AKP-Cemaat kavgası medyada nasıl yer alıyor?
iyi akşamlar sevgili izleyiciler; bugün Meclis'te grup günüydü biliyorsunuz. Grup günü lafı da garip oldu, sanki kadınların günü gibi, hani kadınlar her hafta bir evde toplanırlar ya, ona benzedi bu tanımlama. Neyse liderler peşi sıra kendi gruplarında konuşuyorlar, televizyonlar da bunları yayınlıyor. Aslında yayınlıyor dediğime bakmayın, Başbakan Erdoğan'ın konuşması kesintisiz yayınlanıyor.
Kolay değil, Başbakan konuşuyor, herhangi bir tv kanalı haddine mi düşmüş ki başbakan'ın konuşmasını kessin.
Diğer liderler için durum aynı değil. Örneğin BDP grubu neredeyse hiçbir tv kanalı tarafından anında yayınlanmıyor. Sonraki haberlerde bölüm veriliyor.
MHP liderinin konuşması ise birkaç tv ekranından bölük pörçük yayınlanıyor.
CHP lideri biraz daha şanslı bu konuda. Bazı televizyonlar tamamını veriyor. Ama penguen kanalları canları istediği noktada yayından çıkıyorlar. Zaten biri çıktı mı diğerlerine sirayet ediyor bu hepsi arka arkaya yayından çıkıyor.
Anlamadığım şu, konuşma canlı yapılıyor O haber kanallarının yöneticileri hangi kıstasa göre yayını kesiyor ya da yayına giriyor. Konuşmacının ne söyleyeceğini kimse bilmiyor. Bakıyorsunuz canlı yayın var. Sonra bir anda spiker beliriyor ekranda ve "CHP liderinin konuşmasından bir bölüm izlediniz" deyip reklama geçiyor ya da bir başka haberle devam ediyor. Olur mu böyle şey; o bir bölüm nedir, o bölümde o lider ne dedi sonra ne diyecekti acaba konuşmasının en önemli bölümü sizin yayınladığınız bölüm müydü, seyirci o sırada merakla o lideri dinliyor muydu? Bunların hiçbirinin önemi yok.
Ama sıra AKP liderine gelince o zaman akan sular duruyor. Haydi kesin bir keresinde Erdoğan'ın konuşmasını da görelim.
Sevgili izleyiciler, AKP ve Başbakan Erdoğan bu duruma kolay gelmedi. Eskiden onun konuşmaları da kesilirdi. Ama başbakan öyle bir şiddetle gitti ki medya patronlarının üzerine, onlar da çaresiz kaldılar.
Bakın size iki olay anlatayım. Büyük bir televizyon kanalında, haber kanalı değil, genel televizyon. O tarihlerde bu kanallarda da tartışma programları falan yapılırdı. Şimdi hiçbirinde kalmadı. Varsa yoksa dizi, yarışma ve laylaylom.
İşte o yayınlardan birinde tartışmacılardan biri muhalif kanattan. Veryansın ediyor iktidara. Ertesi gün bu patronu başbakan Erdoğan arıyor. Çok set bir tonla "Dün akşam senin ekranından bana hakaret edildi, bu nasıl iş?" diyor. Medya patronu "Efendim ben de izledim, ama hakaret yoktu ki, bir tartışmacı muhalefeti biraz fazla kaçırdı" derken Başbakan daha da sert bir tonla sözünü kesiyor "bak kardeşim ben hakaret etti diyorsam hakaret etti demektir, o kadar tamam mı?" diyor ve telefonu çaaaat diye kapatıyor.
Yine anlı şanlı haber kanallarından birinin en tepe yöneticisi ile birlikteydim bir akşam. Tesadüf, ortak dostlarımızla bir yemekte bir araya gelmiştik. Laf lafı açıyor işte, ben eskiden beri tanıdığım ve sevdiğim için biraz takıldım. Dedim ki "Yahu bana vebalı gibi davranıyorsunuz, onca yıldır bir kere bile mi çıkamam sizin kanala, peki yarın iktidar değişirse ne yapacaksınız?"
