Farkında mısınız devlet çöküyor
İyi akşamlar sevgili izleyiciler, 15 Ocak’a geldik. 17 Aralık’tan bu yana neredeyse tam bir ay geçti. Bu süreçte neler söylenmedi, neler yapılmadı, neler ifşa edilmedi ki?
Peki ne oldu? Hiçbir şey.
Başbakan devlet içinde devletten, paralel yapıdan söz ediyor. Ara sıra coşuyor, savcılar için hakimler için hatta kimi işadamları için “işte suç duyurusu yapıyorum” diyor.
Peki ne oluyor? Hiçbir şey.
Oysa her gün bir şey oluyor.
Bu olanlar ne?
Bir tarafta iktidar, bir tarafta cemaat ha bire birbiri aleyhine belge bilgi saçıyor etrafa.
Bir gün MİT’in Paris cinayetini işlettiğine ilişkin bir ses kaydı dinliyoruz ertesi gün bu kez Fethullah Gülen’in bir holding patronu gibi sağa sola emirler yağdırdığının ses kayıtları geliyor önümüze.
İktidar kanadı dünyaya karşı “Biz El kaide’yi falan desteklemiyoruz hatta tam tersine ona karşı sürekli operasyonlar yapıyoruz” diyerek bir arama ve gözaltı şovuna kalkışıyor, aynı ekipte yer alan cemaat grubu fırsat bu fırsat deyip Erdoğan’a çok yakın İHH denilen sözde yardım kuruluşunu basıp bilgisayarlara el koyuyor.
Hükümet bunun intikamını birkaç saat içinde alarak bu operasyonu yapan polisleri hemen açığa alıyor ama o sırada İHH’nın bilgileri çoktan cemaatin eline gitmiş bile. Herhalde önümüzdeki günlerde bu el konan bilgisayardan çıkan hayret verici bilgileri kamuoyu ile paylaşırlar.
Sevgili izleyiciler, aslında bütün bu yaşadıklarımız devletin çöküşüdür.
Aslında başbakan’ın söylediği çok doğru bir söz var. Ne dedi Salı toplantısında “17 Aralık tarihe bir kara leke olarak geçecek.” Aynen öyle. 17 Aralık cumhuriyet tarihimizin kara günüdür, o gün demokrasiye, hukuka, insan hak ve özgürlüklerine, cumhuriyete kocaman bir kara leke sürüldü.
Ama başbakanın kastettiği gibi kimi vatan hainlerinin hükümeti yıkmak için darbe girişiminde bulundukları gün değil 17 Aralık. O tarih hukukun ayaklar altına alındığı, ülkeyi yöneten kişinin “benden büyük yok, ben ne istersem o olur” diyerek tüm yolsuzlukları, hırsızlıkları, ortaya çıkan onca belgeye bilgiye rağmen inkar ettiği ve suçluları koruma altına aldığı gündür.
Başbakan’ın “aranmakta” olan oğlunu herkese nispet yaparcasına makam arabasına alıp gezdirmesi, “sıkıysa gelin alın” edası ile bir de üstüne savcılara hakimlere ateş püskürmesi hayali bile mümkün olmayan bir olaydır. Hani başbakanın ünlü bir deyimi var ya, “hayaldi gerçek oldu” diyor hep. İşte bütün bunlar da aslında hayal bile olamazdı ama ne yazık ki gerçek oldu.
Sevgili izleyiciler, başbakan bu ülkenin en tepe yöneticisi. Ama O sıradan bir vatandaş gibi sadece her şeyden şikâyet ediyor. Oysa bulunduğu makam şikâyet değil çözüm bulma makamı.
Eğer bir paralel devlet varsa, devlet içinde devlet oluşturulmuşsa, bir grup devletin içine virüs gibi girip her türlü melaneti işliyorsa, Başbakan bundan şikâyet edemez. Kimse bunlar kulağından tuttuğu gibi adaletin önüne koyar. Yargılanmalarını ve cezalandırılmalarını sağlar.
Oysa iktidar, gereğini yapmak yerine tıpkı çok şikâyet ettiği o paralel yapı gibi bel altından sindirme, kıstırma, zora sokma, perişan etme, itibarsızlaştırma, aşağılama operasyonları yapıyor.
Bakın örneğin dün yaşanan bir tanesi hem çok ibretlik hem de iktidar zihniyetini anlatması açısından çok manidar.
Türk Hava Yolları’nın cemaatçilerin finans kuruluşu olan Bank Asya’da külliyetli miktarda mevduat hesabı varmış. THY yönetimi iktidar cemaat kavgası çıkınca, tarafını belli etmek için olacak herhalde gitmiş bu mevduatı çekmiş.
