İstanbul'un trafik sorunu nasıl çözülür?
İyi akşamlar sevgili izleyiciler, bilmiyorum bu sabah Halil Nebiler'in televizyon gazetesi programını izlediniz mi? Sabah saat 8.25'te ben de programa katıldım. Bu akşam Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi'nde tek kişilik oyunumun gösterisi var. Bu kez siyaset değil bu oyunu konuştuk.
Oyunum saat 20.00'de başlayacak. Buradan çıkıp oraya gideceğim. Üstelik İstanbul'un bu kâbus trafiğinde. Bakalım nasıl olacak göreceğim. Ama İstanbul'u ve alternatif ulaşım yollarını iyi biliyorum. Bulacağım bir yol yani.
İstanbul trafiğini altetmek kolay değil ama, eğer İstanbul'u iyi biliyorsanız bazı kolaylıklar yaratabilirsiniz.
Ayıptır söylemesi kendimi doğma büyüme İstanbul'lu sayabilirim. Her ne kadar anne babamın görevi gereği ben Diyarbakır'da kardeşim Erzincan'da doğmuş olsa bile İstanbul bağımız hiç kopmadı.
İlkokulu Balıkesir'de okudum, bütün tatiller İstanbul'da geçti. Ortaokul'dan itibaren zaten İstanbul'daydım hep. İstanbul Erkek Lisesi'nde yatılı okurken her hafta sonu babaanneme çıkardım. Sonra üniversite yılları ve çalışma hayatı da hep İstanbul.
Bizim ailenin bir bölümü Horasan'dan gelip Anadolu'ya girmiş ama çoğu İstanbul'a yerleşmiş, Anadolu'da yerleşik kalınan ya da bir akrabamızın kaldığı köy ya da kasaba yok yani. Diğer taraf da Balkanlar'dan göç etmiş. Onların da İstanbul dışında yeri yurdu kalmamış.
Bazen "Nerelisin" diye sorduklarında "İstanbulluyum" diyorum. Soran almaz almaz yüzüme bakıyor "Tamam anladık da, yani asıl neresi?" diye üsteliyor. Eee ne cevap vereyim, İstanbul dışında aileden birilerinin yaşadığı yer yok ki. Belki birkaç aile kalabalıktan sıkılıp genelde herkesin yazın tatil yaptığı yörelere göçmüştür o kadar.
Yani İstanbul böyle bir yer. Kimse "Ben İstanbulluyum" diyemiyor. İstanbullu olmak diye bir şey yok, İstanbul tüm Türkiye'den ve dünyadan gelenlerin toplandığı bir yer.
Zaten bu nedenle metropol, o da olmadı artık megapol falan deniyor. Çağdaşız, moderniz ya ille kendimizi yabancı kelime ile anlatacağız. Metropol, megapol, ya bunun adı büyük şehir dev şehir işte. Olsun.
İstanbul'un nüfusu söylentilere göre 16 milyonu aşmış. Gerçi şehirlerin giriş yerinde, tabelalar vardır hani, ilin adı, sonra altında nüfusu ve rakımı yazar. İstanbul'un Trakya ve Anadolu girişlerinde böyle tabelalar var. Orada nüfus olarak 12 milyon yazıyor. Rakım da 10. Yani denizden yükseklik. O ortama tabii yoksa şehir dümdüz değil.
Bakın, İstanbul'u diğer dev kentlerden ayıran özelliklerden biri de bu çok tepeli oluşudur. 7 tepeli şehir demiş zamanında şairler. İstanbul'a benzeyen diğer dev kentlerde pek iniş çıkış yoktur. Londra, New York, Şikago, Tokyo, Şanghay gibi 15 milyon ve üzeri nüfusu olan kentler neredeyse tepsi gibi dümdüzdür. Paris'te bir tek Sakrı Körl adı verilen kilisenin olduğu yer bir tepe gibidir, insanlar oraya çıkıp Paris'i seyreder.
New York'ta, Londra'da yokuşlu yol bile olmaz. Aynı şekilde Berlin, Hamburg, Amsterdam da dümdüzdür.
