Soner Polat
Soner Polat Köşe Yazısı

Ordu, devlet, coğrafya!

Bir devletin en temel işlevi bekasını korumak, diğer bir ifade ile varlığını devam ettirmektir. Türkiye gibi kritik bir coğrafyayı işgal eden bir ülke için bu konu daha da büyük bir önem kazanır. Karmaşık tehlike, risk ve tehditlerle çevrelenmiş Türkiye, dünyadaki en çetrefilli istikrarsızlık alanlarına komşudur. Kaldı ki kendi içinde de bölücü, gerici ve fanatik terör örgütleri ile mücadele etmektedir. Aynı zamanda Türkiye, jeopolitik konumu ile Asya’nın kapısıdır. Asya’ya girmek isteyen büyük güçler ister istemez karşılarında Türkiye’yi bulacaklardır.

Büyük Önderimiz Atatürk, bu yalın gerçekliği şu çarpıcı sözleri ile gündeme getirmiştir: “Emperyalizme karşı dünya devrimi uğrunda yürüyoruz… Giriştiğimiz iş büyük, ağır ve o oranda şerefli ve şanlıdır. Kendimizi kurtarmak için uğraşmak demek, bütün dünya uluslarının kurtuluşu için çalışmak demektir. Bizim kurtuluşumuz dünyanın kurtuluşu demektir.” (Metin Aydoğan, Türkiye Nereye Gidiyor, Sayfa 184.)

Atatürk boşuna, her vesile ile “Sadece kendi nam ve hesabımıza yapmış olsaydık, Kurtuluş Savaşı bu kadar çetin geçmezdi!” vurgusunu gündeme getirmemiştir. Ulu Önder, bu değerlendirmesi ile Türk milletini ve gelecek nesilleri, ülkenin coğrafyasının önemi konusunda uyarmıştır. Bunun hayattaki karşılığı, ülkemizin Asya’nın da duvarı olması nedeniyle ihtiyaçtan bile büyük bir ordu kurma zorunluluğudur. Ayrıca imparatorluklar kurma geleneği olan bir ulusun her koşulda hedef tahtasına oturtulacağı da unutulmamalıdır.

Bu nedenle Türkiye beka ile demokrasi arasında bir tercih yapamaz! Hangi dengelerle kurulursa kurulsun, her demokratik sistem öncelikle bekayı ön plana koymalıdır. Devlet çöktükten sonra demokratik rejimin sürdürüleceği altyapı da ortadan kalkar! “Demokrasiyi güçlendiriyorum” düşüncesi ile Silahlı Kuvvetler'in muharebe etkinliğini azaltmak son kerte tehlikeli ve risklidir.

HARİTAYA BAKMADAN OLMAZ!

Siyaset ile coğrafya aralarında jeopolitik köprü kurar. Bir ülkeyi zafere taşıyan faktörler diğer bir ülkeyi uçuruma sürükler. Bu nedenle coğrafyayı dikkate almayan bütün düşünceler çürümeye ve çökmeye mahkûmdur. “Efendim, biz 30 tane ülkeyi inceledik!” diyenler bu alandaki en yetersiz kişilerdir. Çünkü coğrafya değişince, bütün koşullar değişir.

İsim babası olan İsveçli R. Kjellen jeopolitiği şöyle tarif ediyor: “Jeopolitik devletin coğrafyası ile ilişkisini inceleyen bir disiplindir.” Napolyon’un şu sözü de önemlidir: “Bir ulusun coğrafyasını bilmek, onun dış politikasını bilmektir.”

Bir ülkenin siyasi coğrafyasını harekete geçiren politik, askeri, ekonomik, kültürel ve sosyal faktörler jeopolitik disiplin içinde yer alır. Bu alanlardaki her devinim ister istemez, o devletin politikalarına yansır. “Coğrafyanın ülkelerin kaderi olduğunu, politikanın ise bu yazgıyı değiştirme arayışı olduğunu” hatırlatarak konu ile ilgili bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

İSPANYA İLE TÜRKİYE YER DEĞİŞTİRSİN!