Şimdi basit bir şey gibi görünüyor değil mi? Hayır öyle değil. Burada hem suç var, hem ahlaki zafiyet var hem de şimdi çok şikâyet ettikleri cemaatle aslında nasıl sıkı fıkı olduklarının itirafı var.
Birincisi, THY özelleştirme aşamasında, bir bölümü özel olan bir devlet kuruluşu. Böyle bir kuruluş 300 milyon lira gibi büyük bir miktarı neden Bank Asya’ya yatırır? Bank Asya normal bankacılık sistemi içinde değil. Her ne kadar normal bankalar hangi faizi uyguluyorsa, onlar da “kar payı” adı altında aynı kazancı sağlıyor ama, Bank Asya özünde “İslami bankacılık” denilen sistemin temsilcisi.
THY kamuoyunun parasını yönettiğine göre, hangi kıstaslara uyarak parasını Bank Asya’ya yatırmıştır.
Dediğim gibi Bank Asya her ne kadar aynı faizi kar payı olarak nitelendirse bile, sonuçta kazançta bir risk var. Yani bu banka faiz vermediği için “kazanırsak kar payı alırsın, kazanamazsak bir şey alamazsın” mantığı ile çalışıyor.
Bu durumda bir kamu kurumunun parasını böyle bir riske yatırması en hafif deyimiyle görevi kötüye kullanmak suçunu yaratır. Tabii aynı zamanda bu paranın belli avantalar karşılığında bu bankaya yatırıldığı dedikodularının da çıkması sürpriz olmaz.
İkincisi, THY hangi gerekçeye dayanarak parasını bir anda çekme kararı almıştır. Söz konusu rakam bir bankayı yıkmasa bile sarsabilecek, ama bir anda çekilmesiyle piyasalardaki itibarını düşürecek, güvenini sarsacak bir miktardır. Hiçbir kamu kuruluşu bir bankanın sarsılmasını sağlayacak operasyona imza atamaz.
Tabii THY yönetimi bu haberler üzerine bir açıklama yaptı bugün. Paranın çekildiğini doğruladı ama miktarın söylendiği kadar olmadığını ve bankada hala para bulunduğunu iddia etti. Parayı çekme gerekçesi olarak “döviz piyasalarındaki dalgalanma, THY’nin acil nakde ihtiyacının olması” gösteriliyor.
O zaman insan merak ediyor, THY’nin başka kaç bankada ne kadar parası var ve aynı gerekçeyle başka bankalardan da yüklü miktarda para çekildi mi?
Sevgili izleyiciler bunları Bank Asya’yı savunmak için falan söylemiyorum, işin içine düşmanlık girdiğinde iktidar zihniyetinin ne kadar vahşileşebileceğini gösteren ibretlik bir örnek olması nedeniyle anlatıyorum.
Bakın şimdi virüs, hain, haşhaşi, alçak olarak nitelenen cemaatle iktidar kan kardeş oldukları dönemde THY de aynı bugünkü gibi “yağcılık yalakalık” görevini yapıyordu. İyi günlerde THY için cemaatçilerden iyisi yoktu.
Hani şu dünyanın her yerine uçan THY var ya, nerelere uçtuğuna bir bakın. Cemaatin okul kurduğu her ülkeye THY de bir sefer açtı. Yolcu olsun olmasın, cemaatin okullarına böyle bir lojistik destek sağlanmış oldu.
THY yönetimi cemaatçi gazetecilere, tabii genel olarak bütün yandaş yalaka takımına özel kartlar dağıttı. Bir iki yıllık gazeteciler bile THY uçaklarına CİP denilen özel bölümden giriyor, uçakların ön sıralarında oturuyor, yurtdışı seyahatlerinde ekonomi bileti alıp business clasta uçuyor.
Şimdi THY yönetiminin cemaatçi gazetecilerin bu kartlarını iptal edilmesi de gündeme gelebilir. Şimdi aklıma geldi, birkaç yıl önceydi. Ankara’da bir toplantıya gidiyordum. Chek-in’deki görevli “Can Bey siz de mi cumhurbaşkanının davetine gidiyorsunuz?” diye sordu. “Yok” dedim “Nereden çıktı?” Görevli “Resepsiyon varmış, uçakta sizden başka 19 gazeteci daha var” karşılığını verdi.
Resepsiyonu Cumhurbaşkanı veriyor. Yani Abdullah Gül. Eh Abdullah Gül beni çağıracak değil ya, belli ki ne kadar yandaş yalaka varsa toplamıştır.
Neyse uçağa bindim, ortalıkta tanıdık hiçbir yüz yok, gazeteci takımından tabii. Uçağın kalkmasına az bir zaman kala birden kapıdan bir grup girmeye başladı. Hepsi ceplerinde gazeteci kartı taşıyan, ama gazetecilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan yandaş yalaka tipler.
