarıgül” diyen yok
İyi akşamlar sevgili izleyiciler; vallahi bir şey söyleyeyim mi, bugün ben de hangi konuyu ele alacağıma hangisinden başlayacağıma karar vermekte zorlandım. Kar çilesi mi desem, hükümetin bakanlarının halkı ve gazetecileri tehditleri mi söylesem, büyüme rakamlarındaki gerçeği dünden devamla mı anlatsam, Oda Tv davasındaki tahliyelerden mi başlasam bilemiyorum.
Ama isterseniz önce şu kar konusuna bir girelim. İstanbul dün gece müthiş bir kar yağışına sahne oldu. Gecenin 4’ünde her yer bembeyazdı. Neyse ki “yumuşak” denilen kar yağmıştı ve erimesi de hızlı oldu. Ancak nedense vali beyimiz okulları yine tatil etmedi. Sanıyorum vali beyimiz “hangi koşulda olursa olsun biz hayatın akışını aynen korumayı başarıyoruz” gibi bir psikoloji içinde, bu nedenle örneğin okulları tatil etme gereği duymadı. Oysa yüz binlerce aile çocuklarını okula göndermedi ya da zaten gönderemedi. Bugün bir arkadaşım söyledi, ilk okulda okuyan çocuğu var, 30 kişilik sınıfta sadece 8 öğrenci varmış. Sonuçta ne oluyor, veliler çocuklarını bu çilede okula göndermiyor ya da servisler gelemediği için gönderemiyor, çocuklar devamsız sayılıyor, süre aşımı söz konusu olunca da bu sefer sahte sağlık raporları falan devreye giriyor.
Biraz önce de söyledim, İstanbul’a yumuşak kar yağdı, çabuk eridiği için büyük sıkıntı yaşanmadı. Belediye kar mücadelesi yaptı yapmasına da fazla sıkıntıya girmedi. Eh ne diyeyim, “iyi mücadele ettik” dediklerinde fazla bir şey söyleme hakkımız da yok.
Sevgili izleyiciler, dün size biraz büyüme rakamları ile ilgili bilgiler vermiştim. Evet son çeyrekte yüzde 4.4 daha büyümüş görünüyor ekonomimiz, ancak bunun itici gücünün borç olduğunu da bilmek zorundayız. Yani Türkiye’de ekonomiyi kurtaracak yatırımlar, istihdam yaratmalar, ihracatta ithalata dayalı olmayan artışlar falan yok. Olan şu; bankalar halka çok cazip koşullarda borç para veriyor. Halk bu parayı alıyor, doğruca tüketime yönlendiriyor, bu sayede tüketim artıyor, dolayısıyla üretim artmış gibi görünüyor.
Ama için asıl gerçeği cari açığa bakınca ortaya çıkıyor. Çok duyuyorsunuz bu cari açık lafını, belki bilmeyenler vardır. Cari açık en kısa tanımlamasıyla şu; ülkeye giren ve çıkan döviz arasındaki fark. Bakın büyüyoruz falan ama şu anda cari açık dediğimiz ithalatla ihracat arasındaki makas tam 80 milyar dolar. Bu ne demek? Yurtdışına sattığımızdan 80 milyar dolar daha fazlasını satın almışız. Peki nasıl oluyor bu? Borçlanmayla. Yani ülke olarak 80 milyar dolar daha borçlanmışız.
Şimdi bizimkiler övünüyor, “kişi başına düşen milli geliri de artırdık” diye. Nedir şu anda kişi başına düşen milli gelir? 10 bin 400 dolar. Peki acıdığımız, güya yardım ettiğimiz, iflas etti diye üzüldüğümüz komşu Yunanistan’da kişi başına düşen milli gelir ne kadar? Tam 29 bir dolar.
