Yazarı Olmayan Makaleler
Yazarı Olmayan Makaleler

ÖYM’ler demokrasi için değil İktidarın kendini kurtarması için kalkıyor

İyi akşamlar sevgili izleyiciler; iktidarın sona doğru gidişinde çok ilginç günler yaşıyoruz. Yolsuzluk şokunu üzerinden atmaya çalışan Erdoğan bu kez de ekonomi batağına saplandı. Merkez Bankası’nın faiz müdahalesine rağmen dolar istendiği gibi durdurulamadığı gibi borsa da kendini toparlayamıyor.

Başbakan’ın bu gelişmeler karşısındaki duruşu da dikkate değer. Çünkü Başbakan sanki hiçbir şey kötüye gitmiyormuş gibi davranmaya çalışıyor.

Oysa işin aslına bakarsanız Başbakan’ın İran’da gazetecilere yaptığı açıklamalar aslında hükümetin ekonomik bir kötü gidişe çok hazırlıksız yakalandığının da itirafı.

Bakın Başbakan ne diyor; “Bir defa faizin yükseltilmesine her zaman karşıyım. Ama şu anda Merkez Bankası böyle bir karar almış. Bana düşen biraz sabretmek. Nereye gidiyoruz bunu görmektir. Faizin tekrar geri dönüşü veya döviz kurlarında olumlu istikamette gelişme, Borsa İstanbul’da yükselme görmemiz halinde bu iyi niyetimizi korumak zorundayız.”

Ekonomi elbette uzmanlık alanım değil ama buradaki iyi niyet nedir, bunu anlamak çok zor.

Neyse devam edeyim Başbakan’ın sözlerine; “Ama aksi olduğunda iyi niyetimizi koruyamayız. Her zaman söylediğimiz yüksek faizin tek enstrüman olmadığıdır. B planı C planı noktasında bir çalışmamız olabilir. Belki birkaç hafta sonra böyle bir çalışmayı açıklayabiliriz. Alışılmışın dışında bir şey olsun istiyoruz. Dünyada uygulamaları var.”

Sevgili izleyiciler bu ifadeler Başbakan’ın çaresizliğinin itirafıdır. Neden biliyor musunuz? Başbakan aslında şikâyet ediyor, Merkez Bankası’nın faizleri artırmasından rahatsız. Peki bunun sorumlusu Merkez Bankası mı yoksa hükümetin uyguladığı ekonomik politika mı?

Merkez Bankaları bir ülkedeki para hareketlerini düzenler ve bunu yaparken iç hareketlerle dış hareketlerin uyum içinde olmasını gözetir. Yani Merkez Bankaları’nın alacağı kararlar dünya ile paralel olmak zorundadır aksi halde o ülkenin finansal güvenirliliği zedelenir.

Merkez Bankası faiz artırımına giderken, uluslar arası piyasalara da bakarak başka çare olmadığı için bu yola başvurmuştur. Merkez Bankaları kendi keyfine göre politika belirlemez. Ülkesindeki iktidarın ekonomi politikalarıyla dünyanın o sırada içinde bulunduğu konjonktür arasında köprü görevi görür.

Yani çok öz olarak anlatmak gerekirse, ülkenin ekonomi politikalarını iktidarlar belirler. Merkez Bankaları iktidarın politikalarına göre para, kur ayarlamalarını ve faizleri düzenler. Bunun dünya ile uyumunu sağlamak Merkez Bankaları’nın görevidir. Ve Merkez Bankaları bu işlevini görürken, iç dinamiklerden ziyade dış dinamikleri gözetmek durumundadır. Yani iktidarın ekonomi politikaları iyiyse Merkez Bankası için bir sorun yoktur. Sorun iktidar yanlışlar yapınca ortaya çıkar.

Eğer Başbakan Merkez Bankası’nın uyguladığı politikadan şikayet ediyorsa aslında dönüp kendi politikasını gözden geçirmek zorundadır. Merkez Bankası beğenmediği bir politika izlemişse, bunun kaynağı kendi ekonomi politikasındaki hatalardan kaynaklanmaktadır.

Çetrefilli bir konu tabii, anlatması da zor oluyor bu nedenle.

