Yargı bağımsızdır, tarafsız değil yasalardan yana taraftır
İyi akşamlar sevgili izleyiciler. Bugün yine günlerden Salı yani Meclis’in en şenlikli günü. Partilerin grup toplantıları vardı ve liderler yine kürsülerdeydi.
AKP Grup toplantıları artık iyice miting havasında yapılmaya başlandı. Erdoğan artık nerede olursa olsun karşısında mutlaka kendisine tezahürat yapan bir kalabalık görmek istiyor. Sanıyorum artık ancak böyle ortamlarda daha rahat konuşuyor kendine güven geliyor.
Aslında Meclis kurallarına göre milletvekili olmayanların o çatı altında bırakın tezahürat yapmayı yüksek sesle konuşmaları bile olmaz. Bu sadece teamül olmasından değil, yüce meclisin saygınlığı açısından da önemlidir. Ancak AKP bu teamülü 2007 seçimlerinden sonra bozdu. Grup toplantılarına toplama kalabalıklar getirilmeye başlandı. Bu kalabalıklar sanki miting alanındaymışlar gibi sürekli tezahürat yapmaya başladılar.
Bu gösteriler ilk başladığında Meclis Başkanlığı koltuğunda Bülent Arınç oturuyordu. Arınç grup toplantısına getirilen grupların sanki stadyumdaymış gibi başlarındaki bir amigonun işaretiyle tezahürat yapmalarına karşı çıkmış ve gerekli önlemleri alacağını söylemişti.
Ama Arınç bu. Biliyorsunuz Arınç partisine ve hatta genel başkanına, başbakanına karşı ilginç çıkışlarıyla tanınır. Ama aynı Arınç önce bu tür çıkışlar yapar sonra Erdoğan’dan azarı işitince oturur oturduğu yerde. Yine aynen böyle olmuştu. Arınç tezahürat yapılmaması için parti grup liderleriyle görüştü ama Erdoğan öyle şiddetli tepki gösterdi ki Arınç yine oturdu oturduğu yere. Ondan sonra da her grup toplantısı AKP’nin miting meydanlarına dönüştü.
İlk başlarda CHP ve MHP bu amigolu grup toplantılarına karşı çıkmıştı, bunun Meclis’in saygınlığına gölge düşürdüğünü söylemişlerdi, ama sonra baktılar olmuyor onlar da aynı havaya girdi. Şimdi artık bütün grup toplantıları tıpkı stadyumdaki gibi amigolar şefliğinde lider goygoyculuğu içinde geçiyor.
Başbakan bugünkü konuşmasında yine esti gürledi. Yine paralel devletten, devlet içindeki çetelerden, şer odaklarından, ihanet edenlerden söz etti. Ama nedense bütün bu suçlamaların muhatabı hala yok ortada. Yani muhatabı var tabii, kimi kastettiğini biliyoruz da bir yaptırım yok. Sadece tehdit ve şantaj. “Geliyoruz haaa, vuracağız haaa, beyninizi dağıtacağız haaa” türü efelenmeler.
Bakın AKP’nin ikinci önemli adamı Bülent Arınç dün bakanlar kurulu toplantısından sonra demokrasiyle hukukla hiç ilgisi olmayan sözler sarf ederek paralel yapı dedikleri cemaate saydırdı yine. “Biz yoksak siz de yoksunuz” dedi. Tercümesi şu; “Hayaldi gerçek oldu, biz iktidara geldik. Siz bizim iktidara gelmemiz sayesinde değer ve önem kazandınız. Ama eğer biz bir gidersek bilin ki siz de gideceksiniz ve bir daha da gelemeyeceksiniz.”
Oysa sevgili izleyiciler bu iktidar laf olarak her gün 100 kere demokrasiden hukuktan söz ediyor. Peki bu nasıl bir demokrasi ve hukuk anlayışıdır ki “biz yoksak siz de yoksunuz” diyebiliyorlar. Demokraside hukukta var mı böyle bir şey. Bakın kendi içlerinde bir anlamı olan bu cümle aslında demokrasi ve hukuka karşı ne denli saygısız olduklarının demokrasi ve hukuka asla inanmadıklarının, tek amaçlarının ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak ve Türkiye’yi sadece kendi zihniyetlerinde yönetmek olduğunun bir kanıtıdır.
