Yüce Divan’a gitseler hapisten çıkamazlar
İyi akşamlar sevgili izleyiciler; şunun şurasında 4 saatimiz daha var. Ondan sonra 2013’e veda ediyoruz. Bakalım 2014 bize neler getirecek. Ben de öncelikle yeni yılınızı kutlamak istiyorum. Umarım ve dilerim 2014 geçmiş yıldan daha iyi, aha mutlu ve huzurlu geçsin.
Peki bu güzel dileklere rağmen umudum var mı? Var tabii. Belki bu dileklerin hemen yerine gelmesi için değil ama daha uzun vadede, uçurumun kenarına getirilen Türkiye’nin silkinip uyanması konusunda elbette umudum var, ki zaten hiç yitirmemiştim bunu.
Bu yıl neler olur? Cemaat iktidar kavgası nereye kadar uzanır, 11 yıllık baskı dönemi biter mi, Türkiye aydınlık yarınlara kavuşabilmek için ayağa kalkar mı?
Hepsi olacak sevgili izleyiciler, hiç merak etmeyin. Baskı ve zulüm tarih boyunca vardı ama şunu da çok iyi biliyoruz ki, bunu yapanlar hiç ayakta kalamadılar belli dönemlerde insanlara çok çektirdiler, hiç gitmeyeceklerini sandılar, kendilerini bir nevi tanrı gibi gördüler ama iyilik, haklılık adalet hep kazandı. Pek çok kişi üzüldü, ezildi, acılar çekti ama eninde sonunda toplumlar hep doğruyu, iyiyi haklıyı bulmayı başardı.
Unutmayın ki, 1919 koşulları çok daha kötüydü. Ülkemiz parçalanmış, egemenler ülkeyi satmıştı, halk sefalet içinde ne yapacağını bilemez haldeydi. Ama buna rağmen güneş gibi parlayan bir lider çıktı ortaya, Türkiye’yi makus talihinin içinden çekip çıkarıp geleceğe güvenle taşıyacak hamleyi yaptı.
Şimdi elbette öyle bir lideri beklemeyeceğiz ama, o büyük insanın yüreklerimize işlemiş, benliğimizi sarmış ilke ve devrimlerinin bize verdiği güçle bu badireyi de atlatacağımıza eminim. Sadece biraz daha sabır.
Sevgili izleyiciler önümüzdeki yıla geçmeden önce isterseniz şöyle bir yıl öncesinden başlayıp bugünlere gelelim. Hani bir eski siyaset adamı “Hafız-i beşer nisyan ile maluldür” demişti, yani insan unutur anlamına gelen bir sözdür bu. Unutuyoruz elbette, günlerin kendi dinamiği içinde yakın geçmişte olanları bile çoğu kez hatırlamakta zorlanıyoruz.
Neler olmuştu 2013’de. Hepsini saymak elbette zor ama bugün biraz not aldım, sizlerle paylaşmak isterim.
Ocak ayında Galatasaray Üniversitesi’nin tarihi binasında yangın çıkmıştı. Bir öğretim görevlisi odasındaki ısıtıcıyı açık unutup çıkmıştı ve o güzelim tarihi bina büyük oranda tahrip olmuştu.
1 Şubat’ta dehşet verici bir terör olayı ile sarsıldık. Bir canlı bomba Ankara’daki Amerika Büyükelçiliği’ne girmek istemiş ve kapıda kendini patlatmıştı. Ne yazık ki bir güvenlik görevlisi bombacıyla birlikte can vermişti.
11 Şubat’ta ise başımızın belası olan Suriye olaylarının bir uzantısını Cilvegözü sınır kapısında yaşadık. Bir otomobile bırakılan patlayıcı madde 13 can aldı.
Mart ayında kimliği belirsiz kişiler AKP Genel Merkezi’ne roketli saldırı düzenledi. Nedeni belirsiz tabii.
Yine Mart ayının herhalde en önemli olayı Nevruz kutlamalarıydı. Hükümetin açılım politikası çerçevesinde İmralı’daki terör örgütü liderinin mesajı Diyarbakır’da Türkçe ve Kürtçe olarak okundu.
Mayıs ayında bu kez Reyhanlı’da bir patlama oldu. Ne yazık ki 52 yurttaşımız bu alçak saldırıda hayatını kaybetti.