Bunların THY’den aldıkları özel kartlar var ya, ayrı yerden giriş yapıyorlar uçağa da özel bir araçla getiriliyorlar. Ve tabii uçağın kalkmasına çok az bir zaman kala bindiriliyorlar ki, içerde fazla beklemesinler.
Yani diyeceğim, iktidara yakın olmanın herkes tarafından bilinmeyen böyle ayrıcalıkları da vardır. Neyse fazla dedikodunun gereği de yok.
Sevgili izleyiciler, o kadar çok şey oluyor ama hiçbir müeyyide de yok dedim ya, tabii herkes merak ediyor, “bundan sonra ne olur?” diye.
Valla açıkçası ben de tam bilemiyorum ama bildiğim bir şey varsa, bu öyle devam etmez. Bir yerde çatlar. Hep söylediğim gibi önümüzdeki günlerde öyle bir şey yaşarız ki, hiçbirimizin aklına gelmeyen bir şey olur bu ve birden her şey alt üst olur.
Örneğin ben Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ne yapar anlamıyorum. Başbakan hergün ekranlardan avurtlarını patlatarak bağırıyor “Bu savcılar suç işliyor, emirleri içerden almıyorlar, yurtdışı güçlerin maşası oluyorlar, işte buradan yine söylüyorum, suç duyurusunda bulunuyorum” diyor.
Eee, ne oluyor bu suç duyuruları? O Adana’daki savcıya ne oldu? Hani Başbakan’ın “hain” dediği, Reyhanlı’ya 7 gün gitmeyip de, silah taşıyan TIR’ı yakalamak için atlayıp Antakya’ya giden savcıya ne yapıldı?
Silah yüklü TIR deyince aklıma geldi, o TIR’dan hala haber yok. Başbakan “Hedef MİT” diyordu, tamam onu anladık da TIR nerede? Gümrük Bakanı “Böyle bir TIR’ın gümrüklerden çıkışı olmadı” açıklaması yaptı. TIR çıkmadıysa nerede? Türkmenlere yardım gitmedi mi?
Bu konuyu bilmiyoruz ama bugün Suriye’de El Kaide militanlarının, yüzleri maskeli, omuzlarında otomatik tüfekler asılı El Kaide militanlarının Türkiye’den giden bazı yardım malzemelerini dağıtmasının görüntüleri yayınlandı. Bu El Kaidecilere yardım malzemelerini kim gönderiyor, bunlar da mı MİT’in bilgisi dahilinde. Eğer öyleyse hani Türkiye’nin El Kaide ile hiçbir bağlantısı yoktu?
Sevgili izleyiciler bugün son olarak hapishanelerde rehin tutulan vatanseverlerin durumuna da değinmek istiyorum.
Öncelikle Fatih Hilmioğlu ve emekli general Levent Ersöz çok ağır hastalar ve hala cezaevinde tutuluyorlar. Hilmioğlu bugün yine hastaneden çıkarılıp Silivri’ye gönderildi. Bu nasıl bir adalet anlayışıdır bu nasıl bir vicdandır anlamak mümkün değil.
Bunun ötesinde Başbakan birkaç kez Ergenekon ve Balyoz davalarına atıfta bulunarak “çerde tutulan masumlardan” söz etti. Bu davaların hileyle, sahtekârlıkla, düzmece belgelerle kotarıldığını söyledikten sonra “imzasız ihbar mektuplarının da ne olduğunu bugün anladık” dedi.
Dedi de, müeyyidesi neden uygulanmıyor. Eski başbakanlardan Demirel’in çok güzel bir sözü vardı; “Fırat’ın kenarında kaybolan koyunun bile hesabını benden sorarlar” derdi. Bir başbakan bu ülkenin bazı vatandaşlarının günahsız yere hapiste tutulduklarını söylüyor ama hiçbir şey yapmıyor. Olur mu böyle şey? Bir başbakan vatandaşlarından herhangi birinin bir gün bile özgürlüğünden mahrum bırakılmasına razı gelemez, bu onun hem resmi hem ahlaki hem vicdani görevidir. Oysa başbakan sadece şikâyet ediyor ve “şimdi bana da bunu yapıyorlar” diye ağlak bir ifadeyle durumdan kendisine mağduriyet çıkarmaya çalışıyor. Ama yeter artık. Yeter artık bu mağduriyet edebiyatı, biraz da eylem görelim.
Evet bu akşam da bu kadar. Yarın tekrar görüşmek üzere hepinize iyilikler dilerim. Hoşça kalın.
Can Ataklı
ulusalkanal.com.tr