Ama gelin biraz geriye gidelim. Başbakan Gezi olayları başladığında bunun kendi hükümetine karşı bir komplo olduğunu ileri sürmüş ve faizlerin artırılması için çaba gösteren bazı güçlerin oyunuyla karşı karşıya kaldıklarını söylemişti.

Başbakanın deyimiyle velev ki bu iddia doğru olsun. Yani kendi çıkarları için faizlerin artmasını isteyen bir kesim toplumsal olayları kışkırtarak hükümeti zor durumda bırakmak istemiş olsun.

O halde madem siz bu oyunu gördünüz, hazirandan bu yan ne yaptınız diye sorma hakkımız yok mu? Eğer oynanan oyun görülmüşse, bunun önlemlerinin de alınması gerekiyordu. Oysa anladığımız kadarıyla Başbakan kendi söylediğine kendi de inanmamış olacak ki hazirandan bu yana hiçbir önlem almamış tam tersine kafasının dikine gitmiş ve sonunda ekonomi çıkmaza girmiş.

Başbakanın sözleri itiraf gibi diyorum ya, bakın ne diyor “iyi niyetimizi koruyamayız.” Ne demektir bu? Ülke yönetiyorsunuz, ekonomiyi kötüye götürmüşsünüz, bunun üzerine sizin hatanızı kapatmak için Merkez Bankası mecburen devreye girmiş. İyi niyet diye bir şey söz konusu olabilir mi?

Ayrıca “sabretmekten” bahsediyor Başbakan. Neye sabredecek acaba? Eğer ekonominin kötü gidişinden endişeleri varsa “iyi niyet” ya da “sabır” gibi bahanelerin arkasına sığınmaya gerek yok ki, o sözünü ettiği B planı C planı neyse zaten bunlara gerek kalmadan uygulamaya sokmalıydı.

Faizler artmış, döviz tutulamamış, borsa çökmüş, bütün bunlar halka enflasyon, iğneden ipliğe her şeye zam olarak yansımış, büyüme küçülmüş, sonra siz kalkıp B planından C planından söz ediyorsunuz. Bütün bunlara gerek kalmadan neden bu planlar aklınıza gelmemiş ki.

Değerli izleyiciler, Başbakan hani Bursa’daki toplantıya halogramla katıldı ya, yani sanal görüntüsü salonda hayalet gibi dolaştı ya, işte ekonomiyi de yıllardır böyle sanal görüntülerle ayakta tutmaya çalıştılar.

Sıcak para, aşırı borçlanma ve halkın neredeyse tamamını borç batağına batırma politikalarıyla sahte bir zenginlik, sahte bir milli gelir artışı sağlandı. Evet bugün düne oranla daha zengin görünüyoruz, alışveriş merkezleri tıklık tıklım, her tarafta dev binalar yükseliyor, yollar yapılıyor, metro inşaatları sürüyor, hızlı tren hatları genişletiliyor ve bunlar halkın bir bölümünü doğal olarak etkiliyor.

Vatandaş bu sanal ekonominin sihrine kapılmış gidiyor ama ne kadar borçlandığının acaba farkında mı?

Aslına bakarsanız vatandaşın bunu görmesi, anlaması çok da gerekli değil. Çünkü herkes yaşadığı günü baz olarak alır, günü kurtardıkça da mutlu olabilir. Sonuçta bugün her evde teknolojinin getirdiği tüm eşyalar var, çok uzun vadeli borçlanma sayesinde herkes bir ev bir araba sahibi olabiliyor. Hepsi borçla. Ülkenin yarıdan fazlası gelecek 8-10 yılını hatta daha fazlasını şimdiden satmış durumda. Elbette 10 yıl sonrasının parasını yerseniz bugün mutlu olursunuz. Ancak bu saadet zinciri gibi bir şeydir. Sonunda bir yerde duvara tosladığınızda neye uğradığınızı şaşırırsınız.

Değerli izleyiciler, bazen öfkeli sorularla karşılaşıyorum. Diyorlar ki “her şey bu kadar kötü giderken, yolsuzluklar ortaya saçılmışken, bakanların, çocuklarının, yakınlarının, iktidara yakın kişilerin birdenbire bu kadar zenginleşmesi karşısında nasıl oluyor da AKP’nin oyları düşmüyor, herkes mi kendini bir paket makarnaya satmış.” Pekçok kişi bunu söylüyor.