Değerli izleyiciler, Başbakan da aslında pek çok konuşmasında demokrasi ve hukuk konusundaki samimiyetsizliklerini farkına vararak varmayarak dile getiriyor. Örneğin son günlerde diline çok doladığı bir söylem var. Diyor ki Başbakan; “Biz bağımsız yargıdan yanayız, ama sadece bağımsızlık yetmez, yargının tarafsız da olması gerek, tarafsız olmayan yargı olmaz.”
Bu cümle ilk duyulduğunda mantıklı ve doğru gibi geliyor değil mi? Oysa hiç de değil. Başbakan kelime oyunu yaparak bu ülkenin fazla düşünmeyi sevmeyen, eğitim ve kültür açısından da geri kalmış ama ne yazık ki büyük bir nüfusa sahip kesimine hitap ederek müthiş bir popülizm yapıyor.
Yargı bağımsızdır. Nokta. Bir de tarafsız olması diye bir şey söz konusu olamaz.
Çünkü yargı bir, anayasa iki bu anayasaya göre yapılmış kanunlardan yana taraftır. Yargı, bağımsız yargı anayasa ve yasalardan taraf olarak adaleti sağlar. Bu kadar.
Yargının bütün medeni dünyadaki simgesini biliyorsunuz değil mi? Gözü kapalı bir kadın, bir elinde terazi bir elinde kılıç tutuyor. Bunun anlamı şudur: Yargı kimi yargıladığını bilmez. Önüne gelen konuyu terazide tartar, ölçer biçer ve kararını verir. Yargı için, kimin hangi siyasi görüşü olduğunun, hangi inanca sahip olduğunun, cinsiyetinin, renginin, dilinin bir anlamı yoktur. Yargıya göre herkes eşittir, anayasa ve yasalar çerçevesinde eşit hakları vardır.
Peki Başbakan, hiçbir literatürde olmadığı halde yargının tarafsızlığı kavramını nereden çıkarıyor. Aslında bir yerden çıkarmıyor sadece niyetini açıklıyor. Çünkü Başbakana göre tarafsızlık, kendisine yönelik davalarda yargının kendisinden yana olmasıdır. Başbakana göre yargı kendi lehine kararlar alıyorsa o zaman tarafsızdır.
Bunun örneklerini kimbilir kaç kere gördük kaç kere yaşadık. Başkaları için söz konusu olduğunda “bir suçun yoksa yargıdan niye korkuyorsun” diye üst perdeden konuşuyor Başbakan ama söz konusu kendi oğlu olunca “bu yargı tarafsız değil” diyebiliyor. Ve en önemlisi hakim durumunu kullanarak “bu yargı tarafsız değil, bu nedenle oğlumun ifadesini alamaz” diyerek ortada ne hukuk ne adalet bırakmıyor.
Bu konuda bir şey daha söylemek istiyorum. Dediğim gibi yargı anayasa ve yasalardan yana taraftır. Bu tarafsızlığı ise ancak iktidarlar bozabilir. İktidarlar dışında yargıya müdahale edebilecek, tarafsızlığını gölgeleyebilecek bir güç yoktur.
Başbakan şimdi başındaki yolsuzluk suçlamaları nedeniyle yargıyı hedef tahtasına oturttu. Ne diyor başbakan “paralel bir yapı var. Bunlar istedikleri yapılanmaları sahte belgelerle, isimsiz imzasız ihbar mektuplarıyla gizli tanıklarla dağıtıyorlar, hapse attırıyorlar.” Bu doğru mu? Evet, doğru, özellikle son beş yıldır bunun örneklerini defalarca gördük. Ama dikkatinizi çekerim, bu dönemde iktidarda AKP vardı. Onların müdahil olmaması halinde yargının istenmeyen kişilere karşı bu kadar fütursuz davranması mümkün olabilir miydi? O savcılar, hakimler, polis müdürleri özenle seçildi, görevlendirildi yetmedi özel yasalarla özel yetkilerle donatıldı. Sonra “haydi aslanlarım, ne istiyorsanız öyle yapın, hukuka yasalara hatta anayasaya uymanıza hiç gerek yok” dendi. Onlar da saldırdılar da saldırdılar.