O kanalın tepe yöneticisi dostum güldü. Sonra cebinden telefonunu çıkardı. Mesaj bölümünü açtı. Önce mesaj gönderenin adını gösterdi. Hepimizin çok yakından tanıdığı bir üst düzey AKP'linin adı yazıyordu gönderen bölümünde.
Sonra mesajı okudum. Aynen şöyle yazıyordu; "başbakan'ın bugünkü konuşması, isimlerini vermiyorum, x kanalında 9 dakika 15 saniye, y kanalında 8 dakika 55 saniye, z kanalında 8 dakika 35 saniye. Sizin kanalda ise 6 dakika 28 saniye. Yöneticilerinden bunun hesabını soracağını umuyorum."
Gördünüz mü, adamlar ellerinde kronometre Başbakan'la ilgili hangi kanal ne kadar yayın yapmış onu bile kontrol ediyorlar.
Aslına bakarsanız bu durumdaki medya patronlarının halini de üzüntüyle izliyorum. Ne yapsınlar?
Diyeceksiniz ki "madem medya patronu oldular, dik duracaklar, buna müsaade etmeyecekler." İyi de öyle olmuyor işte. Çünkü medya tamamen sahip değiştirdi. Bir bölümü bizzat iktidar yandaşları tarafından satın alındı. Kalanların da hepsi asıl kazançlarını medyadan değil, başka alanlardan kazanan büyük patronlar. Hani medya üzerinde baskı var lafları var ya, o bizi ilgilendiriyor. Beğenmedikleri zaman bizi işten attırıyorlar. Ama herkesi de attırtacak halleri yok ya. O zaman hizaya sokma operasyonları yapılıyor ve bundan halkın sizlerin hiç haberi bile olmuyor.
Ne oluyor? Örneğin bir televizyon sahibinin diyelim ki gaz işi var. İktidar bu patronun televizyonundaki yayınları beğenmiyor, kızıyor. O televizyona ne yapacak, çoğunlukla bir şey yapmıyor, adam attırmak ya da RTÜK cezası kestirmeleri hariç tutuyorum. Gidiyor o patronun büyük kazanç sağladığı asıl işine çomak sokuyor. Bir gün patronlarımdan biri bana "Senin yazın yüzünden dün falanca yerdeki şirketime usulsüzlük cezası geldi, üstelik bir suç da yok, tamamen keyfi ama 2 milyon içeri girdim" demişti. İşe bakın ben bir yazı yazıyorum, patron dolaylı yoldan 2 milyon ceza yiyor. Ömür boyu çalışsam toplam iki milyon maaşım olmayacak.
Yani kısaca şunu diyeceğim, patronlar büyük baskı altında. Şimdi kızıyoruz Gezi olaylarını görmediler bunlar penguen medyası falan diye ya, ama o gece başbakanlıktan bütün yayın organlarına gelen telefon talimatlarını da biliyor musunuz? "Bu haberler yayınlanmayacak" dediler.
Kısa bir bilgi daha vereyim. Hep konuşulur ya, iktidar güdümündeki gazeteler falan diye. Sonra gazete patronları üzerinde baskıdan da söz edilir. Yeni değildir bunlar. Kendimi bildim bileli bu baskılar altında olduk hep. Çünkü işin doğası gereği iktidarda kim varsa basından hoşlanmaz. İktidara gelinceye kadar basın onların canıdır çiğeridir, çünkü iktidara karşı en etkili vurma aracı olarak basını görürler. Ama iktidara gelince iş değişir.