Evet, küçük çıkarlar karşısında oyunu yine AKP’ye verecek hatırı sayılır bir kitle olduğu kesin de, ama sorun başka yerde. Anlattığım gibi, herkes geleceğini satmış, bugün için sanal bir refaha kavuşmuş durumda. Bilinçaltı bir duyguyla, sorunun kaynağını önemsemeden hatta pek de anlamadan bunun bozulmasını istemiyor kimse. Milyonlarca insan kaçınılmaz sonun geleceğini belki görüyor görmesine de, bunun ne kadar geç olursa o kadar iyi olacağını da hesaplıyor.

Herkes zaman kazanmak, borcunun önemli bir bölümünü bitirmek ve kriz günü çırılçıplak yakalanmamak telaşı içinde. Bu da ister istemez “aman istikrar bozulmasın, bunlar iyi kötü götürüyor işi” mantığının öne geçmesine yol açıyor.

Diyeceğim olayı biraz da bu yönden görmeye çalışın. Tabii buna rağmen bu hep böyle gidecek de değil. Artık bıçak kemiğe dayanıyor hatta bazı kesimlerde bıçak kemiği de kesmeye başladı. Bu da “artık ne olursa olsun, yetti be” seslerinin daha yüksek çıkmasına neden olacaktır.

İktidarın, özellikle Başbakan’ın gördüğü de bu. Artık milletin “yetti be” aşamasına geldiğini fark ettiler, kesin çöküşü, gidişi görüyorlar, panik bu yüzden.

Sevgili izleyiciler, ekonomide durum buyken, siyasette de çok sıcak anlar yaşıyoruz. Başbakan’ın kendi başarısızlığını örtmek için ortaya attığı “paralel devlet, devlet içinde devlet, çeteler, ihanete varan uygulamalar, dış güçler, komplo” diye tanımladığı olaylar artık kendi gücünü de aşan boyuta vardı.

Şimdi iktidar müthiş bir çırpınış içinde, örneğin özel yetkili mahkemeleri kaldırıyorlar, aslında güya kaldırmışlardı ama yeniden bir düzenleme yaparak tamamen kurtulmak istiyorlar.

Lafı hiç uzatmadan söyleyeyim, bu girişim asla demokratikleşme amacı taşımamaktadır. Bu sadece ve sadece iktidarın kaçınılmaz sonları geldiğinde kendilerini kurtarmak için şimdiden önlem almalarıdır.

Yıllardır şunu söyledim; Bu iktidar çok kötü bir şey yapıyor. İktidarını sürdürmek, kendi zihniyetinde bir Türkiye yaratmak ve Türkiye’yi, Türkiye Cumhuriyetini dönüştürmek için demokrasi ve hukuk kurallarını askıya alarak, ama bunu sanki demokrasi ve hukukun gelişmesi için yapılıyor göstererek müthiş yol aldılar.

Taşeron olarak kullandıkları içi içe oldukları bir dini yapılanmanın marifetiyle muhalefeti sindirdiler, aydınları, yurtseverleri zindanlara doldurdular, medyayı baskı altında tutarak gerçeklerin ortaya çıkmasını önlediler.

Ama uyguladıkları kirli yöntemler yol olacaktır. Bir gün iktidardan düştüklerinde, kendi açtıkları o kirli yolun kurbanı olacaklardır. Başkalarına yaptıkları her şey kendi başlarına da gelecektir. İşte o zaman hukuk demokrasi diye ağlaşacaklardır.”

Böyle dedim yıllardır. İşte şimdi o “yol olur” dediğim uygulamalar kendi başlarına dert oldu. Çıkardıkları yasalarla, torba yasalarla, oluşturdukları katalog suçlarla, istemedikleri herkesi organize suç örgütü üyesi, terör örgütüne üye olmak bahanesiyle suçladılar. Hapishaneleri doldurdular. Hapse atamadıklarının itibarını yerle bir ettiler, gururlarıyla oynadılar, binlerce kişiyi işsizliğe mahküm ettiler.

