Halkbank’taki para aklama bir devlet operasyonudur
İyi akşamlar sevgili izleyiciler; ne müthiş günler yapıyoruz değil mi? Cumartesi Pazar geçti, ortalık toz duman. Cuma akşamı önce günün yorumunda sonra da çift vuruşla karşınızdaydım. O programlar bitinceye kadar henüz tutuklama haberleri gelmemişti biliyorsunuz. Sonra ortalık bir karıştı pir karıştı.. Başbakan cumartesi ve pazarı sesinin kısılması pahasına 8 ayrı konuşma yaparak geçirdi. Hepsi televizyonlardan canlı yayınlandı. Topladığı kalabalıklar da hatırı sayılır büyüklükteydi. Elbette devlet gücüyle toplama kalabalıklar olduğu da söylenebilir ama belli ki toplumun bir kesimi hiçbir şeye aldırmadan Tayyip Erdoğan’a destek veriyor.
Sevgili izleyiciler, Erdoğan bu taktiği ilk kez uygulamıyor. Daha önce de denedi. İşin garibi sadece biz değil, aklı başında herkes Erdoğan’ın yaptığının yanlış olduğunu biliyor, görüyor ve söylüyor, ama Erdoğan toplumun bizlerin pek aklının almadığı çok ince bir noktasını yakalamış. Oradan yürüyor ve sonuca da ulaşıyor.
Hatırlayın, Gezi direnişinde de bu taktiği uygulamıştı. Önce hiçbir şey olmamış gibi davranmış, üç beş çapulcu demişti, sonra işin tersine çevirerek ataklara kalkarak halkın taleplerini dış güçlere, faiz lobisine falan bağlamıştı.
Aradan iki ay geçtikten sonra bir de baktık ki toplumun önemli bir kesimi Erdoğan gibi düşünmeye ve ona destek vermeye devam ediyor.
Şimdi de aynı durumla karşı karşıyayız. Ortada ayakkabı kutularına gizlenmiş milyonlarca dolar, euro var, bakan çocuklarının evlerinden kazalar para sayma makineleri çıkıyor, rüşvetlerin taşındığı çantalar, bavullar torbalar görüntülenmiş, vatandaşın bir ölümü için bunların hiçbir önemi yok.
Aklına fikrine saygı duyulduğu için olsa gerek Başbakan’ın yanına danışman yapılanlar “Canım ne var hepimiz insanız, arada çıkar böyleleri” diyebiliyor.
Örneğin bir banka genel müdürü evinde bulunan nakit paraları açıklamak için “O para bağış için toplanmıştı, transferde zorluklar çıkıyordu mecburen evde tuttum” diye ifade veriyor.
Şimdi sevgili izleyiciler, bir banka genel müdürünün bu tür bir ifadesine önce ekonomistler, bankacılar karşı çıkar değil mi? Öyle ya, banka için tek önemli şey vardır. Yolda bulunan paranın bile mutlaka bankaya yatırılması esastır. Topluma güven vermek zorunda olan bankalar ve yöneticilerinin bu ifadeye önce gülmeleri sonra da kendi itibarlarını korumak için “olur mu öyle şey” demeleri gerekir. Biraz aklı olan bunu bekler değil mi? Hayır, bakın tek bir bankacıdan ses çıktı mı? İsimlerini vermeyeyim, hukuken sıkıntı yaratabilir, ama her gece paramızı bankalarına yatırmamızı isteyen, kredi kartlarını kullanmamız için adeta yalvaran, 50 lira 100 lira artık Allah ne verdiyse kredi dağıtmak için çığırtkanlık yapan o bankaların, finans kuruluşlarının sahipleri, genel müdürleri yöneticileri nerede? Haydi onlar tek adam yönetiminin şiddetinden korkup şimdilik ses çıkarmıyor diyelim, peki ekonomiden sorumlu bakanlar neden hiç konuşmazlar, örneğin Ekonomi Bakanı olan şahıs neden çıkıp da “ne demek evde bağış saklamak?” diye sormaz. Maliye bakanı neden “nakit saklanan para temiz değildir, nerede bunun vergisi?” diye sormaz.
