Çetin Ünsalan
Çetin Ünsalan Köşe Yazısı

İhtisas bankalarını satmayın

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan Halkbank’ın halka arzını değerlendirdi ve Ziraat Bankası’nın da aynı yönteme tabi tutulacağının, sonuçta da devlet kontrolünden çıkarılacağının mesajını verdi.

Öncelikle konuşmasında hatırlattığı bir iki detayda Babacan’a hakkını verelim. Bu bankaların birleştirilerek tek kalemde satışa sunulmasını engellemek doğru bir işti. Halk arz yöntemi de tamamen karşı çıkmamayı gerektiriyor.

Fakat uygulama açısından bakıldığında Halkbank’ın iki halka arzında da, medyaya yansıdığı kadarıyla hisseleri yabancıların toplamış olması, bunun da kast edildiği gibi çok da halka arz olmadığını gösteriyor. Şüphesiz bu yöntemle bunu kontrol etmek de güç.

Sakat noktalardan biri ise buradan elde edilen özelleştirme gelirlerinin, yine Babacan'ın da ifade ettiği gibi borç ödemekte kullanılıyor olması. Yani Türkiye evdeki televizyonu satıp elektrik faturası ödemeye devam ediyor. Bir dahaki ay ne satacağını ise şimdiden düşünmeye başladı bile…

Ziraat Bankası’nın özelleştirilmesinde ise KKTC odaklı daha büyük bir sakınca var. KKTC’deki tarım kredi kooperatifinin bankaya devredilmiş olması, kooperatiften kredi kullananların tarım alanlarının teminat özelliği, yarın ‘Ziraat Bankası’nı alana KKTC bonus’ sonucunu doğurur.

Esasen hedefiniz üretim ekonomisi ise bu tip ihtisas bankalarını bırakın özelleştirmeyi, daha da güçlü hale getirmeniz gerekir. Hatta yenilerini de kurmak şart. İlla ki bir halka arz söz konusu olacaksa da, örneğin Halkbank’ta TOOB ve üyeleri, esnaf, Ziraat Bankası’nda da çiftçilere yönelik bir uygulama daha sağlıklı olur.

Peki çözüm ne? Elbette burada ekonomik bazı eleştirileri yaparken, alternatif model, proje ve çözüm sunmanın, bunu da kaleme alıp, Türkiye’nin tartışmasına açmış olmanın rahatlığı içindeyim. Yani tartışılabilir ama ben çözüm önerisini ortaya koymadan eleştirenlerden değilim.

Bu nedenle konunun daha sağlıklı ortaya konulabilmesi için 10 günlük yazı dizisi halinde sunduğum Ekonomik Kurtuluş Savaşı Projesi’nin ihtisas bankacılığı ile ilgili bölümünü tekrar paylaşma ihtiyacı duydum.

Yazıyı okurken bunun tek başına bir durum olmadığını, başı ve sonunda başka detayları olan bir projenin içinden ayrıştırılarak sunulmuş hali olduğunu dikkate almanızı rica edeceğim. İşte o projenin ‘Milli banka, milli tasarruf' başlığını oluşturan üçüncü adımındaki detaylar:

“Türkiye’nin bugün en büyük ithal kalemleri arasında sanıldığı gibi hammadde ve ara mamul yok. Ülkemizin belini büken, yarınını ipotek altına alan en önemli ithal kalemlerimiz finansman ve teknolojidir.

Önce Milli Banka ve onun yarattığı Milli Tasarrufu ele almak gerekiyor. Çünkü finansmanını düşünmediğiniz hiçbir projenin başarılı olma şansı yok. Finans bağımsızlığı için, milli bankaların, milli tasarruflara önem vermesi ve milli sanayilere düşük faizli ve uzun vadeli krediler olarak yönlendirilmesi gerekiyor. İhtisas Bankası konumunda Türkiye Teknoloji Bankası’nın kurulması şart… Teknoloji Fonu’nun oluşturulması ve ithal teknoloji yoğun ürünlerden alınacak fonların, teknoloji yoğun üretim yapan milli sanayilere Türkiye Teknoloji Bankası aracılığıyla yönlendirilmesi lazım.

Milli Banka’nın elbette tepesindeki kurum Merkez Bankası… Ama asıl dönüşümü sağlayacak olan kamu bankalarının revize edilmiş halleri olacak. Mevcut kamu bankalarını yeniden yapılandırmakla işe başlanabilir. Türkiye İş Bankası, Ziraat Bankası, Türkiye Teknoloji Bankası, Türkiye Çevre Bankası ile Uluslararası Yatırım ve Kredi Bankası’nı konuşmak gerekiyor.

Yeni yapılanmada Ziraat Bankası’nın, Halk Bankası’nın ve Vakıflar Bankası’nın, sadece emekli maaşı ödemesi yapan şubelerinin Sosyal Güvenlik Kurumu’na devredilmesi mümkün. Ziraat Bankası’nın modern tarım, sebzecilik, modern meyvecilik ve modern hayvancılık konularındaki projeleri inceleyecek, değerlendirecek ve özellikle köy kooperatifleri ve birlikleri destekleyecek ‘ihtisas bankası’ haline dönüştürülmesi uygun olacaktır. Tıpkı Almanya’daki Raiffeisen Bank gibi…

Halk Bankası’nın, Türkiye Teknoloji Bankası adı ile, teknoloji yoğun sanayi ürünlerini üretecek ve pazarlayabilecek yatırımcıların projelerini inceleyecek, değerlendirecek ve destekleyecek bir ‘ihtisas bankası’ haline dönüştürülmesi fayda sağlayacaktır.