Roma’da bulunan NATO Savunma Koleji’nde 1993 yılında eğitim görürken, Madrid’e bir ziyaret yaptık. Bu görkemli ve tarihi şehirde Savunma Bakanlığı’nda bir konferansa katıldık. O dönemlerde binbaşı rütbesindeydim

Konferansta hararetli bir tartışma yaşanıyordu. Konu, SSCB’nin dağılmasından sonra ülkelerin savunma bütçesinde yapılan kısıntılar ve askeri kuvvet indirimleriydi.

Oklar bir anda Türkiye’ye çevrildi. Bütün NATO ülkelerinin indirime gittiği bir dönemde, Türkiye’nin niçin savunma bütçesini artırdığı yönünde geniş çaplı bir tartışma yaşanıyordu.

Her kafadan bir ses çıkarken, paneli yöneten İspanyol diplomat, muhtemelen ceketimin yakasındaki ülke etiketimi fark ederek birdenbire beni işaret etti: “Bizler kendi aramızda konuşuyoruz. Bakalım bu konuda Türk denizci neler söyleyecek?” Aniden mikrofonu elimde buldum.

NATO toplantılarında önce ortamı yumuşatmanın faydalı olacağını öğrenmiştim. Önce “savunma bütçesindeki artışın çok küçük oranda olduğunu” bildirdim. Arkasından ilave ettim: “Bizim bazı planlarımız var.” Birdenbire bir sessizlik oldu.

Devam ettim: “Biz Yunanistan’ı işgal etmeyi planlıyoruz!” Salonda kahkahalar koptu. Espriyi anlamayan Yunan Albay, mikrofonsuz bağırmaya başladı, Yunanlı diplomatlar kendisini zor zapt ettiler. Gülünç duruma düşen Yunan Albay kahkahalara neden oldu…

İspanyol diplomata bir öneri ile karşılık verdim. “Gelin” dedim, “Ülkelerimizin yerlerini değiştirelim! Biz Türkler İspanya’ya taşınalım, siz de Türkiye’ye yerleşin! Dünyanın en istikrarlı yarımadasında, küçücük Portekiz ile birlikte gül gibi geçinip gideriz. Silahlı güce ne hacet! Polis ve Jandarma bile yeter.”

Türkiye’nin o dönemde etrafı yangın yeri gibiydi. 1993’ün sıcak günlerini yaşıyorduk. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu kaynıyordu. Kanlı PKK terör örgütü azmıştı…

Dedim ki, “Siz İspanyollar da Türkiye’ye geldiğinizde, savunma giderlerini kısar mısınız, artırır mısınız, artık o size kalmış!” Tartışmalar birdenbire kesilmiş, başka bir konuya geçilmişti.

MEHMETÇİK HALKTIR!

Yaşanılan coğrafya sadece bir toprak parçası değildir. Tarihi süreçler içinde çeşitli badireler atlatılarak vatan olmuştur. Vatan olurken de çeşitli sosyo-kültürel değerler yaratmıştır. Bu nedenle bulunulan topraklara özgü manevi öğeler de en az maddi değerler kadar önemli ve önceliklidir. İnsanlar içinde bulundukları mutluluğu, kaybettikleri zaman anlarlarmış. Bizim toprakların yarattığı ve içselleştirdiği en büyük değer, “Mehmetçik” kavramıdır. Vatan düşüncesi ile birlikte doğmuştur.

Son 200-220 yıl içinde doğduğunu söylersek, herhalde fazla yanılmayız. Anadolu Mehmetçiğini özümsemiş, dağlarında, taşlarında, derelerinde, bulutlarında, rüzgârlarında, ovalarında yaşatmıştır. Yıllardır ne zaman yöneticiler, “Mehmet koş, kanına ihtiyacım var!” demişlerse, Mehmet hiçbir karşılık beklemeden koşmuş, canını vermiş ve Anadolu bu acıyı gururla yoğurarak kalbine gömmüştür.