Şunu iyi bilelim. Baka dışında topluca tutulan para temiz değildir. Kirlidir ya da kara paradır. Siz buna bir de bağış derseniz, zekamızla alay etmek anlamına gelir bu. Madem bağış, neden yerine gitmesinde zorluk var, neden banka kasasında saklanamıyor. Demek ki bağış denilen o paranın kaynağı belirsiz.
Bu aslında özrü kabahatinden büyük bir tutumdur. Bilirsiniz değil mi bu deyimi. Ama hikayesini bilmeyen olabilir. Nereden çıkmış bu özrü kabahatinden büyük sözü. Şöyle; kralın biri bir gün soytarısına “bana öyle bir kabahat yap ki, özrü daha büyük olsun.” Soytarı düşünmüş taşınmış, bulamıyor. İşin sonunda kellesi de gidebilir, öyle ya koca kral bir şey emretmiş. Birkaç gün sonra soytarı sarayın koridorlarında gezerken bir bakmış ki karşıdan kral geliyor. Gece olduğundan ortalık loş, sadece kralın elindeki mum ışığından çıkan soluk ışık var. Soytarı saklamış bir yere, kral önünden geçtikten sonra arkasından koşup mabadına bir şaklak patlatmış. Kral öfkeyle dönüp “Bu ne densizlik” diye bağırınca soytarı boynunu büküp “Ah haşmetli kralım çok özür dilerim gece karanlığında sizi kraliçem sandım” demiş.İşte özründen büyük kabahatın hikayesi budur. Halkbank genel müdürünün ifadesi de bunun gibi değil mi?
Sevgili izleyiciler, toplum olarak bir akıl tutulması yaşatıyorlar bize, meselenin özü budur.
Şimdi bakın, Cuma akşamı, Halil Nebiler annesinin rahatsızlığı nedeniyle programa gelememişti, bu arada söyleyeyim, Halil Nebiler’in annesi kritik durumu atlatmış, ben de acil şifalar dilerim, evet biz de programı Sinem Karataş’la yapmıştık. Orada Halk Bankası’nın bu olaya neden bulaştığını dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım.
Üç gündür gazetelere bakıyorum, her gazetenin anlı şanlı ekonomi uzmanları, yazarları var, hiç biri konuya girmiyor, işin kenarından geçip gidiyor.
Sevgili izleyiciler Halkbank’ta yaşananlar bir devlet politikasının sonucudur. Ve açık söyleyeyim, aslında bu operasyon bir anlamda Türkiye’nin yararı için yapılmıştır. Ama bu öyle bir operasyondur ki, kimin cebine ne kadar gittiğini saptamak çok zordur.
Bakın, konu basit aslında. Başta Amerika ve Batı dünyası olmak üzere dünyanın birçok ülkesi İran’ın nükleer programından rahatsız. Bu nedenle İran’a yoğun baskılar yapıldı. Sonunda Amerika’nın önderliğinde İran’a yönelik bir ekonomik ambargo kararı çıkarıldı. Buna göre hiç kimse İran’ın ekonomik zenginliğine katkı sağlayacak hiçbir ticari ilişkide olmayacak. Türkiye de ambargo kararın uyduğunu bildirerek anlaşmaya imza koydu.
Ancak Türkiye’nin iki özel durumu var. Birincisi bizde petrol yok, bu nedenle mutlaka petrolü olan ülkelerden satın almak zorundayız. İkincisi biz İran’a komşuyuz, durumumuz diğer ülkelere göre daha kritik ve önemli.
Türkiye’nin petrol ihtiyacı var ve bunu karşılayacağı merkezler sınırlı. Bunlardan biri İran. İşte hükümetimiz bir yandan ambargoya uyacağını açıklarken diğer taraftan da el altından bir petrol pazarlığı yapıyor. İran’dan petrol alacağız, ama bunu resmi yollardan ödeyemeyeceğimiz için gizli yollar bulacağız. Çare aranıyor ve “dahiyane” bir fikir oluşturuluyor. Petrolü alacağız, piyasadan altın toplayacağız ve bunu bavullarla, konteynerlerle İran’a gizlice yollayacağız. Yani açık kaçakçılık. Ama bunu örtmek için de İran’ın Halk Bankası’nda tutulan hesaplarını ödüyormuş gibi yapacağız. Eh bu ticaret sayılmaz ya, İran’ın kendi parası sonuçta. Ama tabii o para gitmiyor.