Kentler düz olunca birçok hizmeti vermek de kolaylaşır. Örneğin trafik düzenini kurmak daha kolaydır. Bir kere her yer dümdüz olunca bisiklet kullanımı çok rahattır. Şimdi gelin de İstanbul'da spor amaçlı olan dışında bisiklete binmeye kalkın. Birçok yerde inip bisikleti taşımak zorunda bile kalabilirsiniz. Ama Şanghay'da halkın neredeyse yarısı işine gidip gelirken bisiklet kullanır. Gerçi ben görmedim ama, görenler anlatıyor, o kadar çok bisiklet varmış ki, bizdeki trafik sıkışıklığına benzer bir durum Şanghay'da bisikletler yüzünden oluyormuş.
Batı kentlerinde de bisiklet çok kullanılır. Amsterdam'da bazı yerlerde nehir geçmek için küçük feribotlar çalışıyor. Bunlara motorlu araç alınmıyor sadece bisikletler binebiliyor. O bisikletler nedeniyle ayakta bile durmakta zorluk çekiyorsunuz.
Gelelim İstanbul trafiğine. Gelişmiş ülkeler dışında en kötü trafik Türkiye'de. Bizden kötü olanlar yok mu? Var tabii. Örneğin Kahire. Orada İstanbul trafiğini bile ararsınız. Çünkü trafikte hiçbir kural yok. Kornoyu çalan yolun da hakimi sayıyor kendini. Burnunu ilk kim sokarsa yol onun. Ayrıca park etme kültürü falan da yok. Adam yolun ortasında duruyor, bakın park ediyor demiyorum, gerçekten tam yolun ortasında duruyor, iniyor gidiyor işini görüyor sonra gelip biniyor ve devam ediyor. Bir kişi bile "kardeşim, biraz kenarda dur" falan demiyor.
Manila'da çok kötü, Tahran'da karmaşa var.
Ama Türkiye gelişmiş ülke gibi davranıyor. Lafa gelince dünyanın en büyük 17. Ekonomisiyiz. Avrupa Birliği'ne girmeye çalışıyoruz. O halde trafiğimiz de onlar gibi olmalı değil mi? Ne mümkün?
Şimdi bazı batı ülkelerine ve kentlerine gidenler benzer trafik sıkıntılarının buralarda da olduğunu söyleyebilir. Örneğin New York'ta Manhattan'da trafik bazen insanı çıldırtır.
Neden? Çünkü Manhattan bir ada. Dikdörtken biçiminde bir ada. Ve bu ada kendi içinde dik çizgilerle kesilmiş bina adalarına bölünmüş. Bu nedenle her köşede trafik lambaları var. Bir yöne doğru giderken sürekli bu trafik ışıklarına yakalanırsınız. Ama bu belli saatler içindedir. Gün boyu böyle gitmez.
Oysa İstanbul trafiği neredeyse 24 saat bu durumda. Gecenin ikisinde bile trafikte saçınızı başınızı yolabilirsiniz.
Bazı çokbilmişler var, artık herhalde belediye iktidarın elinde diye ille onu koruyacak ya, diyor ki "Sen İstanbul'da kaç araba var biliyor musun, ayrıca hergün trafiğe en az 300 yeni araba daha çıkıyor, buna yol mu yeter?"
Ne diyeyim, cahille tartışılmaz ama, yine de anlatıyorum "bak güzel kardeşim, Paris'teki araç sayısı İstanbul'un üç katı, ama orada senin yaşadığın gibi sorunlar yaşanmıyor, Londra'da da öyle, New York da, bunların hepsindeki araç sayısı senin İstanbul'undan daha fazla, ayrıca burada trafiğe günde 300 araba katılıyorsa orada 500 araba katılıyor."
Sevgili izleyiciler, İstanbul trafiğinin sürekli kâbus yaşatmasının birinci nedeni, trafiğin bir bilim olarak ele alınmaması. Bunu neye dayanarak söylüyorum biliyor musunuz onu anlatayım.
Bundan tam 11 yıl önceydi. Almanya'da yaşayan yaşı benden hayli büyük bir dostum var. Tahsin Ersoy. Stutgart yakınlarındaki Tübingen'de oturur. Çok faal biri, asıl işi Almanya'da yaşayan Türklerin Alman resmi makamlarıyla yaşadıkları sorunlarda rehberlik yapmak. Çok iyi Almancası var, asıl özelliği ise Alman hukuk dilini iyi bilmesi. Almanya'da yaşayan Türkler Almanca konuşuyorlar konuşmasına ama, tıpkı bizdeki gibi orada da hukuk dili, resmi yazışmalardaki ifade biçimi farklı.