Mehmetçik, düşman dişini gösterdiğinde buna silahla karşı koyan halktır. Bu dün böyleydi. Bugün böyledir. Teröre canını kanını verenler Mehmetlerdir. Yarın da böyle olacaktır. Mehmetçik’i çıkarırsak, geriye güvenlik adına hiçbir şey kalmaz. 3 ay maaş vermeyin, profesyonel askerlerin Mehmetçik’le mukayese dahi edilemeyeceğini hemen anlarsınız!

Mehmetçik sadece savaşta göğsünü siper eden asker değil, Anadolu’nun savaşma azim ve iradesini temsil eden ilahi bir ruhtur. O ruh olmadan savaşamazsınız! Profesyonel ordu Türkiye’ye karşı kurulan en büyük tuzaktır. Mehmetçiği kaybedersek ülke savunması zafiyet içine düşer.

Machiavelli, bakın 1513’te yazmış olduğu “Prens” adlı eserinde profesyonel orduyu nasıl açıklıyor: “Paralı ordular yararsız ve tehlikelidir. İtalya’nın yıkımının tek nedeni, yıllardır paralı ordulara dayanmış olmasıdır. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünün ana nedeni araştırılacak olursa, bu çöküşün Gotların paralı asker olarak tutulduğu an başladığı görülecektir.”

ULUSLARARASI SORUMLULUK MU MİLLİ GÖREV Mİ?

Marx’ın “yabancılaşma” kavramı ile ilk kez tanışan her insan derin düşüncelere dalar. Materyalist filozof, kapitalist bir üretim sisteminde işçinin emeğine, ürününe, kendisine ve hatta topluma yabancılaştığını ileri sürer. Doğal olarak bu düşünce çeşitli açılardan tartışılabilir. Soyut bir tanımlama olan “uluslararası yükümlülükler” kavramını her duyduğumda, aklıma Marx’ın bu yaklaşımı gelir.

Komutanlar şu cümleyi çok seviyor ve özellikle sunumlarında yer almasını istiyorlar: “TSK’nın ayrılmaz bir parçası olan Türk Kara (ya da Deniz/Hava) Kuvvetleri, ulusal ve uluslararası sorumlulukları çerçevesinde…” Cümle bu şekilde uzayıp gidiyor… Uluslararası sorumlulukları içeren çeşitli görevlerin Türkiye’ye ne kazandırdığı konusunu somut verilerle analiz eden hiçbir çalışmaya tanık olmadım.

60 yılı aşan NATO süreci ve son dönemlerde karşılıksız aşka dönen Avrupa Birliği (AB)’ne üyelik sevdası bizi öylesine hipnotize etti ki ulusal meseleleri bir kenara bırakarak uluslararası sorunlar bataklığına saplandık. Batı, hiç hissettirmeden bizi kendi gerçekliğimizden kopararak, özel çıkarlarının hem bekçisi hem de fedaisi yaptı. Şırıngaladığı ilaç oldukça etkiliydi: “Türkiye en önemli ve sadık müttefikimizdir. Uluslararası sorumluluklarını yerine getirmede Türkiye, diğer ülkelere örnek olmaktadır.”

Libya gazamız oldukça çarpıcı ve dikkat çekicidir. Hatırlayalım, henüz TBMM’den, Anayasa’nın 92’nci maddesi gereğince, “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesine” ilişkin tezkere bile geçmemişken, gemiler denize açılmıştı. Daha sonra bu gemilerin, Haçlı Donanması’nı anımsatan “Andre Doria” isimli sancak gemisindeki İtalyan amiral emrinde görev yaptığını öğrendik. En çok sayıda gemiyi biz tahsis etmemize rağmen, komutayı bize bırakmamışlardı!

