Kur riskinde anahtar üretim yapısı
Söylene söylene sonunda bir sorun olduğunu kabul ettirdik galiba. Galiba diyorum; çünkü Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in konuyu tam anladığından şüpheliyim.
Reel sektörün kur riskinden bahsederken, bu sorunun alt edilmesine dair amacı Türkiye’nin kırılgan görüntüsünden kurtarmak olduğunu söylüyorsa, meseleye şaşı bakıyor demektir. Endişe ettiğiniz kırılganlık nedeni değil de, kırılganlık görünümü ise aklınız halen sıcak para senaryolarında demektir.
Yeni uygulamaya göre kur riskine karşı önlem alınacak. Fakat bunun için de tehlikeli bir yol seçilmiş görünüyor. Bilançosu müsait olmayan şirketlerin borçlanma sınırlaması ile ilgili bir uygulama, ani batışlara da neden olur. Bu aşamada devletin reel sektörün riskini yönetmede ne kadar finansman boyutuyla yanında olacağı çok önemlidir.
Küçük ve ortalarla başladı, şimdi sıranın büyüklere geldiği konuşuluyor. Bu firmaların mevcut borçlarını çevirmek, üretimlerini devam ettirmek için ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı da önemli. Bugüne kadar bütün yanlış ekonomi politikaların günahını reel sektörün sırtına dayayıp, borçlanma yasağı getirerek bu işten sıyrılamazsınız. Suçunuzun bedelini ödeyin.
Üretimimiz içindeki ara malı ve hammadde ihtiyacı içinde ithal baskısı çok açık. İmalatını devam ettirmek isteyenlerin bu girdi maliyetlerini tedarik etmesindeki zorunluluk dolar ihtiyacını belirgin bir şekilde açığa çıkarıyor. Bakın mevcut borçların çevrilmesinden değil, yeniden üretim yapabilmekten bahsediyorum.
“Çok kur riski var; size para yok; ne haliniz varsa görün” deyip işin içinden çıkamazsınız. Belki de toplam ihtiyacı yönetecek ve birim maliyet bazında süreci yönetebilecek modelleri tartışmanız gerekiyor. Şimşek’in bu tavrı ancak firmaların batmasına ve işsizliğin patlamasına neden olur. Bunlar ekonomiyi talimatla yöneteceklerini zannediyorlar. Çünkü üretim faaliyetinden bihaberler.
Şu an itibariyle net bir gerçek var ki, reel sektörün finans kesimiyle birlikte bir yılda 170 milyar dolar nakit paraya ihtiyacı var. Buna cari açık finansmanını da koyarsanız, 220 milyar dolar civarında bir para ancak ekonomiyi bir yıl çevirmeye yarar.
Şimşek’in kırılganlık görünümü kaygısı iki anlama geliyor. Bunlardan birincisi paranın bulunamayacağını gösteriyor. İkincisi de başarılamazsa ortaya çıkacak tabloyu reel sektörün üzerine yıkma hedefi taşıyor.
Oysa kur riskini üretim yapısını şekillendirmeden yönetemezsiniz. Bu bakımdan Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’nün yaptıkları daha akıllıca ve desteklenmesi gereken cinsten. Bakanlık bir çalışma gerçekleştirdiğini duyurdu. İthal edilen 2 bin 800 ürünü inceleyen bakanlık bunlardan ithalattaki payı 15 milyar doları bulan 43 ürünü destekleme kararı aldı.
Kimya ve ilaç, gıda, yarı iletken elektronik ürünler, makine ve teçhizat ile motorlu kara taşıtları sektörleri destek kapsamına alındı. Bu 43 ürünün yerlileştirme çabası ortada bırakılmamalıdır. Yetmez ama evet cinsinden bu çalışma desteklenmeli, cesaretlendirilmeli, doğru bir envanterle genele yayılmalıdır.
Ayrıca 500 milyon dolarlık teşvik paketiyle bunu yapmak zor. Saçma sapan yerlere para aktaracağımıza, buradaki kaynağı daha çok arttırmalı, bu girişimi yarı yolda bırakmamalıyız. Şayet bu tür yaklaşımlarla üretim içinde yüzde 70’lere vuran ithal ikame payını azaltabilirsek, kur riskiyle de, rekabetçi olmakla da, üretimi desteklemekle de ilgili bir iklim oluşturabiliriz.
Yoksa Şimşek’in dediği gibi ‘size para yok’ sadece firma batırır. Türk reel sektörünü ve para bul baskısıyla finans kesimini bu hale sokan, bizzat iktidarın kendisidir. Şimdi topu taca atıp kenara çekilemez.
Bu hamleyi yapıp, gerçekten üretim modeli yaratabilirsek, tarım, sanayi ve işgücü envanterimizi yapıp, planlı bir ekonomiye geçerek, karma sistemlerle kamuyu da kritik noktaların içinde tutabilirsek, ödeyeceğimiz maliyetin bir anlamı olur. Hiç olmazsa çarkı tersine çevirme niyetinin samimiyeti ortaya çıkar.
Şimdi iktidara düşen seçimini yapmaktır. Ya Başbakan Yardımcısı Şimşek gibi rakam ve istatistik peşinde koşup, göstermelik rakamlara her şeyi feda edecek ya da Bakan Özlü gibi üretimi gerçekten yerlileştirmenin kaygısını taşıyacak. Bu karar iktidarın da, Türkiye’nin de ödeyeceği faturanın bedelini belirleyecektir.
Ülkenin zaten bu sürece girmesi ve yerli ana sanayiye, yerli yan sanayi ilişkisini kurması kaçınılmaz. Bu iktidar olsa da olmasa da, dünyanın korumacılık eğilimleri ve akıllı üretim ilkeleri içinde bu yola gireceğiz. Karar zamanlaması ise sadece faturanın ağırlığını ve sürecin yönetilebilir olmasını etkileyecektir.