Şu anda belki beni izleyenlerin bile birçoğu hayatından memnundur. Eksiği gediği yoktur. Allah bin şükür diyordur. Ama lütfen böyle düşünenler de dahil toplam ne kadar borcunuz olduğuna da bir bakın. Bunları ödemek için hangi koşullarda çalıştığınızı, bunun için nelerden fedakârlık yaptığınızı da bir düşünün. Ve en önemlisi bir an düşünün ki, bu borcun taksitini ödeyememişsiniz. İşte sanal refah dediğim bu. Bana bugün 100 bin lira borç verin. Evimi boyatayım, mobilyalarımı değiştireyim, beyaz eşyalarımı, televizyonumu cep telefonumu bilgisayarımı yenileyeyim, kapıma bir de araba çekeyim. Dışarıdan bakıldığında ne kadar güzel görünür değil mi? “Vay be Can Ataklı’ya bakın nasıl da değişti gelişti?” dersiniz değil mi? Peki aldığım o 100 bin lirayı nasıl ödeyeceğim, ödeme gücüm var mı, en önemlisi istikrarlı biçimde her ay taksitlerimi ödeyecek durumda mıyım? Deyin ki, şimdilik ödüyorum. Ama büyüyüp gelişip yeni bir düzeye çıkınca bu kez o düzeyin gereklerini yerine getirmek zorundayım ve bu da bir ekstra maliyet. Peki bütün bu borcun altına girdikten sonra, yeni hayat düzeyini karşılayacak gelirimde bir artış oldu mu, olacak mı? İşte onu sağlayamazsam, her ay açık vermeye yani yeniden borçlanmaya başlarım. Şimdi soruyorum her şeyi borçla yapıp da aynı anda gelirini de artırabilen var mı? Şirketseniz, girişimci iseniz ve borçlanmayı daha çok kazanabilmek için tercih ediyorsanız geliriniz belki artıyordur, ama Türkiye nüfusunun büyük bölümünü kaplayan “geçinmek, olanaklardan yararlanabilmek ve tüketmek amacıyla” borçlanıyorsanız, bilin ki borcunuz daha da artacak ve bir gün tek kuruş ödeyemeyecek hale geleceksiniz. Türkiye’nin gittiği yol maalesef budur. İktidar, vatandaşını tüketime yönlendirerek büyüme yolunu seçmiştir ki, bu yolun sonu geldiğinde belki iktidar da bitecektir ama olan yine bizlere olacaktır, üstelik adeta kendi rızamızla olacaktır bu.
Sevgili izleyiciler, yerel seçimler yaklaşıyor. Adaylar belirleniyor. İktidar belli ki bu seçimlerden çok korktuğu için propaganda yöntemini halkı tehdit ederek yapmakta görüyor. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay Hatay’a gitti, büyükşehir belediye başkan adayı olan Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i tanıttı. Ama öyle bir konuşma yaptı ki, zaten buz gibi olan havada herhalde herkes iyice donup kalmıştır. Atalay “Sadullah’ı, aynen ismiyle hitap ederek, Sadullah’ı seçeceksiniz, bundan kuşkum yok” dedi. Buraya kadar normal diyelim. Ama sonra dehşetengiz bir cümle söyledi "Sadullah’ı seçmezseniz, ya da az oy verirseniz Hataylılara söyleyeceğimizi o zaman söyleriz." Ne söyleyecek acaba? Sanıyorum iktidarın “gitme” paniği ile bu tür söylemlere saptığını önümüzdeki günlerde daha çok göreceğiz.
Bu arada sevgili izleyiciler, İstanbul’daki Mustafa Sarıgül bilmecesi de bugün nihayet bitti. Sarıgül İl Merkezi’ne gelerek resmen aday adayı olduğunu ilan etti. Yanında her zaman olduğu gibi yine CHP İstanbul İl Başkanı vardı. Nedense İl Başkanı aday adaylarından sadece Mustafa Sarıgül’ü var sayıyor, adeta onun tanıtım ofisinin müdürü gibi davranıyor. Nitekim bugün de Sarıgül’ü bizzat kendisi takdim etti, İstanbul’u CHP’nin kazanacağını söyledi.
Çok belli ki CHP İstanbul’da Sarıgül’ü aday gösterecek. Çevre baskısı böyle çünkü. Anketçilere göre “CHP Sarıgül’den başkasıyla AKP’yi zorlayamaz.”
Bu doğru mu bilmiyorum. Tabii benim de aday adaylarından biri olmam nedeniyle açıkça “bu yalan” demez şansım yok. Ancak şu kadarını söyleyeyim, CHP yönetimi, büyük sermaye çevreleri, kimi tarikat ve cemaatler, bütün anket şirketleri, AKP yandaşları ve Amerika “Varsa yoksa Sarıgül” diyor ama, sokağa çıktığımda ben bunu görmüyorum. CHP’li üyeleri soruyorum “Valla biz hiç istemiyoruz ama o kazanır diyorlar, artık mecburen ona vereceğiz” diyor bazıları. Önemli bir kesim ise, tabii ki şimdilik “Sarıgül aday yapılırsa kesinlikle oy vermem” diyor. CHP’li olmayan ama AKP’den rahatsız olanlarla veya her şeyden habersiz sade vatandaşlarla konuşuyorum “Sarıgül kazanır diyorlar” cevabını alıyorum. “Peki çevrenizde Sarıgül’ü isteyen, oyunu ona vereceğini söyleyen var mı?” sorusuna ise şu ana kadar daha bir tane bile olumlu cevap alamadım. Abartmıyorum, binlerce kişiyle konuştum bugüne kadar, hiç “Oh Sarıgül aday oluyor, bu sefer kazanırız” diyen birini görmedim.