27 Mayıs’a geldiğimizde herhalde hiç kimsenin aklına AKP iktidarı için sonun başlangıcı olarak kabul edilecek çok büyük halk hareketinin başlayacağı gelmemişti. Ama o günün sabahı Taksim Gezi Parkı’nda Tayyip Erdoğan’ın dayatması ile AVM yapılması için ağaçların kesilmeye başlanmasına çoğunun yaşı henüz 25’i bile bulmayan gençlerin karşı koyması son yılların en büyük halk hareketinin de işaret fişeği oldu.
Bu arada bir parantez açayım 27 Mayıs sabahı benim de bir kızım dünyaya geldi.
1 Haziran günü Taksim alanındaydım. Polis 27 Mayıs günü ilk direnişi başlatan gençlere acımasızca davranarak onları Gezi Parkın’dan da Taksim’den de çıkarmıştı. Taksim’e doğru yürüyen 10 kişiyi gören polis hemen Tomaları harekete geçiyor ve insanların üzerine gaz bombaları yağdırıyordu.
Ama 1 Haziran farklıydı. Saat 15.00’e kadar Taksim’de su sıkılmadık ve gaz atılmadık yer bırakmayan polis, o dakikada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kadıköy mitingini iptal ettim ben de Taksim’e geliyorum” sözü üzerine geri çekilmek zorunda kaldı. Saat 15.00’de polisin geri çekilme kararı duyulduğunda, İstiklal Caddesi, Cihangir, Dolmabahçe, Harbiye yönlerinde biriken bir milyonun üzerinde insan bir anda alanı doldurdu.
Polis çekiliyordu ama, artık İstanbul’u yönetenlerin nasıl bir insanlık ve vicdan anlayışı varsa, alanı dolduran bir milyon kişinin üzerine son kez bir intikam atışı yaptılar. Yüz binlerce kişinin üzerine binlerce gaz bombası yağdı. Ama inanın artık kimse aldırmıyordu, her şeye rağmen, baskıcı iktidar Taksim’i boşaltıyordu.
İşte sevgili izleyiciler o an gözyaşlarımı tutamadım. Taksim’in tam ortasındaydım, her tarafımız gaz bulutuyla kaplıydı. Son beş yıldır her gün yazıyor, çıkabildiğim kadar ekranlara çıkıyor ve yapılan haksızlıkları, vicdansızlıkları, yanlışları anlatıyordum. Ama bir tepki alamamanın öfkesi de vardı içimde. “Neden bu millet sanki üzerine ölü toprağı dökülmüş gibi sessiz” diye yakınıyordum. Ama o gün, o yüz binleri görünce ister istemez haykırmışım “Ben yanılmışım, meğer kimse uyumuyormuş, kimsenin üzerine ölü toprağı dökülmemiş, herkes içinde biriktirmiş gününü beklemiş, işte şimdi herkes yüreğini buraya boşaltmaya gelmiş.”
O gün etrafımı saran ve henüz üç günlük olan bebeğimi adından ötürü “Peri kızımız nasıl?” diye soranlara “Kızım boşuna doğmadı, şimdi elbirliği ile onun ve diğer bütün çocukların geleceğini kurtarmak için el ele gönül gönüle birlikte olmamız gerek” demiştim.
Tam bir aya yakın sürdü Gezi kalkışması. Yüz binlerce insan gecesini gündüzünü Taksim’de, Gezi Parkı’nda geçirdi. Sonunda sonun başlangıcında olduğunu fark eden iktidar bir sabah polisleriyle, Tomalarıyla, gaz bombalarıyla yeniden Taksim’e saldırdı. Kendi çapında Taksim’i kurtardı. Orayı kendi aklınca temizledi.
Ama baskıdan zulümden, yolsuzluklardan, hırsızlıklardan bunalmış halkın yüreğindeki “siz bittiniz artık” düşüncesini silmediler silemeyecekler.
Ağustos ayında Ergenekon davasında kararlar açıklanırken bir süre sora Balyoz davasının Yargıtay aşaması da tamamlandı.
29 Ekim’de Marmaray açılırken, Başbakan güya demokrasi paketi diye sunduğu yeni kararlarla Andımızın kaldırıldığını, türbanın artık Meclis’te takılabileceğini açıkladı. Birkaç gün sonra da 5 AKP’li kadın milletvekili başlarına türban takarak Meclis’e girdiler.