Şimdi, altın aldık, ki bunun yıllara göre toplamı 86 milyar euroyu buluyor, bunu İran’a verdik, peki o 86 milyar euroluk açık hesaplarda nasıl gösterilecek. İşte onun yolu da bulunuyor. Türkiye sanki ihracat yapmış da yurtdışından para getirmiş gibi olacak. Ama bunu devlet kendi eliyle yapamıyor, yapamaz da. O zaman bunu yapabilecek bir işadamı lazım değil mi? İşte anladığım kadarıyla bu İranlı adam, bu iş için kullanılıyor. Önce onun çok zengin olması gerek, ki büyük çapta ihracat yaptığında dikkat çekmesin. Zenginliği nasıl gösterirsiniz. O kişi medyada parlatılır. Ünlü biriyle evlilik yapar, su gibi para harcar,yok doğum günüydü, yok yılbaşıydı karısına milyonlarca dolarlık hediyeler alır, akıl almaz satın almalarda bulunur, bir de üstüne milyon dolarlık bağışlar yaparak toplumda sempati toplanır.
Sonra bu kişi sanki Rusya’ya Çin’e ihracat yapıyormuş gibi gösterilir. Karşılığında milyarlarca dolar veya euro Türkiye girmiş olur.
Şimdi sevgili izleyiciler, böyle kirli bir iş yapıyorsanız, paranın miktarını ve bu miktardan çalınan parayı saptayamazsınız. O zaman ne olur, bu operasyonun içinde olan devlet birimleri belli bir miktarı aralarında paylaşır. Kimsenin kimseye söz söylemesi mümkün değildir çünkü iş başından sonuna kadar suç olduğu için birini ele verseniz herkes yakalanacaktır.
Başbakan Erdoğan’ın, yapılan tüm yolsuzlukları yok saymasının, bakanlarına sahip çıkmasının, sanki Halkbank’a uluslararası bir operasyon yapılıyormuş havası vermesinin nedeni budur. Çünkü inanıyorum ki Başbakan bu kirli yolla Türkiye’nin enerji ihtiyacını giderdiğini düşünmekte. Yani memleket için iyi bir şey yaptığına inanmakta ve bunun bozulmasına da tepki göstermekte.
Ama ciddi biçimde şüpheleniyorum, bu yasa ve hukuk dışı yöntemlerle, güya Türkiye’nin lehine gibi gösterilen operasyondan, AKP de nasiplenmiştir. Bu bir şüphe tabii, böyledir diyemem. Bazı bakan ve bürokratların aradan kendilerine de pay çıkarmış olmaları da büyük olasılıktır.
Şimdi gelelim işin uluslar arası boyutuna. Diğer ülkeler Türkiye’nin enerji açığını kapatmak için bu yöntemi kullandığı zaten biliyorlar. Zaten bu nedenle son iki yıldır Türkiye sürekli uyarılıyor, Halk Bankası ile ilgili şikâyetler hükümete bildiriliyor, bununla ilgili bizim medyamızda da yayınlanmış yığınla haber var. Ama kamuoyu işin içyüzünü bilmediği için Halkbank’a yöneltilen eleştirilerin ne anlama geldiğini anlamıyor.
Sonuç olarak siz kendi adınıza ne kadar haklı olursanız olun, bir sözünüzü tutmamış duruma düşüyorsunuz ki bu en önemli güven kaybı unsurudur, ikincisi, dünya para sistemini bozacak yasa ve hukuk dışı bir para operasyonunu yapıyorsunuz ki bunu dünyaya anlatmanız zordur, üçüncüsü, herkesin hedefindeki bir ülkeye 80 milyar euorunun üzerinde bir zenginlik katmanızı da kimse affetmez.