Tahsin Ersoy bu özelliği nedeniyle Alman resmi makamları tarafından olduğu gibi belediyeler ve üniversiteler tarafından da çok iyi tanınan biri. İşte o Tahsin Ersoy 11 yıl önce bir gün aradı "Tübingen Üniversitesinden 4 trafik profesörü getirdim seninle de tanıştırmak istiyorum, çünkü bazı şikayetleri var" dedi.
Buluştuk. Tübingen Üniversitesi'ndeki şehircilik bölümünde bir de ayrıca trafik kürsüsü ve bu kürsünün profesörleri varmış. İşleri trafik bilimi.
Her nasılsa o sıradaki İstanbul Belediye başkanı, Topbaş'tan önceki olmalı, Tübingen'de böyle bir kürsü olduğunu öğrenmiş ve akıllılık ederek oradan uzmanlar getirmiş İstanbul'a, kenti incelesinler de çare bulsunlar diye.
Alman profesörler de memnuniyetle gelmişler ve 15 gün çalışmışlar. İşte biz o çalışmadan, profesörlerin Almanya'ya dönmelerinden bir gün önce buluştuk. Adamlar çok dertliydi. Biri dedi ki "Buraya umutlarla geldik, iyi de çalıştık, ama sizin yöneticiler her şeyi çok iyi biliyorlar, bize gerek kalmadı."
Almanlar 15 günde her yeri gezip raporlar tutmuşlar. Söyledikleri çok basit; İstanbul'daki kavşak, alt ve üst geçit, tünel ve köprülerin çok büyük bir bölümü bilime aykırı olarak yapılmış. Ya açıları bozuk, ya eğimleri yanlış, ya daralma ve genişleme alanları hatalı. Kentin içinde 200'ün üzerinde huni dediğimiz daralan yol tesbit ettik, bunlar terbiye edilmedikçe trafik sıkışıklığı asla bitmez. Bunların terbiyesi de hem masraflı değil hem de kolaylıkla yapılabilir. Bunları anlattığımızda yöneticileriniz hepsine birer bahane buldular. Sonunda, (sizin bize ihtiyacınız yokmuş ki neden çağırdınız) demek zorunda kaldık."
İşte böyle. Sadece trafik konusunda çalışan, kürsüsü olan, profesörlüğe yükselmiş insanlar dertlerini anlatamıyorlar, çünkü bizimkiler daha çok biliyorlar her şeyi.
Bu bilgileri aldığım günden beri yollara, kavşaklara, geçitlere bakıyorum. Bu işin uzmanı olmaya gerek yok. Öncelikle zaten huni gibi daralan ve sonra da arkasında büyük bir yığın oluşturan noktalar açıkça görülüyor.
Kıt akılla trafik düzenlemeye kalkarsanız başarısız olacağınız kesindir. Örneğin, bizdeki lafı hiç dinlenmeyen kent bilimcilerin de söylediği, işte Almanların da gelip anlattığı yol terbiyesi konusu. Sıkışan bir trafiği akıtmak için ille yol genişletmesi gerekmez. Hatta bazı durumlarda bırakın yolu genişletmeyi daraltacaksınız. Trafikte önemli olan yolun akışkanlığını sağlamaktır. Tek şerit akar ama akar. Yoksa siz 5 şerit yol yaparsınız akmaz.
Biliyor musunuz Paris'te özellikle ara sokakların çoğu sadece tek şerittir. Üstelik sağdaki bir şeritte de araçlar park yapar. Ama yol akar. Aynı şekilde New York'ta gökdelenlerin arasındaki dar sokaklarda bir şeritten yol akarken sağda park eden dev TIR'lar yük indirip bindirir. Haydi bizde bir ara sokağa kamyon sokun bakalım ne oluyor.
O halde trafik her sıkıştığında bir geçit açmak, yolu bir şerit daha genişletmek çözüm değil kaostur çoğu kez. Çünkü bir yeri rahatlatmak için yolu genişlettiğinizde yolun tamamını aynı yapmanız gerek. Yoksa bir yerde genişleyen yol ilerde daralıyorsa hiçbir anlam taşımaz, tam tersine trafik sorununu daha da büyütür.
Şimdi bütün ayrıntılarını anlatmak çok zor. Ama birkaç örnek vereyim. Güya trafiği rahatlatmak için alt geçitler yapılıyor. Ama ana trafik akar gibi olurken, sağdan ve soldan giden, daralan ve dönüş yapan yollar günün her saati şişiyor. Çünkü yer olmadığı için alt geçide geniş bir alan ayrılıyor, üst dönüşlere yeterli yer kalmıyor, sıkışıklık yaşanıyor.