10 Kasım, Atatürk’ün ölüm yıldönümü de iktidar için tam bir şoktu. Milli bayramların kutlanmasını yasaklayan, Atatürk anıtlarına çiçek konulmasına bile tahammülü olmayan iktidar, hiçbir organizasyon yapılmadan, insanlar otobüslerle taşınmadan, ellerine kumanyalar, paralar verilmeden, kendiliğinden, eline bayrağı alıp Ata’sına, Anıt Kabir’e koştması karşısında şaşkına döndü. Resmi turnike verilerine göre o gün bir milyon 100 binin üzerinde vatansever Anıt Kabir’i ziyaret etmişti. İktidar yalakaları hala o günün şokuyla Anıt Kabir’e gidenleri küçültücü ifadeler kulanmaktan çekinmiyorlar, kendi küçük zekalarıyla alay etmeye bile kalkışıyorlar. Geçelim.
Yılın son ayı, yani Aralık ise iktidar için tam bir kabus olarak geçti. 17 Aralık sabahı aralarında üç bakanın oğlunun da olduğu 87 kişi yolsuzluk yapmak, ihaleye fesat karıştırmak, çıkar amaçlı suç örgütü kurmak suçlamalarıyla gözaltına alındı. Üç bakan çocuğundan ikisi tutuklandı biri adli takibatla serbest bırakıldı, Halkbank Genel Müdürü de tutuklananlar arasındaydı.
Bu operasyonda evlerde kasalar, para sayma makineleri, ayakkabı kutusu içinde milyonlarca dolar bulundu. AKP şoktaydı ama Başbakan duruma el koydu. Yolsuzlukları yok sayarak yapılanın hükümeti devirmek için bir komplo olduğunu, dış güçlerin Türkiye’yi yok etmek amacıyla harekete geçtiğini, işin içinde Amerika’nın İsrail’in olduğun ileri sürdü. Ve bir de hedef gösterdi. Bugüne kadar her istediklerini yerine getirdiklerini daha önce övünerek anlattığı cemaatin aslında devlet içinde devlet kurduğunu, hükümete darbe yapmaya çalıştığını ilan etti.
AKP’nin bir bölümü şoku atlattı, yolsuzlukları, bulunan paraları, ayakkabı kutularını unutarak Başbakan’ın bu garip gerekçelerinin arkasına sığındı.
Elbette Başbakan sadece söylemde kalmadı. Çok hızlı harekete geçerek devlet içinde bir eylem başlattı. Yolsuzluk operasyonu yapan ne kadar polis varsa bir gecede hepsi görevden alındı yolsuzluğu soruşturan savcıların yetkileri ve hazırladıkları dosyalara el koydu, bundan sora kendisine haber verilmeden iktidara karşı hiçbir soruşturma açılamayacağını, operasyona kalkışılamayacağını ilan etti. Şimdi bugün de Danıştay’ın yetkilerini kısıtlamaya kalkan bir hazırlık içinde olduğunu öğrendik. Başbakan’ın işten attığı kişiler artık Danıştay kararıyla geri dönemeyecek bu yeni düzenlemeyle.
Sevgili izleyiciler bütün bunlar hukuksuzluktur. Ancak Erdoğan Türkiye’ye bir şey öğretti. O da bir başbakanın eğer her şeyi göze alırsa ne kadar güçlü olduğudur. Savcı bir soruşturma için polise talimat veriyor. Başbakan ise “olmaz” diyor. Polis kıpırdayamıyor bile. Soruşturma yapılamıyor ama aynı kaynaklar kiminle ilgili soruşturma olacağını kimin gözaltına alınacağını medyaya sızdırıyor, onlar ya kaçıyor ya da ortada delil melil bırakmıyor. Bunu sağlayan bizzat başbakan. İşlediği Yüce Divan’lık bir suç. Yargılansa belki hapisten çıkamayacak. Ama şu anda kimse buna engel olamıyor. Çünkü demokrasinin temel direği olan kuvvetler ayrılığı Başbakan’ın şahsi gücüyle ortadan kaldırılmış. İşte binlerce yıldır “hukukun üstünlüğü” prensibini koyan, koruyan, her şeye rağmen herkesin buna uymasını sağlayan binlerce aydın, filozof, devlet ve siyaset adamı bunu hiç düşünmemişler. Günün birinde birinin gelip bütün bu kuralları alt üst etmesi halinde ne yapılacağını bilememişler.
