Çetin Ünsalan
Çetin Ünsalan Köşe Yazısı

Bankalar çöp kutusu mu?

Türkiye’deki bankacılık sistemini ve yaklaşımını sanırım en çok eleştiren gazetecilerden biriyimdir. Sadece bugün değil, dün paranın bol olduğu dönemlerde de sakat bulduğum bu yaklaşımın günün sonunda ülkeyi nasıl bir açmaza sürüklediğine de üzülerek şahit oluyoruz.

Yalnız bu noktada bir farkın üzerinde durmak gerekiyor. Bankaları eleştirmek başka, bankacılık sistemini eleştirmek başka... Ne yazık ki zamanında sistemsel yaklaşımın üzerinde durulmadığı gibi, bugün gelinen noktada da bankaları günah keçisi ilan etmek hakkaniyetle bağdaşmıyor.

Yoksa diğeri çok kolay yapılıyor. Ekonomi politikalarını eleştirmeye cesareti olmayanlar, yapılan yanlışları dile getiremeyenler, bankalar üzerinden durum tespiti yapıyorlar. Oysa durum tespitinin de, günah keçisi bulmanın da kimseye faydası yok. Zira ortadaki problem düşünsel ve yapısal.

Örnekle açayım. Türkiye’de mortgage sistemi getirildi. Dünyada ağırlıklı olarak uygulanan, sonra yanlış yaklaşımlar nedeniyle ABD’de de krizin tetikleyicisi haline gelen bu sistem, ülkemizde aslında hiç uygulanmadı.

Birkaç ek düzenlemeyle bankalardaki konut kredisi uygulamasının adını değiştirdik ve mortgage kredisi yaptık. Doğal olarak da sıcak paranın ülkede olduğu süreçlerde arıza ortaya çıkmadı; ama para kesilince ve paranın maliyeti artınca işin rengi değişti.

Oysa en başından belliydi ki, bu sistem dünyada farklı bir fonda toplanan ve kendisine ait düşük faizli, uzun vade tanımaya müsait bir finansman sayesinde yürütülüyordu. Biz mevcut sistemi, o süreçte paranın bolluğu nedeniyle düşen maliyetlerle yürüteceğimizi zannedip mortgage yaptık.

Elbette sürdürülemezdi ve patladı. Sonrasında da yanlışı görmek yerine, zararına ve kamu bütçesini zorlayan faiz sübvansiyonuyla batağı daha batık hale getirdik. Benzer durum ticari kredilerde de geçerli.

Yıllarca proje bankacılığını göz ardı ederek, ipotek ve teminat üzerine kurulu bir sistemi sürdürmekte beis görmedik. Bankalar da bir firmaya kredi verip risk almak yerine, 10 tüketiciye kredi kartı ya da ihtiyaç kredisi vererek riski dağıtmayı daha anlamlı buldular.

Sonuçta batık bir reel sektör ve vatandaş yarattık. Bu süreç içerisinde iş öyle çığırından çıktı ki esnaf ya da KOBİ olarak kredi alamayanlar, birey olarak kredi kartlarını ve ihtiyaç kredilerini kullanmaya yöneldiler. Elbette paranın bir maliyeti olduğu için de işin içinden çıkamadılar.

Şüphesiz bu dönemde baskıyla ya da zorlamayla verilen kredileri saymıyorum bile. Yükümlülüklerini yerine getiremeyen AVM’ye, yükümlülüklerini üstlenip, üstüne kredi verdirilen ve sonuçta tüm alacak batınca AVM ile baş başa kalan kamu bankalarına şahit olduk.

Bütün bu hataları yaparken bankacılık sektörünü şımartacak boyutlarda desteklediğimiz de açık. Bu yapıların kazançlarının büyük bir bölümünü dosya masrafı, EFT gibi yan hizmetlerden elde ettiğini bile yıllarca görmezden geldik. Peki ders aldık mı? Ne yazık ki hayır. Şimdi iş terse dönmüş olmasına rağmen, halen bankacılık rasyolarını zorlayacak işlere imza atıyoruz.

Zorla kredi vermeyi baskı haline getiriyoruz. Sıkıntılı alacaklarını takibe atmalarını öteleyerek sorunu büyütmeye neden oluyoruz. Bu bankaların ceplerindeki parayı değil, hatta yurtiçi mevduatları bile değil, yurtdışından sendikasyon yoluyla getirilen borç paraları sattığını da unutuyoruz.

Geldiğimiz noktada 30 AVM, 15 milyar doları aşan yatırım kredisi borcunu ödeyemediği için yapılandırma istiyor. Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre ötelenen borçlara, sorunlu krediler de eklendiğinde sorunlu kredi varlığının 90 milyar doları bulduğu haberi medyaya yansıyor.

BDDK verilerine göre tüketicilerin bankalara borcu 816 milyar TL’yi aşıyor ve tüketici de yapılandırma talep ediyor. Pandemi oluyor; vatandaşa destek vermek yerine kredi önerdiğimiz için, zaten batmış tüketici son bir yılda borcunu yüzde 41 arttırarak 236 milyar TL daha borçlanıyor.

Uygulanan yanlış ekonomi politikasının ve yanlış tercihlerin sonucu olarak batık bir ekonomi yarattık. Bunun faturasını yaklaşıma, bu yaklaşımı destekleyen ekonomi yönetimine kesmek yerine, esnafından KOBİ’sine, vatandaşından siyasetçisine herkes bankaları hem suçluyor, hem de medet umuyor.

Son olarak TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da “Bankalar büyümeye destek değil, köstek oluyorlar” dedi. Doğru ama sorun bankalarda mı, bankacılık sisteminde mi? Yıllardır TOBB Başkanı bunu dile getiriyor ve haklı da. Ama sistemsel tartışmaya girmiyor ve kredi dağıtırken ekonomi yönetiminin yaptığı baskıları göz ardı ediyorsanız, işin içinden çıkamazsınız.

Bankalar kredi versin, verdikten sonra almak için uğraşmasın, fazla da şartları zorlaştırmasın, sonra ortaya çıkan batakla da baş başa kalsın. Çözüm bu mu? Yurtdışından getirilen borcu dağıttığı unutulan ve şu an borçlanmakta büyük sorun yaşayan bankaların üzerinden yükselen borsa gerçeğini niye tartışmıyoruz?

Mesela bu kadar sorunlu bir yapının hisselerinin, bu kadar coşkulanan, sonra da o coşkuyla ‘ekonomi iyi’ masalları okunan fotoğrafını niye sorgulamıyoruz? Buradan gelecek riskleri neden masaya yatırmıyoruz?

Bankalar kredi versin; bankalar kimseyi zorlamasın. Bankalar faizi sübvanse etsin, bankalar para bulsun; bankalar doları düşürmek için elini taşın altına soksun. Vesaire vesaire... Kimsenin burnu kanamasın, hepsini bankacılığın cebine dolduralım. Banka bunu finanse edecek parayı nereden bulacak? Peki bankalar çöp kutusu mu?

Daha kritik soru ise şu: Günün sonunda çöp kutusunu kim boşaltacak ve o çöp kimin cebine dökülecek? Ya sorumlularını ortaya koyarak sistemi tartışalım ya da kötü fotoğrafın suçunu aklı da zorlayacak yaklaşımlarla, ekonominin tek bir aktörünün üstüne yıkmayalım. Çünkü hem işe yaramaz; hem sorunumuzu çözmez, hem de bu sanal yaklaşım sorumluları kurtarmaz.

çetin ünsalan