Sözün bittiği yer
Yine seçim meydanları dolacak ve yine bize ‘ne kadar iyi durumda olduğumuz’ anlatılacak. Hamasetle yetinilmeyip, bizzat iktidar tarafından bütçede delik üstüne delik açılacak. Neden? Daha refah içinde yaşayalım diye mi? Elbette hayır...
Sadece siyasetin gündemindeki bir seçim daha atlatılsın; gelecekten harcayarak; istedikleri sonuçlara ulaşılsın diye... Size bir tarafta borçla yapılan ve yıllarca kullanmadığımız halde parasını ödemek zorunda kalacağımız işler gösterecekler; diğer tarafta yine dünyanın bizi kıskandığını anlatacaklar.
Oysa bildiğiniz fakru zaruret içerisindeyiz. Nereden mi çıkarıyorum? Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Örgütü’nün son açıklanan raporuna bakalım. 41 ülkede iş koşullarının incelendiği bu raporda Türkiye’de ortalama gelir yerlerde sürünüyor.
Ülkemizde ortalama gelir kadınlarda bin 350 TL, erkeklerde ise bin 750 TL... Şimdi oturup burada neden fark olduğunu tartışabiliriz. Fakat asıl tartışmamız gereken hangisi olursa olsun ikisinin de açlık sınırının bile altında olduğu gerçeğidir.
Türk-İş’in Nisan ayı itibariyle açıkladığı açlık sınırı dört kişilik bir aile için 2 bin 107 TL, yoksulluk sınırı da 6 bin 863 TL. Tek kişinin yaşama maliyetine bakıldığında ise 2 bin 601 TL gibi bir rakam ortaya çıkıyor.
Yani neresinden bakarsanız; bakın açlık sınırına varmamıza en az yüzde 50 arttıracak bir gelir var. Peki bu alışverişler nasıl yapılıyor? Hep bunu sorup, akılları karıştırıyorlar. Aslında bireyin yaptığı da iktidarın seçim zamanında yaptığından farklı değil. Gelecekten yiyor.
Herkesin kredi borçlusu olmasının, kredi batağına sürüklenmesinin bundan başka bir nedeni yok. Peki bu durum ne yaratıyor? İnsanların işsiz kalması bir yanda, iş bulduğunda da köle fiyatına çalıştırılması sonucunu doğruyor.
Hele ki şimdi Suriyeli, Afgan ve benzeri noktalardan gelip ülkemizde çalışma yaşamına girenlerle birlikte bu mesele daha dramatik boyutlara ulaşıyor. Peki ne olacak? Öncelikle hayatımızın daha çok maliyetleneceğini ama gelirimizin artmayacağını biliyoruz.
Bireylerin dışına çıkın. Türkiye’nin CDS olarak kısaltılan risk göstergesi ile borcunu ödeyebilmesi için ortaya koyduğu fotoğraf hızla iflas noktasına erişti. 5 yıllık projeksiyonda 461 puanla tüm zamanların en riskli haline büründük.
Bunun bir tarafta geleceği satınalmayı olanaksız kılacağı, öte tarafta yeni kredi bulunamayacağı için dolardan hayat pahalılığına kadar giderlerimizin artacağını anlattığını söylememe sanırım gerek yok.
Şimdi geldiğimiz noktada gerçeğimizle yüzleşelim. Bu sistemin bu haliyle devam etmesi mümkün değil. Hamasetle ötelenebilme ihtimali de kalmadı. O zaman ya gerçeğimizle yüzleşip, sorumlularına ‘bir dakika’ diyeceğiz ya da masal dinlerken karda uyuyan insan gibi yavaş yavaş öleceğiz.
Çetin Ünsalan