Angajman kuralları, Türk Deniz Kuvvetleri ve düşündürdükleri... Türkiye bu kez AB'nin kuru gürültüsüne pabuç bırakmamalıdır!
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu’nun Doğu Akdeniz’de icra edilen Mavi Balina tatbikatı münasebetiyle basın mensupları ile paylaştığı bilgiler Türk Deniz Kuvvetleri ve angajman kuralları kavramını yeniden ülkemizin gündemine soktu. Önce isterseniz angajman kuralları hakkında kısa bir bilgi verelim.
Angajman kuralları (Rules of Engagement), harp ilanının yapılmadığı gerginlik ve kriz koşullarında, bir askeri birliğin karşı taraf için kışkırtıcı bir nitelik taşıyabilecek kuvvet kullanımı, tehlikeli manevra veya elektronik taarruz gibi eylemlerini hangi koşullarda, ne şekilde ve hangi derecede uygulayacağını gösteren önceden belirlenmiş kurallar manzumesidir.
İstenmeyen bir sıcak çatışma ortamına birdenbire sürüklenmemek için bu kurallar Hükümet, Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları seviyesinde olmak üzere ayrı ayrı belirlenir. Hükümet yetki alanına giren bir angajman kuralını, hükümetin izni olmadan askeri bir birlik kullanamaz. Ama Hükümet ya da Genelkurmay bu alandaki herhangi bir yetkisini Kuvvet Komutanlıklarına devredebilir.
Tartışmalı alanlarda görev yapacak TSK unsurları için hazırlanan harekât emirlerinde angajman kurallarına da yer verilir. Ancak hiç beklenmeyen bir şekilde ortaya çıkan olağanüstü bir durum karşısında sahadaki birlik hızlı mesaj sistemi ile bir angajman kuralı talep edebilir.
Güncel olması itibarıyla, Oramiral Bostanoğlu’nun açıklamalarında geçen bir durumu ele alarak bu konuyu pekiştirmeye çalışalım. Türk Deniz Kuvvetleri, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafından kiralanan araştırma gemisini 9 km. mesafeden takip etmektedir. Hayali bir durum yaratalım. Yabancı ya da bilinmeyen bir askeri uçak sondaj yapmakta olan gemiyi takip eden Türk gemisine yaklaşıyor olsun. Gemi Komutanı derhal konu ile ilgili angajman kuralına bakar. Angajman kuralında şu hususlar yer alabilir. 50 mil mesafede telsiz ile uçağa uzaklaşması söyle, 30 mil mesafede elektronik karıştırma yap, 15 mil mesafede uyarı ateşi yap, 10 milden itibaren imha ateşi aç gibi. (Tedbirler tamamıyla hayalidir!)
Şimdi Ora. Bostanoğlu’nun Güney Kıbrıs’la ilgili gerilim konusundaki demecine bakalım. Sözcü’nün internet sitesinden kısaltarak naklediyorum: “Angajman kuralları Başbakanlık tarafından Genelkurmay Başkanlığı’na, oradan da Deniz Kuvvetlerine devredilmiş durumda. Biz bu konuda herhangi bir durumla karşılaştığımız takdirde angajman kuralları çerçevesinde hareket edeceğiz. Türk milletinin bize vereceği tüm görevleri kararlılıkla yerine getirmeye hazır ve muktediriz. Türkiye’nin deniz hak ve menfaatleri etki ve ilgi alanlarımızda başarıyla yerine getirilmektedir (korunmaktadır). Türk Deniz Kuvvetleri, Barbaros Hayrettin Paşa araştırma gemisini yakından korumakta ve destek sağlamaktadır. GKRY’nin kiraladığı sondaj gemisini takip ediyoruz. 9 km. içine girmiyoruz. Bu nedenle herhangi bir taciz ve rahatsız edici bir durum meydana gelmemiştir.”