Ama sevgili izleyiciler, hiçbir hükümet döneminde basın, medya bu kadar baskı altında değildi. Az önce verdiğim iki örnek bile yeter aslında. Ama bu iktidar bir şey daha yaptı. Bugüne kadar iktidarlar hep medya basın üzerinde baskı kurmaya çalışırdı. Örneğin Özal çok iyi becerirdi bunu. Bir sabah bir kalkarız ki kağıttaki KDV oranı yüzde 3'den yüzde 18'e çıkıvermiş. Nasıl kaldıracaksınız bu yükü, mecburen zam tabi. Ya da bir sabah gelirsiniz gazeteye Ticaret bakanlığı promosyon dağıtılmasını yasaklamış. Onca yatırım yapmışsınız, mal satın almışsınız, reklam kampanyası yapmışsınız, bir sabah hepsi uçup gitmiş. Burada promosyonları o tabak çanak dağıtmaları savunmuyor sadece durumu anlatmak istiyorum, nasıl sürprizlerle karşılaştığımızı anlatıyorum.
Eski iktidarlar döneminde kimi siyasi kişiler gazete ve televizyonların yöneticileriyle arayı iyi tutmaya çalışır, patronların gönlünü hoş etmeye çabalar, bazen taviz vererek bazen sert çıkarak kendilerine yönelik muhalefeti asgariye indirmeye çalışırdı.
Ama bugünkü iktidar kimsenin yapmadığı bir şeyi yaptı. Direk medyayı satın aldı. Mecazi anlamda, boyun eğdirme ve istediğini yaptırmayı kastetmiyorum, reel olarak medyayı satın aldı. Kendi adamlarına "şunu sen şunu sen bunu da sen satın alıyorsun" dedi. Onlar da aldılar. Bakın son örneklerden biri TMSF'nin el koyduğu Show grubunda yaşandı. Başbakan Karadeniz kıyısına yapılacak havalimanı inşaatını verdiği konsorsiyuma medya satın almalarını söyledi. Onlar da gidip SkyTürk ve Akşam gazetelerini satın aldılar. Ancak kısa süre sonra anlaşıldı ki, Başbakan'ın söylediği o grup değilmiş, o atv grubunun satın alınmasını istemiş. Galiba şimdiki patron medyadan çok bıkmış, baş edemediğini söylemiş, Başbakan biraz kızmış ama ne olur ne olmaz istenmeyen eller satın alabilir diye 20 milyar euroluk iş verdiği gruba "siz asıl burayı alacaksınız" demiş. Sonucu belki gazetelerden izlemişsinizdir. Havalimanını yapacak konsorsiyum önce 60 milyon dolara satın aldığı gazete ve televizyonu geri verdi. Burayı yine Başbakan'ın has adamlarından biri satın aldı. O büyük konsorsiyumun da atv grubu ile anlaştığı devir işlemlerinin yakında açıklanacağını belirtiliyor. Atv dediğimiz grup zaten 1 milyar 100 milyon liraya TMSF tarafından şimdiki sahibine satılmıştı. Demek ki fiyat en az yine bu düzeydedir. 20 milyar euro, yani 35 milyarlık iş almışsın, 1 milyarı da medya için ayırırsın, başına iyi birini koydun mu zarar da etmezsin, ama tek şartı hükümeti üzmemek ona hep destek çıkmak.
Neyse medya işine çok daldık, biraz çıkalım buradan. Daha başka konularımız da var.
Dershanelerin kapatılması üzerinden başlayan AKP-cemaat kavgası tam gaz sürüyor. İki taraf da henüz frene basmadı.
Dün sizlere bu kavganın içyüzünü ve bundan sonra olacaklar konusundaki tahminlerimi anlatmıştım. Şunu söylemiştim hatırlarsanız, "göreceksiniz, kısa sürede bu kavga dershanelerden çıkacak ve başka alanlara kayacak, çünkü iki taraf da birbiri aleyhine arşiv çalışması yaptı bugüne kadar" demiştim.
Valla inanmayacaksınız ama dershane adı altındaki kavga daha şimdiden bel altına indi. Hakaretlerin, aşağılamaların bini bir paraya gidiyor.
Bugün sizlerle yandaş medyada birbirine düşen Tayyip Erdoğancılarla cemaatçiler arasındaki kavgadan bazı başlıklar sunmak istiyorum.
Örneğin bir internet sitesinde şöyle başlık var: Cemaat mensuplarının nasıl saldırganlaştıklarını nasıl zıvanadan çıktıklarını nasıl kardeş dedikleri insanları satabileceklerini gördük. Akit gazetesinden bir yazar yazmış bunu. Yazının içi aman Allah nasıl hakaret nasıl küfür.
