Balyoz duruşmasında ilk gün izlenimleri
Gerçekler o denli güçlü ve ölümsüzdür ki yerin dokuz kat dibine gömseniz bile mutlaka gün ışığına çıkacak bir yol bulurlar. Anayasa Mahkemesi’nin altın dokunuşu nedeniyle Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman yerel mahkemenin huzuruna tanık olarak çıkmak zorunda kaldı. Çünkü Yüce Mahkeme’nin bozma gerekçelerinden birisi de buydu.
Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman tanık sandalyesine oturduklarında oldukça gergin ve tedirgin gözüküyorlardı. Sanıkların ise aksine, rahat ve sakin olduğu fark ediliyordu. Çünkü basına olumlu demeçler veren bu ikili, bilemediğimiz nedenlerden dolayı özel görevli mahkemede ifade vermekten imtina etmişlerdi. Ama şimdi mahkemenin doğrudan talebi üzerine, Kartal Adliyesi’nin yolunu tutmaktan başka çareleri kalmamıştı. Gerçeğin gücünü yaşayarak öğrenen bu kişilerin gerçekleri dile getirmekten başkaca sığınabilecekleri bir liman kalmamıştı.
Hilmi Özkök, “Balyoz ve diğer planlar hakkında bilgisi olmadığını, sadece ortada dönen dedikodular olduğunu ve bunların da bir dava başlatabilecek doğruluk ve ciddiyette olmadığını” ifade etti. Heyetin karşı atağı oldukça etkiliydi. Org. Çetin Doğan’ın önceki ifadeleri içinde yer alan bir konuyu gündeme getirdiler: Org. Doğan, İstanbul’da size “ortada darbe dedikoduları dolaşıyor, bunlara itibar etmeyin!” şeklinde bir söylemde bulundu mu? Hilmi Özkök’ün cevabı, bence davayı orada bitiyordu: “Evet, söyledi ama Ordu Komutanlarının bu tür bilgiler vermesi normal karşılanmalıdır.”
Heyet bu kez de Org. Doğan’ın, Özkök’ün lakabının “köstebek” olduğu şeklindeki açıklamaları ile ilgili soru yöneltti. Hilmi Özkök, “bu konunun aralarında geçmediğini ama konudan basın yoluyla haberdar olduğunu” söyledi. Heyet, bu kez “en tehlikeli senaryo” konusunda nasıl bir yol izlendiğini sordu. Özkök, “ bu konuda bir yazışma yapılmadığını ve böyle bir usulün de mevcut olmadığını” belirtti.
Böylece Hilmi Özkök, mahkemenin yol alabileceği bütün kapıları kapatmış oldu. Özkök’ün beyanları inandırıcı ve gerçeklerle uyum içindeydi. Bu nedenle, sanık ve avukat ordusundan kendisine tek bir soru yönelten bile olmadı.
Daha sonra tanık kürsüsüne gelen Aytaç Yalman, kendisine bu fırsatı veren Anayasa Mahkemesi ve yerel mahkemeye teşekkür etti; silah arkadaşlarına sevgi ve saygılarını sundu. Çok net konuştu: “Balyoz ve diğer planlar hakkında hiçbir bilgi, belge ve istihbarat yok! Konuyu basından öğrendim. Ses kayıtlarını basından öğrendim. Engellemek için hiçbir girişimim olmadı! Seminer emrini ben verdim. Seminer raporları (muhtemelen sonuç raporlar) bana intikal etmedi. Heyet’in, Vatan gazetesinde 4 Kasım 2013 günü yayımlanan mülakat ile ilgili sorusuna verdiği cevap oldukça ilginçti: “Vatan gazetesine hiçbir demeç vermedim!”
Bu kadar açık ve kesin beyanlardan sonra yüzlerce sanık ve onlarca avukattan hiçbiri Aytaç Yalman’a herhangi bir soru sormadı.
Bu iki tanık ifadesi her açıdan tarihi bir nitelik taşımaktadır. Türk yargı sisteminin içinde bulunduğu içler acısı durumu sergileyen bir ibret vesikasıdır. Eğer bu iki tanık daha önce dinlenmiş olsaydı, TSK büyük bir yara almayacak, yüzlerce subay kendi ülkelerinde esir edilmeyecek, Türkiye stratejik kayıplara uğramayacaktı.
Anayasa Mahkemesi dışında Adalet Bakanlığı’ndan başlayarak, HSYK’sı, Yargıtay’ı, savcılıkları, mahkemeleri ile Türk Hukuk Sistemi on yıllarca bu acı olayın izlerini silemeyecektir. Hukuk şehidi Deniz Kurmay Albay Murat Özenalp’in eşi Sema Hanım da bizler gibi sanık sandalyesinde oturdu. Sema Hanımın avukatlığını Anayasa Mahkemesi önündeki şanlı direnişi başlatan Avukat Şule Nazlıoğlı Erol üstlendi.
Galatasaray Kulübü Başkanı Duygun Yarsuvat, Tümg. Ahmet Yavuz’un avukatı olarak avukat sıralarındaki yerini aldı. Bu sıradan gibi görünen olay, kişisel görüşüme göre devrimci bir sıçramadır. İlk kez Galatasaray gibi büyük bir kulübün başkanı, ticaret ve pazarlama dışında bir toplumsal olaya, bir hukuk yarasına derman olmaya koştu. Toplumdan giderek kopan Galatasaray yönetimini Türk halkı ile buluşturdu. Futbol topu dışında da bir dünya olduğunu herkese gösterdi.
Sadede gelelim, sonuçta ne oldu. Olağan koşullarda bu beyanlardan sonra tamamen çökmesi gereken dava devam edecek. Mahkeme bir bilirkişi heyeti görevlendirecek. Bu heyet 20 tane kapı gibi raporun üzerine bir rapor daha ekleyecek: “N+1” Daha ortada duran TÜBİTAK raporu var. Şaşırmayın, bildiğiniz TÜBİTAK’ın şu meşhur 5 no’lu hard disk konusunda verdiği rapor! Hani diyordu ya “bu işin içinde bir çapanoğlu var!” Diskin içine 29 Temmuz 2009’dan sonra birileri bir şeyler yüklemiş! O da elimizde duruyor. Yani, TÜBİTAK bile bu kez bizden yana!
Neticede tüm bu çektiklerimiz yetmiyormuş gibi, adli sicil kaydı nedeni ile çalışma imkânı da bulamayan bizler ve özellikle emekli maaş hakkı olmadan TSK’dan uzaklaştırılmış genç subaylar, ailelerimizle birlikte her türlü sıkıntıya göğüs germeye ve mahkeme salonlarını mesken edinmeye devam ederken, bizlere, aslında Türkiye’ye bu komployu kuranlar neşe içinde etrafa gülücükler dağıtmayı sürdürüyorlar. Ve maalesef, Türkiye’de buna adalet diyorlar!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr