TÜSİAD ve Bilecik’in anlattığı
TÜSİAD, 12 Ocak Perşembe günü seçimli genel kurulunu yapıyor. Muhtemelen de tek aday olarak öne çıkan Erol Bilecik, derneğin yeni başkanı olacak. TÜSİAD konusunda herkesin olumlu ya da olumsuz bir fikri olabilir; ama bence bu seçim son derece tarihi bir özellik taşıyor.
Nedenini bir derneğin başına kim geçtiğinde değil, nasıl özelliklere sahip bir insanın geçtiğinde aramak lazım. Erol Bilecik, Türkiye’nin ilk bilgisayar mühendislerinden… Peki bu ne demek?
Bu yazıyı, mesleki derneğindeki faaliyetleriyle de yakından tanıdığımız Bilecik’i övmek için yazmıyorum. Zaten bilenler bilir; tarzım da değildir. Ayrıca yıllarca dijital dönüşümü anlatan ve sahadan gelen bir isim olarak buna ihtiyacı olduğunu da düşünmüyorum.
Burada önemli olan, Türkiye’nin patronlar kulübü olarak nitelendirilen TÜSİAD’ın, başına aday gösterdiği ve muhtemelen de seçeceği kişiyle verdiği mesajdır. Özellikle dünyada dördüncü sanayi devriminin tartışıldığı bu süreçte, bence çok vizyoner bir karar.
Zaten 2017 yılının Ocak ayının başında Erol Bilecik de Dünya Gazetesi’ne verdiği bir röportajda dikkat çekmek istediğim konunun altını çiziyor. Dijital dönüşüm konusunu ıskalaması halinde, ilk 500’te yer alan birçok şirketin bu ligden düşebileceğini vurguluyor.
İşte bu yüzden TÜSİAD’ın yeni Başkanı’nı bu gözle değerlendirmek ve Türk sanayisinin dönüşümü için fırsat olarak kullanmak gerekir. Elbette bunu yapabilmenin bazı şartları da var. TÜSİAD, üyeleri nedeniyle ekonomik bir ağırlığı olduğundan hedef niteliğinde.
Siyasetin yalpalamalarından birinci dereceden etkilenin risk sahibi şirketlerden oluşuyor. Geçmiş dönemde sınırlarını zorlayarak yaptığı büyük hatalar da var; eleştiri ortaya koyduklarında mağdur pozisyonuna düştükleri de…
Fakat siyasi tartışmaların dışına çıkmak ve konsantrasyonunu bu vesile ile sanayinin, üretim yapısının dönüşümüne vermesi gerekir. Çünkü muhtemel yeni başkan ve yönetimi rahat bırakılırsa, kısır tartışmaların ötesinde Türkiye için daha önemli bir görev üstlenebilir.
Eğer bu seçim, bugüne kadar doğru ya da yanlış yapılanları bir kenara koyup bilinçli yapılmış bir tercihse, yani isimler çaresizlikten değil, fikri dönüşüm kaygısıyla yapılıyorsa, KOBİ’ler dahil firmalarımızın dönüşümünde, yerlileşmesinde aktif rol oynanabilir.
Şüphesiz tam bir kanaate varmak için çok erken. Süreci görmek, yapılanlara ya da yapılmayanlara, konuşulanlara ya da konuşulmayanlara bakmak lazım… Bu nedenle elbette eleştiri hakkımı saklı tutuyorum.
Sadece öne çıkan ismin, bir gazeteci olarak bana verdiği kanaati paylaştım. Umarım Türkiye önyargılarına takılıp bu fırsatı kaçırmaz. Yoksa zaten bu gidişat Türk firmalarından değil, Türkiye’deki firmalardan bahsedebildiğimiz, başkalarının ortak, bizim pazar olduğumuz bir süreci tekrar dayatıyor.
Yeni yönetim bu kaygıları taşır mı; verdiği izlenim hayat bulur mu; yoksa klasik yönetim anlayışı devam mı eder? Yaşayıp, göreceğiz. Ama bence fırsat doğmuşken, bu zihinsel dönüşümü kaçırırsak yazık olur.
Çetin Ünsalan