Soner Polat
Soner Polat Köşe Yazısı

Tuncay Güney'de bile vicdan vardı!

Bazıları “haham” dedi, bazıları “başka şey” dedi. Ama o Türk tarihindeki en kirli davanın tartışmasız en büyük yıldızı oldu. O’nun söyledikleri yüce bir değer verilerek hem devletçe hem de adalet organları tarafından kutsandı. Genelkurmay, Emniyet, MİT, Kuvvet Komutanlıkları ve daha onlarca sayın kuruluşun raporları, belgeleri ve söylemleri O’nun karşısında kâğıt gibi eridi. Ne dediyse o oldu ve Ergenekon tertibinin en önemli ayağı olarak Türk yargı sistemini adeta tek başına salladı! Tek kişilik ordu gibiydi; Herkül yaşıyor olsaydı, hasedinden çatlardı!

Yiğidi öldürüp hakkını vermeliyiz! Tuncay Güney, dış düşmanların uşağı hain pusuculardan ve Adalet Tanrıçası Themis ağır tecavüze uğrarken, “hukuk sürecine saygılıyız!” diyen çevrelerden çok daha mert, çok daha vicdan ve çok daha duyarlıydı. Kanada’dan SKY TÜRK televizyonunun canlı yayınına katılarak,“Bor’un pazarı geçtikten sonra!” olsa da olanı biteni kısaca özetledi:

“Devlet beni kullandı, işkence görmeseydim o suçlamaları yapmazdım. Vicdanım rahatsız!Ergenekon bir projeydi ve bitti, hapistekiler çıkarılmalı! Ergenekon soruşturması, TSK ve milli isimlere yapılan bir operasyondu. Soruşturmaya vesile olan benim ifadelerimin tamamı yalan ve düzmecedir.Mevcut Türk Yargı Sistemi’nde adalet aramak genelevde bakire kız aramak gibidir.”

Belleği zayıf bir toplumuz. İsterseniz geriye dönelim ve Vatan gazetesinde 11 Şubat 2013 günü Ruhat Mengi’nin yazdıklarını hatırlayalım:

Hepsi devlet; TBMM de devlet, Hükümet de devlet, yargı da devlet. Bunlardan hangisi Haham Tuncay Güney’i “Ergenekon iddiaları” uydurması için her daldan “seçilmiş isimleri” hapse göndermek için zorladı, hangisi işkence yaptırdı?

Bu konunun şakası yok! Ülkeyi yönetenler tarafından derhal cevaplandırılması gerekiyor. Gelinen noktada özel yetkili mahkemelerin bu davalardan hemen el çektirilmesi de!

Şimdi, dünyanın her ülkesinde kıyamet koparacak, toplumların derhal hesap soracağı ve sorumluların asla koltuğunda kalamayacağı büyük bir itiraf açıkça yapılmasına rağmen nedense akıl almaz şekilde bu olay manşetlere çıkmadı. Sanki yeterince önemli değilmiş gibi küçük haberlerle geçiştirildi.

Demokratik, insan hakkına saygılı vs. denilen bir ülkenin medyası ve susan toplum adına utanç verici değil midir bu tablo? Bunca yılını haksız yere hapiste geçiren insanlar adına bir felaket değil midir?

O süreçte gerçekleri anlatıp azar işiten, susturulan ve sonunda haklılıkları ortaya çıkan “yabancı basın örgütleri” nasıl da övgüyü hak ediyor?

O dönemde Aydınlık gazetesinde Sabahattin Önkibar’ın söylediklerini de göz gezdirelim:

Bu net ifadeler sonrasında olması gereken Silivri yargısının bütün milletten özür dileyip davayı düşürmesiydi. Çünkü Ergenekon soruşturmasının zemini bu beyanlardan sonra çökmüştür…

Dahası, Tuncay Güney’i yıllar yılı malzeme yapan medya bu itirafları ahlaki sorumluluk gereği manşetlerden duyurmak zorundaydı. Peki, ne oldu? Değil yargı, medya bile bu sözlerin zerresini duymadı.

Bekir Coşkun’un Cumhuriyet gazetesindeki ilginç yazısına da hep birlikte kulak kabartalım:

5 no’lu CD… Sorgucu, Ergenekon sorgulamasında tanığa diyor ki: “Bekir Coşkun’u da söyle…” İstediği yanıtları alamayınca kızıyor.

“Yoksa taş.k’larını koparırım” diye… Adam bizi söylese; Ergenekon’a giriyoruz, taş.k’lar kurtuluyor… Söylemezse; taş.k’lar gidiyor, biz kurtuluyoruz… Bizim durum taş.k’lara bağlı diyelim: Fifti fifti.

5 no’lu CD’yi dinledim; dayak sesleri, hırlamalar, kusmalar, düşmeler, kalkmalar… Belli ki birilerine işkence yapılıyor… Sorgulanan Kanada’daki haham kardeşimiz Tuncay Güney. Ergenekon’un şemasını verdi, gitti Kanada’da haham oldu, bilirsiniz…

Haham Tuncay Güney’in bu ifadesi üzerine bildiğiniz Ergenekon başladı… Yüzlerce insan tutuklandı…Telefonlar dinlendi, yatak odalarına girildi… Evler basıldı. Çok insanın canı yandı, hâlâ da yanıyor…

Evet. Proje tamamlanmıştı. Yargı, ordu, medya gibi etkili, güçlü kurumlar sindirildi. Anayasa, yasalar, kurallar imama göre yeniden dizayn edildi. İstila başarıldı. Proje tamamlandı…

Tertibi başlatan kişi, “Ergenekon soruşturması, TSK ve milli isimlere yapılan bir operasyondu!” dedi.Bu açık itiraftan sonra TSK ve devlet seyre, yargı küçüğü ile büyüğü ile üst üste cezalar yağdırmaya devam etti. Yurtsever asker ve aydınlar cezaevinde, olmayan hukuk ve adaleti aradı.

Gazeteler ve internet siteleri 20 Kasım 2014 günü Tuncay Güney’i yeniden gündemine aldı. Güney hakkında, “örgüt üyeliği ve casusluk suçlaması” ile yakalama kararı çıkarılmıştı. “Kırmızı bültenle İnterpol tarafından yakalanması için de çalışmaların devam ettiği” bildiriliyordu.

Ben, 3,5 sene esaret altında yaşamış bir Türk subayı olarak kendi adıma Tuncay Güney’e hakkımı helal ediyorum. Güney, en azından vicdanının baskısına dayanamayarak yaptıklarını ve kendisine yapılanları itiraf etmişti. Hemen yanı başımızdaki, Donanma’ya 5 no’lu CD’yi ekenler, özel hizmet elbisesi giymiş polis, savcı, yargıç ve askerler, anlı şanlı bilirkişiler, sahte belge uzmanları, ev ve bürolara tuzak kuranlar toplumda muteber kişiler olarak arz-ı endam ederken, ta uzaklardaki Tuncay Güney’in peşine düşmek beni pek heyecanlandırmadı.

Dante, “Cehennemin en karanlık yerleri buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır. Tehlikeli zamanlarda harekete geçmemekten daha büyük günah yoktur.” diyordu. İdare-i maslahatçı kesimleri hatırlayınca da Tuncay Güney’e kızamıyorum.

Evimizin önünü temizlemeden sokağı süpürmeli miyiz?

Amiral Soner Polat

ulusalkanal.com.tr

güney bile vicdan vardı