Sonra bir başka başlık; Akın İpek'in operasyoncusundan Akit'e iftira. Bilardocu Adem'e Akit'ten tokat gibi cevap. Şimdi efendim Kanaltürk ve Bugün tv ile Bugün gazetesinin sahibi Akın İpek cemaatçi olarak tanınıyor. Bu yayın grubunun galiba Ankara temsilcisi Adem Yavuz da dershaneleri savunan yazılar yazıyor. Tayyip Erdoğancı medyada çıkan yazılara da cevaplar yetiştiriyor. Karşılığını ise böyle alıyor. Örneğin orada bir bilardocu lafı geçiyor. Nedir bu? Anladığım kadarıyla Adem Yavuz bilardo oynamayı seviyor. Onlar da bilardocu diyerek aşağılamaya mı çalışıyor ne?
Yine başka bir başlık. Şöyle diyor; Öğretmenleri sömürenlerin bugün ne olacak öğretmenlerin hali diye ağlamaları çok da samimi. Haberi okuyorsunuz, cemaate yakın dershanelerdeki öğretmenlerin çok ucuza çalıştığı hatta açlık sınırında olduğunu anlatıyor. Hani cemaat güya iyi insanlardan oluşuyor kimsenin hakkını yemiyor gibi bir inanç var ya, işte Tayyip Erdoğancılar bunun gerçek olmadığını söylüyorlar.
Şimdi şu başlığa bakın; Cemaat içindeki fitne odaklarının asıl amacı ne? Fitne diyor. Fitne İslam dinince en ağır hakaretlerden biri. Düne kadar "kardeş" olan cemaat şimdi fitneci olmuş.
Bir yazar ise herkesten baskın çıkmış. Güya mücadele edeyim derken aslında müthiş bir itirafta bulunuyor. Şöyle diyor yazısında; Dumanlı tehdit ediyor ve yazdıklarının hiçbiri doğru değil. Pandoranın kutusu açıldı her şeyi tek tek anlatacağım. Dumanlı dediği Zaman Gazetesi'nin Genel Yayın Müdürü. Tamam da güzel kardeşim "pandoranın kutusu" dediğiniz nedir acaba? Pandora'nın kutusu kötülükleri temsil eder. O kutu açıldığında dünyanın en büyük kötülükleri serbest kalır inanca göre. Şimdi bu Erdoğancı yazarımız bundan önce bilip de yazmadığı kötülükleri anlatmaya başlayacakmış. Yani demek ki cemaatin ne tür kötülükler barındırdığını biliyormuş bunlar da şimdi kutuyu açıyorlar. Samimiyete bakar mısınız? İtirafın böylesi de görülmemiştir herhalde.
Bir tanesi de çok ileri gitmiş. Başlık şöyle; Cemaatten gezi taktiği. Fitneciler inlerine geri çekildi. Konu şu; dershane kavgası başladığında cemaat twitterden saldırıya geçmiş. Bu nedenle pek çok sahte hesap açılmış. Ama sıkıyı görünce bu sahte hesaplar kapanmış. İfadeler ne kadar kibar değil mi? İnlerine çekildiler diyor. İnine kim çekilir biliyorsunuz herhalde. Tayyip Erdoğancının cemaatçiye yakıştırdığı sıfat bu.
Neyse birkaç başlığı arka arkaya sıralayayım. Durumu kendiniz görün.
Cemaat vakfının başkanı başbakana çakal diyen küfürbazı öyle bir alkışladı ki
Cemaatten savaş talimatıBaşbakana küfreden yazara cemaat vakfının başkanından alkış
Zaman yazarı Erdoğan'a hakaret etti cemaat medyası seviyeyi iyice indirdi
Cemaat Ak Parti'nin İsrail'le ilişkileri bozuk diye savaşa başlamış
İşte zaman'ın kara propagandasının kanıtı: PKK da dershaneci çıktı. Hah bir de PKK'cı yaftası asmışlar.