Gün ola harman ola denir, işte şimdi o “yol olur” dediğim gibi bu kez AKP’liler aynı yöntemlerle soruşturmaya uğruyor. Tutuklama silahı şimdi AKP’ye ve yandaşlarına döndü.

İktidar, şimdilik devlet gücünü kullanarak bunları savuşturmaya çalışıyor ama öte yandan da yasalarda çok hızlı bir revizyona giderek, ileride başlarına gelebilecek tehlikeyi şimdiden önlemeye çalışıyor.

Bu yeni yasal bazı düzenlemeler elbette bugüne kadar haksızlığa uğrayan, yıllarını hapishane zindanlarında geçiren yurtseverlerin özgürlüklerine kavuşmasına yarayacaktır elbette ama, bu kez gerçekten suçlu olan, yolsuzluk batağına batmış olan iktidar yandaşlarını da kurtaracaktır. Bunu da sadece bilmemiz için söylüyorum.

Sevgili izleyiciler, birkaç notaya daha kısa kısa değinmek istiyorum. Örneğin Fenerbahçe Konya maçından sonra polisin yaptığı operasyonda gözaltına alınan 6 taraftara bir yıl boyunca maçlara girmeme cezası verildi. Cezayı veren mahkeme değil, çünkü yeni sporda şiddet yasasına göre bunun kararını direk emniyet verebiliyor.

Peki, ne yapmış bu taraftarlar da bir yıllık ceza almışlar. Çok basit, bu taraftarlar, on binlerce taraftar gibi maç sırasında “Her yer Taksim, her yer direniş” sonra “Her yer rüşvet her yer yolsuzluk” diye bağırmışlar. Üstelik bir de “Tayyip istifa” sloganı atıp “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye haykırmışlar.

Bundan ala suç mu olur? Maça baltayla, dönerci bıçağı ile palalarla gelebilirsiniz ama “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağıramazsınız. Polise göre bunlar suç. Bu günler de geçecek.

Bir de bugünkü Sabah Gazetesi’nde “Pensilvanya’ya biat mektupları” başlıklı haber gördüm. Bazı kaymakamlar, devlet memurları, akademisyenler Fethullah Gülen’e mektuplar yazarak bağlılıklarını bildirmişler. Sabah Gazetesi’nde bu mektupların kupürleri var.

Anlamadığım şu; bu mektuplar gerçekten mektup olarak yazılmış. Yani adam oturmuş kâğıdı kalemi eline almış, mektubu yazmış, zarfa koymuş ve Pensilvanya’ya göndermek üzere postaya vermiş. Peki, bu mektupların asılları Sabah Gazetesi’nin eline nasıl geçmiş? Telefon dinlemeleri, e posta izlemeleri, ortam dinlemeleri olsa anlarım. Ama demek ki burada ya hırsızlık var ya da içerideki bir köstebek mektupları alıp vermiş. Ya da şu olabilir; zamanında bunlar iç içeydi, her şeyleri ortaktı bu nedenle bu mektupları korumak için bir önlem almamışlar, şimdi birbirleriyle papaz olunca ellerindeki mektupları yayınlamakta bir beis görmüyorlar.

Ama bu şunu da gösteriyor, tam tahmin ettiğim gibi iktidarla cemaat arasındaki savaşta artık geri dönüş yok. Bence bunlar iki taraf için de daha iyi günler. Yakında kim bilir daha neler çıkacak. En iyisi bekleyip izlemek.

Sevgili izleyiciler, aslında bugün sizlere yargıda ve poliste yapılan operasyonların iç yüzünü anlatacaktım. Ama yine laf lafı açtı, lafı tam oraya getirecekken getiremedim, artık onu da yarın anlatırım. Tayyip Erdoğan neden çok korkuyor, “asıl hedef benim” demesi ne anlama geliyor, artık yarın çok geniş biçimde anlatırım. Çok geniş anlatırım diyorum, çünkü yarın günün yorumuyla Halil Nebiler’le birlikte yaptığımız Çift Vuruş aynı anda başlayacak. Zamanımız daha bol. Bütün ayrıntıları sizlerle paylaşırız.

Bugünlük hepinize iyilikler dilerim. Hoşça kalın….

ÖYM ler demokrasi değil İktidarın kendini için kalkıyor