Faiz düşerse kredi ucuzlar mı?
25 Temmuz’daki faiz toplantısına adım adım gidilirken herkesin gündeminde faiz düşüşü var. Özellikle Merkez Bankası Başkanı Çetinkaya’nın görevden bu nedenle alınması ve faiz ile enflasyon arasındaki makasın açılması herkeste bir faiz düşüşüne kesin gözüyle bakma eğilimini doğuruyor.
Öncelikle şunun altını çizelim ki faiz oranlarının da enflasyon oranlarının da kağıt üzerinde olduğunu bilmeliyiz. Yani ne açıklanan enflasyon tüketici ve üretici enflasyonuyla bağdaşıyor, ne de açıklanan faiz oranları piyasadaki faiz uygulamasına direkt etki ediyor.
Aksine gerçekleri yok sayarak yapılacak hareket bir tarafta iktidarın, diğer tarafta da Merkez Bankası’nın itibarını zedeleyecektir. Elbette düşük faiz hepimizin isteyeceği bir şey. Fakat insan daha müreffeh bir hayat yaşamak için çok para da ister. Buna giden her yol mubah sayabilir mi?
Aslında son dönemdeki faiz tartışması da bundan farklı bir durum değil. Bu ülkede bankacılığın yıllarca görevini yapmadığını, üretim, teknoloji, ticaret yerine, tüketimi ve Basel kriterlerini ve yasaları da zorlayarak vatandaşı kredilendirdiğini biliyoruz.
Hesap 1 firmaya 10 birim kredi vermek yerine, 10 kişiye 1 birim kredi vererek riski dağıtmak, bu arada da çok büyük kazançlar elde etmekti. İşin komplo teorisine girmiyorum bile, zira bizzat iktidar bu uygulamayı destekledi. Gelinen noktada nasıl herkesin riskli, borçlu, hatta bir bölümün batak haline geldiğini, reel sektörün de yurtdışı borçlanma gerçeğiyle karşı karşıya kaldığını biliyoruz.
Fakat bu hataları bugünkü açmazlarını da görmezden gelmemizi gerektirmiyor. Bu bankaların hiçbiri yurtiçi mevduatları krediye çeviren bir yapıda değil. Sendikasyon adı altında yurtdışından getirdikleri parayı satıyorlar. Bu nedenle siz ne kadar faiz düşürürseniz düşürün, aldıkları adı ne olursa olsun borcun, kredinin bir maliyeti var.
Kamunun son olarak dolar kuru baz alınarak yüzde 7,5 borçlandığı bir fotoğraf içerisinde, bu finans kuruluşlarının zararına mal satmasını isteyemezsiniz. İstediğiniz zaman ne mi olur? Onlar da dosya masrafları ve benzeri kalemlerde yüzde 50’nin üzerinde zam yapma yoluna giderler.
Yani günün sonunda fatura hem vatandaşa çıkar, hem de kredi kullandırabildikleri reel sektörün sırtına, defter işlemeden işlem yapmaya kadar bir dizi ek maliyeti yüklersiniz. Bu durumda da ‘sor alma kredileri’ bir tarafta, alanın da neredeyse faiz ödermiş gibi maliyetlerle karşı karşıya kalacağı bir fotoğraf ortaya çıkarırsınız.
Bankalar dünya ekonomisindeki gelişmeleri, iç piyasadaki daralmayı, firmaların bilançolarındaki bozulmayı ve ödemeler zincirindeki kırılmayı bildiği için, buna kredi maliyetleri de eklendiğinde faizleri düşüremezler.
İktidardan çekindikleri için kağıt üzerinde düşürür, ama bu sefer de kredi vermeme yoluna giderler. Çünkü bizdeki bankacılık proje değil, ipotek bankacılığı... Peki bu resim içerisinde ortaya nasıl bir ihtimal çıkar?
Ya bankalar iktidarın ve Merkez Bankası’nın ortaya koyduğu faiz oranlarını uygulamadıkları için, bu kurumların itibarı zedelenir ya da ucuza en sağlama kredi verme yoluna giderler. Bu durumda da geriye tek bir seçenek kalır. Devlet...
Devleti fonlarlar ve karşılığında da güzel teminatlar alırlar ki, bu bir süre sonra aldığı kaynağı inşaatta kullandırıp, kendini kurtarmaya çalışan zihniyetin toprağa milyon dolarları yeniden gömmesi sonucunu doğurur ve bizi hızla bir bankacılıkta alacak ya da kamuda borç krizine sürükler.
Ayrıca lanse edildiği gibi İran’dan S400’e, F35’ter ticaret savaşlarına kadar hiçbir jeopolitik risk de söylendiği üzere ortadan kalkmış değil. Bununla birlikte dünyadaki merkez bankalarının eğilimi de düzelmeyle değil, varlık fonlarının patlaması korkusuyla yapılmaktadır.
İşe bu boyutlar açısından baktığınızda da sonuçları 2001 krizinin kat be kat üzerinde olur. Diyelim ki kredi verdiler. Faizi de düşürdüler. O zaman da bu krediyi alan, satışların dünyada ve içte tıkandığı noktada yatırıma değil dövize yönelir, bu da enflasyonu, günün sonunda da faizleri yükseltir. Hasarı da yanınıza bırakarak...
Sonra da dönüp birbirimize malum fıkradaki gibi sorarız: Biz bu pisliği neden yedik?