Kısacası savaş çoktan belden aşağı indi bile. Tabii burada seçtiğim başlıkların hepsi Erdoğancıların cemaate saldırılarını içeriyor. Peki cemaatçilerden benzer saldırılar yok mu? Var ama bu kadar değil. Cemaat daha sabırlıdır. Şimdilik sadece dershanelerin durumunu anlatan doğru yanlış haberler yapıyorlar. Ama kısa süre sonra karşı saldırıya geçeceklerinin sinyalleri de geliyor. Örneğin çok tanınmış bir gazetecinin yeni bir internet sitesi kurduğu ve buradan AKP'lilerin özel hayatlarını deşifre etmeye başlayacağı dedikoduları dolaşıyor ortalıkta. İşin garibi bu iddiaların muhatabı gazeteci ise renk vermiyor hatta bunu yapmaya başlayacağını hissetiriyor.
Sevgili izleyiciler, bu kavga bu kez "siz kardeşsiniz, siz etle tırnaksınız" türü itidal çağrıları ve "aman birliği bozmayalım, iktidarı kaybetmeyelim" endişeleri ile bitmeyecektir. Çok renkli, heyecanlı ve bir o kadar da rezil iddiaların ortalıkta uçuştuğunu, bunların muhataplarının ise ar damarı çatlamış biçimde her gün bir karşı saldırı hazırlığı içinde olduklarını birlikte yaşayacağız. Biraz daha bekleyin, bakın neler olacak.
Sevgili izleyiciler, bugünkü sohbetimize liderlerin grup toplantılarıyla başladık, laf nerelere geldi. Aslında ben başka şeyler anlatacaktım, ama laf lafı açtı oradan oraya uçtum.
Başbakan bugün bazı büyükşehir belediye başkan adaylarını açıkladı grup toplantısında. Ankara açıklandı ama İstanbul henüz yok. Ama günün esprisi Eskişehir'le ilgiliydi. Şimdi Başbakan büyükşehir adaylarını açıklarken o kentle ilgili video görüntüleri de paylaşıldı. Sıra Eskişehir'e gelince ne gösterilecek, tabii ki Eskişehir'in görüntüleri. Ama bütün görüntüler Yılmaz Büyükerşen'in son yıllarda Eskişehir'e kazandırdıkları. Başbakan'ın aday açıklama şovunu Büyükerşen de izlemiş. Ve espriyi de patlatmış. "Vallahi bir an korktum Başbakan Eskişehir adayı olarak benim adımı söyleyecek diye, çünkü kendi hizmetleri diye gösterdiklerinin hepsini ben yaptım" demiş.
Bakalım AKP'nin İstanbul adayı kim olacak? Topbaş'la devam mı edilecek yoksa yeni bir aday mı var?
Tabii CHP'nin adayı da belli değil. Aslında belli de nedense bir türlü açıklayamıyorlar. Benim derdim değil. Biliyorsunuz ben cumartesi günü Beşiktaş'ta sizlerle buluşacağım. Orada CHP'den İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı için aday olduğumu bir kere daha söyleyeceğim.
Sevgili izleyiciler, bu davranış Türkiye'de bir ilk olacak. İlk defa bir aday adayı, arkasında partinin yönetim kademesinden hiç destek almadan, herhangi bir örgütle, dernekle, vakıfla işbirliği yapmadan, ortaya paralar saçıp dökmeden, temiz siyaset, dürüst siyaset, ahlaklı siyaset, vicdanlı siyaset, adaletli siyaset diyerek ortaya çıkıyor.
Ben sizlere "temiz bir el" uzatıyorum. Eğer siz de bu elin temizliğine, benim namus ve ahlakıma, vicdanıma güveniyorsanız cumartesi günü buna ortak olmak için Beşiktaş İskele Meydanı'ndaki Barbaros Hayrettin Paşa anıtı önüne gelin. Bütün siyasi partilere asıl amacımızı birlikte söyleyelim.
