Çetin Ünsalan
Çetin Ünsalan Köşe Yazısı

MB: Tüketemiyoruz da; üretemiyoruz da...

Ülkede son dönemde en tartışmalı konuların başında enflasyon geliyor. Bir tarafta hükümet yetkilileri kağıt üzerinde düşürülen enflasyonun geldiği seviyeyi aldıkları önlemlere bağlarken, öte tarafta vatandaş bu düşüşü hissetmek bir yana, yüksek artışların arasında yaşamaya çalışıyor.

Nitekim son olarak Davos’ta da Bakan Albayrak, yeni ekonomi programı konusunda ne kadar büyük başarılar elde ettiklerini anlattı. Salonda inanan var mıdır bilinmez ama, gitmeden önce de kısa sürede enflasyonun tek haneli rakamlara gerileyeceği, yine iktidar yetkilileri tarafından dile getirildi.

Belki de bu enflasyon meselesinden sıkıldınız, ama ben ısrarla bu konunun üzerinde durmaya ve algı oyununu gözler önüne sermeye devam edeceğim. Çünkü ekonomi yönetimi tüm hedefini buraya kilitleyip, bunu da vatandaşın gerçeğini göz ardı ederek, sıcak para çekebilme ihtimali üzerine oynayarak anlatıyor.

Her şeye rağmen enflasyonda düşük oranı yakalama tavrı da, ekonomide bu meseleyi kırılma noktası olarak önümüze taşıyor. Bir tarafta düşen alım gücü, öte tarafta çökmüş tüketici güveni, bir yanda başarılı ekonomi söylemleri, diğer yanda işsizlikten enflasyona, konkordatolardan ödemeler zincirinin kırılmasına kadar bambaşka bir fotoğraf sergileniyor.

İhracatımızın rekor kırmasından bahsediyor; ama kazancımızın düştüğünü göz ardı ediyoruz. Mal sattığımızı dile getiriyor; ama girdi maliyetlerindeki anormal artıştan dolayı tekrar nasıl üretim yapacağımızı tartışmıyoruz.

Tüm bunları anlatıp, gerçekçi önlemler alınması gereğine işaret ederken de, bunlara burun kıvıran ekonomi yönetiminin hata üzerine hata yaptığına şahit oluyoruz. Fakat Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun 16 Ocak tarihli toplantısının açıklanan tutanakları, tüm tespitlerimizin doğru olduğunu, hatta daha büyük bir tehlikenin de kapıdan baktığını bize gösteriyor.

Tutanaklarda şu ifade çok kritik: “İthal girdi maliyetleri ve iç talep gelişmelerine bağlı olarak enflasyon görünümünde bir miktar iyileşme gözlenmekle birlikte fiyat istikrarına yönelik riskler devam etmektedir. Enflasyonun ve enflasyon beklentilerinin bulunduğu yüksek seviyeler ile maliyet unsurlarının seyri ve fiyatlama davranışlarına ilişkin belirsizlikler önümüzdeki dönem enflasyon görünümü üzerinde risk oluşturmaya devam etmektedir.”

Yani Merkez Bankası ilk cümlesinde ithal girdi maliyetlerinden bahsederken, yeterli oranda ithalat yapılmadığını anlatıyor. İç talepteki gelişmelerden de piyasanın tıkanma noktasında olduğunu tescilliyor. İçteki daralma ve üretmek için yapılmayan ithalat da, enflasyona sınırlı bir olumlu hava yaratırken, stoktan ihracat yapıldığını ve insanların da zorunlu maddeler dışında tüketime yanaşmadığını anlatıyor.

Anlattığı belirsizlikler de, yeniden üretim yapmaya çalışmamız durumunda dış ticaret açığından cari açık konusuna kadar sorunların halledilmemiş bir biçimde ortada durduğunu ve risk yarattığını bize gösteriyor.

Yani Türkiye üretemiyor da, tüketemiyor da... Buna rağmen enflasyon, öngörülen risklere göre yükselirse, bir başka tehlike de önümüze gelecek gibi gözüküyor. Stagflasyon... Yani hem ekonomik durgunluk, hem de fiyatlarda artış yani enflasyon gerçeğinin hayatımıza girme riskinin adım adım geldiğine işaret ediyor.

Bunun da reel sektör kanadında büyük bir işsizliği tetikleyeceği ve kredilerde şüpheli oranlarının artma olasılığının da hızlanacağını anlatıyor. Peki bundan nasıl kurtuluruz? Hareketli bir dış pazarda, daha yüksek fiyatlara mal satarak...

Gerek PPK raporunda, gerek Davos’taki IMF açıklamasında, gerekse de Albayrak’ın ‘tek korkum dünyadaki daralma’ ifadesinde yurtdışında büyük bir korumacılığın ve daralmanın olduğunun bilindiği anlaşılıyor.

O zaman her şey bu kadar ortadayken, seçim odaklı yaşamak yerine, sorunları kabullenip, çözüm için akıl yormak gerekmez mi? Gerekmiyor olacak ki, ekonomi yönetiminin gündemine bile gelen bir başlık değil. Ama unutmayın, ekonomi siyasete benzemez. Gelir gerçeğini hatırlatır size...

Çetin Ünsalan

da mb