Bağdat harap olduktan sonra olsa da Türk Deniz Kuvvetlerinin Doğu Akdeniz’deki yağma ve uluslararası boyuttaki hırsızlığa karşı tavır alması son kerte olumlu bir gelişmedir. Diğer taraftan, bir Türk araştırma gemisinin bu bölgede çalışmalar yapması tüm ülke ve uluslararası kuruluşlara verilen önemli ve açık bir mesajdır. Nitekim Avrupa Birliği de bu mesajı almış olmalı ki tüm diplomatik teamüllerin dışında Türkiye’ye kaba ve küstah tehditler savurmaya başlamıştır.
Üyelik sürecinin askıya alınması gibi tehditlerin içi boştur. AB üyeliğinin hiç bir marka değeri olmadığı gibi Türkiye’den başka oltaya takabilecekleri başka bir ülke de yoktur. Hiçbir cazibesi ve somut faydası kalmayan, Fransa’da bile varlığı tartışılan bir birliğin piyasa değeri ne olabilir! Pirinç kaplama resim çerçevesini bize altın olarak pazarlama çabaları Türk halkı nezdinde iflas noktasına gelmiştir. AB, Türkiye’deki çıkar çevrelerinin bir projesidir; Türkiye’nin değil! Türkiye hiçbir zaman AB’nin tam üyesi olmayacaktır.Türkiye üye olduğu gün AB dağılır!
Ayrıca Hükümet yetkisindeki angajman kurallarının devredilmesi, özellikle irdelenmesi gerekli bir konu olarak önümüzde durmaktadır. AB’nin bu konuda üst üste Türkiye aleyhine açıklamalar yapması doğru bir rotada yol aldığımızı göstermektedir. Her ulusal meselede düşmanca davranan AB’nin içi boş mugalatalarına kulak asmamalıyız. Bildiğiniz gibi, AB’li dostlarımız (!) coğrafyayı ve her türlü hak ve hukukumuzu hiçe sayarak bizi Doğu Akdeniz’de Antalya Körfezi’ne sıkıştırmak istiyor. Son aldığımız inisiyatifte geri adım atmamalı ve kararlılık sergilemeliyiz.
Eğer bu ulusal konuda iç siyasi mülahazalarla hareket edersek iki defa kaybederiz. Çünkü GKRY’nin kiraladığı gemi, bizim karşı çıktığımız faaliyetleri icra ediyor ve biz onu angajman kuralı çerçevesinde sadece belirli bir mesafeden izliyorsak, böyle bir görevlendirme faydadan ziyade zarar verebilir. Aynı zamanda AB baskısı ile araştırma gemimizi geri çekersek müthiş bir itibar kaybına uğrarız.
Deniz Kuvvetleri denize açıldığında, sonuç almalıdır. Aksi halde caydırıcılığı zedelenir. Başarı için sabırla ve kararlılıkla çaba sarf edilmelidir. AB, daha önce bu tür görevleri yapanların Balyoz tertibiyle saf dışı bırakıldığını düşünebilir. Ama her zaman papaz pilav yemez! TSK, emperyalizmin bu tür bel altı ve sinsi girişimlerine karşı da hazır olmalıdır.
“Türk milletinin vereceği görevleri yapmak!” kavramı kişisel düşünceme göre havada asılı duran bir söylemdir. Görev verenler, şimdiye dek ne tür görevler verdikleri ve bunlarla ne kazandığımız ne kaybettiğimiz bellidir! Görevin belirlenmesi sürecinde de ülkemizdeki güvenlik konusundaki en yetkin kurumlar rol almalıdır. Meclis’teki partilerin tamamı Batı yanlısı politikalara destek vermektedir. Bu ise TSK’nın, sınırlarımızın ötesindeki ulusal çıkarlarımızı savunma girişimlerine yapısal olarak sınırlama getirmektedir. Bu nedenle, vatanseverliğinden asla kuşku duymadığımız ve sonuna kadar güvendiğimiz kişi ve kurumların klişe söylemlerden ziyade, vatandaşı aydınlatan ve iç açıcı olmasa da somut çıkarlarımızın durumunu gerçekçi şekilde yansıtan açıklamalarda bulunması önem arz etmektedir.
