Yazarı Olmayan Makaleler
Yazarı Olmayan Makaleler

Ne cemaat ne AKP

İyi akşamlar sevgili izleyiciler. Öncelikle hepinize iyi haftalar dilerim. Hep bu iyi dileklerle başlıyoruz haftalara ama pek de iyi geçmiyor. Gündem artık tam bir kaosa dönüşüyor, bırakın haftayı önümüzdeki bir iki saati bile tahmin edemiyoruz artık.

Bakın bu haftaya başlarken, son 24 saatte yaşadıklarımızdan çok küçük bir kesit vereyim. Her biri birbirinden beter birbirinden şaşırtıcı.

Örneğin bugün internet sitelerine bir bant kaydı düştü. Hani yıldönümü geçeli iki gün oldu galiba, Paris’te üç önemli PKK yöneticisi öldürülmüştü. İşte o olayla ilgili tutuklanan bir genç vardı, Ömer Güney, onun bıraktığı söylenen bir bant kaydı varmış. Cinayet sanığı genç yakın bir arkadaşına “başıma bir şey gelirse bu kaydı açıkla” diye bırakmış. Bu kayda göre Osman Güney MİT elemanlarıyla görüşmüş eylem için, birlikte planlamışlar. Ama Osman Güney tutuklanınca MİT kendisini yalnız bırakmış.

Bu olayla ilgili bir başka ifşaat, ya da ifşaat demeyelim de bir iddia daha atıldı bugün ortaya. Cemaat adına canhıraş biçimde cengâverlik yapan bir yazar, Sabah gazetesinin Erdoğan için kalemşörlük yapan bir kadın yazarının Paris’teki olayda tutuklanan Osman Güney ve onu buna ikna eden MİT mensubuyla çekilmiş fotoğrafları olduğunu ilan etti. O kadın gazeteci “alçak, şerefsiz, seviyesiz” gibi düzeyli tanımlamalarla bu gazeteciyi ispata davet etti. Bakalım sonucu ne olacak. O fotoğraflar ortaya saçılacak mı yoksa sadece bir balon mu anlayacağız.

Hafta sonunda bir Çin uçağını savaş uçaklarımızın zorlamasıyla indirdik. Çünkü bu Çin uçağının yasadışı silah taşıdığı konusunda bir ihbar gelmiş. Uçak indirildi, arandı ve içinden yardım için gönderilen battaniyeler çıktı. İşe bakın, silah var denilen uçaktan battaniye çıkıyor, bizde ise tersi içinde silah olan TIR “hayır Türkmenlere yardım malzemesi var” diye arattırılmıyor, sonra o TIR buharlaşıyor. Bakın o olay da hala çözülmedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Başbakan talimat vermişti Türkmenler çok zorda, yardım gidiyor” açıklamasını yaptı hafta sonunda. İyi de o TIR ortada yok. Önce durduruldu, aranmak istendi, jandarma tenteyi kaldırınca silahlarla karşılaştı ama tepeden gelen emirle arama durduruldu. Sonra TIR yoluna devam etti. Gümrüklerden sorumla bakan “Böyle bir TIR çıkış yapmadı” dedi. Eee, madem yardım götürüyordu o TIR neden gümrüklerden çıkış yapmadı, nereye uçtu gitti? Henüz bilinmiyor.

Bakıyorum başka ne olay var. Hah evet, 17 Aralık’tan bu yana ortalarda görünmeyen, 2 Ocak’taki ifade çağrısına da uymayan Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan nihayet ortaya çıktı. Ortaya çıktı çıkmasına ama, öyle elini kolunu sallayarak gezmedi, babasının yanında, plakasında 002 yazan Başbakanlık otomobilinde görüldü. Babasıyla hem mezar ziyareti yaptı hem de Çamlıca’ya yapılan dev caminin inşaatını gezdi. Çevrede toplanan vatandaşlar Başbakan’ın firari oğlunu görünce çok sevindiler, alkışladılar “dik dur eğilme” diye bağırdılar.