Bakın Taksim'de kavga gürültü bir yayalaştırma projesi yapıldı. Taksim'in altını oydular, Tarlabaşı'ndan Harbiye'ye, Harbiye'den Tarlabaşı'na giden yolu yerin altına aldılar. İyi oldu mu?. Sadece orayı kullananlar için iyi oldu. Peki Tarlabaşı'ndan gelip geri dönmek isteyenler? Eee akıl oraya kadar yetmiş. Dönüş yapacaklar sağdan girip; sonra geçidin üstünden U çizerek geri dönüyor. Bu da iyi. Tamam. Ama Talimhane'den gelen yolda hiçbir düzenleme yapılmadığı için, U dönüşü yapan ve tek şeritten akan yola sağdan 90 derece açıyla iki şerit girmeye çalışıyor. Girebilir mi? Giremez tabii. Peki önceden görmedin mi bunu? Tıssss.
İstanbul'da o kadar çok benzer yer var ki böyle hangi birini anlatayım. Ama bunların hepsinin çaresi var. Bütün kavşaklar, geçitler, dönüşler, üst geçitler basit rötuşlarla işe yarar hale getirilebilir.
Tabii şu gerçeği de bilmeliyiz. İstanbul içinden deniz geçen iki kıtanın üstüne yapılmış bir kent. Düz değil. Çok inişi çıkışı var. Aradaki denizi geçmek o kadar kolay değil. Sonuçta Asya ile Avrupa arasındaki kara yolu geçişini 7 şerit sağlıyor. Bunun yetmesi mümkün değil.
Dünyanın bütün trafiği 7 şeritten akar mı? Akmaz. Ama sadece az önce anlattığım bilimsel düzenlemelerin yapılması halinde bile trafikte geçen süremizi yarı yarıya azaltabiliriz. Hani bazen soruyorlar "Adayım diye ortaya çıkıyorsun, projen var mı?" diye. İddia ediyorum, sadece basit düzenlemelerle bile İstanbul trafiğini üç ayda gözle görünür biçimde rahatlatır iki yılda ise yarı yarıya azaltırım.
Tabii bunlar sadece aracını kullananlar için önlemler. Ama hepimiz biliyoruz ki asıl rahatlama toplu taşımanın hayatın her alanına geçirilmesiyle sağlanacaktır.
Yıllardır konuşuruz toplu taşımayı. Ama bunun da bilimsel olması gerekir. Akla gelen ve o anda parlak gibi görünen projelerle toplu taşımayı çözmek mümkün değildir.
Örneğin hep yakınırız "metro niye yok, keşke metromuz olsa" diye. Eski yönetimler de suçlanır bir türlü metroyu başlatmadıkları için. Oysa şunu bilelim ki metro toplu taşımacılıktaki en pahalı yatırımdır. Bu nedenle geri dönüşü de çok geç olacağı için aslında hep zarar eden bir sektördür.
Buna rağmen dünyanın büyük kentlerinde yönetimler zararı göze alarak metro yatırımlarına girişirler. Doğrudur, Paris, New York, Londra'nın çok gelişmiş metro sistemleri vardır, ama biliyor musunuz ki hepsi de zarar etmektedir.
Tabii yine de metro olmazsa olmazdır. Metronun birinci amacı üstteki trafiği azaltmaktır. Peki gelin bakalım bizdeki, İstanbul'daki metrolara. İlk metromuz Levent Taksim arasında yapıldı. Temelini, o beğenmediğimiz Nurettin Sözen atmıştı. Sonra başkanlığı kaybetti. Yerine Tayyip Erdoğan geldi. Metro bir türlü ilerleyemedi. Açıldığında bir kısım insan yeraltına inmişti ama, Taksim Levent arasındaki trafik de bu süre içinde azalacağına daha da arttı. Yani metro asıl amacına ulaşamadı.
Sonra bu metroyu uzattık. Hacıosman'a kadar gitti. Şimdi Şişhane üzerinden Yenikapı'ya uzanacak. Yük azaltacak mı? Azaltacak tabii ama ne kadar?
Bu iktidar en büyük metro yatırımı olarak kartal Kadıköy metrosunu sundu biliyorsunuz. Hiç gittiniz mi? Bindiniz mi?