Vakıflar Bankası’nın da, Türkiye Çevre Bankası adı ile, çevre teknolojileri konularında üretim yapacak firmalarla, bunları kullanacak yerel yönetimleri ve sanayilerin projelerini inceleyecek, değerlendirecek ve destekleyecek ‘ihtisas bankası’ haline dönüştürülmesi gerekecektir.

Eximbank’ın, Uluslararası Yatırım ve Kredi Bankası adı ile dış pazarlarda yapılanması ve dış ticaret ile dış yatırım projelerini inceleyecek ve kredilendirecek bir ‘ihtisas bankası’ haline dönüştürülmesi yarar getirecektir.

Peki ya İş Bankası? Bu bankada Atatürk nedeniyle CHP’ye ait olan hisse Atatürk Vakfı kurularak buna devredilebilir. Bu yüzdeye düşen pay ile Atatürk Bilim ve Teknoloji Yarışmaları ile ödülleri organize edilebilir. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Türk Hava Kurumu ve Türk Kızılay’ı bu vakfa bağlanabilir.

Vakfın kuracağı Atatürk Teknoloji Üniversitesi ise ülkeye yepyeni ufuklar açacaktır. Bu üniversitede sadece Mekotronik mühendisliği, robot mühendisliği, laser mühendisliği, ışık/ışın mühendisliği, uzay/uydu mühendisliği, optik mühendisliği, genetik mühendisliği, finans mühendisliği ve benzeri dallar olmalıdır.

Bankaların mevcut yapıları içerisinde sadece kredilerin farklı alanlara yönlendirilmesiyle bile birçok şeyi yapmanın mümkün olduğu bu projede alenen ortada. Peki ekstra kaynak ihtiyacı olmayacak mı? İşte bununla ilgili de iki öneri.

Hazine Müsteşarlığı, nama yazılı, üzerinde TC kimlik numarasının da bulunduğu Milli Kalkınma Projesi Kalkınma Fonu çıkaracak. Her bir kupon 10 TL değerinde olacak. Yıllık yüzde 10 faizli bu fon, bankalar ve çeşitli kuruluşlar tarafından pazarlanabilir. Tahmini olarak ayda 50 milyon adet bu fondan satmak mümkün.

Elbette fonun nerede kullanıldığını da, bir yatırıma yönleneceğini ve sahibine de para kazandıracağını vatandaşa çok iyi anlatarak… Bu fonlar aynı zamanda istendiğinde bozdurulabilecek ya da nama yazılı olduğu için teminat kabul edilebilecek. Toplanan para ayda 500 milyon, yılda 6 milyar TL eder. Peki bu 6 milyar TL nerede kullanılacak? Bunu da örneklendirelim. 6 milyar TL ile:

Birinci yıl ortalama birim maliyeti 20 milyon TL olan, 300 adet Koç-Ata çiftliği benzeri çiftlikler kurulabilir. Bu çiftliklerin istihdama katkısı 300 bin kişi olacak ve buradaki üretimle yılda 3 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirmek mümkün.

İkinci yılda toplanacak miktar ile birim maliyeti 1 milyar TL olan 6 tane organize teknoloji bölgesi kurulabilir. Trakya, Marmara, Ege ve Akdeniz’de organize teknoloji bölgeleri, Karadeniz ve Doğu/Güneydoğu Anadolu’da da Organize savunma teknoloji bölgeleri….

Üçüncü yıl toplanacak parayla bölgenin lojistik üssü organize edilecek. Hava, deniz, demiryolu ve karayolu, fuar merkezi, turizm merkezi, sağlık merkezi, eğitim merkezi…

Yine 10 TL’lik ‘özel’ anapara garantili kazı kazan çıkarılabilir. Bunun geri ödemesi 1 yıl sonra yapılacak.

Yani mevcut kazı kazanda boş çıkınca atılıyor. Bunlar atılmayacak ve 1 yıl sonra tahsili yapılabilecek. Bundan da ayda 20 milyon adet satılması mümkün. Bunun aylık getirisi ise 200 milyon TL’dir. Ortaya çıkan kaynak milli tasarruf olarak temin edilmede önemli yol aldıracaktır.

Özetle Türkiye isterse kaynağını bulabilir. Tıpkı 1923’te demir kumbaralara biriken tasarruflarla kurulan ve bugün yok pahasına satılan tesisleri yarattığı gibi. Öncelik milli banka ile milli tasarrufu yaratmak olmalıdır…

Türkiye, Ekonomik Kurtuluş Savaşı’nı doğru enstrümanlarla yapar ve kaynaklarını doğru alanlara yönlendirirse, yine süper güç olabilir. Yine kendine yeten, borçsuz, teknoloji ihraç eden tam bağımsız bir ülkeden bahsedebiliriz. Şimdi bazıları diyecek ki bunları nasıl yapacağız? Ben de diyeceğim ki, Türkiye 1923 senesinden daha fakir değil. Eksik olan sadece ruh…”

Çetin ünsalan

ulusalkanal.com.tr

ihtisas