Çin’e gitmekle ekonomi düzelmez
Bugünlerin en gündemde konusu Türkiye’nin ekonomik işbirliklerde nerede olacağı meselesi... Batı ekonomilerine kızıp doğuya kayan, doğuya kayıyormuş gibi yapıp AB’ye göz kırpan bir yaklaşımla karşı karşıyayız.
Bazıları buna diplomasi (!) diyor ve gidip, gelmekle sorunların aşılacağını iddia ediyor. Her iki cephe açısından da çok açık söylüyorum: Çin’e gitmekle, Rusya ile toplantı yapmakla, Merkel’i burada ağırlamakla ya da Trump ile telefon görüşmesi ile ekonomideki sorun çözülmez. Bunlar olsa olsa, ikili diyalog ya da salt seyahat olur. Faydasız mı? Elbette değil. Olmalı...
Ama Türkiye, bir şeyleri düzeltecekse önce kafa yapısını değiştirmesi lazım. Mesela olmayan tasarruflarıyla, dolmayan kapasiteleriyle çılgınlar gibi insanlara harcama ve yatırım önermekten vazgeçmelidir. Çin’den iki tane örnek vereceğim. Çin’i sevenler de, yerenler de düşünsün.
Birincisi 2017’ye ilişkin bakış açısı. Çin, gelecek seneye yönelik yol haritasını çizdi. Önce haberi paylaşalım:
“Çin ekonomisinin ibresi olarak nitelendirilen Merkezi Ekonomi Çalışmaları Toplantısı 14-16 Aralık günlerinde düzenlendi. Çin Cumhurbaşkanı Jinping’in de hazır bulunduğu toplantının ardından yayımlanan bildiride, 2017’de uygulanacak ekonomi politikaları ve önceliklerine yer verildi.
Buna göre, arz yönlü yapısal reformlar derinleştirilecek. Çin, gelecek yıl kapasite fazlasının eritilmesi, stokların elden çıkarılması, finansal risklerin düşürülmesi, fiyatların aşağı çekilmesi ve zayıf bağlantıların güçlendirilmesi olmak üzere beş alanda ilerleme kaydetmeyi bekliyor.”
Yani dünyanın en büyük üreticisi kapasite fazlasının önlenmesinden, zombi şirketlerin yaşatılmaması için karar almaktan, konut stoklarının kontrol altına alınmasından ve varlık balonu başta olmak üzere, finansal risklerin azaltılmasından söz ediyor. Yani üretelim, ürettikçe büyürüz gibi bir yaklaşımı yok.
Peki Çin’in mal satamayacağına inandığı bir dünyada, biz hangi gerekçelerle atıl kapasite zengini şirketlerimize yatırım yaptırıyoruz? Finansal riskleri arttırmak için, neden lafta üretim, icraatta tüketim ekonomisine yöneliyoruz? Ayrıca üretimden konut sektörünü anladığımız da açık. Bakın Çin, bunu kontrol altına almaktan bahsediyor.
İkinci başlığımız ise enerji alanında. “2020 yılı sonuna kadar Çin’de güneş enerjisinden çeşitli yöntemlerle toplam elektrik üretiminin 110 milyon kilovatı aşacağı, bu yöntemlerden fotovoltaik panellerle elektrik üretiminin ise 105 milyon kilovata ulaşacağı açıklandı.”
Nerede? Ulusal Enerji İdaresi tarafından yayınlanan, ‘Güneş Enerjisinin Geliştirilmesine Dair 13. Beş Yıllık Plan’da. Neden nükleere yatırım yapmıyorlar? Üstelik öylesine uzun bir dönemde bu kararlılığı sürdürüyorlar ki, on üçüncü beş yıllık planda açıklanıyor bunlar. Yani bir de planlı ekonomiden bahsediyorlar. Dönün bakın batıya; Almanya’da hem yaklaşımda, hem güneş konusunda durum çok farklı değil.
Türkiye’de fotoğraf ne? Devlet Planlama Teşkilatı tabela kurumu haline dönüştürüldü. Eski moda bir iş olarak görülüyor. Gelelim güneşe... Bugünlerde alternatif enerji konusunda herkes bir şeyler söylüyor.
Dilin kemiği yok; lafı bırakıp, icraata bakalım. Bu yılın, yani 2016 yılının mayıs ayında 75 bin güneş paneliyle, ülkenin en büyük güneş enerjisi santrali açıldı. Özel bir şirket tarafından yapılan yatırımla 13 milyon 600 bin kilovatsaat enerji üretilecek; 7 bin tona yakın da karbon salınımı engellenecek.
Konya’daki bu tesisin açılışına ne iktidardan ne muhalefetten tek bir siyasetçi katılmadı biliyor musunuz? O tarihte konuyu ‘Siyasetin gözünü güneş aldı’ başlıklı yazımda aktarmıştım. İşte bu resim ortadayken, ülkenizde ne söylendiğinin önemi kalmıyor. Çünkü bu tavır, bir bakış açısını ortaya koyuyor.
Velhasıl kelam sözün özü şu: Çin’e gidip gelmekle ekonomiyi düzeltemezsiniz. Keza aynı durum dünyanın başka öncü ekonomilerinin yaşandığı ülkeler için de geçerli. Bakış açımızı değiştirmeli ve tutarlı olmalıyız. Yoksa gerisi boş laf, hamaset ve kuru siyaset.
Çetin Ünsalan