Ben bunu bir buçuk yıl önceden gördüm, zaten aday adayı olmamın temelinde de yatan budur. Gözlediğim kadarıyla İstanbul halkı AKP’li Topbaş’ı kötü bir başkan olarak görmüyor. Hatta AKP’liler içinde en temiz, en iyi nitelikleri olan, insan tarafı ağır basan biri olarak algılıyor.
Ancak herkes İstanbul’un nasıl yağmalandığını, talan edildiğini, imar rezaletleri yoluyla nasıl milyarlarca liralık rantın ceplere girdiğini, İstanbul’un katledildiğini, başta trafik olmak üzere halkın günlük dertlerine pek de çare bulunamadığını da görüyor. Ve en önemlisi 20 yıldır iktidarda olan bir zihniyetten bıkkınlık var.
Bu nedenle vatandaş yeni, temiz, dürüst, namuslu, adaletli bir isim arayışında aslında. Ama CHP Sarıgül’ü dayatıyor. Saydığım nedenlerle AKP’den kurtulmak isteyenler de “Çaresiz vereceğiz artık” diyorlar hepsi bu. Ama inanın bu dayatmadan vazgeçilir, halka gerçekten kimi, ille isim değil, nasıl birini istediği sorulursa hem seçimleri almak çok daha kolay olacaktır hem de İstanbul kurtulacaktır.
Sevgili izleyiciler, Mustafa Balbay’ın tahliyesinden sonra biliyorsunuz gözler uzun tutukluluktan mağdur edilmiş yüzlerce aydın, gazeteci, yazar, akademisyen, sendikacı ve askere çevrildi. Eğer hukuka uygun davranılacaksa başta Ergenekon olmak üzere türevi davalardan hala hapiste tutulanların hepsinin serbest bırakılması gerek. Bu konuda hukukçular ve tutuklu avukatları büyük bir güçle çalışıyorlar. Bugün Oda Tv davasında sanık olan Yalçın Küçük ve Hanefi Avcı için tahliye kararı verildi. Yalçın Küçük Ergenekon’dan hüküm giydiği Avcı ise Devrimci Karargah davasından tutuklu olduğu için salıverilmedi ama bu kararın da emsal olması gerekiyor.
Sevgili izleyiciler, bırakın hakkı hukuku eğer mahkemelerde biraz vicdan varsa, yandaşların kendi aralarındaki kapışmada ortalığa saçtıkları gerçeklerden yola çıkarak derhal tahliye kararları alırlar. Yandaşlar birbirine öyle bir girdi ki, karşılıklı suçlamalardan bu tür davalarda nasıl oyunlar oynandığını, düzmece belgelerle, sahte delillerle, kurgulanmış yasadışı kayıtlarla yüzlerce insanın hayatının nasıl karartıldığını da öğreniyoruz. Son 10 gündeki karşılıklı kirli çamaşır dökme söylemlerini hakimler göz ucuyla bile okusa, herhalde “Biz ne yaptık” diye vicdan azabına bile düşmeleri gerekir.
Ne diyeyim, biraz daha sabır. Artık mızrak çuvala sığmıyor. Bunların hepsi geçecek,
Sevgili izleyiciler, zamanım azalıyor. İbret verici bir olaya daha değinmek istiyorum. İktidar kendi içinde kirli çamaşırlarını bir bir ortaya dökerken, bir başka koldan son 5 yıldır sürdürülen intikamcı eylemlerine de ara vermiyor. Bunun son örneklerinden biri Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni vergi yoluyla yok etmeye çalışmak.
Rahmetli Türkan Saylan’ın sadece yoksul öğrencilere burs ve eğitim olanakları sağlamak için başlattığı, tek gelir kaynağı bağışlar ve dernek yararına yapılan etkinliklerde toplanan paralar olan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Maliye Bakanlığının kıskacına alındı. Vergi müfettişleri derneğin defterlerini inceleyerek sanki ticari faaliyet yapılıyormuş gibi 2 milyon liralık vergi cezası çıkarttı. Dernek yararına verilen yemekler, standlarda satılan hatıra eşyaları, yardımseverlerin bağışları sanki bir ticari faaliyetmiş gibi gösterilmek isteniyor. Dernek sanki bu paralarla başka alanlarda yatırım yapmış da kar sağlamış ve bunu da cebine atmış duruma düşürülüyor.
Bunun adı vicdansızlıktır, ilkel bir intikam amacıdır. O derneğin yöneticilerinin ne parayla ne pulla hiçbir ilişkileri yoktur. Hiçbir şeye acımıyorsunuz, burada toplanan mütevazı paralarla okumaya çalışan yoksul öğrencilere acıyın bari.