Sonra ne oldu. Gün geldi iktidar kendi yerleştirdiği adamlarla ters düştü. Onca yıl iktidar ve yandaşlarının baskıyla örtbas ettirdiği, medya kullanılarak saklanan yolsuzlukları, usulsüzlükleri, görev ihmalleri ve kötüye kullanmaları poseftik patlaması gibi ortalığa saçıldı. İktidar elbette çok şaşırdı. Alışmadığı bir durumla karşı karşıya kalınca “vaaaay bu ne biçim yargı, yargı tarafsız olmalı” haykırışları başladı.
Oysa durumda bir değişiklik yoktu. İktidarın elinde oyuncak olan yargı bu kez kendisine yönelmişti hepsi bu. Kısacası yargının tarafsız olmasını isteyenler, yargıyı yargı olmaktan çıkaranlarla aynı kişiler. Bu nedenle şimdi hayıflanmalarının, sızlanmalarının hiçbir anlamı yok. Yargıyı bağımsız bırakarak demokrasi ve hukuka inanıyor olsalardı şimdi bunların hiçbiri başlarına gelmemişti. Doğal olarak Türkiye de bugünkü gibi uçurumun kenarına gelmemiş olacaktı.
Değerli izleyiciler, dün de sözünü etmiştim, MHP’nin Esenyurt’taki, dünkü canlı yayında dilim sürçmüş Esentepe demişim, ben de sonradan fark ettim ama iş işten geçmişti bu nedenle özür dilerim, işte Esenyurt’taki seçim bürosu silahlı saldırıya uğradı, maalesef bir kişi can verdi bu saldırıda.
Dün “Bunu sakın provokasyon bahanesinin arkasına geçip savuşturmayın” demiştim. Bugün olayla ilgili bazı kişilerin yakalandığını öğrendik. Ama işte bir gariplik var. Bazı çocuklar MHP konvoyuna taş atmış, küfür etmiş, MHP’liler bu çocuklardan birini yakalamış ve dövmüş, o çocuklar da gidip ailelerine haber vermişler, sonra bu aileden bir grup toplanıp seçim büronsun önüne gelip protesto gösterisi yapmışlar. Arbede çıkmış, sopalar bıçaklar çekilmiş, bu arada kimliği belirsiz biri de silah çıkarıp ateş etmiş.
Eğer olay bu kadar basitse bir şey diyemeyeceğim. Ama yine de bir ailenin basit bir çocuk dövme olayının ardından bir siyasi partinin seçim bürosunu üstelik çok kalabalıkken ve İstanbul adayı da içerdeyken basmaya kalkışması bana o kadar da inandırıcı gelmiyor. Yani olay biraz daha derinine inilerek araştırılmalı. En azından o aile nedir ne değildir tam olarak ortaya çıkarılmalı.
Benzer bir olay da dün gece yaşandı. Kimliği belirsiz kişiler Şişli Belediye Başkanlığına ateş açtı. 15 boş mermi kovanı bulunmuş, binanın bazı camları da delinmiş kurşunlarla. Hiçbir anlamı olmayan bir saldırı bu. Herhalde birkaç el ateş edildiği için şu anda Şişli Belediye Başkanı olan CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mustafa Sarıgül korkup yarıştan çekilecek değil.
Peki niye oluyor bunlar, kim ne çıkar umuyor. Sevgili izleyiciler, bunun cevabını Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in sözlerinde bulabiliriz aslında. Gökçek fervasızca seçimlerden 15 gün önce siyasi kişilere suikastler olacağını söyledi. Gökçek’e göre partisi önemli değilmiş, kendisi de dahil bazı kişilere yönelik saldırılar olacakmış. Gökçek bu nedenle 5 tane mektup yazmış ve oğullarına bırakmış “Bunlar vasiyetim” diyor ama bu mektuplarda Türkiye’yi karanlık bir batağa çekmek isteyen şer odaklarının açıklaması varmış.