Diğer taraftan, uluslararası görevler, bölgesel sorumluluklar, NATO’ya katkı gibi soyut beyanlar da yurttaşlarımız için bir anlam ifade etmemektedir. Somut bir değerlendirme elde etmek için ilk akla gelen soruları ortaya atalım:
Kıbrıslı Rumlar, haksız olarak doğal gaz alanını sahiplendikten sonra, şimdi nerede ve ne için sondaj yapıyorlar. Çalışma alanları bizim kabul etmediğimiz deniz sahası mıdır? Eğer, Rumların haksız bir eylem yaptığına inanıyorsak, bu işin peşini bırakmama konusunda kararlı mıyız?
Doğu Akdeniz’de bir Münhasır Ekonomik Bölge (Economic Exclusive Zone) ilan etmek ve gerektiğinde güç kullanarak onu korumak düşünülmekte midir?
Ege’de egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş ada ve adacıklara yönelik, hadi el koyma demeyelim, kibarca Yunan devlet uygulamalarına karşı ne gibi tedbirler düşünülmektedir? Doğal olarak bu soruların sayısı artırılabilir.
Eğer yapılan açıklamalar yukardaki sorular ve benzerlerine cevap vermiyorsa, asla vatandaşın gündemine girmez ve ister istemez kuşku uyandırır!
Şimdi de Sözcü gazetesi internet sitesinde bu haberle ile ilgili okuyucu yorumlarına göz atalım. Benim baktığım zaman diliminde toplam 6 adet yorum vardı. Bunların hiçbirinde yapılan açıklamaları destekleyen bir yön bulamadım. Bazılarını kısaltarak ve orijinaline sadık kalarak aktarayım:
“Deniz’i bırakın, asker kaldı mı?”
“Türkiyedei Balikçılar bile sizden kuvvetli.”
“Güney Kıbrıs lideri deseki; sen bırak sınır ötesini, önce kendi sınırlarının içinde angajman yap.. diyarbakırda adamlar adliye binası kurmuş.. askerler bakkala ekmek almaya bile gidemiyorlar diye konuşsa ne cevap vericeksin ona? General bey..”
“Deniz kuvetleri kaldimi?”
Bir konunun altını kalın kalemle çizelim. Bu kırıcı ve duygusal yorumların muhatabı hiçbir şekilde TSK ve Türk Deniz Kuvvetleri olamaz! Türk vatandaşları olarak bizler oylarımızla güvendiğimiz partileri Meclis’e gönderiyoruz. Onlar da, iktidarı ile muhalefeti ile Batı yanlısı politikalara yeşil ışık yakıyorlar. Hatta TSK’ya karşı kurulan tuzaklara bile cepheden karşı çıkmıyorlar. Bizler ise tekrar tekrar aynı partileri Meclis’e sokuyoruz. Sonuçta içinde bulunduğumuz koşullar ortaya çıkıyor. Bunun nedeni biziz!
Buna rağmen TSK’yı suçluyor ve kendi sorumluluğumuzu göz ardı ediyoruz. Bu noktaya gelinmesinde ülkede en az günahı olan kurum TSK’dır. İçtenlikle inanarak iddia ediyorum ki TSK olmasaydı, bir taraftan PKK, diğer taraftan IŞİD toplu katliamlara çoktan başlamıştı.
TSK ve TSK’daki sorumluluk sahibi komutanlardan, gelecek nesilleri de ilgilendiren ulusal çıkar odaklı hassas konularda, NATO, uluslararası ve bölgesel sorumluluklar gibi soyut kavramlara hiç girmeden, olan bitenden birinci derecede sorumlu olan siyaset sisteminin tamamıyla dışında, bir devlet perspektifi ile açık, sade ve anlaşılabilir açıklamalar bekliyoruz. Hepsi bu! Çok mu?
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr