Üretime inancınız bakışınıza bağlı
Türkiye’nin vergi yapısı ve anlayışındaki sıkıntı açık. Özellikle vergi gelirlerinin yüzde 80’lere vuran oranlarda dolaylı vergilerle tahsil ediliyor olması, sokağı yakan başlıca problem.
Ülkede bir kayıt dışı gerçeği olduğu da açık. Bununla ilgili neler yapılması gerektiği, merdiven altı firmalardan, düzgün firmaların nasıl korunacağını, teşvik sisteminde düzgün çalışanların korunması önemi, çok tartışılmasa da hayati önem taşıyor.
Fakat mükellef olarak kayıt altındaki işletmeler açısından da haksızlıkların sonu gelmiyor. Bu yanlış uygulamalar ve aksamalar da firmalarımızı üretim dışına iten başlıca etkenler olarak öne çıkıyor.
Konuyla ilgili kamuoyuna bir açıklama yapan Yeminli Mali Müşavir Ali Çakmakçı’nın uyarılarına göz atalım. Diyor ki: “
“Vergi mevzuatında kurumlar vergisi üreten ve üretmeyen kesim için aynı oranda belirlenmiştir. Son dönemde imalatçı KOBİ’lerin birleşmesi kanalıyla 3 yıla kadar yüzde 75’e kadar geçici bir indirim söz konusu. Ama genel olarak üreten ve üretmeyen ayrılmıyor.”
Bir vergi sisteminin önemli bir Maliye politikası aracı olduğuna dikkat çeken Çakmakçı, üretimi ve istihdamı vergi sistemin teşvik etmesi gerektiğini vurguluyor. Üreten ve ticaret yapanın kurumlar vergisi oranlarının farklı olması gerektiğini belirten uzman, farkın da en az 10 puan olması gerektiğini ifade ediyor ve “vergi mevzuatınız üretim yapanı teşvik edecek ki, o ekonomide bazı mekanizmalar çalışmaya başlasın’ diye de ekliyor.
Elbette buna ilaveten yatırım aşamasında KDV başta olmak üzere, cazibeyi kaçıran diğer etkenleri de vurguluyor. Gerçekten bir ülkede üretimi teşvik edecekseniz, yaklaşımlarınızın da bu doğrultuda olması gerekir.
Hatta meseleyi verginin ötesine çıkarın. Son gelen doğalgaz zamlarına baktığınızda da sanayide kullanılan doğalgaza, meskenin kat be kat üzerinde zamlar geldiğini, son 3 ayda elektrik fiyatlarındaki artışın da bundan farksız olmadığını görüyoruz.
Peki gelinen noktada sonuç ne? Son açıklanan eylül ayı enflasyonuna baktığınızda 2003 Haziran’ından beri en yüksek enflasyonu gördük. Ama daha dramatik olanı, tüketicinin enflasyonu yüzde 24,5 artarken, üretici enflasyonunun yüzde 46,1 yükseldiğini görüyoruz.
Yani fiyatlara yansıtılamayan maliyet, resmi enflasyonun iki katı oranında artmış. Bu en iyi ihtimalle ‘üretme’ mesajı verir. Sorunu aylardır dile getiriyorum. Fakat ısrarla görmezlikten geliniyor. Ekonomi yönetiminin istihdam yaratan üreticiye sahip çıkması gerekir.
Yalnız bunu yaparken de toptancı yaklaşımların kaş yapayım derken göz çıkardığını da unutmamalıyız. Geçtiğimiz günlerde Ortak Akıl Danışmanlık’ın organize ettiği bir konferansta dinlediğim Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu da bu noktaya değindi.
Çürük elmaların kayıt altında çalışan işletmelere, tüm zorluklara karşılık ilave bir problem yarattığını ve onların hırpalanmasına neden olduğunu söyledi. Hatta kamudan reel sektöre herkese de bir mesaj verdi: “Çürükleri ayıklayın. Batacak adama mal satmayın. Her firmayı kurtarmayın.”
Oysa bizde teşvikler de kredilerde toptancı olarak herkese veriliyor. Bu arada piyasaya zarar verenler de tam batacakken kendini kurtarma fırsatı bulup, gerçekten iş yapmaya niyetli olanları batma noktasına sürüklüyor. Ayrıca verdiğimiz desteklerin de nerede kullanıldığını kontrol etmiyoruz. Bunların da periyodik olarak denetlenmesi, gerekiyorsa da danışmanlık verilmesi gerekir.
Aynı toplantıda Dr. Mahfi Eğilmez’in de paylaştığı çok önemli bir veri vardı. Üreten ya da tüketen ülke ekseninde yerimizi görmemiz adına anlamlıydı. Türkiye her yıl ürettiği 100 TL’nin 70 TL’sini tüketiyor. Çin ise her 100 TL’nin 45 TL’sini tasarruf ediyor. İşte bu fotoğraf bile ülkeyi tüketici, devleti dolaylı vergici, firmaları da ithalatçı yapıyor.
Sözün özü şu: Gerçekten üretim ekonomisine geçeceksek, tasarruflarımızı kazancın ardından arttırıp dış finansmana ihtiyacımızı azaltacaksak, dünyaya mal satacak katma değerli ürünler imal edeceksek, bu vergiden teşviğe kadar geniş bir yelpazede meseleye nereden baktığınıza bağlı.
Üreteni ayakta tutamazsak, insanlara istihdam da yaratamayız. Ve mevcut fotoğraf bize yüksek perdeden önümüzdeki sürecin bir numaralı sorununun işsizlik olacağını bağırıyor. Biz ya görmüyoruz ya da şaşı bakıyoruz. Gerçeği göstermeye çalışanlarla da topluca sağırlar diyaloğu oynuyoruz.