PKK Güneydoğu’da kanlı terör eylemleri tertiplerken, Afganistan dahil dünyanın çeşitli bölgelerine uluslararası yükümlülüklerimiz çerçevesinde birlikler gönderiyoruz! Doğu Akdeniz’de İsrail ve Kıbrıslı Rumlar, arkalarına ABD ve AB’yi de alarak doğalgaza sahiplenmenin keyfini sürüyorlar. Ege’deki tartışmalı ada ve adacıklarda Yunan işgali devam ediyor!

NATO ve AB çevrelerinde yapılan özel sohbetlerde biz Türkleri hep şu şekilde pohpohlarlar: “Türkiye bölgesel güç merkezi ve NATO’nun ABD’den sonraki en önemli askeri gücüdür.” Bazı konularda direnç gösterdiğimizde ise arkamızdan şöyle konuşurlar: “Merak etmeyin. Uzun sürmez! Türkler kahve köpüğüne benzer, çabuk kabarır, çabuk sönerler.”

Tolstoy’un şu ünlü sözlerini unutmayalım. “En tehlikeli düşman bir dost kadar yakın mesafededir.” TSK bir an önce sahte bir dünya olan ve maskeli baloya dönen uluslararası yükümlülükler oyununa son vermeli ve kendi gerçeği olan ulusal sorunlara odaklanmalıdır.

ORDULAR İLK HEDEFİNİZ…

TSK bu coğrafyadaki biricik güvencemizdir. 2200 yıllık geçmişine, gelenek görenek, örf ve adetlerine saygı gösterilmelidir. TSK’nın komuta yapısı, okulları, hastaneleri ve diğer unsurlarının tarihsel kökleri vardır. Sadece Deniz Harp Okulu’nun tarihi ABD tarihinden eskidir. TSK daima siyasetin dışında kalmıştır. Onu siyaset çamuruna çekenler, ülke güvenliğini tehlikeye düşürürler. Ayrıca barış durumunda caydırıcılık sağlayarak diplomasiye hizmet eden bir unsurdan mahrum kalırlar.

Milli Ordu öncelikle ulusal çıkar alanlarında şahlanır. PYD sınırımıza yapıştırılırken, Afganistan’da harikalar yaratmak hiçbir anlam ifade etmez! Milli Ordu'daki yegâne ideoloji milliliktir. Milli kavramının yerini hiçbir ideoloji, hiçbir inanış dolduramaz! Akıl ve mantığı inancın gerisine koyan her kurumu emperyalizm kolayca yoldan çıkarır! Milli Ordu gücünü milletinden, tarihinden ve geleneklerinden alır! Türkler ise Ordu-Millet’tir.

30 Ağustos’u daha büyük bir coşku ile kutlamalıydık! Askerler yeni rütbelerini 30 Ağustos’ta takmalı ve gururla kılıçlarını kuşanarak Atalarına koşmalıydı. Bu bir Mustafa Kemal geleneğiydi! Maalesef, tarihsel bilinçleri olmayanlar sapla samanı birbirine karıştırdı.

Ancak gelecekten umutluyuz… TSK’ya ve Komutanlarına güveniyoruz. Kısa süre sonra yaralar sarılacak ve her şey yerli yerine oturacaktır. İç ve dış düşmanlar boşuna hayal kurmasın! Hainlerden temizlenen TSK tükürüğü ile sizi boğar! Bu büyük efsane neler atlattı! TSK’nın da bu fetret devrinden önemli dersler çıkardığını biliyoruz. Bugünkü siyasetin topyekûn sığlığına rağmen bu büyük millet TSK’ya itibarını ve bütün kurumlarını er ya da geç iade edecektir. Çünkü ordu biziz, biz milletiz, ordu milletiz!

Amiral Soner Polat

ulusalkanal.com.tr

ordu Devlet coğrafya