Şimdi ne demek bu? Gökçek suikast yapılacağı ihbarını nereden almış. Eğer gerçekten böyle bir ihbar varsa herhalde bunu oğullarına yazdığı mektuplarda saklaması kadar anlamsız bir şey olamaz. Eğer Gökçek şer odaklarını biliyorsa neden ancak bir suikaste kurban gitmeyi beklemektedir. Elinde televizyonu var, dileği zaman çıkıp Başbakanının hoşuna gidecek saçma sapan açıklamalar yapıyor, çıksın bunları şimdiden açıklasın. Türkiye bazı gerçekleri öğrenmek için neden Gökçek’in bir suikaste kurban gideceğini beklesin ki.
Ama amacı anlıyorsunuz herhalde. Bu iktidar artık her taraftan sapır sapır dökülüyor. Ancak bu tür korkutmalarla, dehşet tabloları yaratarak kamuoyu üzeride bir baskı oluşturarak iktidarlarının devamını sağlayabileceklerini umuyorlar. Ama inanın dikiş tutmaz artık. Bu halk sandıkları kadar saf değil.
Bugün son olarak PKK eylemcisi MİT elemanı konusuna değinmek istiyorum. Dün zaman bittiği için değinememiştim. İstanbul’da devam eden bir mahkemeye gönderilen yazıdan öğrendik ki, PKK’nın yaptığı bazı şiddet eylemlerinde bizzat MİT ajanları da yer almışlar. Bir Molotoflu saldırıda yakalanan kişi savcıya MİT elemanı olduğunu, bu iş için görevlendirildiğini anlatmış. Bu ifade mahkemeye de gönderilince iş açığa çıktı. MİT’in PKK içine provokasyon amaçlı ajan yerleştiğini belirlenmiş oldu.
İşte sevgili izleyiciler, hani Başbakan’ın tepesini attıran 7 Şubat 2012 olayı var ya, buydu. 7 Şubat 2012’de KCK soruşturmasını yürüten savcılar, bu yapılanmanın ağırlıklı olarak MİT tarafından kurulduğunu, örgüt içine yerleştirilen ajanların ne yazık ki ölümle de sonuçlanan bazı terör olaylarına karıştıklarını saptamışlar ve bu nedenle MİT müsteşarını da sorgulamak istemişlerdi.
İktidar bugün paralel yapılanmadan, devlet içindeki çetelerden söz ediyor ya, işte bunun kaynağı bu olaydı. Başbakan ve yandaşları tarafından Kürt sorununun çözümünde büyük katkısı olduğu ileri sürülen MİT aynı zamanda örgütü suça teşvik eden eylemlere de imza atıyordu. Böylelikle terörle bağlantıdan bir türlü kurtarılamayan Kürt hareketi köşeye sıkıştırılmak isteniyordu.
Yargı bu oyunu görünce doğal olarak müdahale etmişti. Bu da Başbakan’ı çileden çıkarmıştı. Çünkü sonuçta yapılan iş ajan provokatörlüktü ve bunu yapan istihbarat örgütü direk Başbakan’a bağlıydı. Yani ortada bir suç varsa bunda Başbakanın da rolü vardı.
Başbakan çok hızlı hareket ederek gece yarısı yasalar çıkartarak MİT’i koruma altına aldı. Aslında koruma altına aldığı kendisiydi. İşte o zamandan bu yana kamuoyunun pek hissetmediği bir kavga başladı. Bunun tam olarak açığa çıkması dershane tartışmasıyla başlayan kavganın kızışması ve 17 aralık operasyon ile zirveyi tırmanması sayesinde oldu. Yani diyeceğim şu ki, son günlerde Başbakan’ın öfke dolu sözlerini dinlerken bu gelişmeleri de düşünce süzgecinizden geçirin.
Evet bu akşam da bu kadar. Yarın yine aynı saatte görüşmek dileği ile hepinize sevgiler sunarım. Hoşça kalın…