İçi çok güzel. Ama içinin güzel olması, tabii ki gerekli de, asıl işlevi olan yolcu kapasitesi var mı? O metronun günde 900 bin kişi taşıması gerek, oysa 110 bin kişi taşıyor. Neden? Çünkü yanlış güzergahta. E-5'in tam ortasından giden metro büyük yolcu kapasitesine ulaşamaz ki.
Biniyorsunuz Kartal metrosuna E-5'in tam ortasında iniyorsunuz. Eee ondan sonra gideceğiniz yere nasıl gideceksiniz. Diyorlar ki "Efendim metro sizi evinize kadar mı götürecek?"
Cevabım basit; "Evet metro beni evime kadar götürecek." Nasıl mı? Büyük bir kentte metrodan çıktığınız an eve gitme mesafesi 20 metredir. Şaşırmayın, herkesin evine demiyorum, ama metrodan çıktığınız an 20 metre mesafede ev olması gerekir. Eğer siz o evlerden birinde oturuyorsanız şanslısınızdır. Bu evinizin değerini de artırır. Metrodan indiniz 100 metre yürüdünüz evinize vardınız. Ya da 500 metre yürüdünüz. Sistem böyle çalışır. İstasyona uzaklık sizin şansınız ya da şanssızlığınızdır. Ama Kartal metrosundan indikten sonra en yakın eve varmak bile en az 500 metre, her durak için geçerli bu. O zaman ne oluyor. 900 bin insandan sadece 110 bini kullanıyor metroyu. Diğerleri yine otobüs ve minibüslere binerek hiç olmazsa mahallelerine kadar varabiliyorlar binbir türlü sıkıntıyı çekerek.
Şimdi 4 gün sonra "Asrın projesi" olarak sunulan Marmaray açılacak. Proje büyük mü? Büyük elbette. Yararlı mı? Onu göreceğiz. Mutlaka yararlı olacaktır. Ama aldığım bilgilere göre, birincisi bu proje başladığı gibi bitmedi. İlk amaç farklıydı. Projeyi Avrupalılar önermişti. Onların amacı Hamburg'dan Basra Körfezine kesintisiz bir raylı sistem kurmak. Boğaz geçişini böyle hallediyorlardı. Bizi ilgilendiren bölümü ise Halkalı Gebze Banliyö hattının kesintisiz yapılacak olmasıydı. Ama bu da şaştı. Şimdi metro ile birleştiriliyor. Uzmanlardan aldığım bilgiye göre Şişhane Yenikapı metro hattı bitmeden Marmaray'ın doğru düzgün kapasite ile çalışması çok zor. Buna rağmen bir yük kaldıracak. Benim merakım Üsküdar, Yenikapı ve Sirkeci çıkışlarının nasıl olacağı. Bir keşmekeş yaşanacak mı? Bakalım göreceğiz. Görmeden sanki olumsuz bakıyor duruma da düşmeyelim. Ancak Marmaray'ın tek projeden oluşmadığını bu nedenle üç ayrı sinyalizasyon sisteminin bulunduğunu söyleyen bazı mühendisler, güvenlik kuşkusunu dile getiriyor. Bugün bazı gazetelerde bununla ilgili haberler vardı. Neyse duralım biraz, bir çalışsın, iyi olup olmadığını göreceğiz.
Tabii toplu taşıma deyince içinden deniz geçen bir kentte deniz ulaşımının çok az kullanılması da yürekler acısı bir durum.
Neden kullanılamıyor, ya da az kullanılıyor. Nedeni basit. Belli yerlerden motorla, vapurla, deniz otobüsüyle geçişler çok kolay. Zor olan vardığınız yerden asıl gideceğiniz yere ulaşma sıkıntısı. İşte toplu taşımanın asıl felsefesi bu. Yoksa yüzbinlerce insanı bir yerden bir yere götürmek değil aslolan. Büyük kitleleri bir yere götürdükten sonra onları dağıtmaktır toplu taşımacılık. Bu bazı noktalarda başarılmış. Örneğin Üsküdar'dan Taksim'e gitmek çok kolay. Biniyorsunuz motora, Kabataş'ta iniyorsunuz, 100 metre yürüyorsunuz finikülere biniyorsunuz tam Taksim'in ortasındasınız. Ya da
Topkapı'ya gidecekseniz, Kabataş'ta inip binin hızlı tramvaya, yan tarafta araçlar öylece beklerken süzülüp gidin aralarından. Levent tarafına gitmek için de taksim'den metroyu kullanabiliyorsunuz. Ama örneğin Üsküdar'a gelmek nasıl olacak? Sorun orada. Eğer Üsküdar'da oturuyorsanız kolay da oraya varmak zor.