O gün meydana yanımda sadece eşimle geleceğim. CHP'nin üst düzeyinden kimse olmayacak. İl ve ilçe teşkilatlarından da kimse olmayacak. Yanımda beni desteklediğini söyleyen ünlü isimler de olmayacak. Sadece sizler olacaksınız. Sizlere güveniyor ve inanıyorum.
Sevgili izleyiciler, belki size de tuhaf gelebilir, "neden yanında CHP'den hiç kimse olmayacak" diye sorabilirsiniz. Bu elbette benim tercihim değil.
Ancak CHP'de şu sıralar sular karışık. Aday belirleme konusunda tartışmalar var. Genel Merkez'in gidip de "bizi kurtar" dediği kişi bir türlü adaylığını ilan etmiyor, Genel Merkez de bu konuda bir irade göstermiyor.
Bu da parti örgütünün dengesini bozuyor. Kimin ne koşullarda aday olacağı bir türlü belli olmadığı için parti örgütü de ne yapacağına karar veremiyor.
Örneğin benim adaylığım konusunda parti içinde ciddi bir beklenti olduğu halde bunu çıkıp kimse söyleyemiyor. Bazı ilçe başkanlarıyla, parti yöneticileriyle konuşuyorum. Bana söyledikleri "Can bey sizin olmanızı biz de isteriz. Partiye yeni bir renk yeni bir soluk gelir, sizinle kazanma umudumuz da var, ama şu anda yanınızda görünemeyiz." Böyle diyorlar.
Canım çok sıkılmakla birlikte onlara da hak veriyorum. Ama bu korku nereye kadar? Türkiye'nin en eski partisi bu tür korkuların esiri mi olmalı.
Oysa sevgili izleyiciler şu anda yapılan sadece parti içindeki demokratik bir yarıştır. Kim aday olsun sorusuna cevap bulabilmek için bu konuda istekli olanların, kendine güvenlerin ortaya çıkmasıdır. Bu aşamada kimse "şunun yanında görünmeyeyim, şunu ihmal etmeyeyim, yarın başım derde girmesin" korkusuna kapılmamalı. Bu demokratik yarışta kızmak darılmak olmaz. Hiç istemediğiniz bir aday eğer halk tarafından seviliyor sayılıyorsa, o aday olur, yarışa katılan diğer isimler de onun yanında yer alırlar. Demokrasinin gereği budur.
Bu nenle kimse benden korkmasın, endişe etmesin. Bakın Gürsel Tekin adaylığını Kadıköy meydanında açıkladı. Toplantıdan önce beni de aradı "Seni orada görmek isterim" dedi. Hiçbir komplekse kapılmadan kalktım gittim. Sağolsun nezaket gösterip beni de kürsüye davet etti. İkimizde bir şey mi kaybettik? Tam tersine oraya gelenler ve haberi medyadan izleyenler CHP içindeki demokratik yarışta bir dostluğu, birliği gördüler.
CHP'de örgüt çok önemlidir. Bu örgüt iyi çalışırsa seçim mutlaka kazanılacaktır. Ama örgüt içinde ikilikler yaratılır, kim kimin adamı tartışmaları yapılırsa, adaylar ayak oyunlarıyla ya da dış güçlerin baskısıyla saptanırsa bu olmaz. Demokrasi bütün bunların ilacı. Halka sorun. Ama sorarken adil olun, demokratik geleneklere uyun. Bir adayı çok öne çıkarıp, ötekilerden hiç söz etmeyip sonra da "halk böyle istiyormuş" diye karşımıza çıkmayın.
Bu arada sevgili izleyiciler, bir noktayı daha belirtmek istiyorum. Ben temiz siyaset diye ortaya çıkıyorum. Kendime güveniyorum, başarılı olacağıma, seçimi kazanacağıma inanıyorum.