Bilal Erdoğan da elini kalbine götürerek mütevazı bir selam verdi. Güzel iş ama değil mi? Baba başbakan olunca kesin dokunulmazlık kazanıyorsun. Baba Başbakan ya “Yargı hata yaptı, uymuyorum” dedi. Şimdi düşünün herhangi birimiz savcılıktan davet alsak ve “Gelmiyorum” desek ne olur? Olacağı belli, evinize polis gelir, alır götürür. Bu kadar. Ama Başbakan “olmaz” dedi olmuyor.

Dün çok sıkı Erdoğancı bir gazeteci dostumla sohbet ediyorduk, önündeki ipad’den haberlere bakıyordu. Ben de o sırada gördüm oğul Erdoğan’ın ortaya çıktığını. “Artık bunu da savunma” dediğimde çok ilginç bir cevap verdi. “Başbakan komplonun farkında. Oğlunun tutuklanacağını biliyor, sen tutuklanacağını bilsen ne yaparsın, gidip kuzu kuzu teslim mi olursun?”

Öyle kalakaldım. “Yahu” dedim, “Bu başbakan değil miydi, bir suçun yoksa yargıdan korkma diyen. Şimdi kendi oğlu olunca mı bunu unuttu.”

Sevgili izleyiciler, dünkü manzara, yani oğul Erdoğan’ın Başbakanlık makam aracında gezmesi, demokrasimiz için de, devlet yönetimimiz için de yargının içine düştüğü yürekler acısı durum için de tam bir rezalettir. “Devlet benim” diyen bir zihniyetin tüm Türkiye ile alay etmesidir. Başbakan açıkça yargıya “Haydi sıkıysa gel de oğlumu al sorgula” demektedir. Ne diyeyim, bunu artık Tayyip Erdoğan’ı yırtınırcasına destekleyip “ileri demokrasiye geçtik” diyenler düşünsün.

Tabii hafta sonunda Meclis’i müthiş bir kavga arenasına çeviren HSYK yasa teklifinin Meclis komisyonunda görüşülmesi de evlere şenlik bir durumdu. AKP tam saha pres uygulayarak yasa teklifinin komisyondan geçmesi için büyük mücadele verdi ve sonunda da kazandı. Şimdi teklif hemen Meclis Genel Kurulu’na gelecek ve hiç kuşkunuz olmasın aynen kabul edilecektir. Muhalefet belki biraz zorlar, engelleme yapar ama nafile, süre biraz uzar ama göreceksiniz bir gün en fazla iki gün içinde geçecektir.

Oysa AKP’liler de biliyor ki HSYK yasa teklifi Anayasa’ya aykırı, CHP yasa geçerse hemen Anayasa Mahkemesi’ne başvuracağını da açıkladı. Bu durumda yasa çıksa bile iptal edilme olasılığı çok yüksek. O halde bu hırs niye?

Çok basit. Yasa hızla kabul edilecek. Hemen resmi gazetede yayınlanacak. O andan itibaren AKP mevcut HSYK’yı hemen dağıtacak ve yerine yeni isimleri koyacak. Ardından iptal gelse bile en azından eski isimler tekrar oraya dönemeyecek.

Tabii burada Cumhurbaşkanı faktörü var. “Bakalım o yasayı imzalayacak mı?” diyorsunuz değil mi? İmzalar. Belki 15 gün tutar, ama o kadar.

Şimdi bugün Cumhurbaşkanı muhalefet partilerinin liderlerini kabul etti. Konu HSYK’nın değiştirilmesi. Cumhurbaşkanı partilerin görüşlerini aldı. İlk bakışta sorunu Cumhurbaşkanı’nın da gördüğü ve bu nedenle müdahil olmaya çalıştığı izlenimi ediniyoruz.

Ama bu bana hiç samimi gelmiyor. Ne yapacak Cumhurbaşkanı, kendisini oraya oturtan iktidara karşı eylem mi yapacak? Başbakan yargı darbesinden, kendisine komplo kurulmasından, devlet içinde devletten söz ederken ve bunun kaynağı olarak HSYK’yı gösterirken, Cumhurbaşkanı kalkıp da “Anayasaya aykırı iş yapıyorsunuz, bu yargıyı vesayet altına almaktır” mı diyecek? Bu gücü var mı Cumhurbaşkanı’nın? Ama işte laf olsun, muhalefetin “Cumhurbaşkanı ağırlığını koysun” çağrılarına “Bak işte söylediğinizi yaptım” mesajı vermek. Hepsi bu.