Oysa toplu taşımacılıkta asıl yapılması gereken, dağıtım noktalarına insanların kolay ulaşımını sağlamaktır. Örneğin metro hatlarımız boyunca arabanızı bırakabileceğiniz doğru dürüst hiç park yeri yok. Taksim'e gelmek için Sarıyer'den, Zekeriyaköy'den, Büyükdere'den, Yeniköy'den yola çıkan birinin arabasını bırakıp metroya bineceği bir istasyon yok. Var olanların da kapasitesi çok az ve üstelik pahalı. O zaman da birçok kişiye arabasını bırakıp metroya veya raylı sisteme geçmek elverişli gelmiyor vuruyor kendini yola. Sonra da "ne bu trafik" isyanı.
Deniz yolunda araba geçişlerini de kullanmıyoruz. Sadece Harem Sirkeci arasında araba vapuru seferleri var o da gece 21.00 dedin mi bitiyor. Niye?
Şimdi düşünün, Sarıyer'de oturuyorsunuz veya Büyükdere, Kilyos, Zekeriyaköyde. İşiniz karşı sahilde ve aracınızla geçmek zorundasınız, ya aileniz yanınızda veya yük taşıyorsunuz. Bunun için Hacıosman, Maslak Levent yollarını kullanarak köprüye geliyorsunuz, o sıkışıklıkta geçiyorsunuz. Saatler sürüyor. Oysa Boğaz'ın bazı noktalarından direk karşıya tek seferde ve 10 dakikada 100-150 araç geçirebilirsiniz hızlı feribotlarla. Peki o zaman Boğaz trafiği içinden çıkılmaz hale gelmez mi? Gelmez. Vapura binecek araç sırasını Boğaz yoluna yapmaz da, yukarıda hazırlayacağınız platformlardan köprülerle direk vapura indirir, buradan da sahil yoluna çıkış vermezseniz sıkışıklık olmaz.
Yine Bakırköy Ataköy sahillerinden de hızlı vapurlarla sahil boyu taşımacılığı yapılabilir. Efendim yolcu var mı? Olur. Şimdi niye yok peki? Çünkü seferler uzun aralıklarla yapılıyor. Ancak o saati kullananlar bunları tercih ediyor. Oysa kısa aralıklarla sürekli seferler olsa, yüzbinlerce kişi karayolu keşmekeşine gireceğine bunları tercih edecektir.
Trafik konusunu konuşunca vaktin nasıl geçtiği anlaşılmıyor. Aslında daha anlatacağım çok şey var. Metro sistemini önce finüküler bağlantılarla oluşturmak sonra iki yakada cirle denilen dairesel metrolarla bunları entegre etmek çok zor değil. Yeter ki rant hevesine kapılıp halkın parasını çarçur etmeyelim. Bu konuda o kadar istismar ve kaçak var ki, onları anlatmak bile birkaç programın süresini alır.
Bu nedenle bugünlük bu kadar diyorum. İstanbul'un trafik sorunu çözülmeyecek bir dert değildir. Akılla, mantıkla, bilime inanarak ve işi en iyi yapacakları bularak, çalmadan çırpmadan iki yıl içinde bütün İstanbul'un çehresi değişir. Bakın bugün İstanbul'un her yerine, aklımıza estiği gibi dev binalar dikiyoruz, sonra bunların trafiğini zaten kaos içindeki yolarlara açıyoruz. Buna bir dur denmesi gerekmiyor mu?
Konu çok. Bugüne sığdıramadım ama sürücü hataları ve trafik denetimsizliğinin de trafiği içinden hale çıkılmaz getriyor ki, o başlı başına bir günün konusu. Ama bugün için zaman yok. Benim de hemen kaçmam gerek zaten yoksa oyuna yetişemem. Birazdan Ümit Zileli ana haberlerle birlikte karşınızda olacak. Pazartesi günü saat 18.30'da tekrar buluşmak üzere hepinize iyi akşamlar iyi hafta sonları dilerim. Hoşçakalın.