Bu nedenle “Halkbank’a uluslar arası bir operasyon yapılıyor” diye çığlıklar atmanız Türkiye’deki kamuoyunu etkilese bile dünya buna güler geçer, üstelik hesabını da sorar.
Sevgili izleyiciler, dershane kapışması yaşanırken, hatırlayın, size bu saatlerde ve bu ekrandan hep şunu söylüyordum “Dershane tartışması sadece görünen yüzdür, asıl çatışma daha derinde ve göreceksiniz kısa bir süre sonra dershaneler bitecek biz bambaşka şeyler konuşuyor olacağız.” Böyle diyordum. Aynen yaşıyoruz şimdi. Belli ki savaş çok daha kızışacak. İktidar şu anda rakip ve hedef gördüğü cemaat mensuplarını büyük bir hızla idari mekanizmadan tasfiye ediyor. Poliste, yargıda bazı devlet kurumlarında hızlı bir görevden alma işlemi yapılıyor. Bu bugün yarın valilere de sıçrayacaktır. Ama asıl darbe bundan sonra bizzat cemaatin maddi varlıklarına yönelecektir. Cemaate yakın olduğu bilinen başta finans kuruluşları olmak üzere kimi şirketler, vakıflar ve kurumlara yönelecektir.
Başbakan ne diyor “inlerine gireceğiz, didik didik edeceğiz” Sözlükten, biliyorum tabii de, in nedir diye baktım. Hayvanların kendilerine yuva edindikleri kovuk,mağara yazıyor. Takdirinize bırakıyorum. Değerli izleyiciler, bugün son olarak bir noktaya daha değinmek istiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi sonunda bir karara vardı ve başta üç büyük kent olmak üzere belediye başkan adaylarını açıkladı. Biliyorsunuz ben de İstanbul için aday adayı olduğumu açıklamıştım. Şimdi sizlerden merak edip soranlar var, ne yapacaksın diye. Ne yapacağım, adaylar açıklandı. Benimki demokratik bir yarışta olmaktı. Adayları karalamadan ama bu işi daha iyi yapabileceğimi anlatmaya çalıştım hep. Toplumun, dürüst, namuslu, ilkeli, ahlaklı, vicdanlı ve adaletli ve elbette vizyonu olan, iş yapma becerisi olduğunu kanıtlamış adaylara ihtiyaç duyduğunu belirterek “Ben de temiz bir el uzattığımı” açıklamıştım.
Parti yönetiminden daha iyi bilecek halim yok. Onlar oturup düşündüler, En namuslu, ahlaklı, dürüst, ilkeli, vicdanlı, adaletli ve iş yapabilecek vizyona sahip oldukları kadar seçilme şansları en yüksek olan adayları belirlediler. Hayırlı uğurlu olsun. Sanıyorum CHP’nin öngördüğü bütün adaylar seçimleri kazanacaktır. Zaten kazanmaları da lazım. AKP iktidarının bunca yolsuzluğu ortaya çıktıktan sonra CHP’nin bu tertemiz isimlerle kazanmaması da zaten mümkün değildir.
Bir şey daha. Yolsuzluklar ortaya çıkmasın diye çırpınan iktidar emniyete gazetecilerin girmesini yasakladı biliyorsunuz. Anlı şanlı medyamız “halkın haber alma hakkı” falan diyerek olayı protesto ediyor. Tamam edelim de, sanki bugüne kadar bunlar halkın haber alma hakkına sahip çıkıyorlardı. Ama bu medyanın protestosu bile AKP iktidarının gerçekten zorda olduğunun bir göstergesidir.
Az daha unutuyorum. Bugün 23 aralık. 1930 yılında Menemen’de gericiler Kubilay’ı şehit etmişlerdi. Nereden nereye değil mi? O gün bu devrimler için şehitler veriyorduk, şimdi ortada ne devrimler kaldı ne ilkeler. Maçlarda atılmaya başlan sloganlar gibi her yer rüşvet her yer yolsuzluk.