Sevgili izleyiciler, bugün iki gazetede birden, aynı isimle yapılmış çok önemli iki röportaj yayınlandı. Röportaj yapılan kişi eski polis müdürlerinden, terörist olmakla suçlanan Hanefi Avcı. Röportajlardan biri Cumhuriyet’te. Ama diğeri ilginç. Çünkü Hanefi Avcı ile cezaevinde röportaj yapan ikinci gazete Yeni Şafak. Gazete neredeyse yarım sayfasını bu röportaja ayırmış. “MİT’in sırları bile elinde” başlığını atmışlar. Hanefi Avcı cemaatin MİT, Emniyet ve maliyeye ait tüm bilgilere sahip olduğun açıklıyor.

Zamanlaması manidar değil mi?

Güzel de, Hanefi Avcı bunları bugün söylemiyor ki. 5 yıl önce kitap yazdı, Haliç’teki Simonlar adlı kitabında Hanefi Avcı devlet içindeki cemaat yapılanmasını en ince ayrıntılarına kadar anlatıyordu. Kitap piyasa çıktıktan çok kısa bir süre sonra bir baktık ki Hanefi Avcı gözaltına alınmış. Suçu çok ilginç. Çünkü Hanefi Avcı yıllarca sert mücadele ettiği, işkence yaptığı sol gruplarla bir örgüt kurmuş anayasal düzeni devirmek için çalışıyormuş meğer.Acıkçası terörist olmakla suçlandı Avcı. Hakimler gözünün yaşına bakmadılar Hanefi Avcı’nın ve tutuklayıverdiler.

O tarihlerde Yeni Şafak Gazetesi, Başbakan Tayyip Erdoğan cemaatle çok içli dışlı olduğu ve yapılan bütün sahte operasyonlara göz yumduğu için doğal olarak Avcı’nın karşısında saf tutmuştu. O günlerde Hanefi Avcı yine manşetlerdeydi ve itibarı yerle bir ediliyor şerefi ayaklar altına alınıyordu.

O tarihlerde Yeni Şafakçıların aklına Hanefi Avcı’nın belgeleriyle anlattığı cemaat yapılanmasını görmek hiç gelmiyordu, nasıl olsa cemaat denilen yapı iktidarın emrindeydi, onun bütün kirli işlerini tereyağından kıl çeken gibi hallediyor, Başbakan’ın haz etmediği kim varsa kulağından tuttuğu gibi hapse atıyordu.

Ama bugün durum değişti. Dün sırtı sıvazlanan, bir dediği iki edilmeyen, istedikleri her şey verilen cemaat bugün iktidar için tehlike oldu.

Eh ne medya ahlaki ne insan olma karakteri taşımayınca, dün ak dediğine bugün kara demek de çok zor değil. Yeni Şafak da bu kuralın dışında kalmadı ve Hanefi Avcı’dan medet umar oldu.

Sevgili izleyiciler, bu ibret verici durumu anlatıyorum, ama bundan bir sonuç çıkarmak zorundayız. İktidarın yayın organı Yeni Şafak gazetesi eğer bugün Hanefi Avcı’yı manşet yapıyor ve onun verdiği bilgelere sığınarak cemaatin ne beter bir şey olduğunu anlatıyorsa Ergenekon, Balyoz ve türevi bütün davaların çöktüğü bir kere daha kanıtlanmış demektir.

Artık dün orduyu yok etmek için operasyonlar yapan, Türkiye’nin vatanseverlerini aydınlarını, gazeteci ve yazarlarını, sendikacıları, akademisyenlerini zindanlara dolduranlar bile bütün bunların sahte belgelerle, uyduruk delillerle, parayla tutulmuş ihbarcılarla, oluşturulan dijital verilerle kotarıldığını biliyorlar. Zaten bunu saklamıyorlar da. Çünkü şimdi başları fena halde dertte ve kurtulmak için eskiden yapılan bütün ahlaksızlıkları itiraf etmek zorundalar.