CHP Genel Başkanı parti içindeki seçim yarışının demokratik düzeyde süreceğini açıkladı. Sonra da "başka adayları karalayanları çizerim" dedi. Kararlı bir tutum ama şunu da görmek gerek, sorgulamak kara çalmak demek değildir. Yani bu yarışa girerken, genel merkez desteği ile tek alternatif diye sunulan bir ismi neden sorgulamayalım. Örneğin bir adaya "neden halka henüz aday olmadığını söylerken aynı gece Amerikalılarla buluşup kampanyan hakkında bilgiler veriyorsun?" diye sormayalım mı? Ya da "PKK ile pazarlık yaptı" iddialarına karşı bir diyeceği olup olmadığını sormayalım mı? Başbakanı "dünya lideri" diye tanımlamasının ne anlama geldiğini öğrenmek istemeyelim mi? Halkın dilinde olan "Aday olursa iktidar elindeki dosyaları açıklayacakmış" yaygın inanışını görmezden mi gelelim? Bunları sorarsak kara çalmış mı olacağız?
Hayır tam tersine. Her aday mutlaka eteğindeki taşları dökmeli. Hakkında tek bir şüphe bile bırakmamalı. Bütün sorulara cevap vermeli ki halkın iç huzuru içinde tercihini kullanmasına olanak sağlanmalı.
Sevgili izleyiciler, ben CHP yönetiminden daha demokratik ve centilmen bir yarışa olanak sağlamalarını diliyorum. Ama ne yazık ki bu yarış centilmence gitmiyor. Bir tarafta neredeyse ilan edilmiş bir aday duruyor. O aday hergün sermaye çevreleriyle, Amerikalılarla, kimi cemaatlerle toplantılar yaparak vaadlerde bulunuyor. Arkasında tüm anket şirketleri var. Neredeyse hepsine iş vermiş, saat başı anketler yaptırıyor. Büyük sermaye sahipleri, Türkiye'de toplum mühendisliği yapma huyundan bir türlü vazgeçmeyen medya patronları, AKP sözcüleri sadece bu ismin aday olması halinde CHP'nin İstanbul'da şansı olduğunu söylüyor ısrarla. Muhtemelen CHP yönetiminin elini kolunu bağlayan bu. Sözde araştırmalara inanmasalar bile toplumda yaratılmış algı nedeniyle "Ya başka birini aday gösterirsek de kazanamazsak, ne olur halimiz" telaşı içindeler. Oysa halka güvenmeleri, halkın tercihi doğrultusunda karar vermeleri halinde İstanbul'u kazanacaklarını nedense düşünmüyorlar. Bu o adayla da olabilir ama başka bir adayla da kazanılacağından eminim. Kendi adıma açık yüreklilikle şunu söylüyorum. CHP beni aday yapar yapmaz, onu bilemem, ama şaibesiz, dürüst, namuslu, ilkeli, adaletli kimi gösterirse göstersin sonuna kadar arkasında dururum. Kendim adaymışım gibi çalışırım. Bu koşullara uyulmazsa, o zaman kendi köşeme çekilirim.
Yarın size neye güvendiğimi, nasıl oldu da adaylığa soyunduğumu, kimlerden özellikle AKP'lilerden nasıl oy alacağıma inandığımı ayrıntılarıyla anlatmak istiyorum. Artık sizin de izninizle cumartesi gününe kadar bu konuyu biraz daha ağırlıklı olarak işlemek, hem kendimi anlatmak hem de dürüst siyasetin nasıl oluşturulacağından söz etmek istiyorum.
Bu akşam bu kadar. Bu arada unutmadan tekrar söyleyeyim, 1 Aralıktan itibaren Ulusal kanalda yeni yayın dönemi başlıyor. Günün yorumunu artık haberlerden önce değil sonra yapacağız. Yani ben 18.30 yerine 19.40 ya da 45'te karşınızda olacağım. 18.30'da yolda olup dinleyemeyenlere buradan bunu söylemiş olayım. Tabii kaçıranlar için gece yarısı tekrar var. Bunu izleyemediniz yoldaydınız, çalışıyordunuz, tamam o zaman tekrarı izleyin lütfen.
Az sonra Ümit Zileli Ana Haberle karşınızda olacak. Yarın aynı saatte görüşmek üzere iyi akşamlar. Hoşça kalın…