Türkiye’nin geldiği nokta budur. Artık tuz da kokmuştur.
Peki hesabı sorulmayacak mı? Elbette sorulacaktır. Biraz ağır olacaktır, biraz meşakkatli olacaktır, biraz tahribat yapacaktır, belki biraz can yakacaktır, mağdurlar oluşturacaktır ama hesap mutlaka sorulacaktır.
Sevgili izleyiciler 2014’e işte bu manzara ile giriyoruz. Sanıyorum hukuk tanımaz, demokrasiye aldırmaz, insan hak ve özgürlüklerine zerre değer vermeyen iktidar zihniyeti, içine düştüğü bataktan kurtulmak için belki de yarın sabahın erken saatlerinden itibaren görülmemiş bir intikam operasyonuna girişecektir. Bu uğurda göze alamayacakları yoktur. Ama artık nafile. Bütün bunlar kaçınılmaz sona gidişi hızlandıracaktır. Bunan hiç kuşkunuz olmasın.
Sevgili izleyiciler bir de bu yıl yitirdiklerimizi hatırlamak ve anmak istiyorum.
2013’te ilk kaybettiğimiz kişi Deprem Dede olarak bilinen Ahmet Mete Işıkara idi. Sonra gazeteci Mehmet Ali Birand yakalandığı hastalığa yenik düşerek aramızdan ayrıldı. Tekin Akmansoy, Metin Serezli, Müslüm Gürses, Metin Kaçan, Burhan Doğançay, Alev Sururi, Ferdi Özbeğen Nejat Uygur gibi sanatçılar da 2013’ün bize üzüntü yaşattığı isimlerdi.
Genç insanlara Atatürk’ü yeniden sevdiren, yazdığı “Şu Çılgın Türkler” kitabıyla Kurtuluş Savaşı’nda çekilen acıları, yaşanan fedakârlıkları bizlere yeniden yaşatan ve ne olduğumuzu bize öğreten Turgut Özakman da 2013’de yitirdiğimiz değerlerdendi.
Medya patronu Enver Ören, gazeteci dostlarımız Savaş Ay, Türkiye’yi kendi uçağı ile tepeden fotoğraflayan Murat Öztürk, akademisyenliğinin yanı sıra gazetecilikte de önemli hizmetler veren Toktamış Ateş’i de kaybettik.
Cumartesi annelerinin sembol ismi Berfo Ana oğlunun cenazesine kavuşamadan aramızdan ayrıldı ne yazık ki.
Bu saydığım ölümlerden bazıları zamansızdı elbette ama hepsi bir şekilde eceliyle ayrıldı aramızdan.
Ancak 6 genç daha var. Onlar iktidarın inatçı, dayatmacı, benden büyük yok tavrının kurbanı oldular. Cinayete kurban gittiler.
Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Mete Ayvalıtaş, Mustafa Sarı, İrfan Tuna, Ali İsmail Korkmaz bizzat Başbakan Erdoğan’ın verdiği talimatlar doğrultusunda aşırı şiddet kullanan polisin gaz bombalarına, tazyikli sularına, eli sopalı canilerine, işkenceyi bir zevk haline getiren polislere yenik düştüler.
Onlar gencecik idealist insanlardı Yürekleri sevgiyle doluydu. Ama sevgiden, vicdandan, demokrasi ve hukuktan, insan haklarından nasibi olmayanların alçak saldırılarına uğradılar.
Anıları hiç silinmeyecek.
Sevgili izleyiciler, yılın son gününde bir yılbaşı akşamında daha güzel, daha olumlu ve hatta keyifli şeylerden söz etmek isterdim. Ama yaşadığımız karanlık günler bize şu anda daha keyifli ve mutlu olmamıza olanak vermiyor.
Bu geceyi her şeye rağmen iyi geçirmenizi dilerim. Yarın çok farklı olacak.
Evet, bu akşam bu kadar. Yarın ben yine burada olacağım. Yine aynı saatte sizlerle birlikte olmak dileğiyle yeni yılınızı tekrar kutlar iyilikler dilerim. Hoş çakalın.
Can Ataklı
ulusalkanal.com.tr