Bu nedenle, artık tamamen çöken bu davalarda ister mahküm edilmiş ister halen tutuklulukları devam eden herkesin derhal serbest bırakılması gerekiyor. Yasa çıkarmak, yasa için formüller aramak bile aslında gereksiz. Herşey ortada. Bizzat Başbakan “İçerde yüzlerce suçsuz insan yatıyor” demedi mi?

Ben bu nedenle yapılan bazı tartışmalara da katılmıyorum. Ergenekon Balyoz sanıklarının derhal serbest bırakılmasını istemek, bunun için formüller üretmeye çalışmak, AKP’nin çırılçıplak yakalandığı yolsuzluk olaylarını örtbas etmek ya da gündemi değiştirmek anlamına gelmez. Evet AKP iktidarı, şimdi içine düştüğü bataklıktan kurtulmak için “Bize oyun oynayanlar eskiden orduya, ülkenin vatanseverlerine tuzak kuranlarla, komplo yapanlarla aynı, biz de oyuna geldik” diyerek yolsuzluk iddialarının da sahte olduğunu savunabilirler. Bırakın savunsunlar. Herşey ortada Ergenekon ve Balyoz’da ve diğer davalarda yapılan ahlaksızlıklar sahtekârlıklar, komplolar alenileşti. Artık vicdanı körelmiş olanlar bile bu gerçeği biliyor.

Ama unutmayın, bugün ortaya çıkan yolsuzluklar, hırsızlıklar sahte değil, paralar, kasalar, rüşvet pazarlıkları gün gibi ortada. Yani istedikleri kadar çırpınsınlar, bundan kaçamazlar. O halde önce şu zindanlarda esir tutulanlar dışarı bir çıksın, özgürlüklerine bir kavuşsun, ondan sonra iktidar istediği bahaneyi ileri sürsün. Bakalım becerebilecekler mi?

Bugün son olarak söylemek istediğim bir şey daha var. Ülkeyi her alanda bölmeyi başaran iktidar şimdi ortaya dökülen pislikler konusunda da ülkeyi bölmeye çalışıyor. Son günlerde iktidara yönelik her eleştiriden sonra “Sen de mi cemaatçi oldun?” gibi saçma sapan bir suçlamayla karşılaşıyorum. Bu sadece benim için geçerli değil, iktidarın düştüğü bataklığı anlatan herkese yönelik bir saldırı.

İktidar bataklıktan kurtulmak için cemaat bahanesine sığınarak devleti tamamen ele geçirmek ve tam bir tek parti diktatoryası yaratmaya çalışıyor. Bunu açık eden herkese de cemaatçi yaftası yapıştırmaya kalkıyor.

Şurası iyi bilinmeli ki, cemaatin devleti nasıl ele geçirdiğini yıllardır yazıyoruz ekranlarda anlatıyoruz. Üstelik bu şimdiki iktidarla da sınırlı değil. Daha 1990’lı yıllarda da bu tehlikeye dikkat çekmeye çalışmıştım hatta cemaat o tarihlerde bugünkü kadar gözle görünür bir güce sahip olmamasına rağmen çeşitli kanallardan baskı uygulamaya çalışıyordu. Hiç unutmam, 28 Şubat sürecinde şeriatçı tehlike konusunda medyada Erbakan’a yönelik saldırılar varken ben ısrarla “Cemaati unutmayın” diye yazıyordum ve bu nedenle askerden bile uyarı gelmişti. O günkü Genel Yayın Müdürüm “şu cemaate fazla bulaşma bu askerler seni oyacak ona göre” demişti. Bu nedenle ne AKP iktidarını zora sokuyor diye cemaate sempati gösteririm ne de devlet içinde devlete nihayet savaş açan AKP’ye karşı suskun kalırım. Çünkü asıl hedef Türkiye’yi ikisinden de kurtarmaktır. Bize yeni Türkiye diye yutturulmaya çalışılan bu meşum dönemi atlatmamız gerek bir an önce.

Ne cemaat AKP