Bu sene de turist yok anlaşılan
Türkiye Otelciler Federasyonu Başkan Yardımcısı Mehmet İşler bir açıklama yaptı. Federasyona göre bu sene turizmin yüzünü iç turistin güldürmesi bekleniyor. Bu öylesine bir söz ki üzerinde uzun uzun düşünmek gerekiyor.
Bir kere her şeyden önce yalın gerçek, turizmcilerin verilen tüm coşkuya rağmen bu sene de yurtdışından umutlu olmadıklarının itirafıdır. Aslında haksız da değiller. Çünkü 2018 yılına kadar tüm pazarı kaybettiğimizi daha geçen sene söylüyorlardı.
Üstelik o süreçte sadece Rusya ile ilgili problem yaşıyorduk. Önemli bir müşteri ama doğru bir planlamayla etkisi nispeten azaltılabilirdi. Mesela firmalara artık göze girme faaliyeti haline gelen bayilerini Umre’ye götürme yerine, içte organizasyonlar yapması konusunda ikna çalışmaları yürütülebilirdi. Göze girmeye çalışılan birinin, bir sözüne bakardı; yapılmadı. Sorun devam ettiğine göre çok da geç değil…
Bu yetmezmiş gibi, katma değeri en yüksek müşterimiz olan Avrupalı turisti de ne zamana kadar olduğu bilinmeyen bir süreçte kaybettik. Ruslar’ı petrol fiyatı bazlı yaşadıkları krize rağmen, geçen sene büyük ölçüde Yunanistan ve İspanya’ya kaptırdığımız da ortada.
Peki bu sene gerçekten iç turist sorunu aşabilecek durumda mı? Öncelikle iki ihtimalin üzerinde durmak gerekiyor. Bunlardan birincisi gerçekten önemli bir turizm hareketi olur ve tüketici borç batağına biraz daha batar. Zira parası yok.
İkinci fotoğrafta ise mevcut mali tablolar ışığında, ne kadar kredi sunulursa sunulsun tatile çıkmaz. Her iki durumun da Türkiye ekonomisine olumsuz etkileri olacağı açık.
Ayrıca turizmin hedeflenen dövizi getirememesi cari açık finansmanında ve mevsimlik istihdam nedeniyle işsizlikte iki farklı sorun olarak daha karşımıza çıkacaktır.
Bu nedenle böylesi doldur boşalt laflar edeceğimize daha akılcı bir yöntem izlememiz gerekiyor. Her şeyden önce bu süreci turizmin atlatabilmesi için önce turizm yatırımlarını durdurmamız gerekiyor.
TUROB verileri gösteriyor ki, en iyi yıllarımızda dahi yüzde 65’lerde gezen bir doluluk oranıyla faaliyet gösteriyoruz. Bu durumda da öncelikle yeni otel yatırımlarını durdurmak gerekir.
Batmak üzere olanları da mercek altına alıp, gerçekten finansman sıkıntısı nedeniyle bocalıyorsa desteklememiz şart. Ayrıca turizmi de otelden kurtarıp sokağa dökecek metotlar aramalıyız.
Ardından Türkiye’nin ciddi bir imaj çalışması yapması ve saçmalama düzeyindeki açıklamaları bırakarak daha rasyonel bir tavır içine girmesini sağlamalıyız.
Böylesi kriz dönemleri zordur; ama aynı zamanda fırsatlar da sunar. Bir yandan yurtdışı çalışmalarını hızlandırırken, öte tarafta yılan hikayesine dönen turizm master planını yapmalı, gelecek projeksiyonu oluşturmalıyız.
Eğer zor dönemi tesis kapasitesinden turizm çeşitliliğine, istihdam politikalarından katma değeri sunan örneğin mutfak gibi konulara yönelik çalışmalarla yapılanarak geçirirsek, doğru bir pazarlama çalışmasının neticesinde meyvelerini toplayabiliriz.
Yoksa yine kendi kendimizi kandırır; memleketine giden insanları seyahat istatistiki saymak yerine, turizm faaliyeti görür ve filmin sonunda kapanan ya da el değiştirerek yabancıların olan tesisler gerçeğiyle yüzleşiriz.
Çetin Ünsalan